30 Kasım 2006 Perşembe

Cevat Abbas Gürer (1887 - 1943)





'... 'Cevat Abbas, Atatürk'ün yaveridir.' Ama, nasıl bir yaver? .. Bir komutanın sıradan yaveri değil... Olağanüstü bir liderin, askerliği aşan, ulusal kurtuluş savaşıyla temelleri atılan, fikir dünyasında gerçekleşen, insanlık e uygarlık tarihine yazılan, laik Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran önderliğinin sürekli yaveri...

... Atatürk'le Cevat Abbas arasındaki ilişki tam bir güven duygusuna dayanmaktadır; Mustafa Kemal yaverine dış dünyada, sınır ötelerinde özel ve gizli görevleri de rahatça emanet edebiliyor... Atatürk'ün yaverini tanımanın mutluluğu, Atatürk'ü sevenler için az buz mutluluk olmasa gerek...'


Mustafa Kemal'in başyaveri olan Cevat Abbas, 1887 yılında Niş'te doğdu. Mustafa Kemal ile Samsun yolculuğuna seçilenler arasındaydı. Harp Okulu'nu 1908 yılında bitirdi. İtalya, Balkan ve I. Dünya Savaşlarında bulundu. Üsteğmen rütbesiyle katıldığı Çanakkale Savaşında, Mustafa Kemal, Cevat Abbas'ı emir subayı olarak karargâhına aldı. 1916'da yüzbaşılığa yükseldi.

16 Mayıs günü Samsun'a gitmek üzere Bandırma Vapuru'na binerken, merkezi Erzurum'da bulunan 9. Ordu Müfettişliği başyaveriydi. Cevat Abbas, Samsun'dan Erzurum'a varıncaya kadar Mustafa Kemal'in yazışma işlerini yönetti. Sivas Kongresi'nde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti mensuplarının Meclisi Mebusan seçimlerine girebilmeleri görüşü benimsenince Bolu'dan milletvekili seçildi ve İstanbul'a gitti. Meclisi Mebusan dağıtıldıktan sonra Ankara'ya döndü ve Birinci TBMM'ne Bolu milletvekili olarak katıldı.

Erzurum'da istifa etmesiyle son bulan askerlik hayatı, 1920'de yeniden başladı ve yüzbaşı rütbesiyle Kurtuluş Savaşına katıldı. Yozgat Ayaklanmasının bastırılmasında gösterdiği çalışmalarından dolayı kendisine İstiklâl Madalyası verildi. Rütbesi 1923'te binbaşılığa yükseltildi. 1924'te kurulan İş Bankasının kurucuları ve hisse sahipleri arasında Cevat Abbas da vardı.

Cevat Abbas Gürer 1941 yılına kadar milletvekilliği yaptı. Mustafa Kemal'le ilgili hatıralarını, Ebedi Şef Kurtarıcı Atatürk'ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak (1939) adlı kitapta topladı. 1943 yılında Yalova'da öldü.

Amasya Tamimi ve Atatürk'ün Amasya'daki Faaliyetleri

____________________________________________________________________________________________
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Atatürk’ün Samsun’a çıktığı tarihe kadar Musul İngilizler, Antalya ve çevresi İtalyanlar, Adana, Antep, Maraş ve Urfa önce İngilizler, daha sonra Fransızlar ve İzmir başta olmak üzere Batı Anadolu bölgesi, Yunanlılar tarafından işgal altına alınmıştır. Yine Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra Amasya Tamiminin yayınlanmasına kadar İstanbul’da Ahmet İzzet Paşa, I. ve II. Tevfik Paşa, I ve II. Damat Ferit Paşa kabineleri olmak üzere toplam beş hükümet iş başına geçmiştir.

İşte ülke topraklarının önemli bir kısmının işgal edildiği ve İstanbul’da siyasal istikrarın bulunmadığı bu dönemde, Mustafa Kemâl Paşa, 19 Mayıs 1919 tarihinde Dokuzuncu Ordu Müfettişi sıfatiyle Samsun’a çıkmıştır. Ülkedeki genel istikrarsızlığa paralel olarak özellikle Karadeniz bölgesinde bir de güvenlik sorunu bulunmakta idi ve Mustafa Kemal Paşa’nın görevi, bölgede güvenliği sağlamak, yöredeki silâh ve cephanenin İstanbul’a gönderilmesini sağlamak, ayrıca bazı örgütlerin asker toplamasını önleyerek, bunları kapatmaktı. Mustafa Kemal Paşa, Ordu Müfettişliği talimatına, Genelkurmay Başkanlığındaki arkadaşları vasıtasiyle daha geniş yetkiler de ilâve ettirmiştir.1

Mustafa Kemâl Paşa’nın Samsun’a çıkar çıkmaz üzerinde durduğu konulardan biri, Anadolu’nun diğer bölgelerinde açılmış bulunan Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri ile temasa geçmek; ikinci olarak da Pontuscu Rum Çetelerinin bozduğu bölgenin güvenlik sorununu çözmek olmuştur. Bu konuda Samsun ve Havza’dan İstanbul’a çektiği telgraflar bilinmektedir. Ancak bölgedeki güvenlik sorununun kökü, daha Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar gitmektedir. Bu konu ile ilgili olarak Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Arşivi’nden aldığımız belgelerde bazı bilgiler yer almaktadır. 11 Mayıs 1917 tarihinde Giresun Kaymakamlığı’ndan Trabzon Vilâyeti kanalı ile III. Ordu Komutanlığı’na gönderilen bir yazıda, bölgedeki Rum Vasil Çetesi’nin faaliyetleri hakkında şu bilgiler verilmiştir:2

2 Mayıs 1917 tarihinde kendilerini izleyen müfrezenin önünden kaçarak Çambaşi-Mesudiye-Koyulhisar kazaları sınırlarının birleştiği yerdeki bir Rum köyüne girmişlerdir. Birkaç saat sonra takip müfrezesi ile şakiler arasında silâhlı çatışma başlamış ve şakilerden ikisi yaralanmıştır. Ertesi gün bölge halkının yardımı ile tekrar Karahisar (Bugünkü Şebinkarahisar’ın Kırık nahiyesine doğru kaçtıkları anlaşılmıştır. Maden köyü halkı şakileri iaşe etmiş, yaralılarına at vermiş, köy halkından Yorgioğlu Nikola ile bir klavuz, çeteye yardım ettikleri için tutuklanmışlar ve bu çetenin hareketi sona erdirilmiştir.

Ancak Ordu, Giresun, Mesudiye, Koyulhisar kazaları sınırları civarında bulunan Kavurdbükü, Kavaklıca, Araşar, Açış, Madenalan, Sinanlı, Oluklu, Dargınca köylerinin bu gibi çetelere yardımcı olmaları; sahilden Koyulhisar istikametine sevk edilmiş olan Rumların, yayla zamanı olması ve yolların da ulaşıma açık bulunması dolayısıyle adı geçen bölgeye gelip eşkıyalık faaliyetlerine devam etmeleri ihtimaline karşı gereken önlemlerin alınması istenmiştir.

Bu çetenin izlenmesi faaliyetlerine Sivas Valiliği de katılmış ve Trabzon Valiliğine kendi sorumluluk bölgelerindeki durum hakkında bilgi vermiştir. Sivas Jandarma Alay Komutanlığından gönderilen bir birliğin adı geçen çeteyi izlediği, ancak Akköy-Keşap üzerinden Giresun istikametine giderek Sivas Valiliği sorumluluk bölgesinden çıktığı anlaşılmaktadır.

Çetenin daha sonra Bulancak’ta bir süre beklediği, buradan kayıklarla denize açılarak firar ettiği görülmektedir. 3

Rum Vasil Çetesinin ele geçirilmesi için III. Ordu Komutanlığı, Trabzon Valiliği, Giresun Sahil Mıntıka Komutanlığı, 2. Kafkas Kolordu Komutanlığı ve III. Ordu Menzil Müfettişliği arasında yazışmalar yapılmış ise de kesin bir sonucun alınamadığı belgelerden anlaşılmaktadır. 4

Kesin sonuç alınamamakla birlikte Birinci Dünya Savaşı yıllarında ordu birliklerinin müdahaleleri ile bölgedeki Rum çetelerinin faaliyetleri bir noktada kontrol altında tutulabilmiştir. Ancak Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından sonra, ordular küçültülüp, silâhlarının önemli bir kısmı ellerinden alınınca, artık hükümetin Rum çetelerine karşı bölge halkını savunmak için hiçbir kuvvete sahip olamadığı görülmektedir. Bu durum karşısında Rum Pontus Çeteleri genel olarak daha saldırgan bir duruma gelmişlerdir. Türk askerlerinin ellerinden silâhlarının alınmasına karşılık, özellikle İngiltere’nin Samsun’a asker çıkardığı zaman bölgedeki Rum çetelerine 10.000 adet silâh dağıttığı görülmektedir. Buna ilâve olarak Karadeniz bölgesinde sayıları az olan Rum nüfusu çoğaltmak için Rusya’da oturan ve Bolşevik idaresinde yaşayamayan Rumlar, vapurlarla Samsun ve çevresine çıkarılarak Türk topraklarına yerleştirilmişlerdir.

Yurt dışından takviye suretiyle bölgedeki Müslüman nüfusun çoğunluğuna yetişmek mümkün olamayacağı için, Rum çeteleri artık çekinmeden açıkça Müslüman çoğunluğu ortadan kaldırmak için rast geldikleri müslümanları öldürmeye ve daha sonra Müslüman köylerine baskınlar düzenleyerek katliam yapmaya başlamışlardır. Bu dönemde Rum çetelerinin mezalimine sahne olan 12 kaza merkezi şu şekilde tesbit edilmiştir. Bafra, Samsun, Çarşamba, Terme, Amasya, Merzifon, Köprü (Vezirköprü), Lâdik, Gümüşhacıköy, Havza, Tokat. Erbaa, Zara. 5

Pontus çetelerinin faaliyet alanları bakımından Amasya Sancağı önemli bir yer tutmakta idi. Pontus davasını iddia edenlerin kendi tarihî rivayetlerinde Amasya’nın Pontus hükümet merkezi olduğu ileri sürülüyor, Amasya ve çevresinde bu açıdan çok ciddi faaliyet içerisinde bulunuyorlardı. Amasya şehir merkezinde Mondros Ateşkes Anlaşmasından 1920 yılı sonuna kadar Rum çeteleri tarafından işlenen cinayetlerin sayısı 23 civarındadır. Bu cinayetlerde sadece Amasya şehir merkezinde öldürülen Müslümanların sayısı 25’tir. Bundan başka 4 Müslüman yaralanmış, 17 köye saldırı yapılarak eşya ve hayvanlar gasbedilmiştir. Bu köylerden ayrıca 500 liralık ticaret eşyası çalınmış ve 31 diğer hırsızlık ve gasp olayı ortaya çıkarılmıştır. 6

Karadeniz bölgesindeki asayişsizlik olayları, Mustafa Kemâl Paşa’nın Samsun’dan gönderdiği 25 Mayıs 1919 tarihli raporda da teyit edilmektedir. Bu raporda özetle şu görüşlere yer verilmiştir: 7

“Seferberliğin başlangıcında liva dahilinde, özellikle asker kaçaklarından ve Müslüman, Rum, Ermeni gibi unsurlardan ayrı ayrı oluşan birtakım çeteler, adi hırsızlıkla ara sıra da öldürmelerle meşgul olmuşlar, Rum ve Ermeni sürgünü esnasında bu unsurlardan ortaya çıkan bazı çeteler ise, siyasî bir hüviyet kazanmıştır. Rusların istilâsı başlayınca, memleket içinde karışıklık meydana getirmek için bunlar, Ruslar tarafından da teşvik ve denizden desteklenmişlerdir.

Rusların yenilgisinden ateşkese varıncaya kadar olaylar ve eşkıyalık devam etmiştir.

Bugün liva dahilinde Ünye çevresinde bir iki Ermeni çetesinden başka Ermeni çeteleri yok denecek kadar az ve faaliyetleri hissedilmeyecek derecede etkisizdir.

Ateşkesten sonra bütün Rumlar, Yunanlılık millî emelleri ile her tarafta şımardıkları gibi, bu bölgede de Pontus hükümetinin kurulması gibi bir safsata etrafında toplanmış ve bütün Rum çeteleri düzenli bir program altında tamamen siyasî bir hüviyet kazanmışlardır.

Liva dahilinde ezici bir çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar da ürkek bir vaziyette, mal ve geleceklerinin hukukundan, kötü olaylar karşısında kırılmaktan endişe duyuyorlar. Buraya geldiğimi haber alan köylüler, bizzat gözyaşları içinde başvurarak durumlarını arzetmekte ve bunlardan bazıları kendilerine saldıran Rum eşkıya reislerinin isimlerini söylemekten kaçınmaktadırlar. Bu durumun gerektirdiği bütün tedbirlere başvurulmuştur.”

5 Haziran 1919 tarihinde Havza’dan gönderdiği ikinci raporunda ise, özellikle Amasya çevresindeki Rum faaliyetleri hakkında bilgi veriyor: 8

“Rumlar nisbetsiz derecedeki azınlıklarına rağmen Sivas Vilâyetinin Amasya ve Tokat sancaklarında da aynı Canik livasında olduğu gibi çetecilik ve siyasî amaçlı örgütler kurup faaliyet gösteriyorlar. Bugün özellikle Canik’le sınır olması sebebiyle Amasya livası sınırları içinde yirmibir Rum çetesi görülmektedir. Bunların liderleri, faaliyet gösterdikleri yerler ve çıkardıkları en son olaylar kayıtlara geçmiştir. Tokat livasında da dikkat çekici olmak üzere ve yine Canik livası hududunda, Amasya’nın Lâdik ilçesi doğusunda Erbaa ilçesinde, kısmen de Niksar’da avenesi kuvvetli beş Rum çetesi vardır.

Hristiyan azınlıkları şımartıp, çılgınca hareketlere yönelten Rum ve Ermeni kundakçıları, güvenliği yabancılara karşı bozuk göstermek için işgal ve müdahaleyi davet etmek, özellikle yabancı subayların bulunduğu yerlerde hükümetle hiç temas etmeyerek doğruca yabancılara müracaat etmek suretiyle Müslümanlar aleyhine olaylar çıkartılması gibi tutum ve davranışlarını sürdürüyorlar.” 9

Mustafa Kemâl Paşa’nın bir taraftan ülke bütünlüğünün sağlanması yolunda millî cemiyetlerle diyalog kurduğu, diğer taraftan Karadeniz bölgesindeki asayişsizlik durumuna çareler aradığı bir sırada İstanbul’da birbiri peşi sıra gelen hükümetlerle siyasal istikrar bozulmuş ve hükümet üzerindeki İngiliz baskısı iyice artmıştı. Bu baskının bir sonucu olarak İngilizlerin isteği ile 8 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemâl Paşa, İstanbul’a geri çağrılmıştır. 10

Ancak Mustafa Kemâl Paşa’nın İstanbul’a dönmek gibi bir niyeti yoktur. Nitekim o günleri Nutuk’ta şöyle anlatıyor: “ “Anadolu’ya geceli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış; millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş, millî teşkilât kurma düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Genel durumu artık bir komutan ile yürütüp yönetmeye devam imkânı kalmamıştı. Yapılan geri çağırma emrine uymamış ve onu yerine getirmemiş olmakla birlikte, millî teşkilât ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte olduğuma göre, âsî duruma geçmiş olduğuma şüphe edilemezdi. Bundan başka ve özellikle girişmeye karar verdiğim teşebbüs ve faaliyetlerin köklü ve şiddetli olacağını tahmin güç değildi. O halde, yapılacak teşebbüs ve faaliyetlerin bir an önce şahsî olmak niteliğinden çıkartılması, mutlaka bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir hey’et adına olması gerekli idi.11

Konuyu siyaset bilimi açısından değerlendiren Prof. Dr. Sina Aksin, şu yorumu yapıyor: “Mustafa Kemâl’in İstanbul’a çağrılması, O’nun Anadolu’daki durumunu etkilemiştir. En azından elindeki geniş yetkileri artık eskiden olduğu gibi kullanamayacaktır. Bunun için Anadolu’da giriştiği teşebbüs ve faaliyetleri, tamamen kendi insiyatifinde olan kişisel faaliyetler olmaktan çıkartıp, bütün bir milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir hey’etin ortaya çıkması, kendisinin de bu hareketin önderi olması gereği ortaya çıkmıştır. Bu, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde elde edilecektir. Ancak kongrelere kadar komutan arkadaşlarının da bu statüyü kabul etmeleri gerekliydi. Amasya toplantısı ve kararları bunu sağlayacaktır. 12

10 Haziran 1919 tarihinde Havza’da yayınladığı bir tamimle Mustafa Kemâl Paşa. Üçüncü Odu Müfettişiiği’ndenl3 ulusal önderliğe geçişin hazırlıklarına başlamıştır. Bu tamime göre, bazı yerlerdeki Müdafaa-i Hukuk, Redd-i İlhak Cemiyetleri gönderdikleri telgraflarda, milletin hukuku ve istiklâlini müdafaa gayesiyle kendisinin girişimlerde bulunmasını istemişlerdir. Buna karşılık Mustafa Kemâl, millî emeller uğrunda milletle beraber sonuna kadar çalışacağına mukaddesatı adına söz verdiğini bildirmiştir. Böylece Mustafa Kemâl Paşa, millî mücadelenin önderliğine aday olmuş oluyordu.14

Mustafa Kemâl Paşa ve beraberindekiler, Havza’da bu tamimi yayınladıktan sonra 12 Haziran 1919 günü Amasya’ya geçmişlerdir.15 Mustafa Kemâl Paşa ve beraberindekiler, Amasya’da coşkulu bir kalabalık tarafından karşılanmışlardır. Karşılamada şehrin önde gelen kişileri hazır bulunmuşlardır: 16

Hacı Hafız Tevfik Efendi (Müftü, İl Genel Meclisi Üyesi), Abdurrahman Kâmil Efendi (Vaiz), Topçuzade Mustafa Bey (Belediye Başkanı), Hoca Burhaneddin Efendi, Şeyh Cemaleddin Efendi, Harputîzade Hasan Efendi, Ali Efendi (Eytam Müdürü), Hacımahmutzade Mehmet Efendi, Miralayzade Hamdi Efendi, Kofzade Hafız Mustafa Efendi, Şirinzade Mahmut Efendi, Melekzade Süleyman Efendi, Kahvecizade Mehmet Efendi, Veysibeyzade Sıtkı Bey, Seyfizade Ragıp Efendi, Arpcızade Hürrem Bey, Topçuzade Hilmi Bey, Yumukzade Hamdi Efendi, İsmail Hakkı Paşa, Yörgüçzade Rasim Efendi, Lütfi Bey, Komiser İsmail Bey, Komiser Muavini Osman Efendi, Abdurrahman Rahmi Efendi (Telgraf Memuru)

O günkü coşkuyu ve heyecanı yaşamış olan Vaiz Abdurrahman Kâmil Efendi’nin torunu Nafiz YETKİN, hatıralarında karşılama törenini şu şekilde anlatıyor: 17

“Mustafa Kemâl Paşa Amasya’ya geldiği zaman, ben 12 yaşında Amasya Mekteb-i Sultanî, İbtidaî beşinci sınıfta idim. Babam Mekteb-i Sultanîde yabancı dil, Arapça, Farsça ve din dersleri öğretmeni idi. Çok iyi hatırlıyorum, okulda Mustafa Kemâl Paşa askerleri teftişe gelecekmiş.

O’nu karşılamaya gideceğiz diye konuşmalar oluyordu. Öğretmenlerde bir telâş var, biz yaşımız icabı olsa gerek bu teftişten bir şey anlamıyoruz. Nihayet 12 Haziran Perşembe günü sabahı temiz elbiselerimizi giyerek okula geldik. Öğretmenler bizi gözden geçirdikten sonra sıraya dizdiler. Amasya’nın Samsun tarafından gelen yolun üst kısmında bulunan Cülus tepe denilen yere getirdiler. Bir düdük sesi ile dur ve rahat emri verdiler. Bizleri çimlerin üzerine oturttular. Cülus tepenin daha ilerisinde bulunan Gezirlik mevkiinde yayalar ve daha ileri ve Boğaz mevkiinde atlı arabası olan kişiler Mustafa Kemâl Paşa’yı karşılamak üzere gitmişlerdi.

Biz Cülus tepede bizi bekleyen bir nöbetçi öğretmen ile kaldık. Diğer öğretmenler daha ileri gitmişlerdi. Akşam yaklaşıyor, biz halâ bekliyorduk. Şu heyecanlı ânı hiç unutamam. Amasyalı Ziya Efendi adında bir jandarma çavuşu vardı. Atını koşturarak bulunduğumuz yere geldi. Mustafa Kemâl Paşa’nın geldiğini bildirdi. Biz çılgınca alkış tutturduk. Tutturduk ama haberi geldi, Mustafa Kemâl Paşa gelmedi. Öğretmenlerimiz soluk soluğa koşarak yanımıza geldiler. Hemen bir düdük sesi ile bizleri bir araya toplayıp yolun kenarına getirerek, muntazam bir şekilde dizdiler.

Hava kararmaya başladı. Orada bulunan fenerleri yakılmış, önlerinde siyah kalpaklı, yakası açık, cepleri üzerinden ceketli, çizmeli, mahmuzları pırıl pırıl parlayan dizden yukarısı geniş pantolonlu, sert adımlar atan kahramanın yanında bulunan arkadaşları ile birlikte geldiğini gördük. Arkasında atlı, arabalı, yaya yürüyen karşılayıcılarla birlikte önümüze kadar geldi durdu. Etrafa bakmıyordu, halk kaynaştı, etrafında toplandı. Paşa hiç konuşmuyor, keskin bakışlarla etrafa göz gezdiriyordu. Mustafa Kemâl Paşa, etrafı süzdükten sonra, Merhaba Amasyalılar! dedi. Halkla birlikte biz de Çok yaşa Paşam! diye karşılık verdik.

Karşılıklı tanışma merasiminden sonra Mustafa Kemâl Paşa otomobiline bindi, kalabalık halkın büyük tezahüratı ile birlikte yavaş yavaş şehrin merkezine doğru hareket etti. Kuş Köprü (Künç Köprü)’ye kadar gelindiği zaman, köprünün girişinde, ikinci bir kalabalık ahalinin sevgi gösterileriyle karşılaştılar. Bu sevgi gösterisi karşısında, Paşa otomobilinden indi, Merhaba Amasyalılar! dedi. Artık Amasyalılarla tek yürek olunmuştu. Dilek ve istekleri dinlemeye başladı. Hem yürüyor, hem dinliyordu. Bu yürüyüş Hükümet Konağı’nın önünde noktalandı.”

Mustafa Kemâl Paşa, Amasya’ya geldiği gün hükümet konağında misafir edilmiştir. Daha sonra Amasya’da kaldıkları sürece 5. Kafkas Tümeninin karargâhı olan Saraydüzü Kışlası’nda ikamet etmişler ve Amasya Tamimi de bu binadan bütün yurda duyurulmuştur. 18
(…)

/Doç. Dr. Mehmet Evsile*


KAYNAKÇA:
1 Tuncer Baykara, Türk İnkılâp Tarihi ve Atatürk İlkeleri, İstanbul. 1991. s. 68.
2 Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı (ATAŞE) Arşivi. Klasör: 2883, Dosya: 335-B. Fihrist: 7-1.
3 ATAŞE Arşivi, Klasör: 2883, Dosya: 335-B. Fihrist: 7.
4 ATAŞE Arşivi. Klasör: 2883, Dosya: 335-B. Fihrist: 7-2. 7-3, 7-5, 7-9 ve 7-10.
5 Pontus Meselesi, (Hazırlayan: Yılmaz KURT), Türkiye Büyük Millet Meclisi Yayını, Ankara. 1995, s. 188.
6 Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 1982, s. 30-32 (Belge: 29).
7 Atatürk İle İlgili Arşiv Belgeleri. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 1982. s. 30-32 (Belge: 29).
8 A.g.e., s. 34-36 (Belge: 34).
9 Yukarıdaki belgelerden çetecilik olaylarının Ünye-Erbaa-Niksar-Koyulhisar-Şebinkarahisar-Giresun hattı arasında yoğunlaştığı görülmektedir. Bugün de bazı terör örgütlerinin aynı bölgeyi eylem alanı olarak seçmeleri dikkat çekicidir. Bunun, bölgenin coğrafi özelliklerinden kaynaklandığı düşünülebilir.
10 Kemal Atatürk, Nutuk (Hazırlayan: Zeynep Korkmaz), Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara, 1995, s. 20.
11 Kemal Atatürk, a.g.c, s. 21.
12 Sina Aksin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, İstanbul. 1992 (2. Basım), Cilt: I. s. 423.
13 Mustafa Kemâl Paşa, Dokuzuncu Ordu Müfettişi sıfatiyle Samsun’a çıktıktan yaklaşık bir ay kadar sonra İstanbul hükümeti, yaptığı bir düzenleme ile ordu birliklerini üç müfettişlik bölgesine ayırmıştır. Mustafa Kemâl Paşa’nın sorumluluk sahası. Üçüncü Ordu Müfettişliği olarak tesbit edilmiştir. 14 Haziran 1919 talihinden itibaren Mustafa Kemâl Paşa resmî yazışmalarında Üçüncü Ordu Müfettişi sıfatını kullanmıştır. (Mustafa Onar. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları I, Kültür Bakanlığı Yayını. Ankara, 1995. s. 69-70.
14 S. Akşin, a.g.e.. Cilt: 1, s. 423-424.
15 Hüseyin Menç, Millî Mücadele Yıllarında Amasya Portreler - Belgeler, Ankara, 1992, s. 24 Mustafa Kemâl Paşa’nın Amasya’ya geldiği tarih. Prof. Dr. Sina Akşin’in adı geçen eserinde (s.424), 13 Haziran 1919 olarak verilmektedir. Bugün Amasya’da o günün hatırasını yaşatmak üzere bir lisenin adı. 12 Haziran Lisesidir, Amasya şehir stadyumunun adı, 12 Haziran Stadyumu’dur. 12-22 Haziran tarihleri, valilik tarafından Amasya Festivali olarak kullanmaktadır. Resmî kutlamalarda 12 Haziran tarihi esas alındığı için biz de Mustafa Kemâl Paşa’nın Amasya’ya geldiği tarih olarak 12 Haziran gününe riayet ediyoruz.
16 H. Menç, a.g.e., s. 27. Buradaki isimlerin çoğunluğu. Cemâl Kutay’ın Kurtuluş Savaşı’nııı Maneviyat Ordusu isimli eserinde yer almıştır. Diğerlerini yazar, kendi mahallî araştırmaları sonucunda tesbit etmiştir. Konu, şerefli bir konu olduğu için biz o kişileri de Atatürk’ü karşılama şerefinden mahrum bırakmamak için bunların tamamının karşılama hey’etinde oldukları bilgisine itibar ediyoruz.
17 H. Menç. a.g.e. s. 32-33.
18 H. Menç. a.g.e, s. 104. Bu bina bugün ayakta değildir. 1922 yılında kurulan Merkez Ordusunun da karargâhı olarak hizmet görmüş, daha sonra yıkılarak yerine eski Orduevi binası yapılmıştır. Amasya Valiliği’nin bu binayı Atatürk’ün ikametgâhı olduğu zamanlardaki fotoğraflarınagöre yeniden inşa etmek şeklinde bir projesi olduğu bilinmektedir.

* Ondokuz Mayıs Üniversitesi Amasya Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi -
- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 40, Cilt: XIV, Mart 1998

www.atam.gov.tr

29 Kasım 2006 Çarşamba

Reji İskelesinden Samsun'a Bakış

Samsun Dağlarında Bir Şâki; Hekimoğlu

Hekimoğlu Dediğin O da Vuruldu 
Cumhuriyet Meydanı Fatsa/ORDU    26 Nisan 1913

Ünlü Eşkıya Hekimoğlu İbrahim İle İlgili Yeni Bilgiler

Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgelerine dayanarak en geniş araştırma Ayhan YÜKSEL tarafından yapılmış olup, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sayı 3 (İstanbul 2000), s. 103-114.) de yayınlanmıştır.

Hekimoğlu İbrahim, Fatsa'nın Yassıtaş Köyü'nden yoksul bir köylüdür. Hekimoğlu, 1900'lü yıllarda Gürcü Sefer Ağa'nın değirmeninde çalışmaktadır. Sefer Ağa'nın Fadime adında güzel ve narin bir kızı vardır. Bir gün Hekimoğlu, Fadime ile konuşurken Fadime'nin nişanlısı olarak bilinen Gürcü Beyi Seyyid Ağa'nın yeğeni Yusuf onları görür ve konuşmaya başka bir manâ vererek Hekimoğlu'nu Seyyid Ağa'ya ihbar eder. Seyyid Ağa'nın evine çağrılan Hekimoğlu, burada kendisini vurmak isleyen Yusuf'u öldürünce dağa çıkmak zorunda kalır. Seyyid Ağa ile arasındaki husumet daha sonra etnik bir kavgaya dönüşür. Uzun süre dağlarda dolaşan Hekimoğlu, nihayet müfrezeler ve Dadyan Arslan'ın takibinden kurtulamayarak öldürülür. Halk tarafından Hekimoğlu'na ölümü üzerine bir de türkü yakılır.
        
Hekimoğlu İbrahim, halk muhayyilesinde kahramanlık destanlarına, türkülere konu olmuş, "eşkıya" tiplemesine/tanımına Ordu - Fatsa yöresinden verilebilecek anlamlı bir örnektir.

Bugüne kadar Hekimoğlu hakkında yazılanlar bazen kulaktan dolma bilgilere, bazen de 1961 yılında Amerika'dan gönderildiği söylenilen bir fotoğrafa dayanmakta, daha da ilginç olarak kendisine yakılan türküden yola çıkılarak, hayalî bir Hekimoğlu ortaya konulmaktadır. Hekimoğlu'na ideolojik amaçlı değişik kimlikler verilmeye çalışılması ise pek çok halk kahramanı için söz konusu olan bir tavırdır1.

Bu incelemede Hekimoğlu İbrahim ile ilgili kısa biyografik bilgiler ele alınırken, ilk defa kullanılan Osmanlı arşiv belgelerinin konuya çok değişik boyutlar kazandıran bilgilerine yer verilmektedir. Hekimoğlu'nun dağa çıkma sebebi hakkındaki resmî makamların düşünceleri, kanlı bir mücadeleye dönüşen hâdiselerin devlet ve halk tarafından ne şekilde görüldüğü, onun Hıristiyan olduğuna dair yerel makamların iddiaları, af talebinin getirdiği gelişmeleri ile Hekimoğlu'nun öldürülmesini ayrıntılarıyla ve kesinleşen tarihiyle birlikte aktaran bilgileri bunlar arasındadır.

Hekimoğlu İbrahim, Fatsa'nın Yassıtaş Köyü'ndendi. Yassıtaş Köyü, yerli halkın yaşadığı bir Türk köyü idi. Bu ünlü eşkıya hakkında bir kitap yazmış olan Murat Sertoğlu'nun halk ağzından derlediği ve doğruluğu genel kabul gören bilgilerine göre Hekimoğlu İbrahim, Fatsa'da 1900'lü yıllarda 1293 (1876) Harbi muhacirlerinden Gürcü Sefer Ağa'nın değirmeninde çalışır.

Sefer Ağa'nın Fadime adında güzel ve narin bir kızı vardır. Bir gün Hekimoğlu ile Fadime konuşurken Fadime'nin nişanlısı olarak bilinen Gürcü beyi Seyyid Ağa'nın yeğeni Yusuf onları görür ve bu konuşmaya başka bir manâ vererek Hekimoğlu'nu Seyyid Ağa'ya ihbar eder. Bu konuyu görüşmek için Seyyid Ağa'nın evine çağrılan Hekimoğlu, burada kendisini vurmak için silâhına davranan Yusuf'u daha atik davranarak öldürür.

Yeğeni öldürülen Seyyid Ağa'nın ve muhacirlerin kendisinden intikam alacağını bilen Hekimoğlu soluğu dağda alır. Dağa çıktıktan   sonra  kendisine  yeğenleri  Büyük  ve   Küçük  Mehmet  ile çocukluk arkadaşı Gedik Halil katılır2.

Bir süre sonra Gürcü Seyyid Ağa ile Hekimoğlu'nun kan davası etnik bir kavgaya dönüştü. Ünye ahalisinden Müderris Yusuf ve on beş imzalı 2 Kanûn-ı Evvel 1324 (15 Aralık 1908) tarihli, Dahiliye Nezâreti'ne çekilen telgrafnâmede Hekimoğlu'nun şekaveti yüzünden Gürcüler'le Türkler arasında meydana gelebilecek bir kanlı çarpışma tehlikesinden bahsedilmekteydi3. Böylece Hekimoğlu, Gürcü muhacirlerin hasmı durumuna geldi, Gürcüler'e karşı Türkler'i kollayan ve koruyan bir kişi olarak tanındı4.

Hekimoğlu, kendisini ele geçirmeye çalışan muhacirlerden Tahmasoğlu Hulusi Ağa'yı da bir çatışma sırasında âdeta kendisiyle bütünleşen "aynalı martiniyle" tek kurşunla vurarak öldürünce daha da ünlendi.

 Seyyid Ağa'nın yeğenini öldüren Hekimoğlu'nun muhacirlerin baskısıyla jandarma ve gönüllüler tarafından takibine çıkıldı ve tenkiline çalışıldı. Ancak, Hekimoğlu kendisini ele geçirmeye çalışan kuvvetleri epeyce meşgul ederek kendisini yakalatmamayı uzun süre başardı. Yine genel kabul gören görüşlere göre bunun da sebebi Hekimoğlu'nun ırza, namusa çok düşkün, ahlâklı bir kimse olması, bir de kendisine yardım eden ve barınma imkânı veren Türk köylerinin bulunmasıydı5.            Belgelere göre "Senelerden beri Trabzon ve Sivas Vilâyetleri dâhilinde dolaşarak, hükûmeti ara sıra işgal ve ahâlîyi dûçâr-ı havf eden" ve bir türlü ele geçirilemeyen Hekimoğlu İbrahim, hükûmetten af talebinde bulundu.

Sivas Vâlisi Nâzım, Tokat Mutasarrıflığı'na atfen, bu konuda Dâhiliye Nezâreti'ne çektiği 5 Teşrîn-i Sânî 1325 (18 Kasım 1909) tarihli telgrafta Hekimoğlu'nun, Ünyeli bir şahıs aracılığıyla Niksar Kaymakamlığı ile Redîf Binbaşılığı'na bir "varaka" gönderdiğini ve vilâyet dahilinde bulunan kaza kaymakamlıklarından birine teslim olmak arzusunda olduğunu bildiriyor, "hukûk-ı şahsiyye" saklı kalmak isteğiyle birlikte, Hekimoğlu'na teminat verilerek af isteğinin kabulünün uygun olacağını belirtiyordu6.

Sivas Vilâyeti'nden alınan telgraf üzerine Dâhiliye Nezâreti'nden Sâdaret'e 9 Teşrîn-i Sânî 1325 (22 Kasım 1909) tarihli bir arz gönderilerek "şakî-i şehîr" yani meşhur eşkıya Hekimoğlu İbrahim'in af isteğinin kabulünün uygun olacağı bildirildi ve yapılacak işlem için talimat istenildi7.

1910 yılına gelindiğinde de Ordu, Fatsa ve Ünye kazalarında kargaşanın ve bir bakıma anarşinin en üst düzeyde olduğu anlaşılmaktadır. Muhacir Gürcüler'le, "ahâlî-yi kadîme" olarak nitelendirilen Türkler arasında kavga şiddetlenerek devam etmekteydi. Asayişsizliğin hüküm sürdüğü bu kazalardaki durumu bizzat takip ve alınacak tedbirleri yerinde tespit etmek için vâli bu yöreye gitmiştir.

 Yörede incelemede bulunan Trabzon Vâlisi Mustafa, yerinde tespit ettiği hususları Fatsa'dan çektiği 4 Kanûn-ı Sânî 1325 (17 Ocak 1910) tarihli bir telgrafla Dahiliye Nezâreti'ne rapor etti. Trabzon Vâlisi'ne göre, Ordu, Fatsa, Ünye ve Niksar kazalarında iskân edilen Kafkasya Gürcüleri, eski yurtlarındaki huylarını, yaşama tarzlarını, âdet ve an'anelerini aynen devam ettirmekte, adam öldürme, mal gasp etme, meskene tecavüz gibi suçlan burada da işlemekte; etrafa tecavüzleri gittikçe artmaktaydı.
Türkler'e karşı eskiden beri yaptıkları sataşmaların sona ermediği cinayet defterlerinin tetkikinden de anlaşılmaktaydı. Gürcüler'den cinayet işleyenler etnik duygularla komşu kazalara yerleşen Gürcüler tarafından da himaye görmekte, kendilerine yardım edilmekteydi. Bu nedenle, Ordu, Fatsa ve Niksar kazalarında tedbir olarak lüzumu halinde "Çeteler Kanûnu"nun uygulanması gerekmekteydi8.

Ancak, Trabzon Vâlisi'nin bu raporundaki isteği Dâhiliye Nezâreti'nin 7 Kanûn-ı Sânî 1325 (20 Ocak 1910) tarihli telgraf müsveddesine göre, "Çeteler Kanûnu"nun her vilâyette uygulanmasının memlekette asayişin olmadığı anlamına geleceği görüşü dile getirildi ve Ordu, Fatsa ve Niksar kazalarında da uygulanması talebi "mezkûr kanunun oraca tatbikini icâb edecek ihtîyâc-ı hakîkî mevcûd olmadığı" gerekçesiyle kabul görmedi9.

 Samsun ve Trabzon Vâlisi Mustafa imzalı, Dâhiliye Nezâreti'ne çekilen 8 Kanûn-ı Sânî 1325 (21 Ocak 1910) tarihli telgrafta, diğer eşkıyaların10 yanında yine söz konusu olan Hekimoğlu İbrahim'di ve Sivas Vilâyeti'ne bir yazı yazılarak müfrezelerin "meşâhir-i eşkıyadan" Hekimoğlu ve avenesinin takibine çıkarıldığı bildiriliyor. Fatsa'da Adliye Teşkilâtı'nın henüz tam anlamıyla teşekkül etmediği ve işlerin, yetkileri sınırlı hâkim ve müstantik elinde kalmış olması sebebiyle, Adliye Teşkilâtı'nın bir an evvel tam anlamıyla icraat yapar hale getirilmesi gerektiğine işaret ediliyordu11.

Hekimoğlu İbrahim'in af talebinin Sivas Vilâyeti idarecilerinin gündeminden hiç düşmediği anlaşılmaktadır. Sivas Vâlisi tarafından Dahiliye Nezâreti'ne çekilen ve Hekimoğlu'nun af isteğinin bildirildiği telgraftan yedi ay sonra Sivas Vâli Vekili Şûrâ-yi Devlet Riyâseti'ne 7 Mayıs 1326 (20 Mayıs 1910) tarihli bir mektup göndermiştir.

Burada Hekimoğlu'nun Gürcüler'le arasında meydana gelen soğukluk yüzünden dağlara çıkmış olduğu, bir takım Gürcü eşkıyasının sataşmasından rahatsız olan yerli ahali tarafından bu nedenle korunduğu ve takip müfrezelerine izinin gösterilmediği, bunun için de takiplerden bir netice alınamadığı belirtiliyor, af kabul edilmediği takdirde Hekimoğlu'nun Trabzon ve Sivas Vilâyetleri'ne bağlı köylerde dolaşacağı, peşinde dolaşan Gürcü eşkıyasının da köylerdeki ahaliyi huzursuz edeceği ve zarar vereceği belirtiliyor, "olunacak mu'amelenin emr u iş'ârı" bekleniyordu12.

Özellikle Niksar ve çevresinde dolaştığı ve asayişi ihlâl ettiği için Hekimoğlu'nun af edilmesi konusunda ısrarlı olan ve konunun takipçisi görünen Sivas Vilâyeti, Vâli Mehmed Emîn imzasıyla bu defa 24 Mayıs 1326 (6 Haziran 1910) tarihinde Dâhiliye Nezâreti'ne şifreli bir yazı gönderdi. Bu şifrede de yine Hekimoğlu'nun Gürcü eşkıyasının sataşmasından rahatsız olan yerli ahali tarafından korunduğu bildiriliyor, başkaları tarafından "icrâ-yi şeka­vet" edilerek yapılan kötülüklerin Hekimoğlu'nun üzerine atılacağına dikkat çekiliyor, bu yüzden de ahalinin bundan zarar göreceği belirtiliyordu.

Vâli Mehmed Emîn Tokat'taki incelemeleri sırasında bu bilgilere ulaşmış ve bunun önlenmesi için Hekimoğlu'nun "emniyet-i memleket ve ahâlî nâmına afat muvâfık-ı mizâc-ı maslahat" olacağını yazıyordu13. Ardından Dahiliye Nezâreti de Hekimoğlu'nun affı konusunu 27 Mayıs 1326 (9 Haziran 1910) tarihli arz ile Sadaret Makamı'ndan tekrar sormuştur14.

Nihayet, Hekimoğlu'nun affıyla ilgili olarak beklenen Şûrâ-yi Devlet kararı ortaya çıktı ve Şûrâ-yi Devlet Reîsi'nin imzasıyla, 2 Haziran 1326 (15 Haziran 1910) tarihinde Dâhiliye Nezâreti'ne bildirildi. Buna göre, karar için önce Mülkiye Dairesi'nde Sivas Vilâyeti'nden alınan tezkire müzakere edilmiş, tezkirede affa esas teşkil edecek izahat bulunmadığı hükmüne varılmış, daha da önemlisi affın kabulü halinde emsaline bir bakıma kötü örnek teşkil edeceği, "sû'-i sirayeti mûceb" gerekçesiyle Hekimoğlu İbrahim'in af talebi kabul edilmemişti15. Şûrâ-yi Devlet'in bu kararı, Dâhiliye Nezâreti'nden Sivas Vilâyeti'ne 5 Haziran 1326 (18 Haziran 1910) tarihli tahrirat müsveddesinde de belirtilmektedir16.

Hekimoğlu'nu takibe çıkanlardan birisi de Niksar Jandarma Bölük Kumandanlığı'nda görevli Hacı Nuri Çavuş'tu. Hacı Nuri Çavuş hakkında Hekimoğlu'nu takip için gittiği köylerde "devr-i istibdâdda" olduğu gibi halka zulüm ettiği, halktan içmek için içki istediği, ambarlan boşalttığı şeklinde şikayetler de yer almaktaydı. Halk, "eşkıyalardan zor ile, vicdansız me'mûrlardan resmen zulüm görmekle artık tahammülsüz hale geldik" demekteydiler17.

Ancak, Hacı Nuri Çavuş hakkındaki bu iddiayı hükûmet kabul etmemiştir. Olaya bu cepheden bakıldığında Hacı Nuri Çavuş ve maiyetindekiler kanun dışı bir harekette bulunmamakta idiler. Bir görüşe göre böyle bir dedikodu ve şikayet Hekimoğlu'nu korumak, takibi amacından saptırmak için metropolit vekili Hanyeri Papazı Yorgi Efendi'nin kandırmasıyla Kıllıgeriş Papazı Konstantin ve Dirama Efendiler tarafından çıkarılmaktaydı. Rum tebaasından köylüler bu yüzden metropolitin kışkırtmasıyla Hacı Nuri Çavuş'u şikayet eden dilekçeler vermekteydiler18.

Asıl önemlisi, Niksar kaymakamlığı tarafından Hekimoğlu hakkında çok önemli bir ithamda bulunulmuştu : Bu da Hekimoğlu'nun tenassur ettiği, yani din değiştirerek hıristiyan olduğu iddiasıdır. Bu ihbar, Niksar Kaymakamlığı'nın 9 Teşrîn-i Sânî 1327 (22 Kasım 1911) tarihli telgrafıyla hükûmet merkezine bildirilmiştir. Telgrafta Hekimoğlu'nun tenassur edip Hacı Nikola ismini aldığının takibe çıkan müfreze tarafından ele geçirilen evrakın tetkikinden anlaşıldığı bildirilmektedir.

Hekimoğlu'nun ailesinin Kıllıgeriş Köyü'nde muhafaza edildiği, eşyasının da köy papazının ve diğer hanelerden çıkarıldığı, Hekimoğlu'nun bir köylüden takas yoluyla aldığı bir atın da metropolit tarafından satın alındığına değinilmektedir. Yine telgrafa göre Hekimoğlu'nu ele vermemek için her türlü yalan ve iftiraya başvuran Kıllıgeriş Köyü'nde Hekimoğlu'nun beş nüfustan ibaret ailesi de ikamet etmektedir ve Hekimoğlu'nun bir hayli hayvan ve eşyası müfreze tarafından bulundukları evlerden çıkarılmıştır.

Hekimoğlu'nun din değiştirdiği iddiası hakkında bir yorum yapılamamakla birlikte Gürcüler'den ve hükûmet kuvvetlerinden saklanmak için bir Rum köyü olan Kıllıgeriş'te davranışlarını bu yönde ortaya koyduğu düşünülebilir.

Daha sonra Hekimoğlu'nun izini sürme işinde olay farklı bir boyuta taşınmıştır. Takipten bir netice alamayan hükûmetin, Hekimoğlu'nu ortadan kaldırmak için mahkûmlardan bir tetikçi bulduğu anlaşılmaktadır. Belgeye göre bulunan tetikçi şayet başarılı olursa, yani Hekimoğlu'nu öldürürse kamu hukuku dolayısıyla aldığı cezadan af edilecekti. Hekimoğlu'nun bu şartlar dahilinde ortadan kaldırılması için Trabzon Vâlisi Mehmed Ali imzasıyla Dahiliye Nezâreti'ne 28 Mart 1329 (10 Nisan 1913) tarihli şifreli bir telgraf çekildi. Bu telgrafta aynen şöyle denilmekteydi :

"Erbâb-ı cürm-i cinayetten olup Sivas, Trabzon, Samsun sancakları dahilinde pek çok efâl-i şekavet-kârane irtikâp eden ve senelerden beri ta'kîp edildiği halde der-dest edilemeyen Fatsah Hekimoğlu nâm şeririn izâle-i vücûdu içün adem-i mahsûs bulunmuş ise de husûl-i muvaffakiyyât halinde hukûk-ı umûmiyyeden afv edilmek üzere te'mîn edilmesi lâzım geleceği Jandarma Alay Kumandanhğı'ndan ifâde olunmağla icrâ-yi icâbı ile neticesinin emr ü iş'ârı ma'rûzdur"19.

Dahiliye Nezâreti, Trabzon vilayetinden aldığı bu şifreli telgraf üzerine 30 Mart 1329 (12 Nisan 1913)'da Adliye Nezareti'ne gizli ve acele kaydıyla yazı yazmış ve görüş istemiştir. Ancak, bu konuda ne tür cevap alındığı ve ne yapıldığı hakkında bir bilgiye sahip değiliz20.

Bu zamana kadar yayınlanan bütün çalışmalarda Hekimoğlu'nun 1910 yılında arkadaşı Alanlı Osman ile birlikte vurulduğu yazılmakta, kaynak olarak da o yıllarda Fatsa'da bulunan Yunanistanlı misyoner Jan tarafından çekilen ve Fatsa Belediyesi'ne gönderilen fotoğraf gösterilmekte ise de yayınladığımız belgeler Hekimoğlu'nun bu yıllarda yaşadığını açıkça göstermektedir.

Murat Sertoğlu'na göre Hekimoğlu, yeğenlerinin vurulduğu Korgan'ın Tepealan Köyü'nde arkadaşı Gedik Halil ile birlikte muhtarın ihbarı üzerine takip müfrezesi ve kendilerine katılan Gürcü Dadyan Arslan21 ve Tahmasoğlu Yusuf tarafından çıkan çatışmada öldürülmüştür22. Osmanlı arşiv belgeleri bu sayılan rivayetlerin doğru olmadığını, Hekimoğlu'nun asıl öldürülüş şeklini ve tarihini ortaya koymaktadır.

İlk kez burada yayımlanan, Canik Mutasarrıfı Necmî imzasıyla Dahiliye Nezareti'ne çekilmiş 14 Nisan 1329 (27 Nisan 1913) tarihli telgrafa göre, Hekimoğlu 13 Nisan 1329 (26 Nisan 1913) gecesi sekiz saat süren bir çarpışma sonunda kendi köyü olan Yassıtaş'ta vurularak öldürülmüştür. Canik mutasarrıfı Necmî, Hekimoğlu'nun ölü olarak ele geçirilişini şöyle bildirmektedir :

"Niksar, Fatsa, Ordu kazaları dâhilinde icrâ-yi şekâvet-i vahşiyyât ederek bu havali sekenesini bizar eden ve iki seneden beri Tokad ve Fatsa müfrezeleri tarafından ta'kîp edilmekte bulunan şakî Hekimoğlu nâm şeririn üç gün evvel hanesine gelerek ihtîfâ eylemekte olduğu haber alınmasıyla kuvve-i ta'kîbiyye tarafından abluka edilerek gece sekiz saat devam eden müsademede şakî'-i merkum ile avenesinden bîrinin maktûlen der-dest edildiği ve diğer rüfâkasmın da şiddetle ta'kîp edilmekte bulunduğu Fatsa Kaim-makamhğından iş'âr olmağla berâ-yi ma'lûmat ma'rûzdur"23.

Belgede Hekimoğlu'nun yanında ölü olarak ele geçenin Alanlı Osman mı, ya da Gedik Halil mi olduğuna dair bilgi bulunmamaktadır. Fakat, Hekimoğlu'nun tenkilinde bulunanların Jandarma Süvari Müfreze Kumandanı Şâkir Onbaşı ile dokuz nefer olduğu yazılıdır. Üç ayı aşkın bir zamandan beri müfrezeye kılavuzluk ederek Hekimoğlu'nun ele geçirilmesinde hizmetleri görülenler ise Fatsa'nın Saca24 Köyü'nden Keşişoğulları'ndan Todor ve Yorika isimli iki şahıstır. Canik mutasarrıflığı, Fatsa Kaymakamlığı'nın teklifi üzerine Hekimoğlu'nu ölü ele geçiren Şâkir Onbaşı ve dokuz nefer ile kılavuzluk yapan Todor ve Yorika'nın münasip bir miktar para ile taltifini Dahiliye Nezâreti'nden talep etmiştir25.

Uzun yıllar Fatsa, Ordu, Tokat, Niksar, Samsun dağlarında hüküm süren, halk arasında mertliği, yiğitliği ve yardımseverliğiyle şöhret yapan, yöre halkı "ahâlî-yi kadîme" tarafından sevilen Hekimoğlu'nun vurularak öldürülmesi üzerine bir türkü yakılmış ve yakılan türkü dilden dile söylenerek bugüne kadar gelmiş ve radyo repertuarına da girmiştir26.

Hekimoğlu  Türküsü
Hekimoğlu dediğin bir küçük uşak
Bir o yandan bir bu yana sırmalı fişek
Hekimoğlu'nun anası o kanlı karı
Eridi kalmadı dağların karı

Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım kendi nefsime
Bohça ağaç dibinde kaymak yedin mi
Hulûsi'yi vuran Hekimoğlu odur dedin mi

Gelme Hulûsi gelme vururum seni
Al kanlar içinde koyarım seni
Evlerinin önü arpa sergisi
Hekimoğlu İbrahim ayva sarısı

Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu İbrahim aslan yürekli
Konaklar yaptırdım döşedemedim
Dadyan Arslan ile baş edemedim

Aynalı martinimiz Gürcü seçmesin
Muhacir milleti burdan geçmesin
Ünye Fatsa arası Ordu kuruldu
Hekimoğlu İbrahim o da vuruldu.


/Ayhan YÜKSEL

KAYNAKÇA :
1) Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında bir tür halk kahramanı sayılan eşkıyalıklarıyla şöhret yapan isimlere bazı yazarlar tarafından devrimci bir kimlik verilerek işlendikleri görülür. Bu eserler içinde en ünlüsü Yaşar Kemal'in İnce Memet romanıdır. Kemal Tahir ise bu anlayışa karşı çıkarak eşkıyanın hırsızdan ayrılmasının, hele ona devrimci bir tavır verilmesinin doğru olmadığını savunmuştur. Bu görüşle yazdığı Rahmet Yolları Kesti isimli eseri bu açıdan tartışmalara sebep olmuştur. Bk. "Eşkıya ve Eşkıyalık", Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (=TDEA), III, 113; Bu bakış açısı Hekimoğlu için de söz konusudur. Hekimoğlu, ağadan toprak istemiş, ağa bunu reddedince aralarında bir kavga başlamış, Hekimoğlu ağayı "kazma küpüsü" ile, yani kazma sapı ile dövmüş ve sonra da dağa çıkmıştır. Bk. Salih Turhan-Kubilay Dökmetaş-Levent Çelik, Notalanyla Türkülerimiz ve Hikayeleri, Ankara 1966, s. 145-146; Ayrıca bk. "Hekimoğlu Derler Benîm Aslıma", Kafkasya Yazıları, sayı: 6 (İlkbahar 1999), s. 61-63.

2) Hekimoğlu'nun hayatıyla ilgili kısa bilgiler Murat Sertoğlu'nun " Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu, İstanbul 1983" kitabından özetlenmiştir; Mehmet Bayrak ise Hekimoğlu hakkında ayrıca şu bilgilere yer vermekledir: Yörede sözü geçen bir Gürcü beyi vardır. Bu Gürcü beyi Ayşe adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Kız, Gürcü beyini sevmemiş, Hckîmoğlu'na gönül vermiştir. Bunu duyan bey Hekimoğlu'na düşman olmuş ve Hekimoğlu'nu hesaplaşmaya çağırmıştır. Buluşma yerinde Hekimoğlu ile beyin adamları arasında çıkan çatışmadan Hekimoğlu çemberi yararak kurtulmuş, sonunda da Mehmet adlı iki amca oğlunu yanına alarak dağa çıkmıştır. Çıkış o çıkıştır ve Hekimoğlu artık dağlardadır. (Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri, Ankara 19S5, s. 173-175)

3) BOA, Dahiliye Nezâreti-İdare (=DH. İD), nr. 124-3/13, lef. 2. Telgrafta imzası bulunan diğer şahıslar şunlardı: Çavuldur Kadı-zâde Hakkı, Karaman Ağa-zâde Rahmi, Mahir Efendi-zâde Halid, FeyzulJah Efendi-zâde Rüşdi, Gazi-zâde Şükrü, Hazincdâr-zâde Âsaf, Kadı-zâde Sırrı, Celâl Efendi-zâde Haşim, Müfti-zâdc Remzi, Sogomoparyan, Kaklidisi, Lcftcryaris, Ohosinoryan, Hacı Hasan-zâdc İbrahim, Uzun Hacı-zâde Osman.
4) BOA, Dahiliye Nezâreti- Mütcnevvia ( = DH. MTV), nr. 55/48, lef. 4.
5) Eşkıya, genellikle sarp dağlarda yuvalanırdı. Bu durumda belli bir gücün desteğine ihtiyaç duyulurdu. Zira, yiyecek temini, haber alma, lojistik destek gibi uzun süreli faaliyetleri için bu gerekliydi. Kendilerine bazen köylüler, bazen de bulundukları yörenin zengin ağası yardımcı olur ve bunlar "yatak" adıyla anılırdı. Yatağı olmayan eşkıyanın uzun müddet barınması mümkün değildi. Ehl-i örfün halkı ezdiğini gören eşkıya zulmünü daha arttırırdı. İki ateş arasında kalan köylü tehlikenin daha çok geldiği eşkıya tarafına meylederdi. Böylece birçok eşkıya grubu taşrada köy ağalan, şehirlerde ise zabit ve idarecilerle iş birliği içine girerdi. Halk eşkıyaya para, yiyecek ve barınak vermek zorunda kalırdı. Osmanlı döneminde eşkıyaya yardım ve yataklık yapan halk "nezir akçesi"ne bağlanarak para cezasına çarptırılabilirdi. Ek. Mücteba İlgürel, "Osmanlılar'da Eşkıyalık Hareketleri", Diyanet İslâm Ansiklopedisi (=DİA), XI, 467-468.
6) BOA, Dahiliye Nczâreti-Muhâberât-ı Umûmiye İdaresi (~DH. MUİ), nr. 36-2/29, lef. 3.
7) BOA, DH. MÜİ. nr. 36-2/29, lef. 4.
8) BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/3, lef. 2.
9) BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/3, lef. 1.
10) 1910'lu yıllarda Fatsa'da yakalanan eşkıyalar arasında Balak Mehmed, kayınbiraderi İbrahim, Karakaşoğlu Ahmed, Pelidoğlu Salih'in isimleri geçmektedir. (BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/11, lef. 2).
11) BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/11, lef. 3.
12) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 11.
13) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 8.
14) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 7.
15) BOA, DH. MUI. nr. 36-2/29, lef. 12. Kararda "...istîmâmn adem-i kabulü halinde Sivas ve Trabzon vilayetlerine merbut karyelerde dolaşacağı cihetle merkûm ile pîşinde bulunan Gürel eşkıyasının ahâlîyi ızrar ve hükümeti işgal edeceği gösterilmiş ise de merkumun kabûl-i istîmâm emsaline sû'-i sirayeti mûceb olacağı melhuz bulunmuş olduğundan vesâit-i hükümetin sûret-i müessirede tatbik ve ifasıyla emr-i istîsâli zımnında valî-i lahika tebligat icrası hususunun savb-ı âlîlerine iş'ân ifâde kılınmış ve evrâk-ı mezkûre leffen irsal kılınmış olmağla ifâ-yî muktezâsma himem-i aliyye-i nezâret-penâhîleri masruf buyrulmak babında emr ü ferman hâzret-i men lehü'l-emrindir" denilmektedir.
16) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 10.
17) BOA, DH. MTV. nr. 22-1/55, lef. 4.
18) BOA, DH. MTV. nr. 22-1/51, lef. 5.
19) BOA, DH.H. nr. 68/21, lef. 2.
20) BOA, DH.H. nr. 68/21, lef. 1.
21) Trabzon Vâlisi Mustafa imzalı 6 Nisan 1325 (19 Nisan 1909) tarihli, Dahiliye Nezareti'ne çekilen telgrafta Dadyan Arslan "âsâyiş-i mahalliyeyi ihlâl edenlerden" biri olarak gösterilmektedir. (BOA, DH.MUİ. nr. 17-4/11, lef. 4).
22) M. Sertoğlu, aym eser, s. 142; M. Bayrak, kaynak göstermeden Hekimoğlu'nun amca oğlunun öldürüldüğü Çitlice Köyü'nde vurulduğunu yazıyor. Bayrak'a göre Hekimoğlu Çitlice Köyü'nde muhtarın evine gidiyor. Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor ise de gerçekte beyin adamıdır ve onunla işbirliği içindedir. Nitekim, adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunuyor ve Hekimoğlu muhtarın oyunu yüzünden jandarmalar tarafından kıstırılıyor. Büyük bir çatışma çıkıyor ve Hekimoğlu bir rivayete göre çemberi yarıyorsa da fazla uzaklaşamadan aldığı yaralar yüzünden ölüyor. Bir başka rivayete göre ise Hekimoğlu, Ordu'ya kadar gelebiliyorsa da karnından aldığı yaralar yüzünden burada ölüyor. Türküde Çitlice muhtarından "Çitlice muhtarı puşttur pezevenk/Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek" diye söz edilmektedir (M. Bayrak, aynı eser, s. 174).
23) BOA, D//. MTV, m. 55/48, lef. 2.
24) Metinde Saca olarak geçen bu köy bugün de varolan Sayaca köyü olmalıdır. (BOA, DH. MTV, nr. 55/48, lef. 5).
25) BOA, DH. MTV. nr. 55/48, lef. 1,3, 4, 5.
26) Ümit Tokcan'ın Kadir İnanır'dan derlediği Hekimoğlu Türküsü'nü, Tuncer İnan notaya almıştır. (TRT Repertuar no. 110).



28 Kasım 2006 Salı

1922-1923 Yıllarında Samsun'da Fiyat Hareketleri -I

1922-1923 Yıllarında Samsun'da Fiyat Hareketleri (Belediye Meclisi Zabıt Defteri'ne Göre)
Yrd. Doç. Dr. M. Emin Yolalıcı*

GİRİŞ
Osmanlı Devleti’nde belediye ve belediye meclislerinin kuruluşu Tanzimat Dönemi’nde başlamıştır, ilk örgüt başkent İstanbul’da 1854 tarihinde kurulmuştur. Taşralarda ise örgütlenme 1871’den itibaren başlamıştır. Bu konudaki ilk kanunî girişim 1864 Vilâyet Nizâmnâmesi ile atılmıştır. 25 Temmuz 1867’de çıkarılan “ Vilâyâtta Devâir-i Belediye Meclislerinin Vezâif-i Umûmiyesi Hakkında “ başlıklı talimatname ile, büyük kentlerde uygulamanın nasıl olacağı belirlenmiştir. 1871 tarihli Vilâyet Nizamnâmesi’nde ise her vilâyet, sancak ve kazalarda birer belediye meclisi kurulması konusu kanuna bağlanmıştır.

İşte bu ilk hazırlık döneminden itibaren özellikle 1876 yılından sonra her vilâyet,sancak ve kaza merkezlerinde belediye örgütleri kurulmaya başlanmıştır. Ancak bir anda her yerde bu örgütlerin kurulması mümkün olmamış ve zaman içerisinde ülke geneline yayılmıştır. Samsun ve kazalarında belediye meclislerinin kuruluşu da 1880’lerden sonra olmuştur.

Belediye meclislerinin faaliyetleri konusunda en önemli kaynak hiç şüphesiz “Belediye Meclisi’ne Mahsûs Zabıt Defteridir” adı ile bize ulaşan defterlerdir. Bu defterlerde, içtima(oturum) gününün tarihi, oturumda hazır bulunan azaların adları, meclise gelen dilekçe, kaime gibi istek ve belgelerin adı ve meclise geliş tarihi, görüşülecek konunun özeti ve en son olarak da meclisin aldığı karamı özeti belirtilmektedir.

Özellikle meclis kararlan şehrin sosyal, siyasal, kültürel, idarî, malî, ekonomik, vs. durumlarını bize aktaran en önemli belgelerdir. Bu kararlar içerisinde, belediyenin rüsum, vergi ve diğer gelir kaynaklan,belediye çalışanları, bu çalışanlara verilen ceza ve mükâfatlar,belediyenin istimlâk, temizlik ve diğer hizmetleri,ileriye dönük projeleri,aceze maaşları ve fiyat hareketleri gibi pek çok konular bulunmaktadır.

Burada incelemeye çalışacağımız fiyat hareketleri, 1922-1923 yıllarına ait Samsun Belediye Meclisi Zabıt Defteri’nden yararlanılarak hazırlanmıştır. Samsun Belediye Meclisi daha önceki yıllarda kurulmuş olmasına rağmen, maalesef bu devirlere ait defterler bulunamamıştır. Bunlar ihmalkârlık, vurdumduymazlık, belgelere saygısızlık sonucu tarihin yapraklarında kaybolmuştur. Samsun’a ait bulunabilen en eski meclis zabıt defteri, incelediğimiz 1922-1923 yılına ait olan defterdir.

Ancak, incelediğimiz bu defterin en önemli özelliği, Osmanlı Devleti’nden Cumhuriyet’e geçiş dönemine ait olmasıdır. Defterde hem Türk Milli Mücadelesi’nin daha devam ettiği dönemlere ait, hem de Mudanya Mütarekesi dönemlerine ait kararlar mevcuttur. Yani, saltanattan Cumhuriyet’e geçiş dönemini içine alması açısından ilginç bir özellik taşımaktadır.

Bu defterde mevcut kararlara göre Samsun’daki fiyat hareketlerini incelerken, konuya sadece yiyecek-içecek açısından bakılmamıştır. Yiyecek-içecek dışında çeşitli eşya, hayvan, inşaat malzemeleri fiyatları, gayr-i menkul değer ve icar fiyatları, tiyatro, müsamere, sinema, karagöz oyunları, güreş müsabakaları gibi sosyal aktiviteye ait bilet fiyatları da incelenmiştir. Ayrıca belediye çalışanlarının maaş ve ücretleri, belediye rayicine göre inşaat usta, kalfa ve çıraklarının yevmiyeleri, belediyenin davalarını takiple görevli Dava Vekilleri’nin ücretleri de incelediğimiz konular arasında bulunmaktadır.

l.Yiyecek ve İçecek Fiyatları
Bu fiyatlar 1922-1923 yıllarına ait olup, bir bölümü belediye meclisinin verdiği rayiç bedelleri, bir bölümü ise kıymet takdiri şeklindedir. Ayrıca savaş yılları ve hemen bu yılların sonrasında fiyatların arttığı da bir gerçektir.

Samsun Belediyesi Meclis Zabıt Defteri’nde bulunan 1 Temmuz 1922 tarihli rayiç bedelleri, Jandarma Bölük Komutanlığı’nın isteği üzerine verilmiştir. Burada özellikle üç ekmek nev’isi belirtilmektedir. Bunlardan birinci nev’i ekmek 327 dirhem (1.046,4 gr.) olup, fiyatı 20 kuruştur, ikinci nev’i ekmek 345 dirhem (1.104 gr.) olup, onun fiyatı da yine 20 kuruştur. Üçüncü nev’i ekmek ise 307 dirhem (982,4 gr.) olup, fiyatı ise 15 kuruştur. Ekmek fiyatlarında unun kalitesi ile gramajı fiyata etki etmektedir.

2 Ağustos 1922 tarihli zabıt kaydında ekmek fiyatları yine aynıdır. Ancak gramajları yükseltilmiştir. Nitekim birinci nev’i ekmek 327 dirhemden 342 dirheme, ikinci nev’i 345’den 361’e, üçüncü nev’i de 307’den 331’e çıkarılmıştır. Fakat 19 Eylül 1922 tarihinde gramajların yeniden düşürüldüğü görülmektedir. Nitekim birinci nev’i ekmek 342 dirhemden 333 dirheme, ikinci nev’i 361’den 348’e, üçüncü nev’i de 331’den 324 dirheme düşmüştür.

Ekmekte gramaj oynaması bundan sonra da devam etmiştir. Zamanla gramajlarda yükselme olmuştur. Buna karşılık ekmek fiyatlarında da az da olsa artış görülmektedir. Ayrıca bazı aylarda dirhem yerine kıyye, atik-i kıyye ve kilo gibi ağırlık birimleri yazılmıştır. Eylül 1923’de ise gramajları belirtilmemiştir. Tabloda dikkat çekici bir husus da, 1923 yılı Temmuz ayında ekmek fiyatlarında düşmenin görülmesidir. Belediye Meclisi’nin başka bir zabıt kaydında da,ekmek fiyatlarının un fiyatları ile orantılı olduğu belirtilmektedir. Söz konusu bu kararda, mevcut un fiyatlarının tespitinden sonra ekmek fiyatlarının rayiç bedelinin tespit edileceği yazılıdır.

Samsun Belediye Meclisi Zabıt Defteri’nde bazı tahıl türü ürünlerin rayiç bedelleri bulunmaktadır. üç tahıl ürünü içerisinde aylara göre fiyat açısından fazla bir değişiklik yoktur. Ancak 1923 Temmuz’undan itibaren her üç üründe de ucuzlama gözlenmektedir. Önceki aylarda bulgur 25-30 kuruş arasında değişirken, Temmuz-1923’de 19 kuruş 20 paraya düşmüştür. Pirinç yine 35 kuruştan aşağı düşmezken, Eylül-1923’de 31 kuruş 10 paraya gerilemiştir. Arpa da genellikle 10-12 kuruş arasında oynarken, 1923 yılı Temmuz ayında 9 kuruşa, hatta Ağustos’ta 8 kuruş 35 paraya inmiştir. Herhalde bu düşüşlerde savaş döneminden çıkılarak, yavaş yavaş barış dönemine geçilmesinin, yani ekonominin istikrara doğru yönelmesinin etkisi olsa gerektir.

Samsun Belediye Meclisi Zabıt Defterleri’nde, özellikle Jandarma Bölük Komutanlığı’nın talebi üzerine belediye meclisince verilen perakende rayiç bedellerinde diğer erzak türleri de vardır.

Önemli bir istatistiki sonucu burada zikretmek gerekir. O da, savaşın fiilen bitmesi ve barış görüşmelerine geçilmesi döneminde fiyatlarda önemli bir düşüşün gözlenmesidir. Meselâ et fiyatları 1922-Haziran’ından, 1923-Haziran’ına kadar, yani 13 aylık dönemde 60 ile 80 kuruş arasında değişmektedir. Ancak 1923 Temmuz’unda ilk defa 50 kuruş 30 paraya, hatta Eylül ayında 46 kuruş 35 paraya düşmüştür.

Sadeyağ da genellikle okkası 120-200 kuruş arasında satılırken, Temmuz- 1923’de ilk kez 100 kuruşun altına inmiştir.

Tuz da ise daha ilginç bir düşüş olmuştur. Tuz fiyatlan okka olarak 12 ay aynı fiyatı korurken, Haziran-1923’de 10 kuruşa, Temmuz ve Ağustos’ta 8 kuruşa, Eylül’de ise 7 kuruş 32 paraya düşmüştür.

1922 yılı Eylül ayında gösterilen sirke fiyatı 7 kuruştur. Ancak.Haziran 1922 ayına ait başka bir zabıt kaydında, müskirat deposunda bulunan şarapların sirkeye dönüşmesi üzerine, sirkenin fiyatı 17 kuruş 20 paradan satılmasının uygun olduğu belirtilmektedir.

Samsun Belediye Meclisi Zabıt Defteri’nde Ağustos-1922 ve Eylül-1923 aylarına ait sebze ve meyve fiyatları da yazılıdır. Samsun Mutasarrıflığı’nın talebi üzerine belediye meclisince verilen bu rayiç bedelleri arasında bazı sebze ve meyve adları olmakla beraber,” mevsimi değildir “ veya “yoktur “ ibaresi düşülerek fiyatları da gösterilmemiştir. Bunlar arasında kereviz, lahana, kabak gibi sebzelerle, kestane, ayva, nar gibi meyveleri sayabiliriz. 1923 rayiç bedellerinde ise, 1922 yılında yazılmayan bazı sebze ve meyveler ile bunların fiyatları da yazılmıştır.

Samsun Belediyesi’nin o günlerde de, bozuk malların satılmaması veya temizlik konularında hassasiyetle durduğunu gösteren zabıt kayıtlan vardır. Meselâ 20 Haziran 1923 tarihli zabıt kaydına göre, kokmuş balıkları mahalle aralarında sattığı anlaşılan Balıkçı Ahmed Efendi’ye 500 kuruş (5 lira) nakdî ceza kesildiği ve konunun savcılığa sevk edildiği anlaşılmaktadır. Aynı tarihli başka bir zabıtta da, dükkânının önüne süprüntü döktüğü anlaşılan Süleymanoğlu Mehmed Ali’ye 250 kuruş nakdî para cezası kesilmiştir1.

2.Canlı Hayvan Fiyatları
Samsun Belediyesi Meclis Zabıtlarında az sayıda da olsa bazı canlı hayvan fiyatlarını gösteren kayıtlar vardır. Bunların bazılarının fiyatı takdir komisyonu tarafından takdiren verilmiş,bir kısmının da mezad sonucu belirlenmiştir.

Meselâ 29 Eylül 1922 tarihli tutanakta, sazlık müteahhidi Mehmed Bey’e ait 2 adet at için takdir edilen değer belirtilmiştir. Bunun için, belediye meclis azasından iki kişi ile belediye mühendisinden oluşan Tetkik Heyeti’nin raporu esas alınmıştır. Bu rapora göre atlardan birine 150, diğerine de 200 kuruş takdir edilmiştir.

Meclis kararlarından iki tanesinde ise, müzayede sonucu satılan hayvanların mezadda satılan bedelleri yazılıdır. 10/11 Mart 1923 tarihli zabıtta, yağrı bir ata 5.000 kuruş verildiği, ancak bunun az görülerek, şimdilik satılmamasına karar verildiği kayıtlıdır. 28 Mayıs 1923 tarihli de ise, bir keçinin 120 kuruşa Kavaklı Hacı Ali’de kaldığı belirtilmektedir. Yine aynı tarihli başka bir kararda, 1 camuz düğesi ile 1 sığır düğesinin, 2.600 kuruşla Kasap Aziz Bekir’e mezad sonucunda satıldığı kaydedilmiştir.

Meclis kayıtlarında saman ve kuru ot gibi hayvan yemlerinin fiyatları da mevcuttur. Hayvan yemi fiyatlarında mevsim değişiklikleri önemli rol oynamaktadır. Kış dönemlerinde saman ve kuru ot 10 kuruşa çıkarken, yaz dönemlerinde saman 5,30 kuruşa, ot ise 4 kuruşa kadar gerileyebilmektedir.

Zabıtlarda görülen dikkat çekici bir karar da, belediyenin kadrosunda olan hayvanların arpa, ot, saman gibi hayvan yemlerinin alınması ile ilgilidir. Bu karar kaydında, bu tür hayvan yemlerinin köylerden uygun fiyatla alınmasının, belediyenin menfaatine olduğu yazılıdır.

Söz konusu zabıt kayıtlarında görülen bir rayiç bedel de kovan fiyatı ile ilgilidir. Bu kayda göre, 1923 yılında Samsun’da bir adet arı kovanının fiyatı 650 kuruş rayiç bedelindedir.

3.Müteferrik Eşya Fiyatları
Yine Belediye Meclis Zabıt Defteri’nde, Samsun’a ait çeşitli cins ve nevideki eşyaların fiyatları da vardır. Belirtilen tuz çuvalları, Düyûn-u Umûmiye İdaresi’ne ait olup, belediye meclisi tarafından rayiç bedelleri verilmiştir. Belediyeye ait Gazhane’de bulunan boş tenekeler de müzayede usûlü ile taliplerine satılmıştır.

Sabun fiyatları, 1922 yılının yedi ayında da kıyyesi 70 kuruş rayiç bedel ile satılmaktadır. 1923 yılının ilk aylarında ise rayiç bedeli 60 ile 70 kuruş arasında gösterilmiş, fakat Temmuz ayından sonra 46 kuruş 20 paraya kadar düşmüştür.

Top fişengi ise, Ramazan ayında kullanılmaktadır. Samsun Belediye Meclisi’nin 22 Nisan 1923 tarihli kararında, daha önceki yıllarda, masrafı belediyeden karşılanmak üzere, Sahil Bataryası’nca top artırıldığı, ancak atılan topların istenilen derecede patlamaması sebebiyle, bazı mahallerden top sesinin duyulmadığı belirtilerek, bundan sonra havaî fişenk atılmasının maksadı daha iyi temin edeceği kaydedilmiştir. Bunun için de Fişenkçi Mustafa Efendi’ye tanesi 70 kuruştan fişenk imal ettirilmesi karar verilmiştir. Hatta meclis, belediyenin zarara uğramaması için, “ istenilen derecede yükselmeyen, patlamayan veya amaca uygun olmayan fişenklerin bedellerinin verilmemesi” yönünde de bir şerh koymuştur.

Süpürge, Samsun Belediyesi’nin temizlik işlerinde kullanılmak üzere satın alınması karan verilen çalı süpürgesidir. Bu süpürgeden, belediyenin Tanzifat İdaresi’nde kullanılmak üzere 1.000 adet alındığı kayıtlarda yazılıdır.

Yine temizlik işlerinde kullanılan hayvanlar için yaptırılacak koşum takımlarının miktarı 12 adet olarak görülmektedir. Her takımı 2.000 kuruştan imâl ettirilmek üzere, Caferoğlu Gaffar’a ihale edilmiştir.

İlginç bir alet de hendese aletidir. Bu alet, belediyenin Nafıa Ser-Mühendisliği’ne alınmıştır. Bu hendese takımı 6 parçadan oluşmaktadır

Yine zabıt defterinde, Samsun’da yakacak fiyatlarının rayiç bedelleri de mevcuttur. Özellikle fiyat artışı veya azalmasında mevsim şartlarının önemli rol oynadığını söyleyebiliriz. Kömür ve oduna ihtiyaç olan kış mevsiminde fiyatlar yükselmekte, yaz mevsimine doğru ise fiyatlarda düşme görülmektedir. Buna bir de barış şartlarına girme eklenince, bu düşme daha da gözle görülür hale gelmektedir. Meselâ, odun fiyatları uzun zaman 1,10 ile 2 kuruş arasında oynarken, 1923 yılı Temmuz ayında birden bire 33 paraya, sonraki ay ise 24 paraya gerilemiştir.

Belediyenin odun ihtiyacının karşılanması ile ilgili başka bir meclis kaydında, bu ihtiyacın karadan araba ile odun getiren odunculardan satın alınmasının, Samsun Belediyesi’nin menfaatine olduğu yazılıdır. Bu suretle belediye meclisi, belediye için en uygun fiyatla odun alınmasını ve belediyenin çıkarlarının gözetilmesini, diğer buna benzer kararlarda olduğu gibi en önemli ahlakî bir prensip edinmiştir.

4. İnşaat Malzemesi Fiyatları
Belediye Meclis Zabıtlarında 1923 yılının çeşitli aylarına ait, Samsun’daki kereste, kireç, kiremit, tuğla, demir vs. gibi inşaat malzemelerinin fiyatları rayiç bedel olarak yazılmıştır 1923 yılının 4 ayına mahsus inşaat malzemesi fiyatları verilmiştir. Bazı malzemelerin bazı aylara ait fiyatları yoktur.

Yerli kiremit, Avrupa kiremitten daha ucuz olup, herhalde bunun sebebi de kalitesinden kaynaklanmaktadır.

Meşe ve ceviz tahtası, çam tahtasından daha pahalıdırlar. Ayrıca Nisan 1923 ayına ait kayıtta, köknar ve meşenin kaba kereste, ince kereste ve tahta olarak m3 fiyatlarının aynı olduğu görülmektedir.

Demirin adi, ateşlenmiş ve potrelik olarak üç cinsi verilmiştir. Bunların fiyatları da farklıdır.

Bunların dışında yağlı boya, neft yağı, bezir yağı, katran, üstübec gibi inşaat malzemeleri vardır. Ayrıca inşaatta kullanılan cam, kum, saç, taş, çinko levha, çivi gibi malzemelerin fiyatları da görülmektedir.

Meclis zabıtlarında olup, tabloya alınmayan bir inşaat malzemesi de çimentodur. Ancak “piyasada yoktur” , “yoktur” şerhi konularak, fiyatı da verilmemiştir. Kayıtlarda çimentonun 160 kiloluk varillerde veya torba içinde olduğu da belirtilmektedir.

Yine tabloda olmayan bir inşaat malzemesi de küngdür. Küng, uzunluk ve çap olarak iki nevide verilmiş, ancak fiyatları “ yoktur “ şerhi ile belirtilmemiştir.

İnşaat veya taş çıkarma, yol açma gibi işlerde kullanılan barut, fitil, dinamit, kapsül gibi malzeme adları da meclis zabıtlarında mevcuttur. Fakat “piyasada yoktur” ibaresi konulmak suretiyle bunların da fiyatları verilmemiştir.

5. Matbaa Tab’ (Baskı) İşlerinin Fiyatları
Belediyenin ihtiyacı olan makbuz, evrak, defter gibi malzemeler matbaalara kapalı zarf usûlü ile bastırılmaktadır. Samsun’da 1922-1923 yıllarında mevcut olan Şems, Ahali ve Aks-i Seda Matbaaları’ndan gelen fiyat teklifleri ile numuneler mecliste incelenmekte, tetkik ve mukayese edilmekte, sonra da en uygun olana tab ettirilmesine karar verilmektedir.

18 Ekim 1922 tarihli kararda, belediye rüsumu makbuzlarından, her biri 100 yapraklı, 150 adet makbuzun bastırılması için, üç matbaanın teklif ve numunelerinin incelendiği, Ahali Matbaası’nın 2.500 kuruş teklif etmesine rağmen, numunelerinin kötü olduğu, bu sebeple numuneleri iyi olan Aks-i Seda Matbaası’na 2.775 kuruşa tab ettirilmesi kararı verildiği yazılıdır.

Yine 11 Kasım 1922 tarihli zabıtta, Samsun belediyesine ait 150’şer yapraklı 2 cilt Varidat Defteri ve 1 cilt Demirbaş Eşya Defteri tab’ı ile ilgili karar vardır. Burada da kapalı zarf usûlü uygulanmıştır. Teklifler ve numuneler incelenmiş, Ahali Matbaası’nın numunelik kâğıtları beğenilerek, bu matbaaya tab işi 900 kuruşa bırakılmıştır.

22 Nisan 1923 tarihli Samsun Belediyesi Meclis zabtında da yine tab ile ilgili bir karar vardır. Burada belediyeye ait evrak ve defterlerin tab’ı belirtilmiş, ancak bu evrak ve defterlerin ne olduğuna dair bir bilgi verilmemiştir. Kapalı zarf usûlü ile Şems Matbaası 10.800, Aks-i Seda Matbaası da 11.000 kuruş teklifte bulunmuşlardır. Meclis ise, cüz’i farkı da göz önüne tutmaksızın, tab’ işini numunelerini beğendiği Aks-i Seda Matbaası’na vermiştir.

Tab ile ilgili meclis zabıtlarından çıkarılacak bir sonuç da, Samsun Belediye Meclisi’nin tab’ işinde titizlikle davrandığıdır. Meclis, gerek basılacak evrak ve defterlerin iyi kaliteli olması yönünde çaba harcamakta, gerekse belediyenin maddî zarara uğramamasına çalışmaktadır.

6.Gayr-i Menkûl Fiyatları
Arsa, ev, dükkan gibi gayr-i menkûllerin, ya müzayedeye çıkarılması veya istimlâki durumunda fiyatları belediye meclisince takdir edilmektedir. Ancak bunun için bir Tahmin Heyeti oluşturulmaktadır. Bu heyet genellikle meclis azalarından seçilmektedir. Fakat bazen, dışarıdan da bu seçim yapılabilmektedir.

Samsun Belediye Meclisi zabıtlarına göre, bir kişiye ait arsa meclisçe, arşını 62 kuruş olarak takdir edilmiştir. Osmanlı Bankası karşısında bulunan ahır ve dükkana Tahmin Heyeti 15.000 kuruş takdir etmiştir. Ayrıca, Saidbeğ Mahallesi’nde bir hanenin, Halis, Hacı Alizade Arif Efendi, Mahmud, Yemencioğlu Raif adlı kişilerin haneleri ile Yemenici Edhem Efendi’nin dükkanına kıymet takdiri için, meclis azasından iki kişinin Tahmin Heyeti’ne seçildiğine dair ayrı ayrı zabıtlar var ise de, bunlara ait takdir edilen fiyatlar belirtilmemiştir.

Muvakkithâne’nin istimlâkine dair Samsun Liva İdare Meclisi’nin karan doğrultusunca, buranın istimlâk bedelini tespit görevine Samsun Belediyesi Mühendisi ile dört diğer kişiler Tahmin Heyeti olarak teşkil edilmişlerdir. Ancak bu emlâkinde takdir bedelleri belirtilmemiştir.

İstimlâk konusunda Tahmin Heyeti’nin verdiği takdir fiyatına, bazen mülk sahipleri tarafından itiraz edilmektedir. Nitekim Ocak 1923 tarihli bir meclis kaydında bununla ilgili bir örnek vardır. Sazlıktaki bahçesi ile Bedesten civarındaki mağazaya Tahmin Heyeti’nin verdiği kıymet takdirine itiraz edilmiş, bunun üzerine Belediye Mühendisi, Defter-i Hâkânî Memuru ve Sancak İdare Meclisi’nin seçilmiş azasından oluşan bir İtiraz Komisyonu oluşturulmuştur. Bu komisyon, mağazaya 20.000 kuruş, bahçeye de 108.000 kuruş kıymet takdir etmiştir. Samsun Belediye Meclisi’nde bu durum görüşülerek kayda geçirilmiş ve mülk sahiplerine tebliği, gazete ile de ilânı kararı verilmiştir.

7. İcar (Kira) Fiyatları
Samsun Belediyesi meclis zabıtlarında, ya belediyeye ait mülkün (genellikle dükkân ) veya belediyenin kiracı olarak kullandığı mülkün kira bedelleri ile ilgili kayıtlar vardır. Belediyenin icara vereceği mülkün taliplerine verilmesi ihale usûlü ile yapılmakta ve şartları uygun kişiye kiraya verilmektedir.

Meselâ, Osmanlı Bankası karşısında yer alan belediyeye ait dükkân, aylık 700 kuruş bedelle Gevan Kadızâde Hüsnü Efendi’ye icara verilmiştir. Bu icar olayında başka talip olmadığı da kayıtlıdır.

Yine Samsun Belediyesi’ne ait, Hükümet Caddesi’nde bulunan bir büyük ve yanındaki küçük hanenin aylık 25 lira (2.500 kuruş) karşılığında Haydar Bey’e icara verilmesi karan mevcuttur.

Belediyeye ait bir mağaza da,yıllık 100 lira (10.000 kuruş) karşılığında Hacı Andavallıoğlu’na kiraya verilmiştir.

Söz konusu meclis zabıtlarında, belediyenin kullandığı yerlerin icar bedelleri de yazılıdır. Meselâ, belediyece ahır olarak kullanılan hükümet binası civarındaki binanın kira bedeli aylık 25 lira olarak belirtilmektedir.

Bazen de, başka bir idarenin kullandığı mülkün icar takdiri belediyeden istenmektedir. Buna örnek olarak da, Liman İdaresi’nce kullanılan, Andavallıoğulları’na mahsus mağazanın icarı hakkındaki uygulamayı verebiliriz. Belediye Reisliği’nin bu mağaza için takdir ettiği aylık 100 lira kira bedeli Liman İdaresi’nce kabul edilmemiş ve yüksek görülmüştür. Bunun üzerine toplanan Samsun Belediye Meclisi kirayı 50 lira (5.000 kuruş) olarak takdir etmiştir.

Bir meclis zabtında da, belediyeye ait dükkân ve ahırın kıymet takdiri için meclis azasından iki kişinin Muhammen olarak seçildiği yazılıdır. Fakat sonraki kayıtta, kiracı olan kişinin şimdiye kadarki kira borcunun 8.500 kuruşa ulaştığı, bunu ödemesinin mümkün olmadığı, bu sebeple hem paranın tediyesi, hem de binayı tahliyesi için kanunî işlem yapılması belirtilmektedir.

-Devam Ediyor-