10 Ağustos 2016 Çarşamba

Frunze'nin Türkiye Anıları'nda SAMSUN -I

Ukraynalı Devrimci Lider
Frunze'nin Türkiye Anıları
Cem Yayınevi, İstanbul,1978


KARADENİZ'İN ÖTE YAKASINA
“Bizler kendi işlerimize öylesine dalmışız ki, dikkatlerimizi bir an olsun bizim dışımızda olup biten olaylara çevirmeyi akıl edemiyoruz. Ancak, 'bir tehlike gelebilir’ düşüncesiyle olsa gerek, yalnız Batı komşularımızı, o da bilinen ölçülerde izleyebiliyoruz. Güney ve Doğu sınırlarımızın ötesinde olanlardan ise çoğunlukla ya hiç, ya da çok az bilgiye sahibiz. Oysa hem, politik ve ekonomik çıkarlarımız açısından hem de dünyadaki kurtuluş hareketlerinin geleceği açısından bu olaylar büyük ilgi çekmektedir.

En yakın güney komşumuz olan, TÜRKİYE bu konuda özellikle önemlidir bizim için. Orada da emperyalistlerle yapılan savaşın hemen ardından halk yeniden silâha sarılmak zorunda kaldı. Ve topların gürültüsü şu ana değin hâlâ kesilmedi.” «Komünist» Gazetesi, Sayı : 223, 6 Ekim 1921.” (Sayfa: 5)



ANKARA'YA YOLCULUK
I
BATUM’DAN SAMSUN'A
26/XI/1921 30/XI/1921

Bizim Ukrayna heyeti 26 Kasımda Türk topraklarına vardı. Batum’dan sefer yapan İtalyan gemisi «Sannago»yla Trabzon kentine geldik. Gemi oldukça büyüktü. Bir zamanlar Avusturya İmparatorluğu'na aitmiş. Ama şimdi AvusturyalI'ların tüm ticaret filosu ve yolcu gemileri İtalyan'ların eline geçmiş durumda. Gerek gemi komutanının, gerek tüm komuta heyetinin bize karşı davranışı son derece nazik ve sevimli. Tayfaların bulunduğu kamaralardan birinde yoldaş Lenin’in resmi asılı. Gerçi bu, bir şeyler gösterir, ama pek o kadar da fazla sayılmaz. Çünkü aynı yerde, hemen bunun yanında asılı bir başka portre daha var. Büyük adamlardan birinin, anlaşılan İtalyan Kral ailesinden birinin resmi.

Burada, Trabzon'da, karaya çıkmak yerine, Sinop’un batısındaki İnebolu limanına gitmemiz önerildi. Oradan bir şose yolla, çok daha kısa bir yolla (305 verst) Ankara’ya gidilebiliyormuş. Ama kaptanla yapılan konuşma sonucunda kaptanın, heyeti İnebolu’da karaya çıkarma garantisi veremeyeceği ortaya çıktı. Gerekçe olarak da Karadeniz’de sık sık fırtına ve boranın görüldüğü ve fırtınalı havalarda İnebolu’ya inmenin mümkün olamayacağı, çünkü orada herhangi bir liman bulunmadığı gösterildi. Demir atılacak yer kıyıdan çok açıktaymış ve kıyıya yaklaşmak son derece tehlikeliymiş. Böylece ufukta Ankara değil İstanbul görünüyordu. Yani Ankara hükümeti ile değil, Britanya'nın Yakın Doğu'daki çıkarlarının koruyucusu Sir Herbert Harrington, (*) ya da onun Yunanlı dostlarıyla konuşmak zorunda kalacaktık.

Neticede Trabzon’da (2) inmek zorunda kaldık. Oysa burada inmemiz gerek zaman kaybı, gerek şimdiki Türkiye başkentine gidilecek yolun elverişliliği bakımından hiç de uygun değildi.

Trabzon’a sabahleyin geldik. Hava kapalıydı. Denizde hafif bir çalkantı vardı. Sağlık muayenesinden sonra Liman Komutanlığının gönderdiği kayıklara atladık. On beş dakika sonra iskeleye varmıştık, iskelede Liman Komutanı ile kentin Polis Müdürü bekliyordu bizi. Trabzon valisi adına gelmişlerdi ve onun adına karşıladılar. Böylece daha önceden hazırlanmış faytonlara binerek bize ayrılan otele gittik.

Trabzon'da endişe içinde tam dört gün kaldık. Deniz her zaman fırtınalıydı, düzelmiyordu. Türk kıyılarının tüm limanlarıyla haberleşme kesiliyordu. Yalnız bu arada şunu belirtmek gerekir ki, Karadeniz kıyısındaki Türk kentlerinin limanlarına liman diyebilmek çok güç. Bütün bu kentler, Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun İnebolu, tamamen denize açık yerlerde kurulu. Fırtınalı havalarda buralara sığınmak oldukça tehlikeli. Tek sığınak yeri olan Sinop, son derece güzel ve doğal bir koruyucu limana sahip.

Ama aslında deniz trafiğine kapalı. Çünkü (geçen emperyalist savaşın daha ortadan kaldırılmamış mirası) bir mayın tarlası haline getirilmiş. Bu nedenle çoğu kez, örneğin İstanbul’dan İnebolu’ya gidecek yolcular tâ Samsun’a kadar gitmek ve oradan geri dönmek zorunda kalıyorlar.

Ticaret gemilerine gelince, onlar ya yakınlardaki sakin bir yerde (örneğin Samsun'la Ordu arasındaki Vona burnu yakınlarında) ya da kıyıdan oldukça uzakta, açık denizde demirliyorlar. (Sayfa: 13 – 15)
(…)

29 Kasım akşamı saat 9'da Trabzon’dan yola çıktık. Çok içten, sıcak bir ilgiyle uğurladılar bizi. İskeleye bir şeref kıtası, bando mızıka göndermişlerdi. Bizim Rus gemisi «Georgiy» e bindik. Bu, Karadeniz filosundan 700 tonluk bir drednottu.( Drednot: Eskiden 305mm’ lik on tane topu bulunan bir zırhlı savaş gemisi.) Hava şartlan kötü giderse bu gemide yolculuk yapmak çok sıkıntılı olacaktı. Ama bizim şansımıza hava son derece güzeldi ve zevk içinde bir yolculuk yaptık. Trabzon’dan Samsun’a 7 -8 knotluk (Knot: Deniz miline e ş it bir deniz hız ölçü birimi) bir hızla, 25 saatte geldik. Eğer geçirdiğimiz ufak bir heyecanı saymazsak olaysız bir yolculuk yaptık sayılır. Gece saat 4 - 5 sularında birden karşımızda bir savaş gemisi beliriverdi. Aklımıza gelen ilk düşünce bunun bir Yunan gemisi olmasıydı. Trabzon’dan beri bize refakat eden Türk Subayı Yüzbaşı Haşan Bey, bir anda Rus tayfası elbisesi giydi ve tedbirli olmak için herkes birtakım işlerle uğraşıyormuş gibi yaptı. Bu yabancı gemi projektörle birkaç kez bizi aydınlattı ve durmamız için işaret verdi. Biz, aldırış etmeden yolumuza devam ettik. «Düşman» gemi bizi bir kez daha aydınlattı ve sonra gecenin karanlığında kayboldu gitti. «Georgiy» in kaptanı bunun üzerine öğünerek şu açıklamada bulundu: «Düşman gemi bizim Georgiy'in görünüşünden korkarak kaçtı.» Gece karanlığında kocaman bacaları, direkleri ve yarı savaş gemisi görünümüyle gerektiğinden fazla etki uyandırmıştı anlaşılan. Yalnız şunu da söylemek gerekir ki, bizde de küçümsenmeyecek silâhlar vardı. Üç makineli tüfek, 37 kalibrelik bir top ve yedek olarak da 13 mermi...

Yolun geri kalan bölümünde başka bir gemi iie karşılaşmadık. Hep kıyıya oldukça yakın yol aldık. Kara Denizin bütün güney kıyıları baştanbaşa kayaiık. Dağ zinciri doğudan batıya gidildikçe alçalarak, Boğaziçi’ne değin aralıksız olarak uzanıyor. Dağlar çoğunlukla tam kıyıya kadar yaklaşıyor, kıyıda en ufak bir düzlük bile görünmüyor. Az da olsa kıyıdan uzaklaştığı yerlerde de ya bir köy, ya bir kasaba göze çarpıyor. Dağlar ormansız, yeşillik yerine sadece çalılıklar var. Tüm yüksek tepeler karla örtülü. Denizde en ufak bir dalga bile yok. İnsan sanki Volga üzerinde gidiyor gibi hissediyor kendini. Geminin yanında martı ve yunus sürüleri yarış ediyor bizlerle. Akşam saat 10’da Samsun’a yaklaştık. Şehir uzaktan göründüğünde, o aydınlık yapılarıyla gecenin karanlığında son derece güzel bir tablo serildi gözlerimizin önüne.


Şehir amfiteatr halinde ve oval biçimde limanın kıyısında yayılmış. Limanda birkaç gemi ve iskuna duruyordu. Bunlardan biri savaş gemisi. Bu 1800 tonluk bir Amerikan mayın tarayıcısı. Burada statsioner (20) olarak kullanılıyor. Geceleyin yolda karşılaştığımız tekne de Amerikanmış ve Samsun’dan çıkmış, Trabzon'a gidiyormuş. Demir atıldı, kayık indirildi ve ön araştırma için Hasan Bey binip gitti. Bir saat sonra yerli yöneticilerle birlikte bir Türk kayığıyla geri döndü. Yarım saat sonra da şehirdeydik. Rumlar ve Rus uyrukluların bulunduğu bir otele indik. (Sayfa: 23 - 25)
(-Devam Ediyor)