31 Mart 2007 Cumartesi

Samsunlu olabilmek...


/ Lütfi Keskin
Samsunlu olmak ne demektir? Yani, Samsunluluk ruhu diye bir ruh var mıdır? Kimler Samsunlu olabilir? Samsunlu mu doğmak gerekir, ille de bu şehirli olabilmek için?..

Bana göre bu kentin en önemli meselesi budur. Bu meseleye en kolay ve çabuk çözüm bulduğumuz anda diğer tüm açmazları da çözmüş olacağız. Ama, önce bu konuya açıklık getirmek zorundayız…

Öncelikle bu şehirde yaşayan herkesin Samsunlu olma mecburiyeti yoktur. Ama, hemşehrimiz olma iddiası taşıyan işçisi, köylüsü, memuru, amiri, işadamı, yatırımcısı, siyasetçisi ve idarecisi, kısacası bu şehirden ekmek yiyen herkesin kendisini “Samsunlu” hissetmesi zaruridir… Aksi takdirde Samsun, sürekli kaynak aktaran ve kan kaybeden bir şehir olmaya devam edecektir…

Hele hele Samsunlu olmak için Samsun’da doğmak şart değildir. Kaderini, istikbalini ve geleceğini, hatta çocuklarının istikbalini Samsun’un kaderi ile bir gören herkes, nerede doğmuş olursa olsun bize göre Samsunludur…

Biz ne insanlar biliriz, ana ve babasının cenazesini dahi Samsun’da bırakmayan ve yüzlerce kilometre uzaktaki doğduğu yerlere götüren ama bu şehirde milyarder olmuş. Bu tiplerden bu şehre hiçbir katkı beklemiyoruz. Ama, yine ne insanlar tanırız, yurdumuzun en ücra köşelerinden gelmiş, hatta yurt dışından göç etmiş, bu şehirde mevki ve makam kazanmış, servet ve itibar sahibi olmuş, milletvekilliği ve bakanlık yapmış ama sonunda yine bu şehirde ömrünün kalan son günlerini Samsun’da geçirmeyi bir onur ve şeref saymış… Bu iki grup insandan sizce hangisi Samsunludur?..

Son 20-30 yılda Samsun’un milli ekonomideki yerinin 7'ncilikten, 36'ncılığa düşmesinin temel nedeni bu farkı anlayamamaktan geçiyor. Zira sonuçta yaşanılan beldeyi geliştiren ve kalkındıran en önemli unsur insandır. İnsanların ise beldesine katkıları niyetleri ile orantılıdır…

Sonuç olarak bu şehrin ekonomisine, çevresine, estetiğine, güzelliğine, sanatına ve tarihine, turizmine, tarımına, ticaretine, yatırımına ve gelişmesine hizmet edenler gerçek Samsunlu olanlardır.

Yıllardır söylediğim gibi “Nerede doğarsa doğsun, Samsun'da yaşayan herkes Samsunlu” olduğunu gururla söylediği gün bu şehrin makus talihi yenilmiş, parlak ve aydınlık bir gelecek başlamış olacaktır… 

Samsun: Padişahların Tuğraları Kolye ve Anahtarlıklarda Yaşatılıyor


Samsunlu heykeltıraş-seramik sanatçısı Temel Samangül, Osmanlı padişahlarının tuğralarını, Osmanlı ve Selçuklu motifleriyle İslam sanatını seramik kolye ve anahtarlıklara işliyor.Samsunlu heykeltıraş-seramik sanatçısı Temel Samangül, Osmanlı padişahlarının tuğralarını, Osmanlı ve Selçuklu motifleriyle İslam sanatını seramik kolye ve anahtarlıklara işliyor.


Türk kültürünü ve sanatını yaşatmak için mücadele veren heykeltıraş-seramik sanatçısı Temel Samangül, özellikle Osmanlı ve Selçuklu dönemlerine ait eser ve kültürleriyle İslam sanatını seramiklere işlemesiyle yok olmaya yüz tutmuş sanatları yaşatmaya çalışıyor. 36 Osmanlı Padişahı'nın tuğralarını, anahtarlık ve kolyeleri işleyen Samangül, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana gibi İslam alimlerini de Türk Minyatür Gravür Sanatını uygulayarak seramiklere yansıtıyor. Yaptığı çalışmalarla bir çok ülkeye Türk kültürünü anlatan seramikler gönderen ve tasarımlar yapan sanatçı, yaptığı kültürel çalışmalara yabancı turistlerin ilgi göstermesinin şaşırtıcı olduğunu söyledi.  

Yaptığı çoğu ürünü şehir dışına veya yurtdışına gönderdiğini dile getiren Temel Samangül, "Turistler bu çalışmalara hayran kalıyor ve onlardan çok talep geliyor. Bizim üzüldüğümüz taraf, Türk insanının yeterli ilgiyi göstermemesi. Bu kültürler bizim özümüzde var. Biz yaşatmaya çalışıyoruz ve yaşatmaya da devam edeceğiz. Bizim kültürümüz ve sanatımız hiçbir yerde yok. Dünyaya hükmetmiş bir neslin çocuklarıyız. Eşsiz sanatsal çalışmalarımız, eserlerimiz, liderlerimiz ve önde gelen insanlarımız var. Eşsiz bir neslin çocuklarıyız. Bir ülke mutlaka kültürüne sahip çıkmalıdır. Biz kültürümüze sahip çıkarak sanatımızla katkıda bulunuyoruz. Halkımızda gerekli duyarlılığı göstermelidir" dedi.

Türk kültürünü sanata yansıtacak sanatçıların gün geçtikçe azaldığını ve özellikle Türk minyatür gravürünü işleyecek sanatçının yok denecek kadar az olduğunu dile getiren Samangül, "Yeni ustalar yetişmediği için kültürümüzü yansıtacak sanatçı sayısı da azalıyor. İlgisizlik yok olmayı da peşinden getiriyor. Yok almaya yüz tutmuş sanatları icra edenlere sahip çıkılmıyor. Kültürümüzün yaşaması için yeni sanatçıların yetişmesi gerekli. Buda gerekli imkanların ağlanmasıyla mümkün. Bir çok sanatçı, artık üretmeyi bıraktı. Bu bir toplumsal sorundur. Herkes el ele vererek kültürümüzü sanatımızı yaşatmalıyız" diye konuştu.

 (İhlas Haber Ajansı)

Marka Yolcusu Samsun


/Yalçın KARATAŞ
Yerel basından ve yol kenarındaki bilboardlardaki reklamlarda gördügüm kadarıyla Samsun'un marka olması yolunda için çalışmanın ön hazırlıkları yapılıyor. Bu çalışma esnasında Samsun'u 5 kelimelik bir cümleyle anlatılması istenmiş.

Tabiki Samsunumuzu 5 kelimeye sığdırmak zordur. Her yönüyle tam bir tarihi, doğa ve kültürel zenginlikleri bulunan ama bunu hayata geçirmeyi bilemediğimiz bir Samsun var bu yolculukta.
Marka olmak farlıdır tabiki, görüş açısı ve bakış açısı değişir. Gün geçtikçe yapılan ekonomik faaliyetlerle daha güzel şeyler çıkacağına eminim.

Bence bu yolculuğun daha iyi açıklanması gereken faaliyetleri olabilir. Samsun halkının anlayacağı bir dilde. İlk görüşte bu marka olma işine insanların farklı bakmasına yol açsa da sanal ortamda www.markayolculugu.gov.tr  adresinde bütün proje en ince detayına kadar anlatılmakta.

Projenin amacı, Samsun’un marka kimliğini kazanması için gereksinim duyulan argümanları oluşturduktan sonra hedef gruplara ulaştırarak, Samsun’u; turizm ve yatırım olanaklarıyla bilinen bir merkez haline gelmesini sağlamak olacakmış.

Bir şirket ve ürün gibi ele alınan Samsun’un, daha çok kitle tarafından talep edilmesi için Özel İdare Müdürlüğü bütçesinden ayrılacak paylarla, proje her yıl güncellenerek büyüyecek.

Markalaşma, sonu olmayan bir süreci içerdiğinden “Samsun Şehrinin Marka Yolculuğu Projesi” güncelliğini koruyarak, İl Özel İdaresi ve destek veren bütün kurumlarıyla uygulanmaya devam edecekmiş.

Samsun için yapılan her çalışmanın arkasında ve destekcisiyiz. Fakat yıllardır süregelen bir gerçek de var ortada. Bu zamana kadar Karadenizin kilit illerinden olan Samsun, diğer illere oranla neden geride kalmıştı? Akıllardaki bir soru da;Yapılan bu çalışmayı neden bir kişinin organize ettiği imasıdır. Başta Samsun Valiliği olmak Samsun için her şeyi yapmaya hazırız diyenler bu ismin arkasında neden değiller merak ediliyor doğrusu.

30 Mart 2007 Cuma

Samsun’a Kafkasya ve Rumeli Göçleri



/Mümin Yıldıztaş 
(...) 
Anadolu’nun önemli bir liman kenti ve kesişim noktası olan Samsun'a ilk göçler, 1853-56 yılları arasında yaşanan İngiltere ve Fransa’nın da Osmanlı Devleti'nin safında yer aldığı Rusya’ya karşı yapılan Kırım Savaşı esnasında yaşanmıştır. Samsun, coğrafî olarak Kırım yarımadasının hemen karşı kıyılarında yer alması nedeniyle, Kırımdan Anadolu’ya gerçekleşen göçlerin ilk durağı olmuştur. Daha çok Eskişehir ve Ankara dolaylarına sevk edilen Kırım muhacirlerinden bir kısmı ise Samsunun Kılıçdede mahallesinde iskan edilmiştir. 

Bu tarihlerde ve sonrasında Rusya’nın, Kafkaslar bölgesinde yaşayan halklar üzerinde hakimiyet kurma mücadelesi neticesi yerlerinden yurtlarından olan birçok Çerkez, Çeçen, Nogay,  Adıge Tatar, Gürcü ve Abaza yine Anadolu’yu alternatif yurt olarak görmüşler ve Batum üzerinden gemilerle Samsun’a getirilmişlerdir. Bu göçmenlerin bir kısmı Anadolu içlerine hatta Suriye Filistin ve Ürdün taraflarına sevk edilmişken önemli bir kısmı ise, ilimizin Çarşamba ve Terme İlçelerinde iskan edilmişlerdir. Kafkaslardan yaşanan bu göç hareketi, 93 harbi olarak bilinen 1877-78 savaşı esnasında ise had safhaya varmıştır.

Çok büyük sıkıntıların yaşandığı bu yıllarda Rus katliamlarından kurtulabilen çok sayıda göçmen salgın hastalıklardan, yorgunluktan ve bakımsızlıktan yollarda yada konaklama yerlerinde vefat etmişlerdir. Geçen yazılarımın birinde de değindiğim, Kurupelit hakkında araştırmalar yapan sayın Mustafa Çakır, geçici konaklama yeri olarak kullanılan Kurupelit bölgesinde tutulan Nogay Muhacirlerinden 147 kişinin birkaç gün içerisinde yakalandıkları bir salgın hastalık neticesi ölmüş olduklarını Osmanlı Arşivi kayıtlarından tespit ettiğini söyledi. 

Samsuna Balkan göçmenlerinin yerleştirilmesi ise, 1912-13 Balkan savaşları sonrasına rastlar. Büyük bozgunun yaşandığı ve o bölge halkı tarafından “Kaç-Kaç Seneleri” olarak tabir edilen bu yıllarda bir gurup muhacir de Samsun’da Kirazlık, Çırakman, Ökse, Devgeriş, Çinik, Çınarlık köylerine yerleştirilmeye çalışılmıştır. Ancak Rumlar bu iskan muamelelerine şiddetle muhalefet ederek daha sonra Karadeniz Bölgesinde dalga dalga yayılacak olan Pontusculuğun ilk hareketlenmesini başlatmışlardır.

Samsun’a en yoğun ve düzenli muhacir iskanı ise, Lozan barış görüşmeleri esnasında 30 Ocak 1923 tarihli  Türk-Yunan mübadele anlaşması gereği gerçekleşmiştir. Bu anlaşmaya göre İstanbul Rumları ve Batı Trakya Müslümanları haricinde, Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklular ile Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklular 1 Mayıs 1923 tarihinden itibaren zorunlu olarak mübadele (karşılıklı yer değiştirme) edileceklerdi.

Bu çerçevede Türkiye’den Yunanistan’a yaklaşık olarak 1.200.000 Rum giderken Yunanistan sınırları içerisinde kalan Türk topraklarından gelen Türk sayısı ise 500.000 civarındadır.

Mübadiller iskan edilirken ekonomik durumları, meslekleri, şehirli yada köylü olmaları hatta mezhebî yapıları dahi dikkate alınarak uyum sağlayacakları bölgelere gönderilmişlerdir. Bu çerçevede Samsun’a Drama, Kavala ve Sarışaban bölgelerinden 6288 ailede 23454 nüfus yerleştirilmiştir. Bunlara ancak bazı akraba aileler birleştirilmek suretiyle  4209 ev verilebilmiştir.  Geçimlerini temin edebilmeleri maksadıyla da  511 dükkan, 544 arsa 112997 dönüm arazi dağıtılmıştır(bak: H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyete Balkanların Makûs Talihi: GÖÇ, Kumsaati Yayınları, İstanbul 2001, s.280-335). Bir çoğu geldikleri yerlerde de tütün tarımı yaptıklarından tütüncü Rumların terk ettikleri maden köyleriyle Kızıloğlak, Demirciköy ve Avdan gibi merkez köylerine iskan edilmişlerdir. 

Bu muhacirler elbetteki Samsun’a geldikleri esnasında yerli halk tarafından baş üstünde tutulmamışlar, hoş-amedi merasimleriyle karşılanmamışlar. Ama dünyanın birçok yerinde yaşandığı türden muhacir-yerli çekişmesi de Samsun’da hiçbir zaman kaydedilmemiştir. Birkaç on yıl sonra tamamen kaynaşan Samsun halkı yerel kimliğini bu gün, ‘Samsunlu Olma Bilinci’ üzerine tesis etmektedir.

Selam ve Sevgilerimle,

Kalkınma ve Samsun



/Engin Duran
Yaşam standartlarında yani ekonomik anlamda kişi başına gelirde artış yaşanırken eğitim ve çevre konularında iyileşmelerin yaşanması en genel anlamda kalkınmanın ifade edilmesidir. Ancak kalkınma sadece bu göstergelerdeki olumlu değişimlere bağlı değildir, bunların yanında birçok otorite tarafından kalkınmanın göstergesi olarak dikkate alınan göstergeler vardır. Bunlar genel olarak şöyledir: Yolsuzluk oranları, ekonomi ile siyasetin ilişkisi, okuma-yazma oranı, kültürel aktivitelere katılım oranları, kadın-erkek eşitliği, çocuk işçi olmanın serbestliği ya da yasal yaş sınırı, azınlıklara verilen haklar, beklenen yaşam süresi ve ortalama yaşam. Kalkınma için dikkate alınan göstergelere baktığımız zaman kalkınmanın neden bir süreç olduğunu daha iyi anlıyoruz. Çünkü bu göstergelerde olumlu gelişmelerin yaşanması, zaman alan ve iyi bir planlama gerektiren çalışmalara bağlıdır.

Kalkınmanın tanımına deyindikten sonra uzun yıllar yaşadığım şehir Samsun’a kalkınma penceresinden bakacak olursak;

Samsun, Karadeniz Bölgesi’nin en büyük metropol kentidir. Samsun’un nüfus yoğunluğu sebebiyle ticari ve sınaî yaşantısı canlıdır. Stratejik önemi nedeniyle de bölgedeki diğer illere göre avantajlı durumdadır. Karadeniz havzasına açılan ilk deniz kapısı ve İç Anadolu’ya açılan ilk kara kapısı olması özelliğiyle de bölgenin ticari yapısında önemli bir yeri vardır. Samsun, Cumhuriyet tarihinden bu yana Karadeniz Bakır İşletmeleri (KBİ), Azot ve Sigara fabrikaları ile başka büyük sanayi işletmelerinin kurulmasına zemin hazırlanmasına rağmen, tarıma dayalı bir ekonominin ön plana çıkması sonucu, kent halen bir endüstri kenti haline gelememiştir. Samsun’un özellikle İç Anadolu’dan Karadeniz’e açılan ilk kapı olması sebebi ile ticari hayatı sürekli canlı olmuştur. Buna rağmen özellikle de ziraata dayalı üretimin yapılması ve istihdamın sürekli bu alanda yoğunlaşması sebebiyle küreselleşen dünya rekabetine ayak uydurabilecek istihdamlar oluşmamıştır.

Coğrafi konumu nedeniyle Samsun her zaman kalkınma süreci içinde yer almıştır. Deniz, hava, kara ve demir yollarının hepsine birden sahip olması Samsun’a çok önemli avantajlar sağlamıştır. Ulaşım yollarının üstünde olması ticareti geliştirmiştir. Gelişen ticaretle Samsun zenginleşmiştir. Ancak Samsun ekonomisinde tarımın ağırlığının fazla olması, sanayinin ve ticaretin gelişmesine engel olmuştur. Buna somut bir örnek verecek olursak;2002 yılında Samsun’da kurulan “Mobil Santral” tarıma ve çevreye vereceği zararlar düşünülerek çalıştırılmamıştır. Bu santralin çalışmaması hem bölge ekonomisine hem de Türkiye ekonomisine büyük zarar vermiştir. Oysa santralin yapıldığı dönemde Çevre Bakanı Santralin çalışmasının çevreye zararlı olmadığını açıklamıştır. Samsun için ve bölge için çok önemli olabilecek bir yatırım atıl duruma bırakılmıştır. Benzer bir olay tersane yapımında gerçekleşmiştir. Samsuna yapılması düşünülen tersane siyasi tartışmalardan dolayı hala yapılamamıştır. Bu ve bunun gibi bölge ekonomisi için önemli olacak yatırımların ertelenmesi ve yapılmaması bölgenin kalkınma sürecine önemli zararlar vermektedir. Ekonomik olarak Samsun potansiyeli olmasına rağmen gerekli atılımları yapamamıştır. Organize sanayi bölgesi kurulmasına rağmen yeterli büyüklükte değildir. Samsun organize sanayisi bugün aynı bölge ili olan Çorum’un organize sanayisi yanında çok küçük kalmaktadır.

1975 yılında kurulan Ondokuz Mayıs Üniversitesi ile beraber şehrin sosyal ve kültürel çehresi de değişmeye başlamıştır. Kafeler, tiyatrolar, sinemalar ve daha birçok kültürel mekânlar açılmıştır. Kalkınmanın sosyal ve eğitim boyutuna üniversite çok önemli katkıda bulunmuştur. Ayrıca üniversitenin varlığı şehrin ekonomik açıdan da gelişmesine katkıda bulunmuştur. Şehre doğalgazın gelmesi ile beraber hava kirliliği sorunu çözülmüştür. Zengin bir akarsu çevresinin olması ve büyük barajların yapılması Samsun’un su sorunu yaşamasını önlemiştir. Özellikle son dönemde yeşil alan çalışmalarına hız verilmesi ve sahil düzenlemelerinin yapılması ayrıca imar çalışmalarının düzenli olması şehrin görüntüsünü güzelleştirmiştir. Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen Samsun, kalkınmışlık göstergesi olarak da dikkate alınabilecek Sosyo-Ekonomik gelişmişlik düzeyine göre sıralamada önemli bir ilerleme sağlayamamıştır.1996 yılında 76 il içinde 35.sırada iken 2003 yılında 81 il arasında 32.sırada yer almıştır.

Kalkınma sürecini henüz tamamlayamamış olan Samsun, coğrafi konumunun avantajlarını kullanarak kalkınma yolunda ilerlemektedir. Ancak tarıma dayalı ekonomiden kurtulma sürecini de kalkınma süreci ile birlikte yaşadığı için bu süreç yavaş ilerlemektedir.

Biz Nereliyiz?

Samsun


/Osman Kara
Uzun zamandır düşündüğüm ama yazmaya fırsat bulamadığım bir konudur, bizim, yani şu anda Samsun’da yaşayan bizlerin nereli olduğu konusu. Biz nereliyiz? Ordulu muyuz, Trabzonlu muyuz, Bayburtlu muyuz? Yoksa Samsunlu muyuz? Ya da Samsunlu kim?

Konuyu biraz daha açabilmek için isterseniz işe, iki şıklı şu soruyla başlayalım: Biz Samsun’da yaşayan Trabzonlular, Rizeliler, Bayburtlular mıyız? Yoksa tam tersine, biz Trabzon’da, Rize’de, Bayburt’ta ya da bu güzel yurdun bir başka güzel ilinde doğmuş Samsunlular mıyız?

Ben kendi adıma “ Samsun’da yaşayan Sivaslıyım” demektense “ Sivas doğumlu Samsunluyum” demeyi tercih ediyorum. Ve doğrusunun da bu olduğunu düşünüyorum. Kent ve kentlilik bilinci ve kültürünün oluşması bu kabule dayanır. Kendimizi yaşadığımız şehre ait hissedemediğimiz sürece bir ayağımız yere sağlam basamayacaktır.

Bugün Samsun’da ülkenin birçok yerinden ama özellikle de Doğu Karadeniz’den ve Çoruh Vadisi’nden ya kendisi ya babası ya da dedesi göçüp gelmiş yüz binler yaşamaktadır. Buna bir de, kendi iradelerinin dışında vatanlarından sökülüp atılmış Balkan ve Kafkas Türklüğünü eklemek gerekir. Böylesine geniş bir kaynaktan süzülüp gelen suların bir havuzda toplanması ve bu kente bereket saçması için her derenin aynı havzaya akması ve birbirine karışması gerekmektedir.

Bu kaynaşma ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi maalesef Samsun’da da yeterince başarılamamıştır. Bırakın kaynaşmayı, iş zaman zaman gereksiz çekişmelere varmıştır. Bunda bazı yörelerden gelen insanlarımızın zaman zaman “ hemşeri dayanışması” gibi son derece masum ve anlaşılabilir bir duyguyu “ ötekileri dışlama” ve hatta “ ötekileri hepten yok sayma” boyutuna taşımalarının da rolü olmuştur.

Bu kentin kültürüne, ekonomisine, siyasetine, sporuna katkı sağlamak, destek vermek hepimizin ortak sorumluluğudur. Doğduğumuz yeri unutmamıza, oradaki hatıralarımızdan kopmamıza gerek yok. Kökün derinlikleri ne kadar bizimse dalın hür ufukları da o kadar bizimdir. Ben bu yazıyı kendimle ilgili bir beyan ve genelle ilgili bir soruyla bitirmek istiyorum: “ BEN SİVAS DOĞUMLU BİR SAMSUNLUYUM. SAHİ SİZ NERELİSİNİZ??? “

Samsun İçin El Ele

Samsun İlkadım Anıtı
(Samsun Büyük Otel Yanı)
Atamızın Samsun'a çıkarken Karaya İlk Adımını Attığı Nokta
/Ahmet Seven
Samsun tarihi durum ve coğrafi konumuyla ülkemizin en güzel şehirlerinden birisidir. Bu anlamda bu şehirde ne ararsanız var. Fakat bizim muhtaç olduğumuz en büyük varlık birlik ve beraberlik anlayışıdır. Her ne kadar bunu dil ile ifade etsek bile daha henüz bu konuda taşların yerine oturtulamadığı görülmektedir. Bulunduğunuz şehre eser kazandırmak istiyorsanız bir defa o şehri seveceksiniz. Sizin köyünüzü sevmeniz kasabanızı sevmeniz demektir. Kasabanızı sevmeniz, şehrinizi sevmeniz demektir. Şehrinizi sevmenizde ülkenizi sevmek demektir.

Geçenlerde Düzce de görev yapan bir tanıdığımla sohbet ederken söz şehirlilik bilincine geldi. Sözün bir yerinde, hangi şehirden olursa olsun Düzce de herkes kesinlikle Düzceliyim diyor dedi. Bunu bende yaşadım. Samsunda öyle değil, önce nereli ise onu, sonrada Samsunu söylüyorlar. Bu şehirde yaşayan herkesin şöyle göğsünü gere gere Samsunluyum demesi gerekmez mi?  Kültür altyapımız ancak böyle kuvvetlenir. Ekonomimiz bu şekilde canlanır. Bir insanın en büyük ideali kendi memleketine yatırıp yapmasıdır. Samsuna böyle bir sevgi ile yaklaşılırsa burada yatırım yapandan geçilmez. Kayseri, Konya, Gaziantep boşuna mı ilerledi. Her davranışında İstanbul’u örnek alan bu şehirlerimize gidin görün.

Kayserililer biz İç Anadolu’nun İstanbuluyuz derler. Peki ya Gaziantep? Gazianteplilerde bizde Güneydoğunun İstanbuluyuz diyorlar.

Ya biz? Yani Samsun ne diyor bu konuda? Bu şehirde hayat yok diyerek karamsarlıklarımızı salgın bir hastalık gibi etrafa yayıyoruz. Olumlu davranış ve gelişmeleri görmezden gelirken öküzün altında buzağı arıyor bunları bir maharetmiş gibi anlatıyoruz. Kendi yetiştirdiği adamına sahip çıkmak yerine çelme atmanın hesaplarını yapıyoruz. Asayişte, ekonomide vs. olumsuz tabloları çoğaltıyor yaşanmayacak bir şehir olarak lanse ediyoruz. Ardından da kalkıp koca koca kelimelerle Samsun sevgisinden söz ediyoruz.

Samsunspor gibi bir takımın ikinci lige düşmesi bile bütün bu iç çekişmelerden kaynaklanmadı mı? Yatırımcıyı umutlandıran hatta teşvik eden bir sürü güzellikler var iken onu endişelendiren dahası ürküten tabloları canlı tutmak kimin ekmeğine yağ sürebilir ki?  Sanırsınız ki Samsun dışında her ilde her şey mükemmel gidiyor. Oralar güllük gülistanlık ta buraya gelince her yer karanlık. Öyle mi sanıyorsunuz? Samsunu yalnızca baba ocağı sevgisi ile değil, aynı zamanda milli bir sevgi ile sevmek ve burada yaşamının tarihi bir bedelinin de olduğunu unutmamak gerekmez mi? 

Filozof Beydeba’nın anlamlı bir hikâyesi vardır. Orada der ki; ” Birgün güvercin topluluğu bir avcının tuzağına düşerler. İlk anda her biri ayrı ayrı çırpınmaya başlarlar. İçlerinden bilge olan güvercin onların bu haline bakar ve; Arkadaşlar böyle giderse bir müddet sonra hepiniz güçten düşeceksiniz. Gelin hepiniz aynı anda kanat çırpın ve birde öyle kurtulmayı deneyin der. Güvercinler denileni yaparlar. Güçlerini ayna anda kullanırlar. Böylece avcının tuzağını da söküp götürürler” 

Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Samsunda tek tek çırpınma ve ayrı hesaplar peşinde koşmanın kimseye fayda getirmediğini ve de getirmeyeceğini herkesin bilmesi gerekir. Ne yazık ki Samsunda bugüne kadar bencil düşüncelerle ciddi bir güç kaybedilmiştir.  Artık söz konusu Samsun olunca siyasetçisi, ekonomisti, yatırımcısı, medyası ile birleşip aynı anda kanat çırpmanın zamanı gelmiştir.

Bu erdemliliğin gösterildiği gün ciddi adımlar atılmaya başlanmış olacaktır. Artık ben yerine biz, biz yerine de hepimiz ifadelerinin yer alacağı Samsun görmek istiyoruz. Samsuna hizmet adına bir çivi çakanları hiç kimse unutmayacak onlara minnettar kalacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

Samsun için el ele gönül gönüle… 

Tarihi Mekanlara 'Çini'li Tanıtım

Samsun Saathane Meydanı
Seramik ve Çini Sanatçısı  Nurten Koç'un Bir Çalışması


Saathane Meydanı ve Saat Kulesi gibi kentin tarihi mekânlarının tanıtımını yapmak için yola çıkan seramik ve çini sanatçısı Nurten Koç, "İç ve dış mimari süslemede kullanılan çini ve seramik sanatını birleştirerek, Samsun tarihi mekânlarını seramiklerin üzerine çini kaplama olarak işledim" dedi.

İşlemelerinde Kütahya ve İznik çini tekniklerini kullanan ve turistler tarafından büyük ilgi gören çini işlemelerin Samsun'un tanıtımına büyük katkı sağlayacağını vurgulayan Koç, seramik üzerine yapılan çini işlemelerinin binlerce yıl kalabildiğini böylelikle Samsun'un tarihi mekânların gelecek nesillere de aktarma imkânı oluştuğunu vurguladı.

Çini süsleme sanatının kullanımının çok eski tarihlere kadar uzandığını, Türk tarihinde Uygurların, Karahanlıların, Gaznelilerin, Harzemşahların ve özellikle İran'da Büyük Selçukluların çini sanatını kullandığını belirten Koç, bu nedenle her dönem büyük ilgi gören çini sanatını seramikle birleştirerek, tarihi mekânların tanıtımını yaptıklarını sözlerine ekledi.
/İha

28 Mart 2007 Çarşamba

Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun Gezisi

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 
Samsun – Çarşamba demiryolunun
inşaatına başlama töreninde konuşurlarken

Samsun Demiryolu'nun Temel Atma Töreni ve Reisicumhur Gazi Mustafa Paşa'nın Samsun Gezisi
Kemal Arı  /Araştırma Görevlisi
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk yıllarında, demiryolu yapımına verilen önemin büyüklüğü bilinmektedir. Öyleki; demiryolları, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk tarafından, bir ülkeyi “medeniyet ve refah nurlarıyla aydınlatan kutsal bir meşâle” olarak nitelendirilmiş1; ulusal amaçlar yönünden demiryollarının çoğaltılması, genel yol politikasının en önemli unsurunu oluşturmuştur2. Gerek yabancı işletmelerin elinde bulunan demiryollarının satın alınması ve gerekse, hükümetler ve yerli sermayenin yapımıyla kısa denilecek sürede önemli bir demiryolu şebekesi oluşturulmuş; Türk Kurtuluş Savaşı’nda, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde ölüm-kalım savaşımı vermiş olan Türk ulusunun, Cumhuriyet döneminde “ulusal bir gurur” ve “övgü” nedeni saydığı bu konu; “Demir ağlarla ördük anayurdu dört bastan” dizesiyle, bütün ulusun büyük bir coşkuyla söylediği Cumhuriyetin kuruluşunun 10. Yıl Marşında işlenmiştir. Cumhuriyetin kuruluşu ile, Türk insanının önünde açılıveren bu yeni evrede, demiryolu yapımına bu denli önem verilişinin nedeni; başlatılan kalkınma ve bir iktisat devleti olma düşünce, arzu ve çabasında ve uygar bir ulus olmada demiryollarına duyulan gereksinimdir. Bu durum, yeni bir kimlik edinme çabası içinde olan Türkiye’nin, yeni amaçlara yönelişte, “ulusal davası “ haline dönüşmüştür. Ulusal sınırlar içinde kalkınmış bir ülke, bayındır bir vatan, güçlü bir devlet; gürbüz bireylerden oluşmuş aydınlık kafalı, refah içinde bir halk yaratma arzusu; bu yeni dönemde, bu yeni devletin genel amacı olmuştur.

Ülke bir iktisat ülkesi olacaksa köyü kasabaya, kasabayı kente, kentleri de büyük ihracat ve ithalat merkezlerine bağlayacak sağlam, verimli ve yüksek kapasiteli yollara gereksinim vardı. Oysa, Osmanlı Devleti’nin yüzyıllar boyu izlediği politikalar Anadolu’ya pek bir şey kazandırmamıştı. Bu nedenle, Anadolu’da taşımaya elverişli hiçbir yol yok gibiydi. Atatürk: “Dün liva olan bugünkü vilayetlerimizde, yediyüz senede, yediyüz kilometre yol yapılamaz mı idi?.. Senede bir kilometrelik yol yapılamaz mı idi?” diye sorarak; Anadolu’nun içinde bulunduğu genel yolsuzluk sorunu konusunda, Osmanlı Devleti’ni tarih önünde, yapabilecekken yapmadıkları hakkında sorgulamaktaydı3.

O zamana değin Anadolu Türkü vergi vermiş, askere gitmişti4. 20. yüzyılın başına değin, Türk toplumu, sanayi toplumu olmak bir yana, tarım toplumu olma kimliğini bile kazanamamıştı5. Kapalı bir toplum yapısı, kendi kendine yeten bir tarım üretimi vardı. Kapalı ekonomiden kurtulmak için; kullanılabilecekten fazla ürün üretmek, pazara inmek, mal alıp-satmak gerekiyordu. Bu ise, kolay ve ucuz biçimde ulaşım yapılabilmesi ile mümkündü. Oysa Türk köylüsü, bunları yapabilecek alışkanlığa ve olanaklara kavuşabilmiş değildi. Türlü olanaksızlıklar içinde Türk köylüsü fazla ürün yetiştiremiyor; yetiştirse pazara indiremiyor; indirse, sattığı malın tutan, çekilen zorlukların karşılığı olamıyordu. Ürün kalitesiz, oran az, üretim araçları yetersiz; yol şebekesi ise zayıftı. Öküz ve karasabanla ekilen, köylünün kol gücüyle üretilen ürünü iskelelere ve büyük yerleşim merkezlerine taşımak için çekilen zorluk, düşünülebilenin de ötesindeydi. Taşıma pahalı, kent pazarlarında fiyat yüksekti. Yolların yetersizliği yüzünden, cumhuriyet idealinin savaşçıları için, onur kinci durumlar ortaya çıkıyordu. İstanbul, İzmir ve Karadeniz sahillerindeki kentlerin iaşesi için, Amerika, Romanya, Bulgaristan ve Sovyetler Birliği’nden un getiriliyordu; ama, örneğin, Harput, Malatya ve Konya gibi tahıl fazlası olan yerlerde, gereksinimi olan yerlere taşınamayan buğday, ‘heba’ olup gidiyor; toprak altında saklanmaya çalışılan buğday çürüyüp giderken, kıyı kentlerinde açlık çekiliyordu6. Kıyı kentlerinde de pek çok un fabrikası ve değirmen vardı; ama, yol yokluğu ve taşıma araçlarının yetersizliği ve ilkelliği yüzünden buralara buğday götürülemiyor, bu değirmenler ve fabrikalar işlemiyordu. Bu durum karşısında, Amerika’dan deniz yolu ile un getirilmekteydi7. İç Anadolu’yu diğer bölgelere bağlayan karayollarının büyük bölümü patika biçimindeydi. Demiryolları ise yetersiz; şimendiferler de düşük kapasiteli ve onanma muhtaç bir haldeydi. 1923 yılında, Konya Mebusu Hacı Bekir Efendi, kıyı kentlerindeki iaşe sorununun TBMM’nde görüşülmesi sırasında şunları söylemekteydi: “Bendeniz otuz senedir, buğday ticaretiyle iştigal eden bir adamım. İstanbul’a her sene külliyetli zahire ihraç edenlerdenim. Anadolu’da külliyetli zahire olduğu zaman, mahsûl meydana geldiği halde, hiçbir vakit İstanbul’a şimendiferle buğday nakledilip de İstanbul’un doyduğunu görmedim... Her vakit için Bulgarya, Romanya, Amerika unlarına, buğdaylarına İstanbul’un ihtiyacı vardır”8.

1923 yılında, kıyı kentlerinde buğdayın kıyyesi 14-15 kuruşken, Ankara’da 7-8 kuruştu9. Bu çelişkili durumun tek nedeni, yolların ve taşıma araçlarının yetersizliğiydi. Örneğin, Amerika’dan bir çuval unun gemiyle İstanbul’a getirilmesinin tutan, Çorum’dan ya da Merzifon’dan Samsun’a, ancak şose yollardan ve at arabalarıyla ya da kağnılarla taşınabilen bir çuval unun taşıma tutarından, neredeyse iki kat daha azdı10.

Bu durumda yapılması gereken şey, üretimi artırmak, dünya piyasalarında yer edinebilmek için yollar, limanlar, şimendiferler yapmaktı. Bunun bilincinde olan Atatürkçü kadro, o zamana değin görülmemiş bir ilgi ile soruna yaklaştı” ve 1924 yılında 16 milyon lira gibi o zamana göre oldukça yüksek bir ödeneği, Nafia Vekâleti’ne verdi12. Bu paranın 10 milyon lirası demiryolu yapımı, 3 milyon lirası da şimendifer alımı için kullanılacaktı; oysa, 1923 yılında Nafıa Vekâleti’nin bütçesinin tümü, yalnızca 2.110.000 liraydı13.

Gerçekten de demiryolları, yoksulluk zincirini kıracak en etkili yatırımlardı. Türkiye’de varolan kömür havzaları ve kurulacak çağdaş kömür işletmeleri ile, dışa bağımlı kalınmadan ulaşım sorununun çözümü düşünülmekteydi. Gerçi eski idareler de demiryollarına az-çok ilgi göstermişlerdi; ama, o zaman, mevcut demiryollarının yapımını ve işletmeciliğini yabancı sermaye üstlenmiş; yabancılar, demiryollarının kontrolünü, verilen türlü ayrıcalık ve garantilerle, neredeyse tümden ele geçirmişlerdi. Ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri batı ülkelerine, hammadde gereksinimleri için transfer edilmişti14. Ama, geçmişin acı deneyimlerinin sonuçlarını görmüş ve yaşamış olan Atatürkçülerin, Türk toplumunu bir dev ahtapotun kolları gibi saran yokluk ve gerilik zincirini kırmak için, her şeyden önce ve her yönden “ulusal” politikalar güttükleri ortadaydı. Bu ulusal politikalarda, yerli sermaye de üzerine düşen görevi yapmalı; üstelik, kimi büyük projelerde etkili olan çekimserlik ve cesaretsizlik unsuru kırılmalıydı. İşte, ulusal demiryolları yapmada ve yerli sermayede görülen bu gibi olumsuz unsurların kırılmasında ilk ve en etkili örnek, Samsun-Çarşamba Demiryolu’nun yapımı olmuştur. Üstelik bu demiryolu, bu özellikleri yanında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ölümsüz önder Atatürk’ün temelini atması ve söylediği kimi güzel değerlendirmelerle de onurlanmıştır.

Mustafa Kemal Paşa’nın, 19 Mayıs 1919 tarihinde ayak basarak, özgürlük ve bağımsızlık ateşini yaktığı kent olan Samsun, Karadeniz’in bütün kıyı çizgisinin, tarih boyunca sosyo-ekonomik, kültürel oluşum ve biçimlenişinde önemli bir rol oynamıştır. Coğrafî konumu gereği, İç Anadolu’ya ve Anadolu’nun diğer bölgelerine, deniz ulaşımı dışında, denize paralel uzanan dağlar nedeniyle sanki dağlardan örülmüş bir duvarın kıyıya sıkıştırıp bıraktığı Karadeniz kentlerini Samsun bağlıyordu. Orta ve Doğu Karadeniz kentlerinin bağlantısını kesen dağlar, ancak Samsun’dan geçit veriyordu. Bu nedenle bu kent; kara ve demiryolu taşımacılığı konusunda, uzun kıyı şeridinin ekonomik potansiyelini başka bölgelere aktaracak, değişmez bir miğfer gibiydi. Bundan dolayı, demiryolu ve karayolu yapımında çizilen projelerde, Karadeniz’e çıkmanın yolu, Samsun’dan geçiyordu. Bu durum gözönünde tutulduğundan, Samsun-Sivas demiryolunun yapımına başlanmış ve bu demiryolunun temeli 9 Kasım 1923’te atılmıştı. Cumhuriyet hükümetlerinin pek önem verdikleri bu yolun inşaatı hızla devam ediyordu. Ama, bir başka sorun da şuydu: Samsun-Sivas demiryolu, Samsun’u İç Anadolu’ya ve oradan da yurdun başka bölgelerine bağlayacaktı; ama, yol vermez dağların dibinde, kıyıya sıkışıp kalmış Karadeniz kent, kasaba ve köylerini, bu demiryoluyla hangi yol şebekesi birleştirebilecekti?

Karayollarının durumu, tek sözcük ile “perişandı”. Samsun’u Doğu Karadeniz’e bağlayacak şoseler vardı; ama, pek çok yerde bu şose yollar sık sık bozuluyor, zaman zaman çamur batağı ve çakıl yığını altında kalıyorlardı. Küçük yerleşim merkezlerine ise, ancak patika yollardan ulaşılabiliyordu. Samsun-Çarşamba arasındaki yol şoseydi. Başta Mert Irmağı olmak üzere, irili ufaklı pek çok nehir ve dere, yağmurlu günlerde taşıyor, yollar bozuluyordu. Çarşamba Ovası, tahıl ürünleri ve bahçe bitkileri yönünden, büyük bir potansiyele sahipti. Aynı şey Bafra Ovası için de geçerliydi. Samsun-Çarşamba ve Samsun-Bafra şose yollarının yapım ve onarımı için hükümetten para istenmiş; eldeki olanaklarla da, hiç zaman kaybedilmeden Samsun-Çarşamba karayolunun onarımına başlanmıştı15. Ama istenilen bu para alınamadı; çünkü Nafıa Vekâleti, yalnızca Samsun-Havza yolu için ödenek ayırmıştı. Böylece, sözkonusu yolların yenilenmesi, özel idare bütçelerinin “himmet” ve “gayretine” kalmıştı. Bu olanaklar zorlanarak, 1924 yılı için, Çarşamba, Terme, Bafra, Alaçam yollarının onarılmasında kullanılmak üzere, özel muhasebe bütçesine 123.000 lira konulmuş; bu paranın 33.000 lirası Çarşamba, 50.000 lirası Bafra, 20.000 lirası Terme ve 20.000 lirası da Alaçam yollarında kullanılmak üzere ayrılmıştı. Bu paranın 42.000 lirasını Maliye Vekâleti’nin ödemesi beklenirken, elde hazır bulunan 81.000 lira, Samsun Valisi Fahri Bey’in gayretleri sonucu 150.700 liraya çıkarılmış; bu koşullar altında, “hummalı” bir çalışma başlatılarak, Abdal Irmağı’ndan kayıklarla çekilen taşların kullanılmasıyla, Samsun-Çarşamba yolunun onarımına girişilmişti16.

Oysa, hem Çarşamba ve ötesinin, hem de Bafra ve ötesinin ekonomisini güçlendirebilmek için, bu çabalardan elde edilecek sonuç yeterli değildi. Sorunun çözümü ancak, Samsun-Sivas demiryolunun, bu havzalara uzatılabilmesi ile gerçekleşebilir gibiydi. Olabilecek en kısa zamanda yurdun önemli merkezlerine demiryolu şebekesini uzatmak, yaşamsal bir önem taşıyordu. Ulusal bir ekonomi, ulusal sermaye yaratma arzu ve özleminde olan Türkiye’nin, demiryolu yapımı gibi önemli bir mühendislik ve inşaat dalında yerli kaynaklarla, yani yerli sermayenin finanse etmesi ile bir örnek yapıt ortaya koyabilmesi ile gelecekte büyük işler yapabilme özlemini, gerçekleştirmeye dönük bir adım atabilmesi kolaylaşacaktı. İşte bu özlem ve istek, temeli 1924 yılında atılan Samsun-Çarşamba demiryolunun yapımı ile gerçekleşmiş oldu. Böylece, bu demiryolu, Türkiye’de ilk kez yerli sermayenin finanse etmesiyle gerçekleştirilen ulusal yapıt olma onurunu taşır ve bu yapıt, Türk sermayesinin ulusal davalardaki simgesi olmuştur.

1924 yılında, Samsun-Çarşamba-Bafra çizgisinde yapımı plânlanan demiryolunun inşaat imtiyazını, Samsun’un tanınmış sanayicilerinden olan Nemlizadeler kazandı. Alınan imtiyazın koşullarına göre, demiryolu hattı bir uçtan Samsun’dan Çarşamba ve Terme’ye ve bir uçtan da Bafra ve Alaçam’a kadar uzanacaktı. Hat genişliği standart ölçülere göre 75 santimdi. Samsun-Çarşamba kısmının inşası zorunlu olarak, imtiyazı alan şirketçe yapılacaktı. Diğer kısımlar için, mukavelename tarihinden sonraki üç sene için “hakk-ı Miyar” verilmiştin. Haber gazetesinin başyazarı Aziz Sami’nin de belirttiği gibi, Samsun böylece “mühim demiryolu ağının merkezi olmaya namzed” olmuştu18. Bu koşullar içinde, ön etüdler için, geniş bir mühendislik kadrosuyla çalışmalar başladı; ama, demiryolunun inşaat temeli, ancak 21 Eylül 1924 tarihinde, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal tarafından atılabildi.

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa, önceden belirlenen gezi plânı gereği, Doğu ve Orta Karadeniz kentlerini de kapsayacak bir geziye çıkmıştı. O, 31 Ağustos günü, n Eylül ig24’te Bursa’nın kurtuluşunun ikinci yıldönümü kutlama törenlerine katılmak için, Bursa’ya gelmiş; 11 Eylül 1924’te, Bursa’dan Mudanya’ya geçmişti. Mudanya’da Hamidiye kruvazörüne binerek, İstanbul üzerinden, Trabzon’a hareket etmişti. 15 Eylül 1924’te Trabzon’a gelen ve büyük bir törenle karşılanan Gazi, ilk kez geldiği bu kentte, 17 Eylül 1924 tarihine kadar kaldı19. Trabzon’da belediye meclisi üyelerini, yabancı konsolosları ve dernek üyelerini kabul eden Gazi, gezi gereği Rize’ye, oradan da Samsun’a geçmeyi düşünüyordu. Henüz Trabzon’dayken; ön etüdleri tamamlanarak fennî raporları Nafıa Vekaleti’nce onaylanan Samsun-Çarşamba demiryolunun yapım imtiyazını kazanan Nemlizade Mahdumları’ndan, Galib Bey’in şu telgrafını aldı:

16 Eylül 1340
Trabzon’da; Hamidiye Kruvazöründe Reisicumhur Gazi Paşa Hazretlerine:

İlk eser-i celil-i devletleri olarak imtiyazı tasdik ve şirketimizi tevzif buyurulan Samsun-Çarşamba-Bafra temdid-i şimendifer hattının güzergâh tayini ve haritalarının tanzimi gibi muamelât-ı evveliye hitam bularak evrak-ı fenniye Nafıa Vekâlet-i celilesince tasdik edilmiştir. Bu hafta içinde ameliyata başlanması takarrür ettiği bir sırada, zât-ı sâmî-i fehimanelerinin Karadeniz sahilini şerefbahş seyahatte olmalarını maal-mesârr istihbar ettiğimizden; müessisleri, heyet-i fenniyesi Türk olan şirketimizin şimdiye kadar harita üzerinde meydana getirdiği eserin, bundan böyle toprak üzerinde başlayacak ilk ameliyatının zât-ı sâmî-i devletleri tarafından lütfen ifa buyurulması istirhamını arza müsâde-i celilelerini rica eyleriz. Raikân buyurulacağından katiyyen emin olduğumuz lütf-ü celil-i devletleri tarih-i cumhuriyetimizin sahife-i iktisadiyâtında ilk defa imza buyurduğumuz imtiyaz müsadesinin taraf-ı devletlerinden fiilen başlanmış bir eserini yazdırıp Türk milletinin de hatıra-i şükranına hin eyleyecek ve Türk sermayedarına da taziyânen şevk-ü gayret olacaktır. Samimiyet-i nahiyemizden doğan istirhamatımızı lütfen kabul ile Samsun halkını tesrir ve istihzarat-ı lâzıme için teşrif-i devletlerinin zamanını emir buyurmanızı ihtiramat-ı mahsusamıza terdifen rica ve arzeyleriz, paşa hazretleri.

Nemlizade Mahdumları
Galib


Nemlizadelerden Galib Bey’in telgrafını alan Mustafa Kemal Paşa, O’na şu karşılığı verdi:

16 Eylül 340
Samsun’da; Nemlizade Mahdumları Galib Bey’e,

Samsun-Çarşamba-Bafra temdidi şimendifer hattının toprak üzerinde başlayacak olan ilk ameliyesinde bulunmak benim için fevkalâde mucib-i meserrettir. Ancak Samsun’a yevm-i muvasalatımızı henüz tesbit mümkün olmadığından inşaatın bu yüzden tehir edilmemesini de rica ederim.

Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal


Galib Bey’in gönderdiği telgraf metnine20, Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği bu karşılık21, O’nun ulusu ilgilendiren konularda ne derece titiz ve ne kadar heyecanlı olduğunun en güzel örneğidir. İnşaata başlama tarihinin gecikmemesini isteyen Atatürk, bu örnekte de görüldüğü gibi, ulusal ülküye yönelik projelerin gecikmesine asla dayanamayacak “millî his” sahibi bir insandı.

Gazi’nin bu isteğine uyulmuştur. Resmî temel atma töreni, O’nun geleceği güne ertelenmiş; ama, demiryolunun geçeceği güzergâhta, yapılabilecek işlere devam edilmiştir. Böylece, ulusal sermaye için bir haz, övgü ve cesaret sembolü olacak bu eserin inşaatını başlatma onuru, Atatürk’ün temel atmasıyla kazanılmıştır. Gazi ise, 20 Eylül gününe kadar Rize, Giresun ve Ordu’yu gezmiş; Samsun’a ise, 20 Eylül günü gelebilmiştir22.

O gün, Samsun ve Samsunlular, Haber gazetesinin yazdığına göre; “hatırası kalplerde ebediyen menkuş kalacak büyük, tarihî bir gün yaşadılar. Beş yıl evvel üzerinde zulüm ve esaret bulutları dalgalanırken, sessizce bağrında sıktığı aziz misafirini o günlerin yâd-ı hüznüyle tekrar karşılayan memleket; sevinç ve hasret duygularıyla sarsıldı”23. Atatürk’ün Samsun’a bu gelişi; 19 Mayıs 1919 tarihinden sonraki ilk gelişiydi. Gazi’yi taşıyan Hamidiye Kruvazörü, 20 Eylül 1924 günü, öğle üzeri saat bir buçukta Samsun limanına girdi. Sokak ve caddeleri birer mahşer kalabalığı gibi dolduran Samsunlular, sahile doğru, Gazi’yi bir an önce görmek için sabırları taşmış olarak akıyorlardı. Halkın, Tartib Heyeti’nin önceden hazırladığı karşılama programına uyduğu yoktu. Gazi, Tophane Iskelesi’nden Samsun kentine ayak basacaktı. Burada hazırlanmış, meşe ve defne yapraklarıyla süslenmiş bir büyük takın üzerindeki levhada, şu ibare yer almaktaydı: “Samsunlular; Kurtuluş Yolunda Parlayan Deha Yıldızı Minnet ve Şükran Çelen/eleriyle Hâleler”24.

Hamidiye Kruvazörü denizin durgun sularında süzülürken, Samsun valisi Fahri Bey ve fırka kumandanı Gazi’yi gemide karşılamak için iskeleden hareket ettiler. Hükümet erkânı, mebuslar ve mülkiye grupları, fen ve bilim heyetleri, tüccarlar, kent eşrafı, basın üyeleri, baro heyeti, idman ocakları üyeleri, yabancı kuruluş temsilcileri, esnaf kuruluşları; iskelede kurulan taktan itibaren, düzgün bir sıra oluşturmuşlardı. Gemiden atılan selam topları, karşılayanları daha da heyecanlandırıyordu. Gazi’nin Hamidiye Kruvazörü’nden inerek bindiği motor iskeleye yaklaşırken, bütün çevreyi derin bir sessizlik kaplamıştı. Gazi, 19 Mayıs 1919 tarihinden sonra ilk kez, Tophane İskelesi’nde, Samsun topraklarına ayak bastı. O’nun ayak bastığı noktada kurbanlar kesildi. Haber gazetesinin deyişiyle; “Halk gözlerine inanamıyor ve güya pek tatlı bir efsanenin titretici dakikalarını yaşıyordu”25.
Gazi taka yaklaşırken, kadın-erkek, çocuk-genç, yaşlılardan oluşan kitlelerin sahile doğru akını başladı. O, tak önünde, kendini karşılayanların ellerini teker teker sıktı. Gazi’nin yanında kendisine eşi Lâtife Hanım eşlik etmekteydi. Eşiyle birlikte merasim askerlerine yaklaştı ve kontrol etti. İstiklâl Ticaret Mektebi geçilene kadar halkın arasına karıştı. Halkın yarattığı izdihamın artması üzerine, zorunlu olarak arabalara binildi. Halk coşkun bir kalabalık içinde, Gazi’yi izliyordu. Saathane Meydanı’ndan halkı selamlayarak geçen Gazi, Küçüksokak üzerinden belediye meydanına girdi. Meydan okul öğrencileri, askerler ve halkla hınca-hınç dolmuştu. Belediye binasının yakınına kurulmuş bir takın üzerinde şunlar yazıyordu: “Ey zafer Nuru, Büyük Gazi - Bugün Bastığın Her Yer; Beş Yıl Evvel Bize Bahşettiğin İlham İle Titrer”26.

Belediye Heyeti, Öğretmenler Heyeti ve diğer gruplar, arabadan inen Gazi’yi selâmlarken; kız mektebi öğrencilerinden iki kız öğrenci heyecan dolu, kısa bir konuşma yaptılar ve Gazi ile Lâtife Hanım’a birer buket verdiler. Belediye binası içinde, mermer merdiven üzerinde kordon teşkil eden kız mektebi öğrencileri, teker teker Gazi’yi ve eşini selamladılar. Gazi, başkanlık odasında kısa süre dinlendi. Arkasından, Vali Fahri Bey tarafından kendisine takdim edilen heyetleri karşıladı. Bu arada, belediye binası önünde yığılan Samsun halkının yoğun tezahüratı binanın içini bile çınlatıyordu. Bunun üzerine Gazi binanın balkonuna çıktı ve halkı selâmladı27. Saat üçbuçukta, alkış tufanları içerisinde arabasına binen Gazi, eşiyle birlikte, kendisi için ayrılan ve hazırlanan Şahinzade Remzi Bey’in konağına hareket etti28.

Akşamleyin fener alayları kent içinde geçit yaptılar. Gazi Samsun Belediyesi’nin onuruna verdiği akşam yemeğine katıldı. Yemeğin sonuna doğru, Belediye Başkanı İbrahim Veysi bir konuşma yaptı. İbrahim Veysi Bey’in konuşmasına teşekkür ederek yanıt veren Gazi, yurt idaresinde yükümlülük taşıyan heyetin ülkü ve amaç itibarıyla bütün ulusa yayılan unvanının, Halk Fırkası olan “Cumhuriyet Fırkası” olduğunu ve ülkeyi “selâmet ve saadet sahasına” götürecek tek ve belirli yol durumunda bulunduğunu belirtti. Bunun üzerine Belediye Başkanı ayağa kalkarak, Atatürk’ün ardında duran bir koltuğu gösterdi ve: “Bu koltuk Reisicumhur hazretlerinin Samsun’a ilk geldikleri zaman Belediye dairesinde oturdukları koltuktur. Teberriiken buraya getirilmiştir” dedi. Bu güzel anımsatmadan son derece duygulanan Gazi, anılarının tazelendiğinden söz ederek, şu cümleleri de içeren bir konuşma yaptı: “Bu kıymetli memleket, bu temiz şuurlu fedakâr halk; Zaman zaman lâyık olduğu derecede temsil edilememiş bulunmakla beraber; ben Samsun’u ve Samsunluları ilk gördüğüm ve bugün tekrar gördüğüm gibi tasavvur etmekte asla tereddüt etmedim “29.

Gazi, Samsun’daki ikinci gününde, yani 21 Eylül 1924’te, Türkiye’nin ilk kez yerli sermaye ile inşaa ettiği Samsun-Çarşamba Demiryolu’nun temel atma törenine katıldı. Bir gün öncesinden tören alanında zarif bir tak hazırlanmış, aralıklı biçimde gölgelikler yapılmıştı. Bütün çevre temizlenmiş defne yaprakları ve bayraklarla süslenmişti30. Tören alanına devlet erkânıyla gelen Gazi yerini aldıktan sonra, törene geçildi. Demiryolu hattının imtiyaz sahibi olan Nemlizade Galib Bey kürsüye gelerek bir konuşma yaptı. O’nun konuşması şöyleydi:

“Reisicumhur Hazretleri!

Tarihimizde yeni bir devir açan büyük gazanızın simdi yeni bir semeresini görmekle mübâhi bulunuyoruz- Dehanızla bekasını temin eden vatanımızın bir cüz’inde mühim bir teşebbüsün vaz’ı esasına muvaffakiyetle bahtiyarlığımıza kani oluyoruz. Bahusus bu mübâhat, bu bahtiyarlık huzur-u devletinizle ayn bir mümtaziyet ihraz ediyor. Daha doğrusu sâî ve gayretiniz; iktisadî fikirleriniz, feyizli müzaharetinizle tevhid ediyor. Teşebbüsümüz, şimdilik küçük bir mukaddime; fakat esasında mevcut manevi kıymetler, ona geniş bir ufk-u inkişâf bahşediyor. Şimdi siz, lütfen vaz’ı esasını icra buyuracağınız Samsun-Çarşamba Demiryolu yalnız bir teşebbüs-ü nafi değil, memleketimizde ebedi Türk hakimiyetinin nişanesi, Türk iktisadiyatının tamamen millî bir eseri, Türk erbâb-ı fenninin, ecnebi muavenet-i ilmiyesinden müstağni bir numune-i irfanıdır.

Eğer siz; vatan müncisi olmasaydınız, biz Nemlizade mahdumları da bu yolun müteşebbisi olamazdık. Eğer tesis buyurduğunuz cumhuriyet hükümetimizin müzahereti olmasa idi, gayretimiz, emellerimiz böyle yakın bir zamanda tahakkuk etmez, bugünkü merasime muvaffakiyet hasıl olmazdı. Nihayet Reisicumhur Hazretleri, halkta, halkın efkârında bir emniyet ve rabıta husule gelmeseydi, vilâyetin her tarafından memleketimizin hemen her noktasından teşebbüsümüzde mazhar-ı teşvik ve iştirak olmazdı.

Riyaset-i cumhur-u millete intihabınızdan sonra, ilk defa imtiyaznamesini imza buyurduğunuz bu yolun taliin, pek şerefli ve kıymetli mazhariyetiyle ilk kısmının vaz ‘ı esası da yine siz ey gazi-i mükerrem; zât-ı fehametsematınıza tasyib ve müyesser olmuştur. Biz bununla ebediyyen iftihar edeceğimizi arzeder ve vaz’ı esasa mütedair irade-i devletinize intizar eyleriz “31.

Galib Bey’in bu konuşmasından sonra Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa yaptığı konuşmasında şunları söyledi:

“Efendiler,

Vatandaşlarımızın millî bir sermaye ile memlekette demiryolu inşa etmek teşebbüsü, izaha muhtaç olmayan birçok nokta-i nazarlardan fevkalâde mühimdir. Böyle millî teşebbüslerin Hükümet-i Cumhuriyemiz ve riyaset tarafından ne kadar büyük memnuniyet ve mefharetle karşılanmakta olduğu suhuletle tahmin edilebilir. Demiryolu yapmakta ilk millî teşebbüsün tatbikatına başlandığını bizzat görmek fırsatı cidden benim için mutlu bir tesadüftür. Memleketimizin asırlardan beri yolsuz bırakıldığı ve bir demiryoluna olan ihtiyacın şiddeti düşünülürse, bu hususta müteşebbis olanları ne kadar takdir etmek ve onlara ne derece müzahir olmak lâzım geleceği pek güzel anlaşılır. Nemlioğullarını bu teşebbüs ve muvaffakiyetlerinden dolayı hararetle tebrik ederim.

Efendiler, memleketin her tarafında olduğu gibi bu defa ziyaret ettiğim vilâyetlerimizde de, en büyük sıkıntının yolsuzluk olduğu bütün efrad-ı millet tarafından acı bir surette tekrar olundu. Bu teellüme iştirak tabiidir. En derin teessürle alâkadarlardan sordum ki vilâyetin yolu kâfidir, denebilmek için kaç kilometre yol inşasına lüzum vardır. İfade olunan rakamlar ikiyüz, üçyüz, dörtyüz kilometre idi. Bu rakamları gördüğüm vilâyetler için beşyüz hatta yediyüz kilometreye kadar iblağ ettikten sonra düşündüm; dün liva olan bugünkü vilâyetlerimizde yediyüz senede yediyüz kilometre yol yapılamaz mıydı? Daha basit ifade edeyim; senede bir kilometrelik yol yapılamaz mıydı? Bu hesabı bütün milletin yapması ve bunun esbabı üzerinde her gün daha derin düşünmesi lâzımdır. Bu hesap ve mülâhaza bugünkü idare adamları hakkında insaflı bulunmaya da medar olur. Efendiler, bu münasebetle şunu da beyan edeyim ki, memleket idaresinde, bilâperva, zata müteallik müşevveş mütalealarla ne yapılmak arzu ettiğini bilmeyenlere, halkın akl-ı selimine müracaatı tavsiye etmelidir. Halk, köylüler bana her yerde iş programını şu iki kelime ile ihtar ettiler: Yol, mektep. Hatta yoldan bahsederlerken yol köylünün kanadıdır, demeleriyle her şeyden evvel ona ehemmiyet verdikleri anlaşılıyor. Filhakika bütün iktisadiyat birinci kelimede ve her şey ikinci kelimede mündemiçtir. Efendiler, merkezi Anadolu’nun iskelesi olan Samsun’u Sivas’a rabtedecek olan demiryoluna başlanırken, Nemlioğulları’nın hakiki programa fiilen tevessülleri ne kıymetli bir misal olmuştur. Samsun-Çarşamba Demiryolu’nun ne kadar feyiz ve refah yolu olacağını düşünerek iftihar edebilirler”32.

Gazi bu konuşmasını bitirince, temel atma törenine geçildi. Önceden hazırlanan gümüş kazma ve kürekle temele ilk harcı Mustafa Kemal Paşa, ondan sonra da Vali Fahri Bey koydu. Demiryolu boyunca kesilen kurbanlarla törene son verilirken; Gazi, “maiyet-i erkânıyla” hükümet dairesine geçti33.

Böylece, Türkiye’de ulusal sermaye ile ilk kez yapımına başlanan demiryolunun temeli, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın eliyle atılmış oluyordu. Yeni iktisat devletinin onur kaynağı olan bu girişim, Türk girişimciler için de bir cesaret örneği olmuştur.

Gazi Mustafa Kemal Paşa ise, üç gün daha Samsun’da kalmıştır. Temel atma töreninin yapıldığı alandan, memurlara iltifat ederek ayrılan Gazi, Fırka Kumandanlığını, Askerî Hastane’yi, Ayyıldız Spor Klübü’nü ve beş yıl önce, yani 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında karargâhını kurarak ikamet ettiği Mıntıka Palas’ı gezdi34. Mıntıka Palas’ın sahipleri, Gazi için güzel anılarla dolu bu binayı O’na armağan ettiler35. Gazi, bu güzel armağandan pek çok etkilenmiştir. Bu bina, daha sonraları Gazi’nin Samsun’a çıktığı zaman kullandığı eşyaları sergileyen bir müze haline getirilmiştir.

İkamet ettiği Remzi Bey’in konağına geçen Gazi, sevgi dolu tezahüratla ve milli marşlar söyleyerek geçen küçük bir gruptan etkilenmiş ve bu grubu pencereye çıkarak selâmlamıştır. Daha sonra da, otomobille, İstiklâl Tiyatro Binası’na gitmiştir. Bu bina, Ayyıldız Spor Klübü tarafından, oldukça göz alıcı biçimde döşenmişti. Bu sırada Samsun’da pek alışılmamış bir görüntü de bu binada gerçekleşmiş, Haber’in deyimiyle; Türk Tiyatro Salonu’nda, Türk hanımları da “arz-ı vücûd” etmişlerdi36.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Samsun’daki üçüncü gününde, gününün bir kısmını, kendisini kaldığı evde ziyaret edenlerle geçirdi. Lâtife Hanım da, gruplar halinde gelen Samsunlu kadınlarla ilgilendi. Akşam ise, İstiklâl Ticaret Mektebi’nin daveti üzerine, okul salonunda öğretmenler tarafından verilen çay ziyafetine katıldı. Mustafa Kemal Paşa, bu toplantıda Atatürkçü düşünce sisteminin; diğer bir deyişle Atatürkçü İdeoloji’nin bilimsel yönünün açıklanmasında kullanılan ünlü cümlesinin de yer aldığı önemli bir konuşma yaptı: “Muhterem hanım, muhterem beyefendiler. Bu çay ziyafetini tertib edenlere suret-i mahsusada teşekkür ederim. Bu vesile beni Samsun’un çok münevver bir muhitinde bulundurmuş oldu. Bu vesile beni dimağları ilim ve fen ile müzeyyen olan kıymetli insanlardan mürekkeb bir heyetin huzurunda pek mesut etti.. Dünyada hersey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir, ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir...”37.

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa, ertesi gün (23 Eylül 1924), Samsun’a iskân olunan Drama ve Kavala göçmenlerinin ziyaretlerini kabul ederek, onların durumları hakkında bilgi aldı, gereksinimlerini öğrendi ve arzularını dinledi. Eşi Lâtife Hanım da, Samsunlu hanımlara karşılık ziyaretinde bulundu38. Gazi ise, ayrıca belediyede ilgili kişilerle bir toplantı yaparak, şehrin sorunları, gereksinimleri hakkında bilgi aldı. Geri kalan zamanını ise, Samsun Kütüphanesi’nden getirttiği tarih kitaplarını okumakla geçirdi39. Aynı gün, Samsunda kaldığı süre içinde ‘ikamet’ ettiği Şahinzade Remzi Bey’in evinde, aile albümüne anı olarak şu cümleleri yazdı: “Samsun’da kaldığım günler zarfında misafir olduğumuz Şahinzade Remzi Bey’in hanesinde sahib-i hâne tarafından gördüğümüz misafirperverliği ve nezaketi suret-i mahsusada kaydederim”40.

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da kaldığı dört günün sonunda; 24 Eylül 1924 tarihinde, çarşamba günü, sabah saat 9’da, Erzurum’a gitmek için Samsun’dan ayrıldı41. Haber gazetesi, Gazi’yi uğurlayan yazısının bir yerinde şunları söylüyordu: “Mücahede-i istihlâsa başladığınız Samsunumuz, sizi kucağında taşıyarak, mahsud ve mesud olduğu dört günde, bizim istikbal yolumuzu dehânızın nurlarıyla tenvir ve irahe buyurdunuz. Vecd ve heyecan içinde, kalbimize hîn ettiğiniz ulvî hitablarınız, ahenin düsturlarınız teati ve telâkki yolunda rehberimiz olacaktır”42.

Bu dört gün içinde, kentin sosyo-ekonomik, kültürel pek çok sorunlarıyla ilgilenen büyük önder; Türkiye’nin ilk kez ulusal sermaye ile yapılmış olan Samsun-Çarşamba Demiryolu’nun temelini 21 Eylül 1924 tarihinde atmıştır. Ülkenin o gün için, içinde bulunduğu köklü sorunlar ortasında, yola duyulan gereksinim; pek çok sorunun çözümünde anahtar rolü oynuyordu. Uzunluğu 45 km. olan Samsun-Çarşamba Demiryolu 1925 yılının sonunda büyük ölçüde tamamlanmış; ne var ki, 1950’li yıllardan sonra karayollarına ağırlık veren ulaşım politikalarının ilgisizliği yüzünden, gittikçe eski işlevini yitirmiş; sonuçta, 1980’li yıllarda bu demiryoluna yeniden el atılmış ve yol yenilenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik alanlardaki kalkınma hamlelerinde, demiryollarının olumlu işlevinin ne olduğu bilinmektedir. Bu yönden de, Samsun-Çarşamba Demiryolu’nun olumlu katkıları, küçümsenebilir gibi değildir. Yukarıda da değinildiği gibi, ekonomik yönden, ‘ulusal diriliş in sembolü olacak ve başka pek çok ve daha büyük yapıtın ortaya konulabilmesi için de, Türk girişimciler açısından, ‘kendine güven’ duygusunun berkitilmesinde büyük rol oynayacak olan bu yapıt; temeline ilk harcın, 20. yüzyılın başında, Türkler’i yok olmanın eşiğinden kurtarmış olan Mustafa Kemal Atatürk’ün elinden konulması onuruna erişmiştir.

KAYNAK:
1 Atatürk’ün, TBMM’nin V. dönem, III. toplanma yılını açış konuşmasından; bk: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.I, Ankara, 1961, s.416.
2 Cumhuriyet döneminde limanların, demiryollarının ve karayollarının birlikte ele alınarak, yurdun en ücra köşelerini büyük kentlere ve limanlara bağlanması gereğine değinen plânlama için bk: Umur-u Nafıa Programı, İstanbul, 1923; yine bk: Ziya Gürel, Kurtuluş Savaşı’nda Demiryolculuk, TTK yay., Ankara, 1989.
3 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.II, Ankara, 1981,5.193.
4 a.g.e., s.121.
5 Başlıca şu eserlere bk: Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin iktisadi Tarihi (1923-1950), Yurt Yayınlan: 4, Ankara, 1982; Çağlar Keyder, Dünya Ekonomisi İçinde Türkiye (1923-1929), Yurt Yayınlan: 3, Ankara, 1982; yine bk: Tevfık Çavdar, Milli Mücadele Başlarken Sayılarla Vaziyet ve Manzarai Umumiye, İstanbul, 1971.
6 Aziz Sami, “Yollarımız”, Haber, (Samsun’da çıkan haftalık gazete), 14 Şubat 1924.
7 Türk deniz ticaret filosunun kuruluşu, Osmanlı Devleti, Türk Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında nicelik ve nitelik yönlerden karşılaştırmalı durumu için bk: “Türk Ticaret-i Bahriyesi”, Ayın Tarihi, II/6, ss.617-622.
8 TBMM Zabıt Ceridesi, I, 3, C. XXVI, Ankara, 1960, s.242.
9 a.g.e., s.243.
10 Haber, aynı sayı;
“ Üretilen çözüm yollarının genel niteliğinin, her yönden ulusal çıkarlara uygunluğu ve ulusal ekonomi ilkesiyle paralellik taşıdığı dikkat çeker.
12 TBMM Zabıt Ceridesi, II, I, C. VI, Ankara, 1968, s. 169.
13 a.g.e., s.169; 1924 yılı bütçesinin genel harcama kalemi 128 milyon 900 bin lira; gelir kalemi ise, 120 milyon 400 bin liraydı; bk; a.g.e., s.166; bu rakamlara göre, 1924 yılında Nafia Vekâleti’ne verilen 16 milyon liranın ne derece büyük bir oran olduğu ortadadır.
14 Konu ile ilgili olarak başlıca şu eserlere bk: Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye-ye Girift, 3. baskı, Ankara, 1982; İlber Ortaylı, II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Ankara, 1981; Lothar Rathman, Berün-Bağdat: Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi, (Haz: R. Zarakolu), 2. baskı, İstanbul, 1982; yine bk: Unsal Yavuz, “Askeri Strateji Açısından Türkiye’deki Demiryolları (1856-1923)”, Birinci Askeri Tarih Semineri, Bildiriler: II, Ankara, 1983, ss.179-187.
15 Haber, 13 Mart 1924.
16 Aziz Sami, “Yolların İnşaatı”, Haber, 3 Nisan 1924.
17 Haber, 27 Mart 1924.
18 Aziz Sami, aynı makale.
19 Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ‘nin Sonbahar Seyahatleri (1924), Ankara, 1925, ss.66-81; yine bk: Utkan Kocatürk, -Doğumundan Ölümüne Kadar- Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, tş Bankası yay., t.y., ss.248-249; ayrıca bk: aynı yazar, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, TTK yay., Ankara, 1983, s.417; Mehmet Önder, Atatürk’ün Yurt Gezileri, İş Bankası yay., Ankara, 1975, s.296.
20 Haber, 18 Eylül 1924.
21 Haber, aynı sayı.
22 Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, s.250; aynı yazar, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s.418.
23 Haber, 24 Eylül 1924.
24 Haber, aynı sayı.
25 Haber, aynı sayı.
26 Haber, aynı sayı.
27 Haber, aynı sayı; yine bk: Mehmet önder, a.g.e., s.303.
28 Haber, aynı sayı.
29 Konuşmanın tamamı için bk. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.II, Ankara, 1981, ss. 190-192.
30 Haber, aynı sayı.
31 Haber, aynı sayı.
32 Haber, aynı sayı; tam metin için yine bk. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.II, s.193-194.
33 Haber, aynı sayı; kısmen bk. Mehmet Önder, a.g.e., s.303.
34 Haber, aynı sayı.
35 Mehmet Önder, a.g.e., s.303.
36 Haber, aynı sayı.
37 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 194-199.
38 Haber, aynı sayı.
39 Mehmet önder, a.g.e., s.304.
40 Cemal Kutay, Bilinmeyen Tarihimiz, İstanbul, 1974, s.400; Mehmet Önder, a.g.e., s.304.
41 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, s.420.
42 Gazi’yi uğurlama programı ve Samsun Belediyesi’nin Gazi’ye gösterilen sıcak ilgiden dolayı Samsun halkına teşekkürü: Haber, aynı sayı. 
  ----------------------