14 Haziran 2006 Çarşamba

Pontus Meselesi ve Yunanistan’ın Politikası

YAZARLAR
Yrd.Doç.Dr. Yusuf SARINAY
Yrd.Doç.Dr. Hamit PEHLİVANLI
Yrd.Doç.Dr. Abdullah SAYDAM.

ÖZET
a.  Pontus, Yunanlıların Karadeniz’e verdikleri bir isim olup Doğu Karadeniz sahilleri için kullanılmaktadır. Bu bölgede tarihi Pontus krallığı M.Ö.301’ de Pers menşeli mithridates sülalesi tarafından kurulmuş ve Roma orduları tarafından M.Ö.63’de ortadan kaldırılmıştır. Daha sonraları Doğu Roma’nın zayıflaması ile Trabzon devleti ( 1207-1461 ) kurulmuş olup, bu devletin Pontus krallığı ile arasında her hangi bir ilişki yoktur.

Bölgede ırk bakımından tespiti mümkün olmayan kavimler yaşamış olup, yerli halkını genellikle Kafkasya ve Anadolu’nun içlerinden gelenler oluşturmuştur. Bölge hakkı Roma hakimiyetine girmesine müteakip Hıristiyanlaşmaya başlamış olmakla birlikte, Hıristiyanlığı kabul eden ortodoksların tamamının yunan asıllı olduğunu söylemek mümkün değildir. Ortodoks halk Elence’ye benzer bir dil konuşmakla birlikte, yerel bir diyalekt kullandıkları ve kendilerine özgü pek çok adetlerinin bulunduğu malumdur. Bu nedenle, bölgedeki Hıristiyan halkın 1071 yılında dahi İstanbul’la bağlantıları yoktur. 
           
Kıpçak Türkleri 1080 yıllarından başlayarak Azerbaycan, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinin kuzey kesimlerine yerleşmişlerdir. Ayrıca, bazı Türkmen grupları da bu bölgeye yerleşmiş ve Trabzon devleti yıkılmadan bölge geniş ölçüde Türkleşmiştir.

Doğu Karadeniz bölgesinin gerek siyasi tarih, gerekse sosyal yapı açısından Yunanlılarla ilgisi yoktur. Ancak Yunanlılar, bu bölgede kurulan Pontus krallığı ile Trabzon devletini birbirine karıştırmışlar ve olmayan Rum Pontus devletini 20 nci Yüzyıl başında diriltmeye çalışmışlardır.

b. Doğu Karadeniz bölgesinde yerleşen tüm Ortodoks Hıristiyanlar, Yunan toplumuna ait olma duygusunu benimsemişlerdir. Bunda, İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesinin büyük rolü olmuştur.

Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması, bölgede Pontus Rum Devletinin kurulması fikrini yaratmıştır, çünkü Megal-i idea’nın hedeflerinden biri budur.

Pontusçuluk konusunda siyasal bir faaliyetin olabileceği 1908 yılında ortaya çıkmıştır. Buna göre, aynı yıl Amasya’da ilk silahlı çete kurulmuştur. Pontus cemiyetinin temelinin de 1904 yılında Merzifon Amerikan kolejinde atıldığı ve burada 1000’e yakın Rum gencinin Pontusçuluk için yetiştirildiği bildirilmektedir. Pontus cemiyetinin, metropolit ve papazların öncülüğünde Batum’dan İnebolu’ya kadar Karadeniz bölgesinde şubeleri açılmış olup cemiyetin amacı Yunanistan’la birleştirmek üzere Pontus cumhuriyeti kurmaktır. Ruslar’da bu fikri destekleyerek, ordularında görevli Pontus’lulara bu konuda silah ve cephane desteği sağlamışlardır. Pontus cumhuriyetinin kurulması amacıyla Trabzon ve dolaylarına çıkarılmak üzere bir birlik kurulmuş ancak, Bolşevik’lerin Kafkasya’yı işgalleri üzerine dağılmışlar ve bir kısmı da o dönem Türkiye’deki çetelere katılmışlardır.

Pontus Cumhuriyetinin kurabilmesi için çeşitli kongreler yapılmıştır. Bu amaçla 1917 yılında Paris’te “Pontus Milli Merkezi” kurulmuş ve ayrıca ABD’de de aynı amaçla özel bir komite teşkil edilmiştir. Bunun yanı sıra 4 Şubat 1918’de Marsilya’da ve Bakü’de de kongreler yapılmıştır. 30 Ekim 1918 yılında Mondros Mütarekesi imzalandığı zaman Türkiye dışında Pontus organizasyonu büyük oranda tamamlanmıştır.

Paris barış konferansının hazırlıklarının yapıldığı dönemde ise, itilaf devletleri Giresun - Sivas – Mersin hattının doğusunda kalan toprakları Ermenistan’a bırakma fikrini benimsemişlerdir. Buna paralel olarak, Venizelos da Batı Anadolu’da ki emellerini gerçekleştirmek için Kıbrıs, İstanbul ve Pontus üzerindeki iddialarından o dönemde şimdilik kaydıyla vazgeçmiştir. Bu dönemde, Kafkasya’dan Sinop’un batısına kadar uzanan topraklarda bağımsız Pontus Cumhuriyeti kurulması fikrinin öncülüğünü Konstantinides yaparken, Türkiye içindeki faaliyetlerin öncülüğünü Trabzon metropoliti hrisantos yürütmüştür.

Hrisantos 2 Mayıs 1919’da Paris barış konferansına Pontus’la ilgili muhtıra vermiştir. Bu muhtırada sözde Pontus bölgesinin 600.000’den fazla Rum’u barındırdığı, Rusya ve Kafkasya’dan göç eden Rumlarla beraber bu sayının 850.000’i bulduğu, farklı kökenden ise 836.000 müslümanın yaşadığı belirtilmektedir. Verilen nüfus istatistikleri farklı ve abartılıdır. Osmanlı kayıtlarına göre ise, Trabzon, Sivas ve Kastamonu illerinde 3.263.396 müslümana karşı 361750 Rum yaşamaktadır. Gerçekte ise bu bölgede 250.000 Rum’a karşılık 2.350.000 müslümanın yaşadığı bilinmektedir.

Göçmenler konusunu organize etmek için “Rum muhacirleri merkez komisyonu” adı ile faaliyet gösteren ancak, “Kordus” gizli ismi ile bir komite kurulmuştur. Kordus, Trakya, Doğu Karadeniz ve İzmir bölgelerinde Rum nüfus üstünlüğü sağlamak ve Rum çetelerini göçmen gibi Doğu Karadeniz bölgesine göndermek için çaba harcamıştır. Bu sayede Samsun ve çevresine binlerce göçmen getirilirken, mütareke döneminde Temmuz 1919 sonlarına kadar Trabzon’a 8000’den fazla Rum getirilmiştir.

Ocak 1919’da İstanbul’da kurulan Trabzon ve havali Adem-i merkeziyet cemiyeti, Pontus Rumları ile birlikte federasyon kurulması için Pontus merkezi ile temasta bulunmaktadır. Ancak Türklerle teması kabul etmeyen Yunanistan Rum – Ermeni işbirliği ile çalışmıştır. Bununla birlikte, Pontus davasında Avrupa’dan yeterli destek bulamayan Hrisantos, Rum emellerini gizlemeye, Ermeni isteklerini ön plana çıkarmaya ve Türklerin gönlünü kazanmaya özel önem vermiştir. Venizelos ise, barış konferansına Pontus’un bir büyük devletin mandasına verilmesini önermiş ancak, Konstantinides ve Oeconomou da Pontus cumhuriyetinin kurulabilmesi için büyük devletlerin yardımını istemişlerdir.

Rumlar ve Ermeniler arasında yapılan görüşmelerde; Rumlar iki eşit federasyondan oluşan bir konfederasyon isterken Ermeniler, Rumların federe devlet olarak Ermenistan’a katılabileceğini savundukları için anlaşma sağlanamamıştır. Ancak, Yunanlılar ve Ermeniler anlaşarak, Yunanlıların bölgeye askeri yardım göndermesi kararlaştırılmış ve sonuçta Batı Anadolu’daki Yunan işgalinin yanı sıra, Karadeniz bölgesinde Pontus – Ermeni komplosuyla karşı karşıya kalınmıştır.

Venizelos’un Pontus konusuna yeterince ağırlık vermemesine gerçek sebebinin temelinde, Sevr Anlaşması’nın sonuçlarının beklenmesi yatmakta olup, Yunanistan çeteleri güçlendirirken aynı anda Karadeniz bölgesine müdahale etmek amacına ulaşmaya çalışacaktır.

9 Mart 1919’da 200 kişilik bir İngiliz kuvvetinin Samsun’u ve 30 Mart’ta Merzifon’u işgal etmesi, Pontusçu çetelerin cesaretini ve saldırılarını artırmıştır. Bu nedenledir ki başta İngilizler olmak üzere itilaf devletlerinin Pontusçulara yardımda bulunuyorlardı.

Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra, Osmanlı Hükümetine 9 ncu ordu müfettişi olarak gönderdiği telgraflarda; Samsun ve bu bölgedeki asayişsizliğin Rum çetelerinden kaynaklandığını ve müslümanların ise bunlardan korunmak için çete oluşturduğunu ifade etmiştir. Ancak 1920 yılından itibaren başta Samsun olmak üzere Pontus çetelerinin hem sayıları artmış, hem de güçlü bir organizasyona gitmişlerdir. Ayrıca bu çeteler, Mustafa Kemal’e karşı olan çerkezlerle de bir ittifak yapmıştır.

Yunanistan, Anadolu’daki milli hareketi en kritik olduğu bir zamanda, bu bölgede iyi donatılmış 20-25.000 kişilik Pontus çeteleri ile Ankara istikametinde de taarruz ettirerek bu bölgede de kesin sonucu almak istemiştir. Bu çetelerin Yunanistan’ın bu stratejisi yönünde ve koordineli bir şekilde hareket ettikleri görülmektedir.Yunanistan’ın bu tutumu müttefikleri arasında değerlendirilirken, Ermenilere karşı Eylül 1920’de başlatılan Doğu harekatı başarı ile sonuçlanmış ve 2 Aralık 1920’de Gümrü Anlaşmasının imzalanması ile tamamlanmıştır. Bunun üzerine, Türk ordusunun Doğu’da gelişen başarıları nedeni ile, İstanbul ve Pontus Cumhuriyetinin   Yunanlılara   verilmesi   ve   Trabzon’a   yapılacak   Yunan    saldırılarının desteklenmesi savunulmaya başlanmıştır. Bu gelişmeler nedeni ile, iç isyanları bastırmak için, Ankara hükümeti tarafından 9 Aralık 1920’de merkez ordusu kurulacaktır.

16 Mart 1921 yılında Türkiye ile SSCB arasında Moskova anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma nedeni ile SSCB’nin Anadolu’ya silah yardımını önlemek için, Yunanlılar 9 Haziran 1921 de kruvazör ile İnebolu’ya bombalamışlar ve 20 Temmuzda da Yunan savaş gemileri Trabzon’u topa tutmuşlardır. Bu olaylar nedeni ile Rum çetelerin de cesaret ve saldırılarının artması üzerine, TBMM hükümeti askeri ile idari açıdan sert tedbirler almıştır. Bu maksatla görevlendirilecek kuvvetlerin tek bir komuta altında birleştirilmesi kararlaştırılmış ve 9 Aralık 1920’de merkez ordusu kurulmuştur. Ancak, geniş bir bölgeye dağılmış bulunan Pontus çetelerine karşı askeri tedbirler yeterli gözükmediğinden idari ve adli tedbirler de alınmıştır.

Tüm çabalara rağmen Pontus çetelerinin etkisiz hale getirilememesi ve Mayıs 1921’de Karadeniz sahillerine Yunan ordusunun Asker çıkarma ihtimaline karşı Rumları bu bölgenin içlerine sevk edilmesi düşüncesi TBMM hükümetince uygun görülmemiştir. Ancak, TBMM Hükümeti Karadeniz kıyılarını 12 Haziran 1921’den itibaren savaş alanı ilan etmiştir. Böylece, savaş hukukundan yararlanarak Rum köylerinin Anadolu içlerine sevk edilme yoluna gidilmiştir. Bununla birlikte sevk edilen Rumlardan muhtaç durumda bulunanlar için TBMM Hükümeti kararı ile 5.000 TL ayrılmıştır.

TBMM Hükümeti, yakalanan Rum çete mensupları doğrudan cezalandırma yoluna gitmemiş ve isyanı bastırmada hukuka bağlı kalmaya itina göstermiştir. Buna rağmen çete faaliyetlerinin büyük oranda artması üzerine, TBMM Hükümeti, Sivas İstiklal mahkemesinin Amasya ve Samsun havalisinde Pontus suçlularının davası ile ilgilenmek üzere faaliyete geçirilmesine karar vermiştir. Böylece, hiçbir dış baskı ve müdahaleyi dikkate almayan TBMM Hükümeti Pontus çetelerine karşı başlattığı etkin mücadeleyi, 1923 yılının ilk aylarında isyanı tamamen bastırarak kazanmış görünmektedir. Bu vasıtayla Millî Mücadelenin kazanılmasına paralel olarak imzalanan Lozan Barış Anlaşması ile bölgedeki Rumların mübadele yolu ile Yunanistan’a göç etmeleri sağlanmıştır.

Pontus meselesi, halen Yunanistan tarafından tekrar canlandırılmaya ve megal-i idea çerçevesinde yürütülmeye gayret gösterilmekte olup, bu konuya özellikle 1985 yılından itibaren özel önem verilmektedir. Konuyla ilgili olarak en çarpıcı örnek, Yunanistan’ın yurt içi ve yurt dışında kurdurduğu yaklaşık 176 adet Pontus derneğidir. Yunanistan bu dernekler vasıtasıyla Pontus soykırımı iddialarını ve buna göre 350.000 Pontuslu’nun Jenoside maruz bırakıldığını gündeme getirmektedir. Ayrıca, Ermenilere uygulandığı iddia edilen soykırım ile Kürt sorunu arasında irtibat kurulmakta ve böylece, Türkiye’nin sözde soykırımları tanıyarak büyük çaplı maddi tazminat ödemesine çalışılmaktadır. Bütün tarihi ve ilmi gerçeklere rağmen Türkiye ile gerginlik ve sürtüşmeyi milli politika haline getiren Yunanistan, 19 Mayıs gününü de sözde Pontus soykırımını anma günü olarak kabul etmiştir. 

Yunanistan, Pontus dernekleri vasıtasıyla turizm vasıtasıyla Doğu Karadeniz Bölgesine “unutulmayan ve kaybolan vatanlara gezi” adı altında geziler düzenleyerek konuyu canlı tutmaya çalışmakta, ayrıca, halen Anadolu’da gizli Hıristiyanların yaşadığını ve bu insanların Türklerden korktuğu için müslümanlığı kabul eder göründüğü tezini ileri sürmektedir. Bunun yanı sıra eski SSCB’den göç eden Rum’ları Batı Trakya bölgesine yerleştirerek buradaki demografik yapıyı kendi lehine bozmaya çalışmaktadır. Sonuç olarak, genel bir politika paralelinde, tarihi gerçekleri dikkate almadan Ermeni ve Kürt sorunu yanı sıra Pontus soykırımı iddialarını da Türkiye’ye karşı kararlı bir şekilde kullanmaktadır.

Pontus olaylarının ortaya çıkışında rol oynayan unsurlar ve bazı gelişmelere göz attığımızda, dini müessese ve din adamlarının rolünün yanı sıra Amerikalı misyonerlerin de etkin bir destek olduğu görülmektedir. Merzifon Amerikan koleji bünyesinde gizli olarak ve Rumlar tarafından korunan cemiyetler bunlara ait dikkat çekici örneklerdir. Memleket içindeki bu desteklerin haricinde memleket dışında ABD, İngiltere, Fransa ve Yunanistan’ın da sözde Pontus meselesini açık veya örtülü olarak destek verdikleri bilinmektedir. Örneğin; Trabzon ili ve çevresinde Rum nüfusunu çoğaltmak için Yunanistan ve İngiltere tarafından göç faaliyetlerine öncülük edilmiş ve dışarıdan yabancı hıristiyanlar getirilerek 30.000 kadarı bölgeye yerleştirilmiştir.

Pontus bölgesi olduğu iddia edilen yerlerden Kastamonu ve Trabzon’da savaşlar olmasaydı 1922 yılında yaşaması gereken nüfus ile mevcut nüfus arasında büyük farklar olup Türklerin kaybı tahmin edilenden çok fazladır. Bu rakam Trabzon’da 204.130 ve Kastamonu’da 350.053 dür. Bununla paralel olarak Rumların, mevcut kanun ve nizamlara karşı gelerek isyan etmeleri ve savaş suçu işlemeleri sonucunda kayıplarda verdikleri ve verdirdikleri bu rakamlarla da teyid edilmektedir.

Ancak günümüzdeki olay ve gelişmelere bakıldığında, Yunanistan açısından meselenin çözülmüş kabul edilmediği ve devamlı canlı tutulmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu nedenledir ki, günümüz de halen “Pan Helenik Pontuslular Derneği” BM ve AGİK’e çeşitli yazılar yazarak konuyu uluslararası arenaya çekmeye çalışmakta ve dernekler aracılığı ile Yunanistan’a yerleştirilecek Pontuslular için Avrupa Birliğinden kredi almaktadır.

Buna göre, Yunanistan, SSCB’nin dağılması ile birlikte bu ülkeden göç eden Rumları kendi ülkesine ve özellikle Batı Trakya’ya yerleştirilmektedir. Buna benzer şekilde, 1920’li yıllarda Rusya’daki Rumların Karadeniz kıyılarına göçe zorlamış ve Türk nüfusunu azınlık durumuna düşürmeye çalışmıştır. Bununla birlikte, politik maksatlarla Batı Trakya’ya yerleştirmeye çalıştığı Rum’lara yeterli imkanlar sağlayamadığından, Rum’ların bir kısmı Batı Trakya’dan ayrılarak Atina’ya yerleşme eğilimi göstermişler ve yerli halkla hiçbir zaman için anlaşıp kaynaşamamışlardır.

c. Batılılar, önceden belirledikleri stratejilerine uygun olarak, bazı küçük devlet ve azınlıkları kullanarak Türkiye’yi uzun yıllardır çeşitli meseleler, suni problemler çıkarmak suretiyle meşgul etmişler ve zayıf düşürmeye çalışmışlardır. Bu meyanda, Yunanistan’ın yaptığı gibi Megal-i idea için çalışırken örtülü olarak Pontus soykırımı iddialarını desteklemişler ve bu vasıta ile gündeme getirmişlerdir.

Türkiye’ye baktığımızda ise, Batının ve Yunanistan’ın örtülü ve baskıcı politika ve stratejilerine karşılık sürekli savunmada kalınmış, Yunanistan’ın Türklere yaptıkları baskı ve Jenosid faaliyetleri araştırılmayarak karşı iddialarda bulunulmamıştır. Örneğin; 1821 yılındaki mora isyanına müteakip 30.000 kişinin Tripoliçe’de öldürülmesi olayı bir soykırım olarak uluslararası arenaya taşınmamıştır.

Sonuç olarak; Pontusçuluk ve Ermeni hareketleri, memleketimizin içinde bulunduğu o dönemdeki bütün olumsuzluklara rağmen, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının gayretleri ile, topraklarının bütünlüğü, bağımsızlığı, haysiyet ve diğer haklarına zarar getirmeden zaferle sonuçlandırılmıştır. Böylece, Doğu Karadeniz bölgesinde yer alan tüm vilayetlerde, “Milli birlik ve bütün davası” nda büyük bir zafer kazanılarak, Ermeni’ler ve Rum’lar ile bu suni davaları destekleyenler, kendi hayallerinin ve hatalarının kurbanı olmaktan kurtulamamışlardır.

Halil CAMGÖZ /j.Kur. Yarbay / 50 nci Dönem Müdavimi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder