31 Mayıs 2007 Perşembe

Bir Resim ve Fotoğraf Sergisinin Ardından








İlimizde bir İlköğretim Okulunun Öğretmen ve öğrencileri bir araya gelmiş bir Resim ve Fotoğrafçılık Kulübü kurmuşlar. Çalışmışlar çalışmışlar ve ortaya çıkardıkları ürünleri sergilemek için bir Resim ve Fotoğraf Sergisi düzenlemişler. Bize de gidip, seyredip bir güzel gözümüze ve gönlümüze bayram ettirmek düşmüş.


Yer Samsun Büyükşehir Belediyesi Kültür Merkezi. Tarih 28 Mayıs 2007 Pazartesi. Gülsüm Sami Kefeli İlköğretim Okulu Öğretmenlerinden Mertkan SEÇGİN ve Yaşar Ali DURSUN  ve öğrencileri tarafından yürütülen çalışmalar iki gün süreyle resim ve fotoğraf meraklısı ziyaretçilerin görüşlerine sunuldu. Bir birinden güzel eserler arasında en iyisini seçmekte  bayağı zorlandık. Bir İlköğretim Okulunun böyle bir çalışmaya imza atmış alması doğrusu Samsunlu olarak yüreğimizi kabartmıştır. Emeği geçen herkesi kutluyoruz.

Sergiden Bir Portre; Hasan ÇÜTCÜ



Bir Annenin...


Bir Öğretmenin ve Okul Müdürünün...

      
...Haklı Gururu,
Samsunumuzun Genç Yeteneklerinden Hasan ÇÜTCÜ ve iki Eseri.
Gülsüm Sami Kefeli İlköğretim Okulu 7/A Sınıfı Öğrencisi
Hasan ÇÜTCÜ 'yü
Blogcu.com ailesi olarak tebrik ediyoruz. Elbette bu başarıya imza atarken arkasında ona destek olanları da unutmuyoruz.

Sergi Notları...




Gülsüm - Sami Kefeli  İlköğretim Okulu, Resim ve  Fotoğrafçılık Kulübü, Resim ve Fotoğraf Sergisinin Resmi Kameramanı 6.Sınıf Öğrencisi S. Muratcan KOŞAR ve arkasında öğretmeni Sayın Merkan SEÇGİN. (Sanki Öğrencisinin bu başarısını hep yanında adım adım izliyor!)



Son Notumuz; genç kameramanımızın diğer Kameraman ağabeyleriyle yer yer tatlı rekabeti ve zaman zaman da ağabeylerinin ona uzanan yardım elleri. Samsun'daki basınımızın birlik ve dayanışmasına güzel bir örnek olan bu  gurur tablosu için  yardımsever basın mensubu Kameraman kardeşimizin  şahsında tüm basın camiamızı da kutluyoruz.
31 May 2007

www.blogcu.com./samsun01

30 Mayıs 2007 Çarşamba

Yıldıray ÇINAR Son Yolculuğuna Uğurlandı.



 Türkiyede Sanatcıların Kaderi; 
Bir avuç seveniyle gitmek...

Ağaçlar Ayakta Ölür.






Samsunumuzun ve ülkemizin yetiştirdiği büyük ses sanatçısı, ismiyle müsemma bir insan, Yıldıray ÇINAR usta gerçekten bir çınar gibi ayakta. Yüreklerimize serpilen su serinliği veren sesi hep kulaklarımızda var olacak ve o koca bir çınar gibi hep ayakta kalacak.

29 Mayıs 2007 Salı

Yıldıray ÇINAR Bizi "Allah'a Emanet Etti" Gitti.



11 Nisan 2007 günü sevenlerine
"Allah'a Emanet Olun" Mesajı Göndermşti.
Nur İçinde Yat Hocam. Bu Millet Size Minnettardır.


Türk Halk Müziği (THM) sanatçısı Yıldıray Çınar, 1,5 aydır tedavi gördüğü OMU Tıp Fakültesi hastanesinde 29 Mayıs 2007 tarihinde sabaha karşı vefat etti.

Bugüne kadar 50 dolayında filmde başrol oynayan, 12 altın plak ödülü bulunan 1960-1980'li yılların ünlü sanatçısı Çınar, 1940 yılında Samsun'da doğdu.

Uzun yıllar TRT'de Türk Halk Müziği sanatçısı olarak görev yapan sanatçının seslendirdiği eserler arasında ''Çarşambayı Sel Aldı'', ''Sarmaşık Bülbülleri'', ''Aman dünya ne dar imiş'', ''Arzu ederdiniz bir yol görmeye'', ''Şen ola düğün'' gibi parçalar bulunuyor.




Karnı Büyük Koca Dünya

Karnı büyük koca dünya
Keder dolu acı dünya
Ne gül koydun ne de gonca
Yedin yine doymadın mı

Dünya dünya yalan dünya
Beni benden alan dünya
Haksızlara kalan dünya
Zalımlara kalan dünya

Seni okuyup yazanı
Yunus gibi bir ozanı
Koskocaman Pir Sultan'ı
Yedin yine doymadın mı

Dünya dünya yalan dünya
Beni benden alan dünya
Haksızlara kalan dünya
Zalımlara kalan dünya

Fani kurmuşsun temeli
Bilmem sana ne demeli
Koca Mustafa Kemal'i
Yedin yine doymadın mı

Dünya dünya yalan dünya
Beni benden alan dünya
Haksızlara kalan dünya
Zalımlara kalan dünya

Tatlıdır içilir suyu
Kimseye benzemez huyu
Nice Muhlis Akarsu'yu
Yedin yine doymadın mı

Dünya dünya yalan dünya
Beni benden alan dünya
Haksızlara kalan dünya
Zalımlara kalan dünya

/Muhlis Akarsu -Kangal

26 Mayıs 2007 Cumartesi

Muhteşem Bir Gece






Samsun Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı Konservatuarı, Türk Sanat Müziği Korosu Atatürk Kültür Merkezinde müzikseverlere müzik ziyafeti sundu.13 Kasım 1981 Tarih ve 17543 Sayılı resmi gazete’ de yayınlanan şekli ile resmiyetine kavuşan Samsun Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı Konservatuarı, Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği, Türk Halk Oyunları, Tiyatro, Resim, Latin Dansları, Klasik Batı Müziği, Hafif Batı Müziği, Türk Tasavvuf Müziği, Popüler Müzik, Capoeira, Eğitsel Kurslar ve Enstrümantal kurslarla hizmet vermektedir.


/Çetin KOŞAR
25 Mayıs 2007 Cuma saat 20.00 de başlayan, şef Erdal ŞAHİN yönetimindeki Samsun Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı Konservatuarı, Türk Sanat Müziği Korosunun verdiği Konser, izleyicilere yer yer neşeli zaman zaman hüzünlü nağmelerin eşliğinde muhteşem bir gece yaşattı.

Ben şahsen bu akşam, amatör bir koro ve sık sık detone olacak solistler beklerken, AKM sahnesinde buraya yakışır vaziyette, değme korolara ve nice ünlü sanatçılara taş çıkartacak nitelikte muhteşem bir kadro ile karşılaştım. Sazlar usta, koro rahat ve uyumlu, solistler sakin ve huzurlu; Sanki hepsi de yılların sanatçıları.

Repertuvara alınan eserler ise ayrı bir güzellikte; hemen hemen her sese yer verilmiş. Eserlerin zorluk derecelerine bakmak kimin umurunda. Kemani Tatyos Efendinin  sofyan usülü suzinak mini fasıl peşreviyle başlayıp aksak, ağır aksak, düyek, Curcuna, Semai, Devri Hindi, Oynak, Sufyan ve Nim Sofyan usullerinde ve Hicarkar, Nihavend, Uşşak, Segâh ve Hüzzam makamında eserlerin icrasında gösterdikleri başarı için emeği geçen herkesi tebrik etmek gerekir. O kadar etkileyici bir ortam ve tesir gücü yüksek bir yetenekler ordusuyla karşılaştık ki, benim bildiğim, şarkı söylenir biter alkışlar ardından başlardı. Bu akşam burada böyle olmadı. Bırak şarkının bitmesini daha şarkının girişindeki ilk mısralarda alkışa gark olanlar yılların ünlü sanatçıları değil Samsunumuzun yetenekli gençleriydi.

"Yetenekli gençler" sözüyle, yeteneklerine göre test edilip seçilmiş, bu iş için özel eğitime tabi tutulmuş, işi gücü bu sanat ile uğraşmak olan bir birimin üyelerini değil, aynı zamanda bir işte çalışan, mesai saatlerinin dışında kendilerine ve ailelerine ayıracakları zamandan kısıp buralarda bu sanatı öğrenmek, onu ayakta tutmak, yaşatmak uğruna ağır yük altına girenleri kastediyorum. Örneğin koristlerden Sezgin AKYÜZ bu değindiğim hususlara bariz bir örnektir. Haftanın 6 günü tam gün birlikte mesai yapıyoruz. Hangi zaman aralığında fırsat bulup ta bu noktaya geldiğine şaşmadım doğrusu. Çünkü biliyorum ki, Samsunlu gençler fedakardır, yeteneklidir. Beceriklidir. Sorumluk duygusuna sahiptirler. Gelecek vaaderler. Buradan hepsini ayrı ayrı tebrik ediyorum. Sağolsunlar.





Kulağımdan Gitmiyor Ninni Sesin
"Annem" şarkısı Türkiye’de Anneler Günü nedeniyle bestelenen ilk eserdir. Başta Zeki Müren olmak üzere nice ünlü sanatçılara radyo ve gazinolarda eşlik eden, Bestekâr Tamburi Özcan Korkut ’un bu hicazkar şarkısı, tam 26 yıldır çalınmaya ve söylenmeye devam ediyor. İşte gönül telimizi titreten, özellikle benim ruhumun derinliklerine adeta dip dalgası tesiri yapan bu şarkı, solist Arzu SEZER hanımefendinin o ifade edilemez, tek kelimeyle muhteşem sesi ve kendine has nağmesiyle bu akşam bir defa daha bizleri mest etti. Şarkının orta yerinde ayakta alkışlanmayı doğrusu hak etmişti ki onun için izleyiciler de bunu yaptılar. Şarkının güftesi;

Kulağımdan gitmiyor ninni sesin
İçimdesin içimde derindesin
Gördüğüm her şeyde sevdiğimdesin
Anlatılmaz öyle güzel bir şeysin

Gözümün nuru annem
Ömrümün nuru annem
Şu kalbimin ateşi annem
Ayırmasın seni Allah benden

Sana versem ömrümü yetmez bile
Senin için çekilir çile bile
Yok eşin emsalin dünyada bile
Anlatılmaz öyle güzel bir şeysin

Gözümün nuru annem
Ömrümün nuru annem
Şu kalbimin ateşi annem
Ayırmasın seni Allah benden
/Özcan Korkut




İKİ ANI
Samsunlular ele aldıkları her işi yüzlerinin akıyla bitirip başarırlar. Bu hususta iki anıyı aktarma gereği duydum. Birinci anımız Samsunlu bir üstad’tan, Üstad İsmet Nedim SAATÇİ’den.

Konservatuar notalarında yanlış var!...
“Türkiye’mizde Türk Sanat Müziği bugün çok sevilmekte ve tutulmaktadır. Ben çok küçük yaşlarda iken, yurdumuzda hiçbir şehirde (İstanbul hariç) musiki cemiyeti ve dernekleri yoktu. Gayet iyi hatırlıyorum. “Ah” derlerdi, “Bir İstanbul’a gidebilsem, oradaki üstadlardan ders alsam.” Çünkü o zaman yalnız İstanbul’da vardı bu dernekler. Büyük müzik otoriteleri yalnız İstanbul’da idiler.

Bizler, kulaktan müzik öğrenirdik. Fakat o büyük hocalara erişmek bir hayaldi bizler için.Nihayet bir gün, Samsun’da musiki derneğinin kurulmuş olduğunu haber aldık. Büyüklerimiz musiki derneği kurmuşlardı. Bir gün toplanıp gittik, keman, ud, kanun, ney gibi musiki aletleri çalınıyor, koro şarkılar okuyordu. Aklımızda kaldığı kadar, Taner diye bir müzisyen, Kemal Sezen diye bir zât girişimde bulunmuş, İstanbul’u bizlerin ayağına getirmişlerdi.

Ben, Nejat, Kemal, Ahmet (Dım Dım) şaşırdık. Üstadların önünde hep nota vardı ve eserleri nota ile geçiyorlardı. Allah’ım, bu ne imkândı, nota, makam, usûl, ilmî bir çalışma. İşte o zaman bir hiç olduğumuzu anladık. Rica minnet bizler de cemiyete girdik. İlk feyiz aldığım yer burası olmuştur.

Sevgili okuyucular, size bir şey söylemek isterim. Ben, konservatuvardan ve TRT’den yetiştim. En büyük hocalardan bu sanatın inceliklerini öğrendim, size bir sır vereyim ama kimse duymasın; Konservatuar notalarında yanlış var, radyonunkinde var, fakat Samsun Musiki Cemiyetinin notalarında hatâ yok. Kendilerini tebrik ederim.
(Kaynak: Tercüman Gazetesi, Berlin İlavesi, 24 Ekim 1986 )


İkinci Anımız da  üstad Saadettin Kaynak’ın bir hatırlatması:
Büyük üstadlardan daha ruhlu okudular
“Geçenlerde Samsun’a uğradım. Musiki dernekleri bana bir müzik ziyafeti vereceklerini söylediler. Güldüm. Kendilerine itimatlarını takdir etmiştim. Fakat şunu gördüm ve işittim. O gece eserlerimi en büyük üstadlardan daha ruhlu okudular.”
(Konuşma: Koşuyolu-İstanbul, 12 Mayıs 1956, İsmet Nedim-Saadettin Kaynak)

Bu konuda detaylı bilgi için bakınız; http://samsun03.blogcu.com/2524055/



Koristlerimiz bir çalışma esnasında


Gurur Tablosu
İşte Muhteşem Kodro. (Teşekkürler arkadaşlar.)

ŞEF
Erdal ŞAHİN

SAZLAR
KEMAN; Filiz AYDIN, Burcu GÖLTEPE, Mithat OLGUNCAN, Süleyman OLGUNCAN, Suat ULUKOL,
UD; Serdar DEDE, Zübeyde CABAR
KANUN; İlkay OLGUNCAN
Tanbur; Bülent ÖZBAYRAM
T.KEMENÇE; Hüseyin AVCI
KLARNET; Mustafa MENGÜTEKİN
NEY; Sezin AKKAN, Salih YURTTAŞ
RTiM ;Yaşar ABRUR, Erol ERKUL, Zeki GÜMÜŞTAŞ


KORİSTLER
A.Kemal YALMANCI
Abdullah KACAMER
Abidin ERDOĞAN
Arzu SEZER
Asuman TAN
Atilla SUNAR
Ayla GÜRER
Burcu ÖZCAN
Çiğdem YALIN
Ebru BİLİCİ
Ekrem KENANOĞLU
Elvan ŞAFAK
Ender ÖZATKAN
Ender ÖZMAN
Ersan EŞKİN
Funda BULGAK
Gamze ÇAMLIGÜNEY
Göknur YALIN
Gözde BİNGÜL
Gülay ÇETİN
H.Yavuz YILMAZ
Hatice ŞERMUT
İlhami EKER
Kutluhan KURT
Leyla ERÇEL
M.Güray GEYİKÇİ
Mehmet KABACI
Meltem ÖZGÜR
Musa ÖZMET
Mustafa TÜTÜNCÜ
Nahit EDİS
Nermin GÜZEL
Nigar ŞAHİN
Nurcan YILDIRIM
Nurper KOÇ
Nurşen GÖKSU
Osman ÇİVİCİK
Ömür KIZILIRMAK
Özge YILMAZ
Saliha ÇELİKKOL
Selahattin SAHİP
Serdar BİLGETEKİN
Sezgin AKYÜZ
Suna ÖZDEMİR
Şaziye AKSEL
Şükriye BİZEL
Turhan DURSUN
Ümran YÜCEL
Yağmur UZUNOĞLU
Yasemin BOZDAĞ
Zeynep RECEPOĞLU

EĞİTMENLER
Bülent ÖZBAYRAM
Serdar DEDE
Sezin AKKAN

Özge YILMAZ

25 Mayıs 2007 Cuma

Eski Samsun

Samsun'da Askeri Tören

Samsun'da Bayram


Samsun 1932





Samsun  Sahili 1930







Gazi Parkinin Eski Hâli







Eski Samsun Fotoğrafları



Hançerliden Eski Samsun

Samsun 1900

Samsun İskeleleri

Samsun Sahili


Samsun Evleri




23 Mayıs 2007 Çarşamba

"Ayaşlı İle Kiracıları"nda Samsun





Memduh Şevket ESENDAL / Ayaşlı İle Kiracıları
Bir imparatorluğun çöküşüne ve bir ulus-devletin kuruluşuna tanıklık eden yazarlardan biri olan Memduh Şevket Esendal’ın (1884–1952) Ayaşlı ile Kiracıları adlı romanı, Türk edebiyatının en önemli yapıtlarından biri sayılır. İlk olarak Vakit gazetesinde tefrika edilen roman, 1934 yılında kitap olarak basılmıştır. Ayaşlı ile Kiracıları, 1942 yılında CHP Roman Ödülü yarışmasında beşincilik aldıktan sonra yazar ve eleştirmenlerin dikkatini çeker. Bugüne kadar roman, daha çok dilinin yalınlığı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında yaşanan toplumsal değişimleri yansıttığı gibi açılardan ele alınmış, ancak romanın yorumlanmasında belirleyici olan anlatıcının konumu irdelenmemiştir. Bu tezde, romanın şekillenmesinde kilit konumda bulunan Anlatıcı karakterinin işlevi, kültürel, sınıfsal ve anlatısal açılardan değerlendirilmiştir.

Romanda bir banka memuru, rastlantı sonucunda taşındığı bir apartmanın dokuz odalı katında birlikte yaşadığı kişileri ve tanık olduğu olayları anı biçiminde anlatır. Samimi bir söylemle anılarını yazmaya başlayan Anlatıcı, pansiyon olarak değerlendirilebilecek bu mekânda yaşayan kişileri yakından tanıdıkça, burada bulunuşundan rahatsızlık duymaya başlar. Roman, Anlatıcının bakış açısına giren kişilerle gittikçe genişler; ancak, bu genişleyen yapı içinde ahlakî bakımdan gittikçe çürüyen bir zeminin açığa çıktığı görülür. Eğlenceye, esrara, kumara, paraya düşkünlük, dedikoduculuk, çıkarcılık, bencillik, sorumsuzluk ve sevgisizlik ortamında ahlâkî değerlerin romandaki birçok karakter tarafından yok sayılması,  roman boyunca Anlatıcının tanık olduğu durumlardır. Eşlerin birbirini aldattığı,  çocukların ihmal edildiği bu ortamda, ortalama okurun kabul edebileceği bir yaşantı söz konusu değildir. Anlatıcı ise, çalışkan, dürüst, saygın, eşitlikçi ve samimidir. O,  yüksek bir bürokrat ve aydın olarak bu insanlar arasında ayrıksı bir konumdadır.  Anlatıcının romanın sonunda yaptığı mutlu ve saygın evlilik, pansiyondaki insanlardan ve onların temsil ettiği değerlerden farklı olduğunu bir kez daha gösterir.  Romanda, Anlatıcı, iki farklı anlatım biçimini kullanır. Birincisi, pasif bir gözlemci gibi seyirlik bir dünyayı gözler önüne serer; ikincisi, gözlemlediği bu dünyadaki olumsuzlukları kendi değer sistemi açısından fazla vurgulamadan eleştirir.  Böylece, Anlatıcı, değer yargılarında bulunmuyor izlenimini yaratarak tarafsız olduğuna okuyucuyu inandırmaya çalışır. Böylece, romanın anlatısal yapısının yakından incelenmesi, ahlâkî duruş ve kültürel statü bakımından Anlatıcı ile apartman sakinleri arasındaki ayrımı açığa çıkarır.

Samsunlu Sarhoş Damat
Anlatıcı, hizmetçi Halide’den odaların birinde yaşayan Hasan Bey’in kendisini görmek istediğini öğrenir. Önce kim olduğunu çıkaramayan Anlatıcı, Halide’nin betimlemeleri sonucunda bu kişinin hemşerisi Hasan Bey olduğunu anlar. Bir gün sonra bir araya gelen Anlatıcı ile Hasan Bey bir tanıdıkla karşılaşmanın sevincini yaşar ve geçmiş günlerden konuşmaya başlarlar. Hasan Bey, mübadeleden sonra kendisine Samsun’da yer verildiğini, ancak bu yerin sonradan Ayvalık olarak değiştirildiğini, bunun da henüz kesinleşmediğini söyler. Bu arada, kızı Selime’yi evlendirdikleri adamın ummadıkları kadar “sarhoş çıktığını” ve bu yüzden üç hafta sonra kızlarını boşadıklarını ve şimdi kızının Ayvalık’ta yaşlı bir kadınla oturduğunu anlatır. Selime’nin nişanlılık dönemini yakından bilen Anlatıcı, o günlerde Hasan Bey’i uyarmış, ancak Hasan Bey kendisini dikkate almamıştır.“


Devlet Yapısında Ortaya Çıkan Keyfilik
“Yasaların tam uygulanıyor olmamasının dışında, bürokrasinin iç işleyişinde de gedikler söz konusudur. Örneğin, Hâki Bey’in durumu ironik bir biçimde okuyucuya aktarılır: “O günlerde bilmem niçin Avrupa’ya bir satın alma komisyonu gönderildi.  Hâki Bey de bu komisyona kâtip olarak verildi [….] Komisyon iki ay Avrupa’da kaldı, sonra döndü. Yalnız Hâki Beyi bilmem ne iş için Almanya’da bıraktılar, sonra da orada unutuldu” . Ancak, Hâki Bey, bir-iki yıl sonra anımsanır ve geriye çağrılır. Hesap sorarlar, rapor isterler verir ve sonunda kendi yazdığı mektupları da dairenin evrakları arasından bulup çıkartır. Benzer şekilde, Şefik Bey de memurların durumunun iyi takip edilmemesinden doğan zor bir duruma düşer. “Bir zaman onu tekaüde çıkar[ırlar]”, sonra da yaşının gelmediği anlaşılır ve geri çağrılır. Emekliliği henüz gelmeyen Şefik Bey’in durumu, bir anlamda devlet yapısında ortaya çıkan keyfiliğin sonucudur.

Bu duruma paralel olarak, Hasan Bey, Selanik’ten mübadil olur ve kendisine mübadelede Samsun’da bir yer verilir, ancak “yanlış oldu” diye Ayvalık’a yollarlar; ardından “yine bir yanlışlık oldu” diye İzmir’e gönderirler. İzmir’de de verecek yer olmadığı için yine Ayvalık’a yollarlar. Hasan Bey, bu işler için Ankara’dadır ve bu biçimde gelişen olayları şöyle ifade eder: “Oyun oyuncak yoldaşım!”. Bu eksiklikler, devlet ile sıradan vatandaşın dışında, memurlar arasında da geçerlidir. Yurt dışından döndüğünde Hâki Bey’in yaptığı ilk işi Anlatıcı şöyle aktarır: “İşleri, yeni arkadaşları öğrendi, daire işlerinin iç yüzlerindeki eksiklikleri yeniden kavradı ve içine emniyet geldi. Memurlar amirlerinin ve arkadaşlarının zayıf taraflarını bilmezlerse, yerlerinde emniyetle oturamazlar”.
/Sevim Gözcü


Romandan bir Diyalog
Hasan bey anlatıcının ölen ağabeyinin arkadaşıdır. Bir yıl önce Samsun’da karşılaşmış, anlatıcının görevle Adana’ya gitmesi nedeniyle bir daha görüşememişler. Karşılaştıkları dönemde anlatıcının sarhoşluğuyla ünlü bir arkadaşı Hasan Beyin kızı Selime ile nikâhlanmıştır.

“-Ben seni Adana’da biliyordum.
—Şimdi de buraya getirdiler.
—Ya! Öyleymiş.
—Önceden bilseydim, geldiğimde arardım. İki aydır buradayım. Bizi süründürüp duruyorlar.
—Ne o sen şimdi Samsun’da değil misin?
—Değilim. O zaman Samsundan bize yer verdiler di ya sonra, “yanlış oldu” dediler. Bizi Ayvalığa kaldırdılar.
—İyi ama şimdi ikiye bölündünüz. Güveyi kaldı Samsun’da.
—Ne güveyi!? Biz onun yularını çoktan saldık.
—Ne? Güveyinden ayrıldın mı?
—Kızı ayırdık be!
—Ya!
—O düpedüz deliymiş be. Üç haftalık gelinken kızı ayırdık.”


Dinleyiniz:

21 Mayıs 2007 Pazartesi

Küçük Yelkencinin Denizle Sevdası





Şimdiki durağımız Samsun Yelken Kulübü. Burada kimsesiz çocukların yelken eğitimi aldığını duyduk ve onlarla tanışmaya geldik. Yelken çok sayıda alet gerektiren ve beceri isteyen bir spor. Buna rağmen, yelken sporuna dört yaşında başlanabiliyor. Çocukların yelken dünyasıyla tanışmaları için yaratılan optimist sınıf tekneler sayesinde bu mümkün.

Samsun Yelken Kulübü'ndeki çocuklar arasında anne ve babasıyla yaşamayan bir tek çocuk var: Murat Soley. Kimsesiz yurdundan gelen 20 arkadaşı, yelkene devam etmek istememiş. Murat ise sebat etmiş ve yelkende diretmiş.

Anne ve babası var ama söylediğine göre annesi onu istemiyor. Aslen İstanbullu olan Murat 11 yaşına yeni geçmiş. Babası muz satıyormuş. Annesiyse ev hanımı. İki büyük kardeşi daha var ama onlarla da görüşemiyor.

Murat yelkene önem veriyor ve en büyük hedefi iyi bir optimistçi olmak. Bunun için de çok çalışması gerektiğinin farkında. Kulübe gelen diğer çocuklar da bunu biliyor. Bu yüzden antrenörlerinin verdiği bilgiler hepsi için altın değerinde. Burada kalem kağıt yok. Rüzgar ve yelken var.

Antrenörün günlük bilgilendirmesinin ardından, denize açılmak için herkes işinin başına koşuyor. Yelken sporunun zahmeti de burada başlıyor. Önce kayıkhaneye gidilip, tekneler alınacak. İki buçuk metre uzunluğunda ve 1,13 metre enindeki optimistler, çocukları yelkene başlatmak için kullanılan son derece güvenilir tekneler. Küçük görünseler de fiyatları yüksek. Her bir optimist sınıfı tekne 3200 Euro. Bugün dünyada 1 milyondan fazla optimist sınıfı tekne olduğu sanılıyor.

Denize çıkmadan önce, son kontroller yapılıyor. Herkes mutlaka can yeleğini giymiş olmalı. Murat da denize açılmaya hazır.

Murat ne kadar vakur görünürse görünsün, kalbi kırık. Yine de bunu belli etmemekte kararlı.

Yaşı gibi denizdeki özgürlük alanı da küçük Murat’ın. Antrenör için çocukların güvenliği her şeyin üstünde. Bu nedenle, sürekli sıkı takipte. Belirlenen rota değişmiyor ve sınırlar dışına asla çıkılmıyor. Geri dönüş vaktini de antrenör belirliyor.

Karaya çıkışın ardından yapılması gereken işler var. Bunlar arasında en önemlisi tekneleri tatlı suyla yıkamak. Malum, deniz suyu teknelere zarar veriyor. Her optimistçi, kendi işini kendi yapmalı. Murat için bu durum ta baştan beri geçerli olsa gerek. Şu kısacık hayatında, her işini yapmaya alışmış olan Murat’ın anne-babası belki de onu hiç aramayacak. Ama Murat, hayatının sonuna dek, bu eksikliğin ağırlığını omuzlarında taşıyacak. Gün gelecek, onun da çocuğu olacak ve ancak onun çocuğu zinciri kıracak. Babasıyla annesi onu hiç bırakmayacak.