31 Mayıs 2006 Çarşamba

Hakan DİLEK



1962, Samsun doğumlu. Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Resim Eğitimi Heykel Bölümü’nden mezun olan Dilek, 1978-1991 yıllarında Samsunspor, Ankarademirspor, Zeytinburnuspor, Çarşambaspor, Ünyespor, Bafraspor, Gaziosmanpaşaspor, Silivrispor kulüplerinde profesyonel futbol oynadı. 1996-2004 yıllarında 8 kişisel, 2 karma resim sergisi açtı; NTV’de yayınlanan Kartalın Yüzyılı adlı belgeseli hazırladı. 

Mahallenin En Şık Abileri, İşte Böyle Bir Şey, O Gol Kaçmazdı, Maçı Kaybettik Ama Zemin Futbol Oynamaya Müsait Değildi adlı dört kitabı var. Kendi deyimiyle ‘elinin kalem tuttuğunu anladığından beri yazıyor-çiziyor; çeşitli gazetelerde, dergilerde spor yazıları yazdı, halen yazıyor’.

Siyah'ın Renklerimize Katıldığı Gün



Samsunspor kafilesi 20 Ocak 1989 tarihinde Malatyaspor-Samsunspor 1.Lig müsabakasına giderken Havza ilçesinde kafileyi taşıyan kulüp otobüsünün kamyonla çarpışması sonucu Samsunspor kafilesi çok değerli üç oyuncusu ile Teknik Drektörü ve şöförünü kaybetmiştir.Bu elim kazada birçok oyuncu ve kafile üyeleri ciddi şekilde yaralanmıştır.

Bu trafik kazasından dolayı Samsunspor 1988-1989 1.Lig futbol sezonuna devam edememiş olup 1989-1990 futbol sezonunda yeniden 1.Ligde oynamaya başlamıştır ve bunun akabinde 2.Lige düşmüştür.

Bu trafik kazasından sonra Kırmızı Beyaz olan forma renklerine bir de kazanın sembolü olan Siyah renk eklenerek kulübün renkleri Kırmızı, Beyaz ve Siyah olmuştur. Samsunspor kafilesinin 20 Ocak 1989 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazasında hayatlarını kaybeden ve yaralanalar;


Teknik Drektör :Nuri ASAN (Vefat Etti)
Futbolcu :Mete ADANIR (Vefat Etti)
Futbolcu :Muzaffer BADALOGLU (Vefat Etti)
Futbolcu :Tomiç ZORAN (Vefat Etti)
Otobüs Şöförü :Asım ÖZKAN (Vefat Etti)

Menajer :Yüksel ÖZAN (Yaralandı)
Futbolcu :Emin KAR (Yaralandı,Malulen Emekli)
Futbolcu :Erol DINLER (Yaralandı, Malulen Emekli)
Futbolcu :Sanver ÖYMEN (Yaralandı, Futbola Devam)
Futbolcu :Kasım ÇIKLA (Yaralandı, Futbola Devam)
Futbolcu :Yüksel ÖGÜTEN (Yaralandı, Futbolu Bıraktı)
Malzemeci :Halil ALBAYRAK (Yaralandı, Malulen Emekli)

Kırmızı Şimşekler, Asla Ölmeyecekler!



Takvimler 20 Ocak 1989’u gösteriyordu ve o kapkara günde ben, on yaşımdaydım. Kapkara yazmamın sebebi yalnızca mecazi manada değil.

Çünkü, o kış günü hava gerçekten de kapkara idi. Şehir, siyah bulutların ablukası altındaydı adeta... Biz, Samsunlular gündelik işlerimizle uğraşıyorduk. Ve belki de çoğumuz, şehrimizin takımı Samsunspor’un Malatyaspor deplasmanı için o sabah yola çıktığından bihaberdik. Okuldan yeni dönmüştüm. Halen dün gibi hatırlarım. Eve geldiğimde, annem, “Samsunspor otobüsünün Havza yakınlarında trafik kazası geçirdiğini” söylemişti; ölenler varmış... Çocuk yüreğim tarifsiz bir kedere bulanmıştı. Televizyonumuz vardı; ama neden olduğunu hatırlayamadığım bir sebepten dolayı radyonun haberlerini dinliyorduk. Bayan sunucunun sözlerini büyük bir sükut içinde dinledik: “Malatya deplasmanı için yola çıkan Samsunspor kafilesi Havza ilçesi yakınlarında trafik kazası geçirdi. Kazada, otobüs şoförü Asım Özkan, teknik direktör Nuri Asan, futbolculardan Muzaffer Badalıoğlu ve Mete Adanır hayatlarını kaybetti. Yaralı futbolcular Samsun Devlet Hastanesi’nde tedavi altına alındılar.”

Mete, Tanju’dan sonra yeni golcümüzdü. Ne kadar doğru bilmiyorum; ama herkes Kıbrıslı ve ayrıca Rauf Denktaş’ın yeğeni olduğunu söylerdi. Şehir için çok önemli bir isimdi; çünkü Samsunspor, Galatasaray’ı tarihinde ilk defa onun attığı golle yenmişti. Muzaffer, takımın tecrübelilerindendi. Savunmada oynardı. Tatlı-sert bir stili vardı. Hiç unutmam, (şu an ismini vermeyeceğim) kazanın ertesi günü bir gazetenin “kasap öldü!” diye bir başlık attığı söylentisi yayıldı. O başlığı bizzat görmediğim için kesin bir şey söylemem mümkün değil. Yugoslav bir futbolcumuz vardı; Tomiç. Uzun müddet komada kalmıştı. Adamcağızın otuz sekiz kiloya düştüğünü yazmıştı gazeteler. Halen sayıyı çok net olarak hatırlıyorum. Hatta eşi günlerce hastanede başında beklemiş ve nihayetinde Tomiç hayata gözlerini yummuştu. Fatih’in kaburgalarının kırıldığını, Kasım’ın dalağının ameliyatla alındığını konuşmuştuk günlerce... Takım kaptanı Emin felç olmuş ve belden aşağısını kullanamaz hale gelmişti. Bugün bile bütün maçlara kendisine ait özel arabasıyla gelir. Yüksel’in de futbol hayatı bitmişti. Kaleci Şanver ise yaralı kurtulduğu kazanın ardından Altay formasıyla milli takıma kadar yükseldi. Futbolculardan Nasır o kazadan kurtulmuş; ancak birkaç sene sonra bir başka trafik kazasına kurban gitmişti.

Kaza ile ilgili bir de teyp kaseti çıkarıldı o dönemde. Şarkılar, marşlar falan vardı. Ama en fazla zihnimde kalan Mete’nin Galatasaray’a attığı golün radyodaki anlatımı idi. Kırmızı ve beyaz olan kulüp renkleri arasına bir de siyah eklenmişti. O sezonu şampiyon olarak bitiren Fenerbahçe, yüz üç gol atarak bir rekor kırmıştı ve takımının yüzüncü golünü atan Turhan, kendisine hediye edilen otomobili Samsunspor’a vermişti. Ertesi sene takım yeniden kuruldu; ama küme düştü. Bir sene sonra tekrar çıktı. Aradan yıllar geçti; fakat pek çok Samsunlunun hafızasında o kara güne ait bazı hatıralar kaldı muhakkak. Devlet Hastanesi’nin önünde toplanan acılı kalabalıktan bugün de aramızda olanlar vardır kuşkusuz...

Halbuki çok değil daha iki sezon evvel şehir böylesi bir hüznü hayal bile edemezdi. Çünkü kırmızı şimşekler unutulmaz bir kadro kurmuş ve şampiyonluğun en büyük namzetleri arasına girmişti. Kaleci Fatih’li, Kel Zafer’li, Yuvanovski’li, Rıfat’lı, Savaş’lı, Tanju’lu, Orhan’lı kadro...Takım ikinci ligden çıktığı ilk sezon olan 1985-86’da ligi üçüncü bitirmişti. Ertesi sezon da aynı sırayı almıştı. Kadrodaki parçalanmaya rağmen bir sonraki sezon ise dördüncü olunmuştu. Ama büyüklerin küçükleri yeme projeleri o zamanlar da mevcuttu. Nitekim o dönemde Mustafa Denizli’nin çalıştırdığı A Milli Takım’ın kampına giden Savaş, bir daha şehre dönmemiş ve Tanju ile birlikte Galatasaray’ın yolunu tutmuştu. Orhan ve Rıfat da ayrılınca takımın iskeleti bozulmuştu. Bozulan yalnızca iskelet değil, başkan Menteşoğlu’nun işleri de olunca takım parlak günlerinden uzaklaşmaya başlamıştı... Ancak bir Eskişehir bir Mersin gibi olmadan, üç-dört sene içinde inip-çıkan ve nihayetinde toparlanan Kırmızı Şimşekler, 1993-94 sezonundan bu yana 1. Lig’in en renkli takımlarından birisi olmayı sürdürüyor. Şimdi şehir takımdan yeni başarılar bekliyor; geçmişi yâd ederek... Hayatlarını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilemek içindi biraz da bu yazı. Dua niyetine...

20.01.2005 / MEHMET YILMAZ
ZAMAN – SPORVİZYON

55 SS 1965

Sayıklamalar



Süleyman FELAMUR / SAYIKLAMALAR

26 Nisan 1986...ERTESİ GÜN…
Akşam yine arkadaşlarla takılıp, muhabbetin dozunu fazla kaçırmışız. Sabah uyandığımda radyo, televizyon ve gazetelerde “çernobil olayı” diye bir şey var. Kötü bir olay, farkına varmaya çalışıyorum.

Radyoaktif serpintiler, Sovyetler Birliği’nin doğusu, doğu ve güney, batı ve kuzey Avrupa'da ciddi bir kirlenmeye yol açmış.

İlk patlamada 32 kişi ölmüş. Radyoaktif serpinti çevreye yayılmaya başlamış. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu komşu coğrafya radrasyon tehdidi altındaymış… Bulutların yayıldığı bölgeden 135 bin kişi tahliye edilmiş…

Gözlerini oğuşturup, gökyüzüne bakanlar; “Radrasyon ne?”, “Radyoaktif madde neye denir”, “İnsanı öldürür mü?”, “Gözle görünür mü?” diye sorular sorup; bulutu, radyoaktif maddeyi meraka durdular. “Biz niye bölgeyi terk etmiyoruz?”, “Yiyeceklerimizi yıkamak yetmez mi?” soruları önüne gelene soruluyor, kavede radyasyon geyikleri yapılıyor.

“Üff akşam galiba ‘fazla kaçırmayı’ hafife alıyorum” dedim. Ama aklıma Hiroşima, Nagazaki’deki unutulmaz ‘mantar’ fotoğrafı ve yanmış insan cesetleri, ucube yaratıklar, teyze-amca bir imza ver. zehirli balıklar… Okuduklarım yaşananların kabus olmadığını bir çimdik tatlığıyla anlatıyor. Kabus yeni başlıyor aslında…

Atmosfere yayılan bulutlar ülke sınırı tanımadan ulaşabileceği yere kadar giden, göze görünmeyen bu tehlike, on binlere varan kanser vakalarına, hamilelikte düşüklere neden olmaya başlıyor.
Cahit Aral, çizgi bıyıklı, koca kafalı (fiziki anlamda), geniş duruşlu bir zat ve bakan yani gözünü sevdiğimin memleketinin yöneticisi: “Buyrun tavşan kanı çaylar bunlar, bakın ben içiyorum afiyetle…” diyor gözümüzün içine baka baka …

YILLAR SONRA…
Alaçam’dan Bafra’ya giden bir minibüste, yaşlı, aksakallı, gözleri kızarmış bir dede; ağlamaklı yanındakine: “Torunumu üç aydır Tıp’a götürüyorum. Fakat hiç birşey yapamıyorlar, gözümün önünde eriyor sâbi, içim kan ağlıyor” deyip, Doyran sapağında iniyor…Gözlerim takılı izliyorum, kilometrelerce…

2000 KIŞ

Artık 14 yıl oldu. Biz Karadeniz’e korkusuzca girdik, yüzdük. Çayı koyu ve çokca içtik. Fındıklar okullarda öğrencilere bedava ‘zihin açsın’ diye dağıtıldı. Mahallemizden, çevremizden insanlar özellikle çocuklar lösemiden, kanserden öldü. (Doğmadan ölenleri saymıyorum….)
Öğrendik ki utanmaz Cahit Aral’a üniversite ve bilimadamları da eklenmiş. Kazanın ardından Başbakanlık Radyasyon Güvenliği Komitesi, YÖK aracılığıyla üniversitelere ‘GİZLİ GENELGE’ göndererek çay, fındık ve radyasyon üzerine araştırma yapmamalarını ve yapılanları da açıklamamalarını emretmiş…

Hala tüylerim diken diken oluyor, karşımda çay içen şerefsizi gördüğümde… Samsun ili içerisinde hala kanserle mücadele eden insanların oylarını, hislerini, imdatlarını “Size onkoloji hastanesi yapacağız” diye sömüren yavşak kam emicilerden nefret ediyorum. Hiçbiri lösemili hasta çocukların ne çektiğini bilmeden pişkince “Bu bahar olmadı gelecek bahara” diyorlar…
Çernobil ilk değildi.

Unuttuk.
Acıyı, teselliyi, yeri gelince bağırmayı…
Yalnızca, belediye hopörlerinde cenaze ilanlarını dikkatlice dinleyip “Kim?”, “Gençmiydi?”, “Kanserden mi?” sorularını “Allah rahmet eylesin”le noktalayıp yolumuza gittik. Fakat Sezyum 134 ve Sezyum 137 Karadeniz kıyılarında hala yüksek imiş kimin umurunda….

İnsanı talan eden doğayı etmez mi? Felaketler Karadeniz’e parayla gelmiyor, bedava…
Variller!

Kıyıya variller vurduğunda deneyimli, bir o kadar meraklı idik. Çernobilde rasyasyonu görememiştik. Ama variller koç gibi karşımızdaydı. Varillerin üstündeki ‘Radyoaktif madde’ ve ‘Zehirli’ işaretlerini kimse dikkate almadı. Haydi önce kuma gömdüler,  “Seni gavurun malı” diyerek… Sonra “Yok canım biz zaten avrupalıyız olur mu? Çıkarın, onlara güzel pembe panjurlu ev yapalım” dediler. Terskırık köyüne… Kapı açık, pencere açık … Gir çekinme bu variller misafirperver yalnız biraz bulaşıklar. Elinizden, ağacınızdan kolay kolay çıkmaz.

Bi de televizyonlarda köylülerin işbilmez ve cahilliğini(!) görmiyelim mi? Efendim camı, çerçeveyi indirmişler içeri giriyorlarmış!

Yaaa bu şaka mı?, dalga mı geçiyorsunuz?

Kimse sormuyor bu variller böyle mi korunmalı? diye…

Sinop’ta köylü binanın yakınından kimseyi geçirmiyor. Fakat varillerin depolandığı bina, içme suyu borularının tam üstünde. Birşey olmaz dediler. Millet ölüyor eceliyle(!) ağaçlar devriliyor.
Yaaa insanın cidden siniri bozuluyor.

Neyse, onu da unuturuz…

Sahil yolu, Çam Gölü’nden sonra Gerze’ye kadar dümdüz, deniz kenarından Öküzoğlu, Töngel mahallesi hooop Gerze… Balık yuvası, ormanlık alan takan kim!

Hala umut var tarihten ve doğadan.

Karadeniz eskiden gölmüş, bakarsınız Karadeniz küser de çekiliverir cansız katmanına ; uçsuz bucaksız Karadeniz Ovası… Ye yiyebilirsen! O zaman nükleer santral de kurarsınız, varil de depolarsınız. Şöyle on şeritli, ferah otoyol da yaparsınız.

Gözlerinizden öper, sağlıklı günler dilerim…

(Kuzeyde Tütün mektup:5)

30 Mayıs 2006 Salı

Çarşamba'yı Sel Aldı



Çarşamba'yı sel aldı
Bir yar sevdim el aldı
Keşke sevmez olaydım
Elim koynunda kaldı

Oy ne imiş ne imiş
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömlek imiş

Çarşamba yollarında
Kelepçe kollarımda
Allah canımı alsın
O yarin kollarında

Oy ne imiş ne imiş
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömlek imiş

Çarşamba yazıları
Körpedir kuzuları
Allah alnıma yazmış
Bu kara yazıları

Oy ne imiş ne imiş
Kaderim böyle imiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömlek imiş

Nejat Buhara
Çarşamba

Cemal SAFİ



1938 yılında Samsun’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini orada tamamladı. Şiire ilgisi küçük yaşlarda başladı. Ancak 40 yaşına dek fazlaca dışa açılmadı.

1978 yılından değişik çevrelerde duyulmaya başlayan Safi, başta sevgi olmak üzere hemen her konuda şiir yazmaktadır. Ayrıca taşlamaları geniş çevrelerde bilinip okunmaktadır.

Şiirlerinin, yaklaşık 40 tanesi Orhan Gencebay tarafından olmak üzere 150 kadarı bestelendi. Bunlardan Rüyalarım Olmasa ve Vurgun adlı şiirleriyle 1990 ve 1991’de yılın şairi seçildi.

Her yıl Akçay Şairler ve Bestekarlar Şenliğini düzenleyerek şiire katkılarını sürdüren Cemal Safi, şiirlerinin bir bölümünü Vurgun (1978), Kıyamete Kırk Kala (1984) ve Sende Kalmış (1998) adlı kitaplarda topladı. Ayrıca son şiirlerinin bir bölümünü topladığı yayına hazır bir kitabı daha bulunmaktadır.

Cemal Safi’nin birçok şiiri değişik gazete, dergi ve araştırmada aktarıldı

Ne Diyen Nea!!!



Maç saati geldi ve maç başladı. Ama takımda bir yorgunluk bir durgunluk var. İrfan karnını tutarak koşuyor. Cansız Hüseyin bembeyaz. Nuri Hoca bir ara Ayhan’a; “Hadii! Hadiii!” Ayhan aynen durdu ve döndü rahmetliye ellerini açarak o da bağırdı; “Ne diyan neeeaa!”



Hakan DİLEK

Başımızdaki hocamız Nuri Asan. Yıllarca Samsunspor'un hem futbolculuğunu hem de antrenörlüğünü yapmış bir insan. Nuri Hocam... -Onu 1989 Ocak'ındaki Samsunsporluların geçirdiği elim kazanın sonunda kaybettik. Onunla birlikte Muzaffer, Tomiç, Mete ve Asım Ağabeyi de... Neyse bunlara ileride değineceğiz...- Geyikkoşan'da kamp yaptık ve Çarşambaspor maçına burada hazırlandık.

Çarşambaspor'un başkanı Ahmet Menteşoğlu.. Hani şu hayali ihracat şampiyonu Hasbi Menteşoğlu'nun yeğeni. Bir kızıştı ortalık görmeyin gitsin. Beş atacaaaz, on atacaaaz... Bütün kamp boyunca Ayhan'ın nasıl goller atacağını konuştuk.

Atar mıydı? Atardı evet. O iyi bir atıcıydı. Yani av olarak. İyi bir atıcı, iyi bir avcı, iyi bir futbolcu. Neyse, tarihimizde görülmemiş bir bakım bir ihtimam ki sormayın gitsin. Ancak yediğimiz ette butta bi gariplik var ama olsun. Bulmuşuz eti butu besledik kendimizi, besledik kendimizi... O gece aldık vitaminleri yattık.

Maç günü de geldi çattı. Bafra Belediyesi'nin tahsis ettiği otobüsle Çarşamba'ya doğru yola çıktık. Ama otobüs gidebilirse gitsin. Her iki kilometrede birimiz inip çalılıklara koşturuyoruz. Önce ben, ardımdan kaleci Ahmet, sonra Ayhan, küçük Turgay derken bütün takım. Nuri Hoca kızgın, idareciler gevrek gevrek güler.., Anlamadık. Ama işin iç yüzü sonradan ortaya çıktı. Eşşekçi-bizim kulüp müdürü- gevrek gevrek anlattı; “Etler keçi etiydi!” Ayhan otobüsün en arkasındaydı. Arkadan bağırdı; “Şimdi sçın!” dedi, “Sahada sçmazsınız!” Gülmekten birbimizin üstüne düştük. Otobüs Samsun'u henüz geçti.

Bakır Fabrikası'nın yemekhanesinde mola verdik. Nuri Hoca hepimizi bir yerde topladı. Elini hafifçe masaya dokundurarak dengesini buldu. Ayaklarını çapraz yapıp bıyıklarıyla oynayarak bize dik dik bakmaya başladı. O böyle baktı mı sen de dik dik bakacaksın ki maça hazır olduğunu anlasın. Sonra;

“Bir şey söyleceğim. Tek bir şey!” dedi. “Ha yenilmişim, ha s.lmişim!” Döndü otobüse bindi yerine oturdu. Ulan çıkamıyoruz ki çıkalım yemekhaneden.

Sonra Ayhan'ın sesiyle toparlandık;

“Eee! Ne bekliyok? Borda mı yatcaksıız?”

Çıktık. Otobüse bindik ve stadyuma ulaştık. Maç saati geldi ve maç başladı. Ama takımda bir yorgunluk bir durgunluk var. İrfan karnını tutarak koşuyor. Cansız Hüseyin bembeyaz. Nuri Hoca bir ara fırladı kulübeden ve bağırdı Ayhan’a;

“Hadii! Hadiii!”

Ayhan aynen durdu top ayağındayken ve döndü rahmetliye ellerini açarak o da bağırdı; “Ne diyan neeeaa! Sıçıyek borda!”

Çarşambaspor ne kadar Samsunsporlu küspe ama iyi topçuları takıma doldurmuş. Bizde de iyi topçular var. Eski Samsunsporlu Turgay, Sebahattin, ben ve ve ve Ayhan... Evet sonucu değiştirecek maçın kaderine etkiyecek tek adam içimizde. Hepimiz Ayhan'dan umutluyuz. Ladik kampında yol tabelasına doğru yükseldi ve belden çaktı kafayı. “Çarşambaspor'a aynen bööle takcam!” dediydi. Aynısını da yaptı. Kornerden gelen topa havada asılı kalıp çaktı kafayı ve biz maçı 1-1 bitirdik.

Ayhan... Garabey'in Ayhan... Nam-ı diğer “Rüzgarın Oğlu Ayhan”, “Deli Ayhan” Gümenezli Küçük Turgay'ın deyimiyle “Delü Ayhan Delü”... Hayatımda onun kadar hızlı, seri, çabuk, güçlü ve iyi kafaya çıkan topçu daha görmedim. Şimdilerde Alaçam'da mütevazı bir yaşantı sürüyor. Yaş 44. Ama -abartmıyorum- Ayhan iki ay, ne iki ayı bir ay idman yapıp hazırlansın, koyun Samsunspor'a ne Samsunspor'u Galatasaray'a oynasın. Jardel derler bir adam almış Galatasaray ondan beş kat daha iyi oynar. Jardel Erzurumspor'a beş tane mi atmış? Ayhan on tane atardı. Yemin billah on tane atardı.

(Kuzeyde Tütün mektup:5) 

Çarşamba'ya Sahip Çıkalım



Çarşamba’da doğup büyüyen dostlar,
Gelin Çarşamba’ya sahip çıkalım.
Yönetime gelen bürokrat aslar
Gelin Çarşamba’ya sahip çıkalım.

Çarşamba’da kazanırlar parayı
Büyük şehre yaptırırlar sarayı,
Konuşurken vururlar hep karayı
Gelin Çarşamba’ya sahip çıkalım.

Nüfus sayımında kaçarlar köye
Gerçek nüfus asla sayılmaz böyle
Burada yaşarsan gerçeği söyle
Gelin Çarşamba’ya sahip çıkalım.

Ne sosyal dayanışma,ne de bilgisi
Nede halkın birbirine sevgisi.
Kendi kendine de yeter görgüsü
Gelin Çarşamba’ya sahip çıkalım.

Çarşamba’dan ayrılınca kıymet bilinir,
Hasret kalıp,özlem ile gelinir,
Yeşilırmak ovası cennet görülür,
Gelin Çarşamba’ya sahip çıkalım.

Yeşilırmak boşa durup akmasın,
Kimse ona aval aval bakmasın,
İş adamı ilçesine küsmesin
Gelin Çarşamba’ya sahip çıkalım.

Samsun’a yerleşen Çarşambalılar
İstanbul’a gelen Çarşambalılar,
Yurt da görev alan Çarşambalılar,
Gelin Çarşamba’ya sahip çıkalım.

17 Aralık 2005 / İbrahim COŞAR

İstanbul’u Kuran Şehir SAMSUN



Evliya Çelebi, ünlü Seyahatnamesi’nin onbirinci bölümünde; İstanbul şehrine getirilen yerleşimcileri anlatmıştır ve Fatih’in; hocası Ak Şemsettin’in teşvikiyle, padişah fermanı çıkararak, İstanbul’a getirdiği ilk yerleşimcilerin ağırlığını, Samsunlular’ın oluşturduğuna işaret etmiştir.



Bu yerleşimcilerden, Samsun-Çarşamba ovası halkı- Fatih – Çarşamba Pazarı bölgesine, Samsun-Sinop arası (Bafra ovası halkı) Tophane’ye ve yine Samsun’un da içerisinde bulunduğu Anadolu halkı Üsküdar bölgesine yerleştirildiği belirtilmektedir.

Ak Şemsettin Samsun-Kavak’ta yaşadı
İstanbul’a ilk yerleşimcilerin Samsun ağırlıklı olarak getirilmesinin nedeni başlı başına bir araştırma konusu olarak ele alınmalıdır. Ancak, bu konuya bir pencere açtığımızda; Samsun’un sahip olduğu kültür derinliği ve Türk-İslam kültürünün Anadolu’daki en derin merkezlerinden birisi olma özelliğini taşıyor.

Türkler’e  Anadolu’nun kapısına açan 1071 Malazgirt Zaferi’nden hemen sonra, Samsun bölgesine önemli oranda yerleşilmiş olduğu görüyoruz.

Yine, Fatih Sultan Mehmed Han’ın hocası Ak Şemsettin’in, ömrünün önemli bir bölümünü Samsun-Kavak’ta geçirmiş olması da önemli bir etken olabilir.

Fatih Sultan Mehmed’in de şehzadeliği döneminde Amasya’da valilik yapmış olması bölgeye bir yakınlık duymasına neden olmuş olabilir.



Trabzon, Samsun’dan getirilen nüfusla Türkleştirildi
İz Yayıncılık tarafından yayımlanan “Osmanlı Ansiklopedisi” 96.-97. Sayfalarda; “……İmparator David Komnenos 26 Ekim 1461’de şehrin anahtarını teslim etti. Sonuçta 258 yıl devam eden Trabzon- Rum İmparatorluğu tarihe karışmış oldu. Daha sonra, Trabzon’un doğusundaki bölgeler (Rize-Artvin) barış yoluyla ele geçirildi.

Böylece bütün Karadeniz sahilleri Osmanlı hakimiyeti altına girdi. Ayrıca bu sırada, Samsun, Bafra ve Niksar bölgelerinden getirilen (müslüman) Türk nüfusu Trabzon’a (ve bölgeye) yerleştirilerek şehir (bölge) Türkleştirildi.” Şeklinde belirtilmektedir.

1990’lı yıllarda İstanbul-Fatih’te kurulan Samsun-Çarşambalılar derneği, Fetih yıllarında bölgeye yerleşen atalarının hatıralarını yaşamaya ve yaşatmaya başlamışlardır. Bugün, bu derneğin başkanlığın, sırtı yere gelmemiş eski dünya şampiyonumuz-yaşayan efsane Mustafa Dağıstanlı yapmaktadır.

İstanbul-Beyoğlu Tophane’ye yerleşen Samsunlular’ı ise Beyoğlu-Hasköy’de faaliyet gösteren Samsun-Bafralılar derneği bugüne taşımaktadır.

Anadolu yakası-Üsküdar’a yerleşen ilk yerleşimcilerin torunları, bugün Üsküdar-Selimiye Mahallesi’nde ağırlıklı olarak yaşamaktadırlar. Selimiye Mahallesi Setbaşı’nda bulunan Samsun Kahvehanesi, bölgedeki Samsunlular’ın bir buluşma noktasıdır.

Türkleşen İstanbul ve İslambol’dan İstanbul’a
Türkleşen İstanbul’un ilk semti Fatih, Samsun-Çarşamba bölgesinden getirilen  yerleşimcilerce kurulurken; yine Beyoğlu ve Üsküdar bölgelerine de Samsun’dan yerleşimciler getirilerek bugünkü İstanbul Kültürü’nün temeli oluşturulmuştur.

Bir başka deyişle; Samsun, bugünkü  İstanbul’u kuran şehir olmuştur.
Fetih yıllarını takiben, İstanbul’a getirilen yerleşimciler şehirde çoğunluğu oluşturmuş ve İslamı bol şehir  olarak anılır olmuştur.  Daha sonraları, bu “İslamıbol” kelimesi  İstanbul  şeklinde söylenmeye başlamış ve böylece bugünkü İstanbul adı doğmuştur.

Geçmişten geleceğe İstanbul
İstanbul ve çevresinde  yapılan arkeolojik araştırmalar, bölgenin  çok eski çağlardan beri insan yerleşimlerine sahip olduğunu ortaya koyuyor.

Avrupa-Asya gibi kıtaları ve boğazlarla denizleri birleştiren İstanbul; tarih boyunca hüküm süren çeşitli uygarlıklar gereği,  aynı zamanda kültürleri, medeniyetleri birleştiren bir dünya şehri olarak karşımıza çıkıyor.

İnsanlık var olduğundan bu yana her dönem bir çekim merkezi olan İstanbul; bilindiği üzere 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fetholunarak bugüne gelinmiştir.

Fatih, fethettiğinde İstanbul’un nüfusu 50 bin kadardı ve şehir; Suriçi ile Beyoğlu-Galata, Anadolu yakasında da Üsküdar’daki yerleşimlerden oluşmakta idi. Yani İstanbul; Suriçi, Galata ve Üsküdar olmak üzere üç bölgede konumlanmış bulunmaktaydı.

Tarihin derinliklerinden bugüne Samsun
Samsun’da ilk yerleşimler,  tarih öncesi dönemlere kadar dayanmaktadır. Tespit edilebildiği kadarı ile Anadolu’daki en eski insan yerleşimlerinden birisi olan Tekkeköy mağara yerleşimleri; Samsun’un 14 km kadar doğusunda, Çarşamba Ovası kenarında, bulunmaktadır. Buradaki mağaralarda ve düz yerleşim yerlerinde yapılan kazılarda, Taş Devri-MÖ. 600.000-10.000 çağına ait eserler bulunmuştur.
Samsun-Bafra Ovası İkiztepe köyü bölgesinde yapılan kazılarda; günümüzden 4-5 bin yıl kadar öncesine ait beyin ameliyatlarının gerçekleştirildiğini gösteren kafatasları bulunmuştur. Ameliyatlı kafatasları ve bu kazılarda bulunun çok sayıdaki diğer eserler Samsun Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.

Proto (ilk) Türkler ve Samsun
Samsun’un tarih sahnesinde görülen ve bilinebilen en eski halkı Gaskalar’dır. Gaskalar’ın,  proto Türkler (ilk Türkler) olduğu yönünde tarihçilerin büyük çoğunlukla ittifakı bulunmaktadır.
Hitit yazılı kaynaklarında da yer alan Gaskalar, son Tunç Çağı’nda (MÖ. 1600-1200) Mert Irmağı kenarında, bugünkü Dündartepe ve Öksürüktepe’de yerleşimler kurarak, yaşadıkları yapılan kazılardan anlaşılmaktadır.

Tarihin akışı içerisinde, zaman  zaman el değiştiren bölge, MÖ 7. yy.’ilk  çeyreğinde Frig devletini yıkan Kimmerler’in hakimiyetine geçmiştir. Kimmerler’in de proto Türkler olduğu hakkında güçlü kanıtlar bulunmaktadır.

Bugün, efsanevi kadın savaşcılar olarak bilinen Amazonlar’ın; Samsun-Terme merkezli olarak bölgede yaşayan proto Türkler olduğu kabul görmektedir.

MÖ. 331 yılında Samsun bölgesini ele geçiren Büyük İskender; o zamanki adıyla Amisos’u, bölge halkının özgürlüğüne düşkünlüğünü dikkate almış ve bağımsız şehir olarak ilan etmiştir.

Kutsal şehir Samsun
Zaman içerisinde Grekler, Cenevizliler bölgede;  zengin kaynaklar gereği, koloniler kurarak ticaret yapmışlar, ancak hiçbir zaman bir halk çoğunluğu oluşturmamışlardır.

Yine tarih sırasına göre, Musevilik ve Hıristiyanlık dinleri misyonerleri bölgede yayılma çalışmaları yapmışlardır.

MS. 3.yy.’da Roma İmparatorluğu’nun  resmi dini olarak Hıristiyanlık’ın kabul edilmesi ile birlikte de bölgede yaygın anlamda bir asimilasyon  yaşanmıştır.

Bu asimilasyon sonucu, her ne kadar bölge halkı hükümranlığı altında bulunduğu Roma İmparatorluğu’na izafeten, Rum olarak anılsa da bölgede yaşıyagelen halkın menşei yukarıda belirtilmiştir.

Müslümanlık’ın doğuşundan sonra 634-635 yıllarında  Bizans’a seferler başlamış ve yine bir sefer dönüşü 863 yılında  Malatya emiri Ömer B. Abdullah, Amisos’u fethetmesiyle, bölge 30 yıl kadar Müslümanların egemenliğinde kalmıştır.

Amisos’tan Samsun’a
1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Amisos, Anadolu’da kurulan Türk devletlerinden Danışmentliler’in bölgesinde yer almıştır.1086’da Danişmentliler, Amisos’u kuşatmışlarsa da ele geçirememişlerdir. Ancak, bölgeyi kontrol altına almışlardır.

Aynı zamanda bir ticaret üssü olarak; uzun süre Hıristiyan Samsun ve Müslüman Samsun yanyana yaşamaya devam etmiştir. 1413 yılında Çelebi Sultan Mehmet her iki Samsun’u Osmanlı topraklarına katmıştır.

“Samsun” adı, Türklerin buraya hakim olduğundan sonra, 12-13.yy’larda ortaya çıkmıştır. Bu ad, Anadolu menşeyli Palaskça’dan gelen Amisos adından kaynaklandığı bilinmektedir.


Samsun’u önemli kılan üç olay…
M.Ö. 3. Yüzyılda, Büyük İskender tarafından işgal edilen Samsun bölgesi; bölgede yaşayan halkın özgürlüğüne çok düşkün olduğu görülerek, diğer işgal edilen yerlerdeki gibi tahakküm altına alınmayıp serbest bırakılmıştır.  Bu, o tarihe göre, ikinci bir örneği olmayan çok önemli bir olaydır.

İkinci önemli olay,  fetihle birlikte İstanbul’a, Fatih Sultan Mehmed tarafından ilk yerleşimcilerin, Samsun ağırlıklı olarak getirilmesidir.

Üçüncü olay ise, hepimizin bildiği gibi; Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere Samsun’a çıkmasıdır.

Bu üç olay bir tesadüf olamaz. Bu olaylar; Samsunlu’nun özgürlüğüne olan düşkünlüğünün ve  Samsun’a, Samsunlu’ya duyulan güvenin bir neticesidir.

Atatürk’ün şu sözü bunu çok iyi ifade etmektedir: “Ben Samsun’u ve Samsun Halkını gördüğüm zaman, memlekete ve millete ait bütün tasavvurlarımın yerine getirilebilir olduğuna bir defa daha kuvvetle inanmıştım. Samsunlular’ın hal ve durumlarında gördüğüm, gözlerinde okuduğum vatanseverlik, fedakarlık, ümit ve tasavvurlarımı müspet bir inanca götürmeğe yeter olmuştur.”

Biz İstanbul’da yaşayan Samsunlular; bu geçmişin temsilcileriyiz ve 8 yıldır Atatürk’ün 16 Mayıs 1919’da yurdu kurtarmak üzere; İstanbul’dan Samsun’a hareket edişini temsili olarak canlandırmaktayız.

2004’de, 16-19 Mayıs’ın 85. Yılı dolayısıyla İstanbul Samsunluları ve Dernekleri Birliği’nin İstanbul’da, Samsun derneklerinin ve İstanbullular’ın yoğun katılımıyla gerçekleştirdiği anma etkinliklerinden sonra Şişli Belediye Başkanımız sayın Mustafa SARIGÜL tarafından yaptırılmış bulunan  3600 metrelik dünya rekoru bayrak eşliğinde, iki bin kişilik bir kalabalık ile 18 mayıs akşamı İstanbul’dan hareket ederek, 19 Mayıs sabahı Samsun’da olduk ve 19 Mayıs kutlamaları ile birlikte Rekor Bayrağın Samsun Valisi sayın Mustafa DEMİR’e tesliminde hazır bulunmanın onurunu yaşadık.

Remzi KOZAL
MİMAR-EKONOMİST
İstanbul Samsunluları ve Dernekleri Birliği Başkanı
SADEF-Samsunlular Dernekleri Federasyonu Genel Başkanı

Samsun Kırkpınar'ı Aratmadı



Kırkpınar başpehlivanı 3 güreşçinin kıran kırana geçen mücadeleleri sonunda Samsunlu Şaban Yılmaz başpehlivanlığı kazanarak gösterdiği yüksek performansın karşılığını aldı.

Samsun Din Görevlileri Derneği tarafından Doğupark Güreş Sahası'nda 10 bin güreşseverin katılımıyla gerçekleştirilen Geleneksel Samsun Yağlı Güreşleri unutulmayacak anlara sahne oldu. 350 dolayında güreşçinin değişik boylarda mücadele ettiği güreşlerde zaman zaman seyircilerin güreşçilerin aralarına girip peşrev çekmeleri zaman zaman polisin devreye girmesine sebep oldu.

Sabah 10.00'da başlayıp 17.00'da bitmesi planlanan güreşler başpehlivanların uzun süre yenişememesi nedeniyle 20.00'a kadar uzadı. Samsun Vali Vekili Mustafa İngenç, Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, AK Parti Samsun Milletvekilleri Ahmet Yeni, Mustafa Çakır, Mehmet Kurt, AK Parti Samsun İl Başkanı Fuat Köktaş, Müftü Osman Şahin, Emniyet Müdürü Mustafa İlhan, belediye başkanları ve binlerce vatandaşın izlediği güreşlerin her saniyesi nefes nefese geçti.

Baş güreşlerde Kırkpınar'da arka arkaya iki kez şampiyon olan ustası Vedat Ergin'in yendikten sonra Bayram Ertan'ı da puanla eleyen Samsunlu 2005 Kırkpınar başpehlivanı Şaban Yılmaz ile Samsunlu Hüseyin Şahinalp'i eleyen 2004 Kırkpınar Başpehlivanı Ordulu Recep Kara karşı karşıya geldi. Şaban Yılmaz ile Recep Kara hava kararmasına rağmen yenişemedi. Kule hakemlerinin uzattığı mücadelede nefes nefese kalan iki güreşçi izleyicilerin "Bunlar gardaş olsun" naraları arasında güreşlerini sürdürdü. 1 saatin üzerinde güreşip yenişemeyen iki güreşçi ikinci kez yağlandıktan sonra tekrar el enselerini gösterdi. Güreşlerde, "Önce bastıran kazanacak" kararının ardından Şaban Yılmaz bastırdı ve puanla rakibini yenmeyi başardı.

Güreş boyunca gösterdiği performansın karşılığını Samsun çayırında başpehlivan olarak alan Şaban Yılmaz, "Ben Samsunluyum. Gerçek Samsunluyum" diye bağırdı.

Güreşlerde ağalığı Halit Kalaycıoğlu'ndan 15 bin YTL ile Cemil Dindar alırken, bazı güreşçiler katılımın yüksekliğine rağmen güreşçilere ödenen para ödülünün yetersiz olmasından yakındı. Başaltında şampiyon olan Samsunlu Fatih Atlı, Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ın güreşçisi olarak ilan edildi
İHA

Bir Adaylığın Öyküsü


Yusuf Ziya Yılmaz’ın yedi sekiz aydır yoğun bir gayretle sürdürdüğü AKP adaylığı mücadelesi sona yaklaşıyor. Uzun süredir kent gündemini işgal eden inişli çıkışlı ve zikzaklı yolculuğun hikayesi oldukça ilginç ve karmaşık. Yolculuk Samsun’da başlayıp Ankara’da bitmiyor. Rize ve İstanbul durakları da var. Yaygın söylentilere göre de bu duraklar diğer duraklardan daha önemli. Bu durakların sakinleri diğer durakların sakinlerinden daha etkili. Buraların baskısı Ankara’yı Ankara’nın baskısı da Samsun’u yönlendiriyor.


Yolculuğun ilginç yanlarından biri de yolcuların kimlikleri. Bu yolculukta sadece siyasetçiler yoktur. İş adamları, kulüp üyeleri, tarikat mensupları ve bürokratların adları da sık sık gündeme gelir. Yaygın söylenti ve kanaate göre asıl etkili olanlar da bunlardır. Güven Haber Gazetesi olarak bu yolculuğu bütün detayları ile sizlere sunuyoruz.

SÜRGÜNDEN DÖNÜŞ
Yusuf Ziya Yılmaz aslen Çarşambalı. Türkiye Cumhuriyeti Karayolları teşkilatında bir mühendis olarak başlayan mesleki kariyerinin önemli dönemeçlerinden biri de TCK Samsun Karayolları Bölge Müdürlüğüdür. O dönemde yapılan Samsun-Çakallı devlet karayolu hala tartışılır. Bu yoldan dolayı alkışlayanlar kadar yerenler de vardır. Yol yapan müdür olarak alkışlanır, yolun yapıldığı günden bugüne kadar sürekli tamir edilmesinden dolayı da yerilir. Yol onun zamanında yapılmıştır, tamiratı ise tartışmalarıyla birlikte hala sürer.

Dönemin ANAP yerel yöneticilerinden bazıları Yusuf Ziya Yılmaz’ı Samsun’da istemezler, tayinini çıkarttırırlar. Halk arasındaki deyimiyle sürgüne gönderirler ama bu öyle bir sürgündür ki yine halk arasındaki deyimiyle ballı börektir. Yusuf Ziya Yılmaz Samsun’dan İstanbul’a gider, TCK 17. Bölge Müdürü olur. Bu kimilerine göre bir sürgün kimlerine göre de bir ödüldür.
Yusuf Ziya Yılmaz bir süre önce yerel bir gazeteye yaptığı açıklamada Başbakan Recep Tayip Erdoğan’la o dönemden tanıştıklarını ve çok uyumlu bir çalışma yürüttüklerini söyleyecek ancak bu açıklamanın gerçek dışı olduğu öne sürülecekti. AKP’ye ve Recep Tayip Erdoğan’a yakın olanlar Yusuf Ziya Yılmaz’ın bölge müdürü olduğu dönemde Erdoğan’ın belediye başkanlığından çoktan uzaklaştırıldığını hatırlatarak “ bir arada çalışmaları söz konusu değil” diyeceklerdi.

BAYINDIR HOLDİNGİN GÜCÜ
Yusuf Ziya Yılmaz’ın İstanbul’da bölge müdürlüğü yaptığı yıllarda bir diğer hemşehrimizin yıldızı zirvelerde parlamaktadır. Bu hemşehrimiz serbest hayata karayolları yapımıyla başlayan ve Bayındır İnşaatı kısa sürede birçok dalda faaliyet gösteren bir holdinge dönüştüren Kamuran Çörtük’tür. Kamuran Çörtük iş hayatında gösterdiği başarıyı siyaset ve devlet adamları ile yakınlık kurmakta da gösterir. Özellikle de ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Mesut Yılmaz’la yakınlığı çok fazladır. Yol yapımıyla yetinmemiş banka sektörüne de girmiştir. Banka özelleştirmelerindeki rolü ve Mesut Yılmaz üzerindeki etkisi Türkiye’de uzun süre tartışılmıştır. Kamuran Çörtük medyaya da el atmıştır.
Hemen her holding gibi Bayındır Holding’in de değişik partilerde kontenjanı olduğu söylenir. Bu kontenjanlarından birini de hemşehrisi ve meslektaşı Yusuf Ziya Yılmaz için kullanması son derece doğaldır. Rivayet odur ki önce Kamuran Çörtük Mesut Yılmaz’la konuştu “ aday bu olsun” diye, sonra da Mesut Yılmaz Yusuf Ziya Yılmazla konuştu; “ adayımızsın, istifa et” diye.
Yusuf Ziya Yılmaz görevinden istifa etti, Mesut Yılmaz’ın talimatı, Kamuran Çörtük’ün maddi ve manevi desteği ile Samsun’a gitti. O güne kadar görülmemiş bir seçim kampanyasının sonunda da Samsun Büyükşehir Belediyesi Başkanlık koltuğuna oturdu.

KAZANMAK MI KAYBETMEK Mİ?
Müthiş bir kampanya yürütülmüştü. Gazeteler ve televizyonlar Samsun halkını propaganda bombardımanına tutmuştu. Her gün yeni bir proje ortaya atılıyor, grafik animasyonlarla desteklenmiş projelerle geleceğin küçük Paris’i yaratılıyordu. İkinci bulvardan raylı ulaşıma, Batı Park dolgu alanını kaplayan gökdelenlerden canlanan sanayie hemen her alanda neredeyse gökteki yıldızların tamamı Samsun halkına sunuluyordu.

Halk vaatlerden, ANAP teşkilatı ise galibiyetten sarhoştu. Mehmet Keçecilerin söylediği bir söz o günlerde kimsenin aklının ucuna bile gelmiyordu. Siyasetin usta isimlerinden ANAP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Keçeciler Samsun teşkilat mensuplarına “ çocuklar, siz bu adayla kaybederseniz bir gün ağlarsınız ama kazanırsanız beş yıl boyunca her gün ağlarsınız” demişti. ANAP’lılar bu sözü çok sonraları hatırlayacak ve büyük çoğunluğu Mehmet Keçeciler’e hak verecekti.
Hatırlamayan veya hatırlanmasını istemeyenler de vardı. Mesela ANAP Eski Merkez İlçe Başkanı Ahmet Ali Bulut bunlardan biri. Ahmet Ali Bulut’un hatırlamadığı veya hatırlamak istemediği bir söz daha vardır. Ahmet Ali Bulut’un belediye meclis üyeliği önerildiğinde Yusuf Ziya Yılmaz “ ben listemi vitrini düzgün insanlardan oluşturacağım” der ve teklife karşı çıkar. Ahmet Ali Bulut uzunca bir süre Yusuf Ziya Yılmaz’ın karşısında yer alır. Sonra bu sözleri unutur ve saflarına geçer. Merkez İlçe Başkanlığı yaptığı dönemde Yusuf Ziya Yılmaz’a bir parti bulmak için gösterdiği gayret her türlü taktirin üzerindedir. Birçok kimse bu tavrı siyasi etik açısından doğru bulmaz ama Ahmet Ali Bulut bunları hiç tınmaz.

ERKAN İNCE BİLMEZ
ANAP İl Başkanı Erkan İnce de Keçecilerin bu sözlerini hatırlamaz. Onunki unutkanlıktan değil bilmemektendir. Erkan İnce o tarihlerde oralarda yoktur. Onun partide söz sahibi olması çok daha sonradır ve Mehmet Çakar’ın partiyi yeniden yapılandırma ve dikensiz gül bahçesi yaratma gayretlerinin eseridir.

Erkan İnce de Yusuf Ziya Yılmaz’ı bir partiye yerleştirme operasyonunun gönüllü aktörlerindendir. Sık sık bu yönde demeçler verir. Yusuf Ziya Yılmaz’ın da Erkan İnce’nin de gönlünde yatan aslan AKP’dir ama Erkan İnce oraya kadar ulaşamaz. O siyasetin yeni bir ismiyle kombinezonlara girer. O isim DYP İl Başkanı Akil Vidinli’dir. Akil Vidinli’yi siyaset sahnesine Lokman Kondakçı çıkartmıştır. Kondakçı DYP Samsun İl Başkanı iken Akil Vidinli’yi il yönetimine almıştır. Genel Başkan Başdanışmanı olduğunda da İl Başkanlığı’na getirmiştir.

Bu isimlerin yani Yusuf Ziya Yılmaz’ın, Erkan İnce’nin ve Akil Vidinli’nin ortak bir özelliği vardır; hepside sol veya sosyal demokrat kökenlidirler. Geçmişleri ve dünya görüşleri partilerinin temel felsefesi ile örtüşmese de sorun değildir. Türkiye’de siyaset uzun zamandır ilkeler üzerine değil ilişkiler üzerine kurulmaktadır.


DYP PROMASYON MALZEMESİ Mİ?
ANAP’la DYP yönetimi arasında davullu zurnalı toplantılar yapılır, hatta Yusuf Ziya Yılmaz’ın ortak adaylığı çevresinde seçim işbirliği konuşulur. DYP’lilerin beklentisi Yusuf Ziya Yılmaz’ın kendi partilerinden aday olması, ANAP’lıların da ona oy vermesidir. DYP’de dolaylı temaslar Mazhar Başoğlu aracılığı ile doğrudan temaslar ise Lokman Kondakçı ile yürütülür. Mazhar Başoğlu da sol kökenlidir, siyasete Yusuf Ziya Yılmaz’ın DYP’deki kontenjanından girdiği söylemleri yaygındır. SAMSİAD başkanıdır ve uzun zamandan beri on arkadaşıyla birlikte Gelemen’deki TİGEM arazisinin peşindedir. DYP’de bu işin olmayacağını söyleyen eski demokratlarda vardır ama onlara pek kulak asan olmaz. Akil Vidinli deneyimizliğinden, Mazhar Başoğlu özel hukukundan, Lokman Kondakçı ise kendisine olan güveninden dolayı bu işe dört elle sarılırlar. Söz kesilmiştir, nikah tarihi de belirlenmiştir: 16 Ağustos 2003.

16 Ağustos 2003’de DYP İl Başkanı Akil Vidinli’nin oğlu ile Gazi Belediyesi’nin ANAP’lı Başkanı Nihat Batur’un kızının nikahı vardır; nikah şahitlerinden biri de DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar olacaktır. O gün bir taşla iki kuş niye vurulmasın, ANAP’lı Yusuf Ziya Yılmaz niye DYP’li olmasın ki? DYP’lilerin beklentisi budur ama Yusuf Ziya Yılmaz’ın hesabında bu yoktur. DYP onun için sadece bir propaganda ve promosyon malzemesidir. “ Beni alana bir de DYP ve ANAP veririm” diyebilmenin avantajını kim kullanmak istemez ki?


ÇOK YÖNLÜ HESAPLAR
Yusuf Ziya Yılmaz kazanma hesaplarını tek ihtimale bırakacaklardan değildir. Her ne kadar dünya görüşü uymasa da, zamanında karşı söylemleri olsa da AKP gerçeğinin farkındadır ve AKP ile temaslara çoktan başlamıştır bile. Hatta el altından CHP ile de temaslara geçilmiştir. Kaydı ANAP’ta, fikri ve gönlü CHP’de, aklı ise AKP’dedir.

Vali Muammer Güler Abdülkadir Aksu’nun yakınıdır. AKP iktidarında Abdulkadir Aksu içişleri bakanı olunca Muammer Güler’e de bürokraside daha üst makamların kapısı açılmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü’nü çok istiyordu, sonunda İstanbul Valisi oldu. İstanbul Türkiye’nin sanayi, ticaret, basın ve kültür merkezidir; siyasetle çok ilgili ve siyasetin üzerinde çok etkilidir. Yusuf Ziya Yılmaz da bu etkinin farkındadır. Halk Gazetesi’nde Yaşar Aslan’a verdiği bir demeçte “ siyaset Ankara’da yapılır ama İstanbul çok önemlidir, benim İstanbul’daki iş çevreleri ve yurt dışındaki güç odakları ile çok yakın ilişkilerim var “ demişti.

Vali Muammer Güler hemen herkesle kolay ilişki kurabilen bir yapıya sahiptir. Yusuf Ziya Yılmaz da her ne kadar kapılarını vatandaşa kapasa da kendi deyimiyle “ güç odakları” ve üst kademe ile ilişkilere özel bir önem verir.Yusuf Ziya Yılmaz’ın Samsun valiliği döneminde Muammer Güler’le kurduğu ve hala süren dostluk herkes tarafından bilinir. O kadar ki, Muammer Güler halkın ve basının huzurunda “ bu başkan bana masum suçlar işletiyor” demekten çekinmemiş ve bu sözler hiçbir zaman tekzip edilmemiştir.

Yusuf Ziya Yılmaz’ın AKP çengel atma girişimlerinin ilk ve en önemli isminin Muammer Güler olduğu söylenir. Yusuf Ziya Yılmaz adı Muammer Güler vasıtasıyla İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu’ya, Aksu vasıtasıyla da AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a iletilmiştir.


RİZE’Yİ UNUTMAK OLUR MU?
Yusuf Ziya Yılmaz adının Recep Tayip Erdoğan’a ulaştırılması için kullanılan yol sadece İstanbul’dan geçmez , Rize güzergahı da son derece dikkatle ve etkili bir şekilde kullanılır. Yusuf Ziya Yılmaz’ın kaderinde Rize adı Çarşamba ve Samsun’dan daha önemlidir dense yalan olmaz. Belediye Başkanlığının ilk döneminde bir Rize’li “adayımızsın, istifa et, Samsun’a git” demişti, ikinci dönemi ise yine bir başka Rize’linin “ adayımızsın, istifa et, partimize gel” demesine bağlıydı.

Cengiz kardeşler Rize’lidir. Ekrem Cengiz adı hem spor hem de siyaset dünyasına hiç de yabancı değildir. Spor dünyası onu Rizespor, siyaset dünyası ise ANAP il başkanlığından tanır. Bir de ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a olan yakınlığından. Samsun halkı ise Ekrem Cengiz’den çok kardeş Mehmet Cengiz’i tanır. Ne yazık ki, bu tanışma hiç de hoş bir tanışma olmamıştır. Mehmet Cengiz Samsun’a yedi köyden kovulduktan sonra gelmiştir ve geldiği günden beride Samsun’un havasını kirletmektedir.

Dün Mesut Yılmaz’a Bayındır Holding’in sahibi Kamuran Çörtük’le ulaşan Yusuf Ziya Yılmaz bugün de Recep Tayip Erdoğan'a Cengiz İnşaatın sahiplerinin aracılığı ile ulaşamaz mıydı?


MOBİL SANTRAL’İN DİYETİ?
Türkiye'nin hemen her yerinden kovulan Mobil santralin Samsun'a nasıl geldiği artık sır olmaktan çıkmış bulunuyor. Mobil Santral Samsun'a durup dururken değil Samsun Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ın " her türlü yardımı yapma vaadiyle" ve özel davetiyle gelmişti. Yusuf Ziya Yılmaz uzun süre toplumdan gizlediği bu daveti sonunda belgeleriyle birlikte basında yer alınca ve TBMM Araştırma Komisyonu'nda sıkıştırılınca itiraf etmek zorunda kaldı.

Yedi köyden kovulan mobil santralcilerle Yusuf Ziya Yılmaz arasındaki ilişkilerin boyutu hala bilinmez. Pek az bir çevre tarafından bilinen tek şey Mehmet Cengiz'in de eski bir karayolcu oluşudur. Davet sadece eski iki karayolcunun kurumsal bir dayanışması mıdır, yoksa Rize'li Mesut Yılmaz'ın Rize'li Cengiz Kardeşlere yer bulma çabası mıdır, yahut daha ileri bağlantıları ve açıklanmamış yönleri var mıdır? Bu sorular net bir şekilde yanıt bulmadıkça bu kent üzerindeki duman bulutları ve kentin havasındaki kirlilik dağılmayacaktır.

Cengiz Kardeşlerin sadece Mesut Yılmaz'ın hemşehrisi değildir, aynı zamanda Recep Tayyip Erdoğan'ın da hemşehrisidir. Uzun yıllar öncesinden tanıştıkları ve son derece yakın hukukları olduğu söylenir.Yusuf Ziya Yılmaz'ın AKP'ye takdiminde bu eski ve önemli hukukun devreye sokulması ihmal edilmeyecek kadar önemlidir. Onun içindir ki, Samsun'dan Ankara'ya ulaşabilmek için Rize güzergahının takibi son derece doğaldır.

Cengizlerden istenen de pek fazla bir şey değildir. Adaylık konusunda Başbakan ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'dan üzerindeki arkadaşlık ve hemşehrilik hukukunu kullanmalarıdır. Onların Erdoğan üzerinde hukukları ve etkileri, Yusuf Ziya Yılmaz'ın da onlar üzerinde bu kadarcık bir şey istemeye yetecek hakkı vardır. Yedi köyden kovulmuş 200 milyon tutarındaki yatırımlarına - kentin havasını kirletmek pahasına- yer bulan Yusuf Ziya Yılmaz değil midir? Her hizmetin bir bedeli, her yardımın bir diyeti vardır. Yardımı aldıysanız günün birinde de karşılığını vereceksiniz. Bu son derece doğal ve duygusal bir işbirliğidir.


MOBİL SANTRALİ AKLAYACAKLAR MI?
Samsun halkı 3 Kasım 2002 seçimleri öncesini henüz unutmuş değil. Samsun'da Tekkeköy"de yapılan " mobil santral karşıtı mitingleri", meydanlarda sıkılan seçim nutuklarını herkes hala hatırlıyor. Şimdi koyu bir Yusuf Ziya Yılmaz yanlısı ve yandaşı olarak görülen AKP Milletvekilleri Mustafa Çakır, Ahmet Yeni ve Suat Kılıç'ın Çarşamba Belediye Başkanı Nazif Kılıç'la yanyana resimleri Ekip Gazetesi'nde yayınlandı. Üç milletvekili de o tarihlerde mobil santrale de sebep olanlara da ateş püskürüyorlar, iktidara geldiklerinde mobil santrali söküp atacaklarını ve sorumlularından da hesap soracaklarını söylüyorlardı. Hatta AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan bile seçim öncesi Cumhuriyet Meydanı'nda düzenlenen mitingde " mobil santralin kapanacağı" sözünü veriyordu.

Seçimler sonrası AKP ezici bir çoğunlukla meclise girince Samsun milletvekillerinin ilk işi mobil santralle ilgili bir " meclis araştırması önergesi" vermek olmuştu. Komisyon kuruldu, araştırmalar başladı ve Samsun halkı büyük bir şaşkınlık içinde Mustafa Çakır'daki tavır değişikliğini izledi. Meydanlarda mobil santralin en ateşli karşıtı olarak boy gösteren Çakır Meclis Araştırma Komisyonu'nda Yusuf Ziya Yılmaz'ın savunulucuğuna soyunmuştu. Komisyon Başkanı Cemal Yılmaz Demir'e " başkanı fazla sıkıştırmayın" diyordu. Çoğu kimse Çakır'daki bu ani değişikliği hemşehrilik gayretine yormuştu. Kardeş Adem Çakır'ın Büyükşehir Belediyesi'nce yürütülen 70 milyon euroluk atıksu projesinin danışmanı olduğu daha sonra ortaya çıkacak ve basının bastırması karşısında Mustafa Çakır bu ilişkiyi itiraf etmek zorunda kalacaktı. Ancak o gündür bu gündür bu ilişkinin maddi boyutunu ne Mustafa Çakır açıklayacaktı, ne de Samsun Büyükşehir Belediyesi.

Mustafa Çakır'ın Yusuf Ziya Yılmaz'la hemşehrilik ve kardeşinin Büyükşehir Belediyesi'yle akçalı ilişkileri biliniyor,Suat Kılıç'la, Ahmet Yeni'nin ise bu tür ilişkileri konusunda herhangi bir şey bilinmiyor. Merak edilen konu o da değil. Bu fikir değişikliğinin " meclis araştırma raporuna" nasıl yansıyacağı. Mobil santrali davet eden kişiyi Samsun'un kurtarıcısı olarak kabul eden bir mantığın onun getirdiği mobil santrali mahkum etmesi pek mümkün gözükmüyor. Zihinleri kurcalayan soru " Yusuf Ziya'dan sonra mobil santral de aklanacak mı?" sorusu.


CEMAATLERİ UNUTMAK OLUR MU?
Türkiye'de, özellikle de merkez sağ siyasetlerde "cemaatlerin ağırlığı" hep tartışma konusu olmuştur. Gerçi 3 Kasım seçimlerinde cemaatlere ümit bağlayan bazı partiler hüsrana uğramıştır ama cemaatlerin siyaset ve ticaretdeki ağırlığı yadsınamaz. Siyasette ve ticarette ağırlığını en fazla duyuran cemaatlerin başında da Nakşiler ve Fettullah Gülen Hocaefendi cemaati gelir.

Emin Saraç ismi bu cemaatler arasında çok saygın bir yere sahiptir. Emin Hoca diye bilinir ve sözlerine büyük değer verilir. Emin Hoca'nın oğlu Fatih Saraç BİM Mağazalar Zinciri'nin ortaklarından ve yöneticilerindendir. BİM'in asıl büyük patronu, kurucusu ve yöneticisi ile Cüneyt Zapsu'dur. Şu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın düne kadar gayrı resmi dış ilişkiler danışmanı, 12 Ekim'deki kongreden sonra da AKP'nin MKYK üyesi olan Cüneyt Zapsu. Yusuf Ziya Yılmaz Cüneyt Zapsu ihmal edemezdi, etmedi de. Uzun ve sabırlı bir bekleyişten sonra Fatih Saraç aracılığı ile Cüneyt Zapsu'ya da ulaştığı haberleri artık sır değil. Yusuf Ziya Yılmaz'ı Fatih Saraç'a götüren ise Emin Saraç Hoca'nın torunu Bahadır Saraç. Akdeniz Sigorta Aracılık Firmasının sahibi olan Bahadır Saraç genç bir girişimci. Yusuf Ziya Yılmaz'ın İstanbul'a son yolculuğunda o da İstanbul'daydı, geçtiğimiz pazar günü Samsun'a döndü.

Yusuf Ziya Yılmaz'ın son İstanbul yolculuğunda iki kişinin daha adı geçiyor. Birisi bir zamanlar ANAP Merkez İlçe Yönetiminde de görev yapan Eczacı Ahmet Giritli, diğeri ise Servet Keskinsoy. İkisi de Fettullah Gülen cemaatinin Samsun'da önde gelenlerinden. Rivayet odur ki bu yolculukta Abdullah Tanrıverdi de ziyaret edildi ve Tanrıverdi bazı telefon görüşmeleri yaptı.

Yusuf Ziya Yılmaz'ın Nur Cemaati ile ilişkileri bunlarla sınırlı değil. Başında Bekir Çetinkaya'nın bulunduğu KASİAD'la yakın ilişkileri ve ortak etkinlikleri herkes tarafından bilinen açık ilişkiler. Adaylık macerasının başladığı günlerde Azarbeycan'a yapılan gezi de hafızalarda.


DAR ALANDA DANS
Yusuf Ziya Yılmaz bir kolunda KASİAD'la dans ederken diğer koluna da SAMSİAD'ı almakta ne bir sakınca görüyor, ne de bir zorluk çekiyor. Bu iki kuruluş mensuplarının dünya görüşü ne kadar birbirine zıt olursa olsun ortak ilişkileri aynı noktada birleşebiliyordu. Dar alanda çoklu dans bununla sınırlı değil. SAM-SEV başta olmak üzere kimi kulüpler ve kimi sivil toplum örgütleri de bu ikili oyunun bir tarafında yer almakta ve aynı adayda birleşmekte hiçbir beis görmüyorlardı. Yusuf Ziya Yılmaz bir basın açıklamasında " ben iyi bir majör" olurum demişti. Gerçekten de iyi bir majördü.


AYKIRI TİPLER
Samsun siyaseti bu kadar değişik alanda ve bu kadar karmaşık ilişkilerle yumak olurken iki aykırı tavır hafızalara yer etti. Bunlardan biri DYP Genel Başkan Başdanışmanı Lokman Kondakçı'nın, diğeri ise CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın tavrıydı.

Lokman Kondakçı bir süre kendilerini oyalayan Yusuf Ziya Yılmaz'ın bu tavrına sonunda isyan etmiş ve " bizimle oynayan adamla bizim işimiz olmaz. Yusuf Ziya Yılmaz'ın tavrı ilkesizliktir, kuralsızlıktır. Kimse DYP'den büyük değildir" diyerek o Yusuf Ziya Yılmaz defterini kapatmıştı.

Deniz Baykal ise Büyük Otelin lobisine kadar gelen Yusuf Ziya Yılmaz'ı kahvaltı masasına davet etmeyerek tavrını net bir şekilde ortaya koymuştu. Yusuf Ziya Yılmaz'ın CHP adayı olmak için yaptığı son girişimde sonuçsuz kalmıştı.

Geçtiğimiz hafta, DYP tarafından " ilkesizlikle" suçlanan, CHP tarafından ise kabul edilmeyen Yusuf Ziya Yılmaz son bir gayretle AKP'ye saldırısı ile geçti.

Bu yolculukta şimdilik anlatabileceklerimiz bundan ibaret. Elbet daha bilinmeyenler ve henüz açıklanmayanlar var. Bundan sonrası ise çok daha meçhul. AKP'lilerin kendilerine sordukları ve yanıtını bulamadıkları sorular önümüzdeki günlerde netleşecek.

Samsun'da geceler bilinmezlere gebe. Bakalım "mevlam neyler?"