30 Eylül 2006 Cumartesi

Antik kültürümüz Sahipsiz




Avrupa tarihine ışık tutacak kültür hazinesi Amisos Mozaiği, dört yıldır Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’nin bahçesinde sponsor bekliyor. (7 eylül 2000)


/ŞÜKRAN ÖZÇAKMAK
Kendi kültürümüze sahip çıkma konusunda bir kez daha sınıfta kaldık. 33 yıl öncesinde baraj suları altında kalacağı bilinen Belkıs Zeugma Antik Kent’in mozaiklerini kurtarmak için şu sıralar yoğun çaba harcanırken, Samsun’da altı yıl önce kurtarılan antik Amisos Kenti’nin mozaikleri, müzenin arka bahçesinde kaderine terk edildi. Bu mozaikler, dört yıldır sponsor bekliyor. İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Sümer Atasoy, Zeugma’da ortaya çıkarılan eserlerin de akıbetinin farklı olmayacağını iddia etti.
      
Ticaret yoluydu
Çağlar boyu çeşitli kültürlerin ticaret yolu olan Antik Amisos Kenti’nde, 1960’lı yıllarda yapılan kazılarla ortaya çıkarılan mozaikler, M.S. 3. yüzyıl kültürünü ortaya çıkarmıştı. Avrupa tarihine ışık tutacak bulguların devamının aynı yörede olduğunun bilinmesine rağmen ödenek olmadığı için yıllarca yapılamayan kazı, 1 - 21 Ağustos 1996 tarihinde, Samsunlu iş adamlarının ve Koç Holding kuruluşu olan SAMOTO’nun sponsorluğu ile gerçekleşti.
      
Kültür Bakanlığı’nın izniyle yapılan kurtarma kazısında, Türkiye’de benzeri bulunmayan M.S. 5. yüzyıla ait antik mozaiklere ulaşıldı. Samsun Müze Müdürlüğü’nün başkanlığında, Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Öğretim görevlileri ve öğrencilerinden oluşan bir ekip tarafından, Sahra Sıhhiye Okulu Eğitim alanında yapılan kazıda bulunan bu mozaikler, Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi’ne taşındı. 
      
Naylonla örtüldü
Yaklaşık 30 kişilik bir ekiple milyarlarca lira harcanarak çıkarılan bu kültür hazinesi, teşhir salonu olmadığı için müzenin arka bahçesinde üzeri naylonla örtülerek korunuyor.
      
Bu mozaiklerin bir benzerinin Antakya ve Suriye’de bulunduğunu belirten Samsun Arkeoloji ve Etnografya Müzesi Müdürü Mustafa Akkaya, işçiliğiyle Türkiye’de emsali bulunmadığını iddia ettiği Amisos mozaiklerinin öyküsünü şöyle anlattı: “Bu kültür hazinesinin büyük bir kısmı önceki yıllarda ortaya çıkarılmış olması nedeniyle yer yer tahrip söz konusuydu. Toprak altında kalan kısımların kazılarak temizlenmesi ile yaklaşık 120 metrekarelik alanı örten mozaik döşeme ortaya çıkarıldı. Panolar, levhalar halinde yerinden kaldırılarak, teşhir salonu olmadığı için müzenin arka bahçesine kondu. Çeşitli geometrik şekillerin, stilize bitki motifleri ve şematize insan portreleri, saç örgüsü şekilleri ile av hayvanlarının tasvirlerinin yer aldığı mozaiklerin M.S. 5. yüzyıla ait olduğu saptandı."
      
Tarihe yolculuk
Akkaya ayrıca, 19 Mayıs 1981 günü ziyarete açılan müzemizin orta salonunda, 1960’lı yıllarda yapılan kazıda ortaya çıkarılan mozaiklerin teşhir edildiğini belirtti ve ekledi: “Eserde, mitolojik sahneler de simetrik olarak işlenmiş. Merkezde, Achilleus ile Thetis’in yer aldığı Truva Savaşı ile ilgili sahnenin dört köşesine yerleştirilmiş panellerde mevsimleri simgeleyen portreler var. Biz bu kültür hazinesinin tanıtımını da yeterince yapamıyoruz."
      
Talan edilmiş
Amisos tarihi konusunda bir kitabı bulunan Dr. Atasoy, “Mozaiklerin bulunduğu alanda Amerikalılar Radar Üssü kurmuşlar. İşçilerin anlattıklarına göre, birçok eser kamyonlarla alınıp götürülmüş. Geri kalanın üzerinde dozerler golf sahası açmış. Sarnıçlar tahrip, mozaikler talan edilmiş. Sponsor sayesinde kurtardıklarımız müzenin bahçesinde duruyor. Zeugma’da ortaya çıkarılan eserleri de aynı akıbet bekliyor. Kurtardık diye tarihi tahrip edeceğiz. Samsun’da bulunan bu mozaikler de Amisos yöresinin ilk ve önemli örnekleridir. Sahip çıkılmalı" dedi.
      
Gençlere ulaşacak
Samsun’da doğup büyüyen, Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar 3. sınıf öğrencisi Neşe Laçin ise müzedeki kültür hazinelerimizin yeterince tanıtımı ve koruması yapılmadığın düşünerek, kendince bir görev üstlenmiş. Laçin, misyonunu şöyle anlattı: “Stajım için gereken resimlere konu olarak Amisos mozaiklerini seçtim. Mitolojik sahneleri resimliyorum. En azından üniversitedeki yüzlerce öğrenciye ulaşmış olacağım."

Zeugma’ya 5 milyon $
Gaziantep Müze Müdürü ve Zeugma Kazı Başkanı Kemal Sertol, Antik Kent Belkıs Zeugma’nın, 5 milyon dolarlık (yaklaşık 3.5 trilyon lira) bir proje olduğunu hatırlatarak, son durumu şöyle değerlendirdi: “Zeugma için uluslararası bir kamuoyu yaratma şansı doğdu. İyi bir organizasyonla ilginin yüzeysel kalmamasını sağlayacağız. Prefabrik laboratuvar kuruyoruz. İtalyan - Türk işbirliğiyle laboratuvar çalışmaları yapılacak. Bugüne kadar bin 500 metrekarelik alanı kaplayan mozaik bulundu. En son çıkarılan üç mekanın mozaiği henüz müzeye götürülemedi. Teşhir salonu için iç mimarlarla birlikte çalışılacak. Su seviyesi 4 Ekim’de 382 santimetrede duracak. Biz de önemli olan yerlerdeki kazıyı bitirmiş olacağız. Bir gün sular çekilirse yeniden çalışma yapılması için özenle kazılan bu alanların planları çizilip fotoğrafları çekildikten sonra tekrar üzeri örtülüyor. Tarihi mimari yapıyı korumak zorundayız."

Amisos Mazaiği Işığında Akhilleus-Thetis İkonografisi

AMİSOS MOZAİĞİ IŞIĞI ALTINDA AKHİLLEUS-THETİS İKONOGRAFİSİ
/Derya Şahin
Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü
Haziran 2001'de Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne sunulan ve Prof. Dr. Levent Zoroğlu'nun danışmanlığında hazırlanan Yüksek Lisans tezinin konusu, 1958 yılında antik Amisos kentinde bulunarak 1959 yılında Samsun Arkeoloji Müzesi'ne kaldırılan taban mozaiğidir.

1/2-1959 envanter numara ile korumaya alınan Amisos taban mozaiği; 10 panodan oluşmakta olup, 7 x 8 m. yani 56 m2 ölçülerindedir. Söz konusu mozaik üzerinde, merkezdeki ana panoda Akhilleus annesi Thetis ile birlikte işlenirken, bunun tam önünde ve bakışımlı yerleştirilen panoda ise ev sahibini kurban adarken gösteren bir betim yeralmaktadır. Kurban sahnesi Roma çağında kültü olan ve çok geniş bir coğrafyada saygı gören Akhilleus'u akla getirmektedir.

Yüksek Lisans çalışması olarak sunulan bu tezde, özellikle Karadeniz'e kıyısı olan çok geniş bir coğrafyada saygı gören Akhilleus kültü irdelenmiştir. Bizim çalışmamıza kadar Akhilleus kültünün varlığı Karadeniz'in kuzey sahillerinde, Batı Anadolu'da, Ege adalarında, Kıta Yunanistan'da ve aşağı İtalya'da bilinmekteydi.

Ancak Amisos mozaiği üzerinde yeralan kompozisyon ile Akhilleus kültünün Anadolu'nun kuzeyinde, diğer bir ifade ile Karadeniz'in güney sahillerinde de olduğu ortaya çıkmış olmaktadır. Böylece Akhilleus kültünün saygı gördüğü coğrafyaya Güney Karadeniz kıyıları da dahil edilmiştir.

Hellenistik Dönem'de Karadeniz

HELLENİSTİK DÖNEM'DE KARADENİZ:

YERLEŞİMLER, ANITLAR VE SİKKELER IŞIĞINDA PONTUS KRALLIĞI

/D. Burcu Erciyas
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yerleşim Arkeolojisi Anabilim Dalı
Karadeniz Bölgesi'nde Hellenistik döneme ait arkeolojik verilerin son derece kısıtlı olmasına rağmen, Pontus Krallığı, özellikle de VI. Mitradates dönemi hakkında tarih bilgilerimiz oldukça zengindir.

Antik kaynaklar, sikkeler ve az sayıda yazıtdan anlaşılabildiği kadarıyla, Pontus Kralları'nın yönetiminde, özellikle de Orta Karadeniz bölgesi kalkınmış ve Roma ile boy ölçüşen Mitradates bölgede sosyal ve ekonomik bir birlik yaratmıştır. Bu birliğin en önemli göstergelerinden biri kuşkusuz Pontus kentlerinde basılan aynı tipte bronz sikkelerdir. Yine Mitradatlar döneminde yaşam büyük kentlerde yoğunlaşmış, Amaseia, Amisos ve Sinope gibi kentler merkez haline gelerek bölgenin ekonomisinde önemli rol oynamıştır.

Amfora imalatı ve amforalar yolu ile deniz ticareti Hellenistik dönemde artmış, Komana ve Zela gibi tapınak devletlerini barındıran kentler Pontus'un dini yapısını oluşturmanın yanı sıra gerek Pontus bölgesine gerekse Armenia Minor gibi doğuda bulunan krallıklara ticaret merkezi olarak hizmet vermişlerdir.

Maalesef elimizde bu bilgileri destekleyecek arkeolojik veriler son derece azdır. Bölgede kapsamlı arkeolojik çalışmaların azlığı, bölgenin seramik tipleri ve kronolojisinin özellikle Klasik, Hellenistik ve Roma dönemleri için çok az biliniyor olması ve kentlerin yerleşim görmeye devam etmeleri sebebi ile yoğun tahribata uğramış olmaları bu bilgi eksikliğinin sebepleri arasındadır.

Bu doktora tezinin temel amacı, bölgeden elde edilen verileri, Ege bölgesi, adalar ve ana kara Yunanistan'dan elde edilen bulgular ışığında değerlendirerek tarihsel bir çerçeveye oturtmak ve özellikle de VI. Mitradates idaresinde Pontus'da sürekli değişen güç dengelerini anlamak ve bu bilgiler ışığında Pontus insanının sosyo-ekonomik yaşamını aydınlatmak olmuştur. Tez, cevaplandırmayı amaçladığı soruların yanı sıra, ileride çalışılmak üzere birçok sorunlu alan ve ileriye yönelik bir arkeolojik araştırma çerçevesi belirlemiştir. Bu bildirinin de amacı hem cevaplanan hem de yöneltilen bu soruları ve belirlenen alanları sunarak, bilim adamlarına tartışma imkanı yaratmak ve Pontus Krallığı'nı yeni bir çerçevede tanıtmaktır.

Samsun'un Sosyolojik Yapısı

İlin sosyolojik yapısını folkloründen izlemek mümkündür.
1- Yerli Karadeniz halkının folklorü : Bafra'dan Batum'a kadar sahil şeridinde gözlenen kemençe ve horonla özdeşleşen,Trabzon ağırlıklı kadınları peştemal erkeklerin zipka giydiği kültürün en batıdaki ucudur.
2- Samsun'un kentleşme sürecinde çeşitli illerden gelip de geldiği bölgenin kültür ve folklorünü getirenler.
3- Samsun'a , Balkanlardan mübadele döneminde gelen mübadil halkın kültür ve folklorü.

BAZI KELİMELER
Boduç : Ağaçtan yapılmış su taşımaya yarayan kap
Şinavak : Nişasta yapımında, meyva suyu çıkarılmasında kullanılan ağaçtan yapılan bir nevi sıkıştırma aleti
Çömçü : Topraktan yapılmış bir su kabı
Neşlek : Ceket
Kolçak : Fındık ağacından yapılmış sepet
Fırahti : Tarla ve bahçelerin korunması için etrafını çevreleyen çitler

SAMSUN HALK OYUNLARI
Camdallı kadın oyunu
Sallama
Neynam
Kabacagöz
Çarşamba çiftetellisi
İkiayak
Dörtayak
Dik horon
Pıtık
Karadeniz horonu
Karşılama



BÖLGE ŞİVESİ
Diğer illerden gelenler bölge özelliklerini koruyamamışlar, yerlilerin ve mübadillerin etkisi altında kalmışlardır. Mübadil halk gittikleri yerlere (mesela Çarşamba ovasına) topluca yerleştiklerinden yerlilerle aralarında pek bir şive ve kültür alışverişi olmamıştır. Yerli oyunlarında eşlik çalgısı çift davul ile tek zurna iken, mübadiller çift zurna tek davul kullanırlar. Ayrıca mübadiller kemençeyi tanımazlar. "

Karadeniz Tarihi

İlk Çağ'da Hitit egemenliğinde olan Paphlagonia; M.Ö. 14. yüzyılda Kaşkalar, M.Ö. 1230'da Frigler; M.Ö. 695'te Kimmerler ve M.Ö. 652-625'te Lidyalılar tarafından ele geçirilmiştir.

M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren deniz ulaşımında sınırların zorlanması üzerine; Yunan gemicileri bir taraftan Marmara'dan geçip Karadeniz'e açılırken, diğer taraftan Rodos ve Kıbrıs üzerinden Suriye ve Fenike kıyılarına uzanmaya başlamışlardır. Karadeniz'e yönelik ticari seferler erken bir tarihte başlamakla birlikte, Yunan Şehir Devletleri'nin Karadeniz Kolonizasyonu M.Ö. 750-550 yılları arasında gerçekleşir (Mansel, 1984: 557).

Kuruluş tarihleri kesin olarak bilinemese de, Herakleia Pontika (Karadeniz Ereğlisi), Sesamos (Amasra), Kytoros (Cide), Abonou Teiklos (İnebolu), Amisos (Samsun), Trapezous (Trabzon), Kotyora (Ordu) gibi yerleşmeler, ya yeni kurulmuş ya da yeni gelenler tarafından ele geçirilmiştir. Bu durum hakkında, Antik yazarlarından Skylax (M.Ö. 508); güneyde, Anadolu'da, bugünkü Kocaeli bölgesinin Bithynia Traklarından başlayarak, ırk bakımından kökenlerinin belirlenmesi mümkün olmayan, ancak doğuda kafkasyalı ve batıda değişik kökenli kabul edilmelerine sık rastlanılan bir çok kavim saymaktadır (Decel, 1977: 230-246, bil.240).

M.Ö. 670'e doğru kolonizasyona başlayan Miletoslular'ın bu çabası, Persler'in doğudaki genişlemelerine değin yaklaşık olarak iki yüz yıl devam eder.11 M.Ö. 546'da Persler'in, Batı Karadeniz kıyılarını ele geçirmeleri, Yunanlılar'ın Karadeniz kolonileriyle ilişkileri için engel oluşturmuştur. Persler'le yapılan savaşlar nedeniyle Anadolu'nun, Ege Bölgesi'nden ayrılması üzerine, Doğu; Yunanlılar'ın ürettiği şarap, zeytinyağı, çeşitli mallar, sanat eserleri ya da, Yunan tüccarları tarafından toplanıp kendi mallarıyla değiş tokuş edilen ham maddeler için iyi bir alıcı olmaktan çıkmıştı.

Pers egemenliğine son veren İskender'in M.Ö. 323'te ölmesi sonrasında bölgede Pontos Kralı Mitridates'in hakimiyeti görülür.

Bu dönem sonrasında Karadeniz ve Paphlagonia'da Roma yönetimi başlamıştır.13 Roma İmparatorluğu sonrasında bölgede Bizans egemenliği söz konusudur ve M.S. 922 yılında Bizans İmparatorluğu'na bağlı bir eyalet haline gelene değin sayısız Arap saldırı ve yağmasına sahne olur. Bu döneme ait Piskoposluk listelerinde; Gangra (Çankırı), Pompeiopolis (Taşköprü), Sora (Zora Köyü?), Amastris (Amasra), Ionopolis (İnebolu) ve Dadybra (Daday)'nın adı geçer ki, dönemin önemli şehirlerinin bunlar oldukları düşünülebilir (Jones, 1971: 538, Tablo XXI).

Bizans egemenliği sırasında, Karadeniz kıyılarında özellikle Venedik ve Ceneviz Şehir Devletleri'nin ticari faaliyetleri dikkat çeker. Venedik Cumhuriyeti, 992, 1082'de yaptığı anlaşmalarla ticari açıdan önemli ayrıcalıklar elde eder ve Bizans Devleti'ne ait bütün yerlerde, hatta İstanbul'da da, herhangi bir vergi ödemek zorunda kalmadan her türlü emtia ile serbestçe ticaret yapabilme izni alır (Ostrogorsky, 1986: 331; Turan, 1990: 22-23).

Benzeri ticari anlaşmaların, Cenevizliler'le de yapıldığı görülmektedir. 1142, 1155'de ve 1261'de yapılan anlaşmalarla; Venedik'e karşı silahlı yardımda bulunulması karşılığında, bütün imparatorluk arazisinde geniş ayrıcalıklara, vergi ve gümrük muafiyetine sahip olmaları, bütün ülkede, ticaret için kendilerine pazar yerleri tahsis edilmesi kararlaştırılıyordu. Böylece, Venedik'in Ege Denizi'nin güney kısmına hakim olmasına karşılık, Cenevizliler; gerek kuzey adalarında ve Marmara Denizi'nde, gerekse Karadeniz'de kendisine kuvvetli bir durum yaratmış; Galata'dan, Akdeniz, Karadeniz ve bunun arkasındaki ülkelere giden deniz yolunu kontrol etmeye başlamıştı (Bratianu, 1929: 81; Ostrogorsky, 1986: 415, 452; Turan, 1990: 27-29; Heyd, 2000: 482, 493).

"Cenevizliler, İstanbul Boğazı'ndan Karadeniz'e çıktıklarında gözlerini biri Kuzey Anadolu sahilleri, diğeri Kırım olmak üzere iki yöne çevirmişlerdi. Güney sahillerindeki limanlar, yerel pazarlar olmaları dışında Anadolu'dan geçen Asya-Avrupa arası ticaret yollarının varış ve çıkış noktalarında bulunmaları yönünden de önem taşıyorlardı. Gerçekten de Karadeniz, Mısır ile Suriye ya da Anadolu üzerinden doğuya uzanan ilk iki yolun dışında, Avrupa-Asya arası ticarette üçüncü büyük yolu oluşturuyordu. Üstelik Suriye yolu Avrupalılar'a kapanınca, yani XIII. Yüzyıl sonlarında Karadeniz ticareti önem kazanmıştı." (Turan, 1990: 46-52, bil.46).

Karadeniz'in doğu ile yapılan ticarette her zaman önem taşıdığı bilinmektedir. Kullanılan rota, W. Heyd tarafından şöyle belirtilmektedir: "Eski Çağlar'da, Yakın-doğu mallarının Amu-Derya diyarlarından Hazer Denizi'ne kadar genellikle izlediği bir yol vardı; Hazer Denizi'nde gemiye yüklenir, denizi geçer, Aras'ın kaynağına doğru çıkar, sonra Phase'den iner ve nihayet Karadeniz'i aşardı" (Heyd, 2000: 6, not 28).

Bu önemli ticari bölgede; Finogonya (Kefken), Amastris (Amasra), Sinope (Sinop), Amisos (Samsun), Vatiza (Fatsa) ve Trabzon, Karadeniz'deki Ceneviz kolonisinin ana yerleşmeleri idi. Karadeniz ticareti için Venedik ve Cenevizliler'in sürekli çekişme halinde oldukları görülmektedir. Öyle ki, bu yarış 1298 ve 1350 yıllarında büyük savaşlara neden olmuştur. Savaşların ana nedeni; Cenevizliler'in, Karadeniz ticaretinin tümünü kontrol etmek istemeleridir (Ostrogorsky, 1986: 486).

1071 sonrası Anadolu'ya gelen Türk kuvvetleri Karadeniz'e ulaşamamışlardır. Ancak, 1241 Moğol istilası ile birlikte ilişkilerin yoğunlaştığı görülmektedir. Bölge, 1204 yılında kurulan Trabzon Pontus Devleti'nin himayesi altındadır. İmparator David Komnenos'un; Sinop'un batısındaki Karadeniz sahilini, Herakleia (Ereğli) ve Amastris (Amasra)'i alan Nicea (İznik) Rum İmparatoru Laskaris'i yenmesi üzerine Selçuklu kuvvetleri Karadeniz'de görülmeye başlar (Umar, 1988a: 123). Sultan I. İzzeddin Keykavus'un (1210-19), 1214 yılında Sinop'u alışı ile bölgede Selçuklu hakimiyeti başlar.16 Selçuklu Devleti'nin tarih sahnesinden silinmesine paralel olarak, Pervane, Çandar ve Çobanoğulları beylikleri bölgede söz sahibi olurlar (Umar, 1988a: 127; Yücel, 1991: 35, 53).

1300 yılına gelindiğinde, hemen hemen bütün Anadolu, Türk hakimiyetine geçmiş bulunuyordu. Kısa bir süre sonra, İznik, İzmit, Bursa, Sardes, Philedelphia, Magnesia gibi bir kaç korunaklı kale ve Karadeniz Ereğli'si, Foça ve İzmir gibi liman şehirleri Türk seli ortasında birer adacık halini almışlardı (Ostrogorsky 1986: 454).

15. yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet'le başlayan fetih hareketleri, İstanbul'un alınışı ile hız kazanır ve Karadeniz sahilleri de Osmanlı İmparatorluğu'na katılmaya başlar. 1466 tarihinde bir Ceneviz antreposu olan Amastris (Amasra)'nın alınması üzerine, merkezi Sinop olan Candaroğulları Beyliği de Osmanlı topraklarına katılır. Bunu izleyen yıllarda Trabzon'un da Osmanlı topraklarına eklenmesi ile Karadeniz'in güney sahilleri tamamen Osmanlı hakimiyetine alınır (Decel, 1977: 244, 245).

/ Dr. Erdal ESER
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
2004/Cilt:21/Sayı:2/ss171-194

29 Eylül 2006 Cuma

İlk Tunç Çağı Öncesi Orta Karadeniz

İLK TUNÇ ÇAĞI II ÖNCESİ ORTA KARADENİZ BÖLGESİ'NİN KÜLTÜREL GELİŞİMİ
(İKİZTEPE ÇANAK-ÇÖMLEĞİ ile KÜÇÜK ESERLERİ IŞIĞINDA)
 /Şevket Dönmez
İstanbul Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı  
İki amaca yönelik olarak geliştirilen "İlk Tunç Çağı II Öncesi Orta Karadeniz Bölgesi'nin Kültürel Gelişimi (İkiztepe Çanak-Çömleği ile Küçük Eserleri Işığında)" başlıklı tezin birinci amacı İlk Tunç Çağı II öncesinde Orta Karadeniz Bölgesi'nin mimari dışındaki mevcut maddi kültür kalıntılarını değerlendirerek özgün kültürel yapının nasıl geliştiğini aydınlatmaktır.

Bu amaca yönelik olarak bölgenin kazılmış ve kazılmamış yerleşmelerinin ele geçmiş buluntuları ile tarafımdan geliştirilen yüzey araştırmaları ve müze incelemelerinde çalışılanlar bir araya getirildi. Bir araya toplanan buluntuların sınıflandırma ve incelemeleri hedeflenen amaca ulaşmak için sadece bir araç olarak değerlendirildi.

Bu değerlendirme 1974 yılından günümüze değin kesintisiz olarak devam etmekte bulunan ve Orta Karadeniz Bölgesi'nin tabakalaşmasını yansıtan tek araştırma merkezi konumundaki İkiztepe kazılarının sonuçlarına göre geliştirildi.

Tezin ikinci amacı ise ele geçmiş buluntulara dayanarak Orta Karadeniz Bölgesi'nin kültürel yapısı ve kronolojik düzeni hakkında birçok bilim adamının değişik zamanlarda ve farklı şekillerde birbirleri ile uyuşmayan yorumlarını, İkiztepe kazısı ile birinci amaçta elde edilen sonuçlarla karşılaştırıp yeniden değerlendirmek ve böylece bölgenin kültürel yapısı ile kronolojik düzenini daha doğru bir çizgiye yerleştirmek olarak düşünüldü.

Ayrıca, bu amaçlara ulaştıktan sonra ortaya çıkan değerlerin Anadolu içi ve dışı bölgelerle olası bağlantıları ile İlk Tunç Çağı II öncesi Orta Karadeniz Bölgesi kültürünün Anadolu ve Karadeniz Havzası'ndaki yeri ortaya konmaya çalışıldı. Eldeki buluntuları temelde, Orta Karadeniz Bölgesi'nde gerçekleştirilmiş Sinop'ta Kocagöz Höyük, Samsun'da Dündartepe, Tekkeköy, Kavak-Kaledoruğu, Tokat'ta Turhal-Ulutepe ve Erbaa-Horoztepe kazıları ile tarafımdan Samsun, Sinop, Amasya ve Tokat illerinde gerçekleştirilmiş yüzey araştırmalarında ele geçmiş çanak-çömlek ve küçük eserler oluşturmaktadır.

Eskiçağ'da Orta Karadeniz Madenciliği



 /Özdemir Koçak
Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Anabilim
Orta Karadeniz Bölgesi maden yatakları, Eskiçağ tarihinde büyük bir öneme sahiptir. Nitekim bölgede Küre (Orta Karadeniz'in batısı ve Batı Karadeniz), Pontik Grubu (Amasya, Tokat ve Sivas kesimi) ve Giresun-Trabzon Grubu (batı sınırı Ordu'nun batısına kadar) diye adlandırılan Karadeniz Bölgesi yatakları Geç Kalkolitik Çağ'dan itibaren işletilmeye başlanmıştır.

Bölgede madencilik çalışmalarının yapıldığı önemli kesimlerden birisi Tokat yakınlarındaki Kozlu'dur. Burada M.Ö. V.Bin yılın ilk yarısında bakır elde etmek için çalışmalar yapıldığı bilinmektedir. Bu kesimde Merzifon-Gümüşhacıköy önemli bakır yataklarına sahip olan yerler arasındadır. Buralarda madencilik çalışmalarını kanıtlayan üfleç ve havanlarla, cüruf artıklarına rastlanmıştır.

Bölgedeki önemli yerleşmelerden birisi olan Samsun İkiztepe'de bulunan çok sayıda metal eserin de Orta Karadeniz Bölümü maden yataklarından elde edilen madenlerle yapıldığı düşünülmektedir. İkiztepe, Horoztepe ve Alacahöyük gibi çevre yerleşmelerde metal buluntularda ulaşılan yüksek kalite, bölgedeki erken madencilik çalışmalarının çok ileri bir düzeyde olduğunu kanıtlamaktadır.

Eskiçağ dünyasında da Orta Karadeniz Bölgesi, demir madenciliği bakımından tanınmaktaydı. Nitekim, Antik Çağ yazarları demir ya da çeliğin keşfini ve ilk kullanımını Paphlagonia ve Kolkhis arasındaki bir bölgede yaşadıkları bilinen Khalybelere atfetmektedirler. Bu kesimde üretimi yapılan madenler hem Anadolu'da ve hem de kıyıda Sinope (Sinop) ve Amisos (Samsun) gibi limanlardan Akdeniz dünyasına ihraç edilmekteydi. 

Türkiye'nın Kalkolitik Dönem Haritası

Büyütmek İçin Resme Tıklayınız

Sikkeler Işığında Sinop'ta Pers Etkisi

/Vedat Keleş
Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü

Antik dönemde Karadeniz'in güney kıyılarında en önemli ticaret merkezi konumundaki Sinop'ta, belki Karadeniz Bölgesi'nin yüksek dağlar nedeniyle Anadolu'nun iç kısımlarından izole edilmiş olması belki de, Persler'in Atina nedeniyle sürekli olarak batı bölgelerle ilgilenmesinden dolayı pek fazla bilginin elimizde olmadığı ancak, sikkeler vasıtasıyla varlığı bir ölçüde hissedilen Pers etkisinin Sinop'un sikke basımında olduğu kadar, sikke kronolojisi ve bölge tarihinde de önemli yer tuttuğu anlaşılmaktadır.


Perslerin Sinop ve yakın çevresi ile ilk temaslarının İ.Ö. 6. yüzyıla dek uzandığı bilinmektedir. Bu dönemde Lydia merkez olmak üzere Batı Anadolu'nun önemli bir kısmıyla içinde Sinop'un da bulunduğu Paphlagonia bölgesini elinde tutan Lydia kralı Kroisos'un İ.Ö. 546'da Perslere yenilmesi üzerine Sinop'un da Pers idaresine girmiş olması muhtemeldir. Ardından, bölgedeki Pers etkisinin kral I. Darius'un (İ.Ö. 522-481) yapmış olduğu siyasi teşkilatlanmayla devam ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, bölgedeki Pers etkisinin erken dönemlerdeki varlığına ilişkin olarak Dareikos'un oğlu Kserkses'in Yunanistan'a yaptığı sefere bölge halkının da katıldığı bilinmektedir.

Bölgedeki Pers etkisinin İ.Ö. 5. yüzyıl ortalarından itibaren zayıfladığı görülmektedir. Bu durumu kanıtlayan iki önemli olay sözkonusudur.

Bunlardan ilki, İ.Ö. 437-436'da Perikles'in Karadeniz'e yaptığı seferde Sinop'taki tyran Timesilaos ve yandaşlarını kovması, ikincisi ise, Ksenephon'un "Onbinlerin Dönüşü"nde hiçbir satraplık ordusuna rastlamadan Sinop'a gelmesi ve burada Paphlagonia beyi Korylas ile bir saldırmazlık anlaşması imzalamasıdır. Çünkü Korylas'ın Pers kralına karşı savaşarak dönen düşman askerlerine tutumu Perslerin bölgedeki etkinliğinin zayıfladığını bir ölçüde kanıtlamaktadır.

Sinop sikkelerinde Kapadokya satrapı Datames ile karşımıza çıkan ve daha sonra Fenike satrapı Abrokomas ve Ariarathes isimli sikkeler ile devam eden darplar Sinop'taki Pers etkisini ortaya koymaktadır. Ancak bu satraplar kentin otonom sikke darbına müdahale etmemişler, kentin egemeni olduklarını ya da adlarına sikke bastırdıklarını göstermek için sikkelerdeki "????" şeklindeki kent lejantı yerine kendi isimlerini yazdırmışlardır.

Sinop sikkelerinde görülen Pers isimli darplar kentin İ.Ö. 372 ile Ariarathes'in öldüğü İ.Ö. 322 yılı arasında geçen 50 yıllık bir sürede belirli aralıklarla Pers etkisinde kaldığını ortaya koyan somut deliller olarak görülmektedir.

28 Eylül 2006 Perşembe

Şeyh Yusuf Zeynüddin

Şeyh Yusuf Zeynüddin, Anadolu Selçuklu Devleti zamanında yaşamış büyük İslâm velisidir. Gavs-ı Azam Şeyh Abdülkadir-i Geylani Hazretlerinin torunudur. Camii ve Türbesi  Tekkeköy İlçe Merkezindedir. Camii kendisi tarafından 1285 yılında yapılmıştır. Türbesi ise bu caminin bahçesinde yer almaktadır.

Selçuklular, Anadolu’ya geçmeye başladığı zaman Bizans devletinin egemenliği altında olan bu yöreyi Türklere ve İslamiyete açmak için, bölgenin önemini de dikkate alarak büyük Türk velisi Şeyh Zeynüddin'i buraya göndermiş ve bir Tekke kurmuşlardır. Tahminen 1250 - 1330 yılları arasında yaşayan Şeyh Zenüddin kurduğu tekkede yolcuları, düşkünleri, fakir fukarayı kazan kurarak doyurmuştur. TEKKEKÖY adının buradan geldiği söylenmektedir.

İkiztepe'nin Keşfi ve Coğrafi Çalışmalar -I



İKİZTEPE HÖYÜĞÜ'NÜN COĞRAFİ KONUMU KEŞFİ VE
İKİZTEPE'DE YAPILAN İLK ARAŞTIRMALAR
îkiztepe Höyüğü Samsun ilinin Bafra ilçesinin 7 km. kuzey - batısında bu günkü îkiztepe köyünün hemen kuzeyinde bulunmakta ve Kızılırmak Nehrinin yüzyıllar boyunca getirdiği sel toprağı ile oluşan Bafra Ovası içinde yer almaktadır.

îkiztepe ilk kez, Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu'nun bilimsel başkanlığı altında ismail Kılıç Kökten, Tahsin Özgüç, Nimet özgüç'ten oluşan bir kurul tarafından Türk Tarih Kurumu adına yapılan Dündartepe (öksürüktepe), Kaledoruğu (Kavak) ve (Tekkeköy) kazılarının 1941 döneminden sonra girişilen bir inceleme gezisi sırasında keşfedildi.

Adı geçen hâfirler ikiztepe'yi "Orta ve Batı Anadolu'da gördükleri höyüklerin en büyüğü olarak" nitelendirmişler, bu höyükten Bakır Çağı ve bol miktarda Hitit çanak - çömleği topladıklarını kaydetmişler, bu nedenle îkiztepe'de "büyük bir Hitit ve Bakır Çağı şehrinin yatmış olması gerektiğine" değinmişlerdir, îkiztepe'nin yeri, K. Kökten'in Anadolu prehistoryasına ilişkin makale ve etütlerine eklenmiş olan haritalarda da işaretlenmiştir. Geniş bir alana yayılan İkiztepe'den topladıkları çanak -çömlek kalıntılarını değerlendiren K. Kökten, N. Özgüç ve T. Özgüç, burada bir kazının yapılması zorunluğuna daha o zamanlar işaret etmişlerdi.

Bafra Yöresinde topraküstü bir arkeolojik inceleme ikinci Dünya Savaşının bitiminden on yıl sonra Dr. Charles A. Burney tarafından yapılmıştır. Kısmen Samsun- Sinop, Kastamonu, Bolu, kısmen Adapazarı ve özellikle Eskişehir bölgelerinde dolaşmış olan Dr. C. A. Burney, Bafra ile Alaçam arasındaki araştırması sırasında ikiztepe'den de keramik parçaları toplamış, bunları Kalkolitik, ilk Tunç ve Orta Tunç devirlerine ait olarak değerlendirmiş, bazılarının profil desenlerini vermiş, karşılaştırmalarını ihmal etmemiş ve îkiztepe'nin önemini isabetle belirtmiştir.

iç Anadolu'nun ilk Tunç Çağı keramiği üzerindeki eserinde VVinfried Orthmann, C. A. Burney'in îkiztepe'den verdiği çanak - çömlek profillerinden konusuna ilişkin olanlarını işleyerek değerlendirmiş ve karşılaştırmalarını yapmıştır.

Amerika'da Texas Üniversitesi mensuplarından James Andrew Dengate 1970 yılında Samsun, İkiztepe'nin güney kesimine rastlayan Yukarı Kızılırmak Havzası ve Vezirköprü dolaylarında dolaşmıştır. J. A. Dengate, Kolay yakınındaki Tepecik'den  gelme (şimdi Samsun Müzesinde) İlk Tunç Çağına ait olduğunu beyan ettiği bir bronz baltayı, Vezirköprü yakınındaki Oymaağaç Höyüğü kökenli olup Vezirköprü'de özel bir kolleksiyonda gördüğünü kaydettiği yine îlk Tunç Çağına ait iki bronz hançeri ve Kolay ile Vezirköprü arasında yer alan Bengü Köyü'nden gelme Geç Tunç Çağına tarihlediği üç bronz baltayı (şimdi üçü de Samsun Müzesindedir) özellikle zikreder. Dengate, Uluslararası X. Klasik Arkeoloji Kongresine (Ankara - İzmir, 23 - 30 Eylül 1973) söz konusu gezisi ile ilgili bir bildiri sunmuştur.

İslâhiye dolaylarında 1958'den beri yapmış olduğumuz kazı ve araştırmalarımızın bitmek üzere bulunduğu sırada 1971 yılında yeni bir inceleme sahası olarak Anadolu'nun bu güne kadar arkeolojik bakımdan pek az araştırılmış olan Samsun bölgesini seçtik. Bu satırların yazarının başkanlığı altında Doç. Dr. Refik Duru, Handan Alkım, Dr. G. van Driel (Leiden Üniversitesi Assirioloji Bölümünden, misafir üye), Anne Marie Timonier, Mustafa Eren ve Sabahattin Ağaldağ'dan oluşan Kurulumuz Samsun yöresinde ve Bafra ile Alaçam arasında on iki gün süreli (4-15 Eylül 1971) bir topraküstü incelemesi yaptı. Bu cümleden olarak, Heyetimiz 8, 9 ve 10 Eylül 1971'de İkiztepe Höyüğünden sistematik yöntemde çanak-çömlek topladı.

1972'deProf. Dr. U. Bahadır Alkım, H. Alkım, Doç. Dr. Refik Duru, Dr. G. van Driel, Dr. Ali Muzaffer Dinçol, Dr. J. Yakar, Yk. Mimar Ferruh Bazyar, Mühendis Türkân Bazyar, Anne M. Timonier, Sarpol Başar îzgiz (Arkeolog -Mimar), Mustafa Eren ve Sabahattin Ağaldağ'dan oluşan Kurulumuz Tümen Höyük'teki kazı faaliyetine tamamen nihayet verdikten sonra Samsun bölgesine 2 Eylül 1972'de gelerek İkiztepe köyünde konakladı ve üç hafta süre ile Bafra, Havza, Vezirköprü ve Samsun dolaylarındaki topraküstü araştırmalarına devam etti; bu arada hem İkiztepe'nin hem de Şirlektepe'nin topografik planları alındı.

1973'de Prof. Dr. U. Bahadır Alkım, Handan Alkım, Dr. Önder Bilgi, Dr. Ali Muzaffer Dinçol, Dr. J. Yakar, Nihat Sümer (Bakanlık Temsilcisi), Dr. D. Meijer (Amsterdam Üniversitesi'nden misafir üye), Sarpol Başar İzgiz (Arkeolog - Mimar), Aziz Albek (Arkeolog - Foto Uzmanı), Attillâ Aytemur, M. Oberman (Teli - Aviv Üniversitesi'nden misafir üye) ve Sabahattin Ağaldağ'dan oluşan Kurulumuz yine İkiztepe köyünde kamp kurdu ve 15 Temmuz -21 Eylül 1973 tarihleri arasında Samsun, Bafra, Havza, Vezirköprü, Lâdik ve Kavak ilçelerinin yakın ve uzak dolaylarında topraküstü incelemelerini sürdürdü14. Aynı zamanda bir sonraki dönemde îkiztepe'de başlaması plânlanan kazı için yeterince  tarlalar kiralandı.

Jeolojik verilere göre vaktiyle hem Karadeniz'in hem de Kızılırmak'ın kıyısında yer almış olması, 1971 ve 1972'deki yüzey araştırmaları sırasında topladığımız çanak - çömlek kırıkları arasında Hitit İmparatorluk Çağına ait keramik buluntularına rastlanmaması, buna karşın İlk Tunç III sonu ile Eski - Hitit (Old Hittite) arasındaki Ara Devire ait - ki biz bunu (Er - Hitit) (Early Hittite) olarak adlandırdık - bol sayıda keramik örnekleri vermesi, ayrıca İlk Tunç Çağının bütün evrelerinin tipik çanak - çömlek kalıntılarını temsil etmesi, bunlardan başka Samsun bölgesinin en büyük Höyük yerleşmesi olması, İkiztepe'yi ilk kazı yeri olarak seçmemizin belli başlı nedenleri arasındadır.

İkiztepe'nin Keşfi ve Coğrafi Çalışmalar -II



İkiztepe Giriş bilgileri  
Yurdumuzun pek az araştırılmış bölgelerinden biri olan Samsun ve dolaylarında gerçekleştirdiğimiz topraküstü incelemelerinde bu güne kadar arkeoloji literatüründe bilinmeyen altmışa yakın eski yerleşme bulduk; daha önce tanınan bir kaç kazı yerinde 2 ve yerleşmede 3 ayrıca ayrıntılı incelemeler yaptık, bunlar arasında Bafra ilçesinin 7 km. kuzey-batısındaki İkiztepe Höyüğü de bulunmaktadır.


1941'de ilk kez Tahsin Özgüç, Nimet Özgüç ve İsmail Kılıç Kökten tarafından arkeoloji literatürüne tanıtılan İkiztepe'de Bilim Kurulumuzun sistematik topraküstü incelemeleri 1971 ve 1972'de gerçekleştirildi. Jeolojik verilere göre bir zamanlar hem Karadeniz'in hem de Kızılırmak'ın kıyısında yer aldığı anlaşılan İkiztepe'deki bu yüzey araştırmaları sırasında topladığımız çanak-çömlek kırıkları arasında İlk Tunç Çağının tipik örneklerine rastlanması, İlk Tunç III ile Eski-Hitit arasındaki "Geçiş Çağma" (ki biz bunu "Er-Hitit" olarak tanımladık) ait keramik kalıntılarının çok bol sayıda görülmesi5 ve Samsun bölgesinin en büyük höyük yerleşmesi olması, ilk kazmayı İkiztepe'de vurmamıza neden oldu.

İkiztepe'deki birinci dönem kazısı 14 Temmuz — 23 Eylül 1974 tarihleri arasında geliştişrildi. Kazı Kurulu, bu satırların yazarının başkanlığı altında Handan Alkım (Koordinatör Arkeolog), Dr. Önder Bilgi (şimdi Doçent), Dr. J. Yakar, Yüksek Mimar Josse Luis Garzon(misa¬fir üye), A. M. Timonier, Sarpol Başar İzgiz (Arkeolog - Mimar), Attillâ Aytemur, Revka Mak-mal (misafir üye), Sabahattin Ağaldağ, Mehmet Akif Işm, Yaşar Yıldız ve Bakanlık Temsilcisi Arkeolog Nihat Sümer'den oluşmakta idi. Söz Konusu dönemde dört höyükten oluşan Plan. I) yükseltilerinden ikisinde, İkiztepe I ve îkiztepe H'de, çalışıldı. İkiztepe I'de Dr. Ö. Bilgi'nin gözetimi altında iki alanda kazıya girişildi: A - Sondajı ve C - Sondajı (krş. Plan III-VI). ikiztepe H'de Dr. J. Yakar'ın gözetimi altında bir alan (B - Sondajı) açıldı (bk. Plan VII-VIII).

İkiztepe'nin ikinci dönem çalışmaları ise 12 Temmuz — 22 Eylül 1975 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Kazı Kurulunu Handan Alkım (Koordinatör), Dr. Önder Bilgi, Dr. J. Yakar, Mühendis - Mimar Z. Dicleli, Sarpol Başar İzgiz (Arkeolog - Mimar), Arkeolog Nihat Sümer (Bakanlık Temsilcisi), Attilâ Aytemur, M. Akif Işın, Yaşar Yıldız, Zeynep Sevim Sarı, îlksen Başaran, Nurullah Aydın ve Sabri Kızıltan oluşturmakta idi. ikinci dönemde dört alan açıldı. Bunlardan ikisi (A - ve D - Sondajları) İkiztepe I'de Dr. Ö. Bilgi'nin gözetiminde kazıldı (bk. Plan XIV-XX). öteki iki alan ise İkiztepe I ile îkiztepe II arasındaki boyun kesiminde yer almakta idi: F - ve G - Sondajları (krş. Plan X-XIII); buradaki çalışmalar Dr. J. Yakar'ın gözetimi altında yapıldı.

İkiztepe'nin topografik planı kazılara başlamadan bir yıl önce 1973'de Yüksek Mimar Ferruh Bazyar ve eşi Mühendis Türkân Bazyar tarafından alındı.

1974 dönemi kazı planlarını Jose Luis Garzon, 1975'inkilerini Sarpol Başar İzgiz çizdi. Gerek 1974 ve gerek 1975 planlarının buradaki yayma hazırlanması Dr. Günhan Danışman tarafından koordine edilerek ve yeniden çizilerek gerçekleştirildi. Gerek birinci ve gerek ikinci dönem ikiztepe kazılarının Koordinatör Arkeologluğu görevi Handan Alkım tarafından yürütüldü.Keramik desenlerinin büyük bir kısmını S. B. İzgiz, bir kısmını da Sabri Kızıltan ile Yük. Mimar Lâmi Alp Çetinsü çizdiler. 1974 döneminde meydana çıkan hayvan kemiklerinin etüdü Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü uzmanlarından Dr. İbrahim Tekkaya ve Ankara'daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü mensuplarından Dr. Sebastian Payne tarafından yapıldı; kendilerinin bu konu ile ilgili raporları 1974 kazıları raporu sonundaki EK I'de sunulmuştur.

1975'de bulunan ve üzerinde Kral Lysimachos'un lejandı yer alan altın sikkeyi Prof. Dr. Nezahat Baydur değerlendirdi. 1974 ve 1975 dönemlerinde bulunan taş aletlerin incelenmesi ve raporu Arkeolog Sema Bayrı-Baykan tarafından hazırlandı. Paleobotanik kalıntıları Hollanda'nın Gronigen Üniversitesi Bioloji-Arkeoloji Enstitüsü'nde Prof. Dr. W. van Zeist tarafından, mezarlarda bulunan iskeletler ise, Amerika'da West Chester State College'den Prof. Dr. Marshall Joseph Becker tarafından incelenerek bu ön rapora eklendi. Buradaki raporumuzun İngilizce metni Dr. Aslıhan Yener, Dr. Günhan Danışman ve B. Marcus Meyer tarafından hazırlandı. Bu vesile ile yukarıda adlarını zikrettiğim Yüksek Mimar, Arkeolog-Desinatör, Desinatör, Paleontolog, Paleozoolog, Prehistoryen, Nümiz-mat ve Çevirmen arkadaşlarıma bu değerli katkılarından dolayı candan teşekkürlerimi sunmayı zevkli bir borç bilmekteyim.

Buradaki yayınımıza ilişkin bir kaç noktaya teknik bakımdan değinmek faydalı olacaktır: Birinci ve ikinci dönem kazılarımızın amacı daha ziyade İkiztepe'nin stratigrafisini ve kültürel yapısını ana hatları ile tanımlama olduğu için, açılan alanlardaki gird karelerini tek tek ayrıntılı olarak ele almayı, saptanan evrelerini ve buluntularını vermeyi yeğledik.

İkiztepe'de iki höyük üzerinde kazılar aynı zamanda başlatıldı. Çalışmalarda her iki Tepenin kronolojik durumunu beraber yürütmek gerekliydi. Bu nedenle daha önceki senelerde yaptığımız toprak üstü toplamalarının sonuçlarına dayanarak iki farklı yerleşme katı saptandı.

İkiztepe I'in en üstünde yer alan Er-Hitit Çağım Kat I olarak, Anadolu'da yaygın olarak tanınan ve İlk Tunç Çağlarının malı oldukları bilinen buluntuları içeren yerleşmeler de Kat II olarak nitelendi. İkiztepe II'nin en üstünde bu tür bir kültür bulunmaktadır.

Söz konusu iki dönemde meydana çıkan buluntuların belkemiğini keramik oluşturduğu ve aynı zamanda yerleşme evrelerinin tarihlendirilmesine büyük ölçüde yardımcı olduğu için buradaki raporumuzda İkiztepe çanak - çömleği ayrıntılı olarak ele alındı. Keramiğin incelenmesinde ilke olarak hamur (=kil) yapımındaki özellikler göz önünde tutuldu, sekiz hamur türü saptandı; bu hamurlardan her biri ile yapılan kap formları ayrı ayrı fakat bütün evreleri içeren tipolojik bir yöntemle ele alındı; benzer kap formları ile karşılaştırma yapılırken bütün ayrıntılara girmeksizin kronolojik bağlantıyı sağlayan belli başlı bir kaç örneğin verilmesi ile yetinildi.

Okuyucuya çeşitli bakımlardan kolaylık sağlama amacı ile, yayınladığımız çanak - çömlek çizimlerinin her birinin altına hamur numarası, buluntu yeri (=locus) numarası ve ait olduğu kap tipi numarası yazılmıştır. Bu vesile ile, kap tipi numaralarının 1974 ve 1975 çalışmalarında meydana çıkan keramiğe göre verildiğine, gelecek dönemlerde bulunması olası varyantlarla bunların değişebileceğine, kesin tip numaralarının ancak İkiztepe kazılarının son yayınında yer alabileceğine işaret etmek isteriz.

İkiztepe'deki araştırma ve kazılarımızı geliştirdiğimiz süre içinde çalışmalarımızı her bakımdan destekleyen Türk Tarih Kurumuna, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığına, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğüne, Genel Müdür Baş yardımcılığına, Kazılar Şubesi Müdürlüğüne, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğüne ve Edebiyat Fakültesi Dekanlığına ve ayrıca Dündartepe kökenli pişmiş topraktan yapılma bir figürin parçasını (bk. res. 210, 210a, 210b) karşılaştırma amacı ile buradaki raporumuzda yayınlanmasına izin veren sayın Prof. Dr. Tahsin Özgüç ile Prof. Dr. Nimet Özgüç'e şükranlarımızı sunmayı büyük bir borç saymaktayız.

Samsun Valiliğine, Milli Eğitim Müdürlüğüne, Samsun Müzesi Müdürlüğüne, Bafra Kaymakamlığına, Belediye Başkanlığına, İlköğretim Müdürlüğüne, İkiztepe Köyü Muhtarlığına ve İkiztepe İlkokulu Müdürlüğüne göstermiş oldukları yardım ve kolaylıktan dolayı içten teşekkürlerimizi sunarız.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürlüğü, çatıları altında yaptığımız çalışmalar sırasında büyük kolaylıklar sağladılar; kendilerine pek müteşekkiriz.

Kitabımızın hazırlanması sırasında Türk Tarih Kurumu'nun, İstanbul'daki Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün, Hollanda Tarih-Arkeoloji Enstitüsü'nün, Ankara'daki İngiliz Arkeoloji Enstüsü'nün, Amerikan İlmî Araştırmalar Enstitüsü'nün ihtisas kitaplıklarından faydalanma olanağını kazandık; bu vesile ile adı geçen Kurum ve Enstitü Başkanlıklarına, Ord. Prof. Enver Ziya Karal'a, Prof. Dr. Dr. h. c. Kurt Bittel'e, Prof. Dr. Rudolf Naumann'a, Prof. Dr. Wolfgang Müller - Wiener'e, Dr. E. van Donzel'e, Bayan P. Donceel - Voûte'a ve Bayan Mihin Eren Lugal'e teşekkürlerimizi sunmaktan kıvanç duymaktayız.

Kendilerine filolojik konular için zaman zaman danıştığım meslektaşlarımdan Prof. Dr. Mustafa Kalaç'a, Prof. Dr. Muhibbe Darga'ya ve Doç. Dr. Ali Muzaffer Dinçol'a zahmetlerin¬den dolayı pek müteşekkir olduğumu ayrıca belirtmeliyim.
İkiztepe'de yapılmış olan araştırma ve kazılar Bilim Kurulumuzun bütün üyelerinin çok uyumlu ortaklaşa çabaları sayesinde gerçekleştirilmiştir; buradaki yayının ortaya konulmasında çalışma arkadaşlarımın hepsinin büyük değer taşıyan yardım ve katkıları olmuştur. Bu vesile ile Kazı Kurulumuzun yukarıda adlarını zikrettiğim bütün üyelerine candan teşekkürlerimi sunarım.

İkiztepe kazıları yapılırken çok gerekli olan bilimsel koordinasyonu sağlamış olmasından ve bu kitabın hazırlanışı ve basılışı sırasında da büyük yardım ve katkılarından dolayı eşim Handan Alkım'a candan teşekkürlerimi tekrarlamayı ayrı bir ödev saymaktayım.

Baskı sırasında teknik olanakların yerine getirilmesini gerçekleştiren Türk Tarih Kurumu Başkanlığına ve Basımevi Müdürlüğüne içten teşekkürlerimi sunarım.

Bundan başka İkiztepe kazılarının İlk Tunç I'in en eski evrelerinde ve Kalkolitik Çağ katında Ege - Balkan Dünyası ile ilişkiyi kanıtlayan buluntulara rastlanmış olması gerçekten ilginçtir; bu ise Karadeniz'in bu kesimi ile Batı arasında yalnız klasik devirlerde değil çok daha eski çağlarda deniz yolu ile olduğu anlaşılan kültürel ilişkileri kanıtlar. İkiztepe'de gelecek dönemlerde sürdürülecek olan kazıların bu konulara daha ayrıntılı ışık tutacağını ummaktayız.

Prof. Dr. U. Bahadır Alkım'ın başkanlığında hazırlanıp, basıma verilen bu kitabın, kendi¬sinin 1981 yılında vefatından sonra eşi ve İkiztepe kazılarının koordinatörlüğünü yapan H. Alkım tarafından tashihleri takip edilmiş ve onun da 1985 yılındaki vefatı nedeniyle kazının üyesi ve şu andaki başkanı olarak, 1-112 sayfaları kapsayan 7 forma dışındaki tümü, kendilerine çok müteşekkir olduğumuz Türk Tarih Kurumu Başkanı Sayın Prof. Dr. Yaşar Yücel'in yardımları ile ve Basımevi İşletme Amiri Sayın Yaman Kayaöz'ün sabırlı gayretleriyle tarafından tamamlanmıştır. Basım sırasında İngilizce metindeki bariz tercüme hataları dışında U. B. Alkım'ın arkeoloji dünyasına sunduğu metine sadık kalınmıştır.

Mart 1988 /Prof. Dr. Önder Bilgi

İkiztepe'nin Keşfi ve Coğrafi Çalışmalar -III




1. Dönem İkiztepe Kazısı
A. Amaçlar: Önce, İkiztepe'de kazıya girişmemizin amaçlarını bir kaç maddede sıralayalım:
1) Orta Karadeniz'in bu kesiminin kültürel sürekliliğini saptamaya çalışmak;
2) İkiztepe ve dolaylarının Orta Anadolu ile olan ilişki derecesini araştırmak;
3) Bir zamanlar hem Karadeniz'in, hem de Kızılırmak'ın kıyısında olduğu anlaşılan İkiztepe'nin, dolayısiyle Samsun bölgesinin, o zamanki Batı Dünyası ile deniz yoluyla ekonomik veya kültürel ilişkisinin bulunup bulunmadığını incelemek;
4) Hemen yukarıda Birinci Bölümün sonunda da belirtmiş olduğumuz gibi, üzerinde toprak üstü kalıntısı olarak çok sayıda "Er - Hitit" Çağı keramik parçaları toplanan İkiztepe'nin söz konusu devre ait yerleşmesini, varsa, bunun evrelerini ayrıntıları ile meydana çıkarmak ve eğer yine varsa bunların İç Anadolu'nunkilerle olan ilişki derecesini gözden geçirmek.
5) Aynı zamanda hem İlk Tunç Çağında ve eğer varsa, hem de daha eski devirlerde İkiztepe'nin, Anadolu'nun çeşitli bölgeleri ile olan bağlantılarını saptamaya çalışmak.

B. İkiztepe'nin   topografik   özelliği:
Birinci dönem kazı çalışmalarını açıklamaya girişirken İkiztepe'nin topografik özelliğini belirtmek yerinde olacaktır. Bafra Ovası içinde bu gün İkiztepe adını alan yer, dört doğal yükselti ve dört boyun üzerinde oluşmuş olup yaklaşık olarak 350 m. (kuzey - güney) x 260 m. (doğu - batı) boyutundaki bir alanı kaplar. Bu yükseltilerden en büyüğü tarafımızca İkiztepe I olarak numaralanmıştır.

İkiztepe I doğu -batı doğrultusunda yer almakta olup doğu eteğindeki Ovanın bu günkü düzeyinden 29.42 m. yüksekliktedir; doğu - batı genişliği 180 m., kuzey - güney genişliği de 130 m. kadardır.

İkiztepe II  İkiztepe I'in 45 - 50 m. kuzeyinde bulunmaktadır; ovalimsi biçimdedir, kuzey¬doğu güney - batı doğrultusunda olup yüksekliği yine doğusundaki Ovanın bu günkü düzeyinden 22.54 m. dir. Doğu - batı genişliği 115 m., kuzey - güney genişliği de 90 m. kadardır.

İkiztepe III, İkiztepe I'in 50 m. kadar kuzey - batısındadır; bu da kuzeydoğu - güney¬batı doğrultusunda olup ovalimsi biçimdedir, yüksekliği yine doğu kesimindeki Ovaya göre 14 m., doğu - batı genişliği 45 m., kuzey - güney genişliği de  108 m. kadardır.
İkiztepe IV: Şekli ovaldir; İkiztepe I'in 40 m. kuzeybatısında ve İkiztepe II'nin de 20 m. batısında yer almaktadır. Doğu - batı doğrultusunda olup yüksekliği doğu kesimindeki Ovanın aynı noktasına göre 16 m. dir, doğu - batı genişliği 90 m. ye ve kuzey - güney genişliği ise 80 m.ye ulaşır.

İkiztepe I, II, III ve IV'ün içinde bulunduğu ova, yukarıda da değindiğimiz gibi, yüzyıllar boyunca Kızılırmak nehrinin sel sularının getirdiği toprak ile oluşmuş olup bu gün deniz yüzeyin¬den bir kaç metre yüksekliktedir; erozyon nedeni ile İkiztepe'nin yamaçlarından kayıp akan toprak ise, ayrıca, İkiztepe'nin eteğine ve yakın çevresine rastlıyan ova kesiminin yüksekliğini hiç olmazsa bir kaç metre daha yükseltmiş olmalıdır. Bu gün Karadeniz kıyısının 6-7 km. kadar güneyinde kalan îkiztepe'nin bir zamanlar deniz kenarında bulunduğuna jeolojik incelemeler tanıklık etmektedir.

Yine bu gün Kızılırmak'ın esas kolunun 1.5 km. batısında kalan İkiztepe Höyüğünün vaktiyle bu nehrin kenarında bulunduğu anlaşılmakdır. Nitekim, Kızılırmak deltasını oluşturan kollardan birinin, Höyüğümüzün hemen doğu eteğinin çok yakınından aktığı İkiztepe köyünün ihtiyarları tarafından doğrulanmaktadır. Ayrıca, topografik konumlarından anlaşıldığına göre o zamanki deniz kıyısı çizgisinin batıdan doğuya doğru Alaçam - Sivritepe, Gökçeboğaz Tepe, Dede Tepe, İkiztepe, Şirlek Tepe, Beylikköy-Tepecik'in hemen kuzeyinde bulunmuş olduğunu2 ve bu nedenle İkiztepe'den başka saydığımız bu höyüklerin de vaktiyle Karadeniz kenarında yer almış olduklarım kanıtlamaktadır.
Böylece, İkiztepe Höyüğünün hem Karadeniz'in hem de Kızılırmak'ın kenarında bulunuşu, oradaki eski yerleşmenin coğrafî ve topografik özelliğe sahip olduğunu belirtmekte ve dolayısıyle hem deniz hem de kara yolu ile bağlantı sağlamaya uygunluğunu göstermektedir.

C. İkiztepe   I   ve   İkiztepe   Il'deki   kazılar
1974 döneminde İkiztepe'nin dört yükseltisinin ikisinde (İkiztepe II ve İkiztepe I) kazılara girişildi. Aşağıdaki satırlarda önce İkiztepe I'de ve sonra İkiztepe Il'de başlatılan kazının genel gelişimini açıklamaya çalışacağız. Keramik ve küçük buluntular ise, söz konusu her iki Tepe için bir bölümde bir arada gözden geçirilecektir.

I. İKİZTEPE DEKİ ÇALIŞMALAR:
1971 yılında yaptığımız sistematik toplamada ve 1972 ve 1973'deki topraküstü araştırmalarımızda bu Höyüğün her yönünden bol miktarda keramik toplanmış, bunlar arasında Höyüğün özellikle kuzey yamacından olanların çoğunluğu —o zamanki tanımlarımıza göre- "Eski Hitit" devrine, güney ve batı yamaçlarından toplananların çoğunluğu ise "İlk Tunç" Çağına ait olarak saptanmıştı. 

Yukarıda da belirttiğimiz üzere, doğal bir yükseklik üzerinde oluşmuş olan İkiztepe I'in hemen doğu eteğinin bitişiğindeki bu günkü alluvial ovaya göre yüksekliği 29.42 m.dir. Bunun kaç metresinin doğal ve ne kadarının da asıl Höyüğe ait olduğunu anlamak kuşkusuz ancak ana toprağa inildikten sonra mümkün olacaktır.

Birinci dönemde îkiztepe Fin iki yerinde çalışıldı: Höyüğün tepe kesiminde (A-Sondajı) ve kuzey yamacında.

a) A - Sondajı:
İkiztepe I'in tepe kesiminin hemen batısına rastlayan ve 5X5 m. boyutundaki on bir grid-karesinden oluşan 25X11=275 m2 lik bir alan seçildi (bk. Plan III, D 1 - 4/IV 11 - 13). Grid sistemine göre bir çalışma uygulanarak her grid-karesinin dört kenarında 0.50 m. lik bir kısım kazılmadı, böylece birbirine bitişik gridler arasında 1.00 m. genişliğinde topraktan birer ayırıcı dilim bırakıldı. Kültürel tabakalaşmayı saptayabilmek amacıyle bu onbir grid - karesinin hepsinde aynı  anda çalışılmaya başlandı, ancak bazılarında belirli düzeylerde duruldu, bir akçında ise daha fazla derinleşildi, birinde  ise A-sondajının en derin çukuru açıldı.

İkiztepe I üzerinde açılmağa başlanan A tranşesinden elde edilen sonuçları kısaca özetleyelim :
1 — Tepe üzerindeki  erozyon  ve  çift  sürmenin  aşındırmalarından   kendini   koruyabilen en üst yerleşme Geçiş Çağı yahut "Er - Hitit"  olarak tanımlanabilir.

2 — Bu "Er - Hitit" çağında, onunla beraber yaşamış İlk Tunç  türünde  kültür özellikleri gösteren çok sayıda örnekler bulunmuş olup daha eski geleneğin bu çağda da etkisini devam ettirdiği anlaşılmıştır.

3 — Bu dönem yapılan kazılar ile "Geçiş Çağı" yahut "Er - Hitit"  (kat I) in altı evresi belirlendi. Bu evrelerden birincisi, İkiztepe I'in en yüksek kesimindeki dört grid - karesinde (D 3/İV 11 = b. 13; D 3/IV 12 = b. 14; D 3/IV 13 = b. 15; D 4/IV 12 = b. 17) saptandı. Buluntu bakımdan daha zengin olan ve içindeki in situ durumundaki iri küpleri ile büyük bir yapının varlığını kanıtlayan tabanlara ikinci evrenin yedi grid - karesinde (D i/IV 11 = b. 7; D1/IV12 = b. 6;Ü2/IVn = b. io;D2/IVi2 = b. 5;D2/IV 13 = b. 2;D3/IVn = b. 25; D 4/IV 13 = b. 16) rastlandı. Üçüncü evre sadece üç plan-karede (D 2/İV 11 = b. 35; D 3/İV 11 = b. 32; D 4/IV 13 = b. 21 ve aynı yerde ikincil bir taban = b. 42) belirlenebildi. Oldukça derinleşilen bir grid - karede (D 3 /İV 11) aynı kültür katının daha üç evresi meydana çıkarıldı. Bu evreleri yukarıdan aşağı doğru takip edersek; dördüncü evre: D 3/İV 11 = b. 39, beşinci evre: D 3/IV 11 = b. 40 ve altıncı evre: D 3/İV 11 = b. 41 olarak saptanmıştır.

4 — A Tranşesindeki ilk dönem kazıları "Er - Hitit" çağında ahşap mimarlığın uygulandığını, evlerin temelsiz olarak dikeçler ve yatay hatıllar üzerine inşa edildiğini, duvarların gene hatıllar üzerine çamur sıva = pise kaplanarak yapıldığını saptamamıza olanak sağladı. Plan veren mekânlar belirlenememiş olmakla beraber, bunlara ait dikeç delikleri ve hatıl izleri meydana çıkarıldı. Ahşap olan taban altı konstrüksiyonu üzerine çamur sıvanarak yapılmış tabanlar yerleşme evrelerini kolaylıkla saptamamıza olanak sağladı. Ancak bazı kesimlerde tabanları topraktaki çok hafif renk farklılığı ile belirleyebildik.


b)C-Sondajı:
A - Sondajının 25 m. kadar kuzeyinde olup İkiztepe Fin kuzey yamacının batı kesiminde yer alan ve 5 X 5 m. boyutunda sekiz grid - karesinin oluşturduğu (G 20 - D 1 /İV 2-5, bk. plan V, VI) bu alanın yüz ölçümü 200 m2 dir *. Burada kazıya girişmenin nedeni, İkiztepe Fin tepe kısmını çevreler gibi gözüken, âdeta bir set görüntüsü veren ve özellikle C 20 /İV 3'de belirgin olan yapıtın niteliğini saptayabilmekti. Bu kesimin, İkiztepe Fin erozyondan ve çift sürme nedeni ile toprak kaymasından fazlasıyle etkilenen yamaçlarından biri olduğunu önceden belirtmek isteriz.


1.Dönem İkiztepe Kazılarının Sonuçları

BİRÎNGİ DÖNEM İKİZTEPE KAZILARININ SONUÇLARINA TOPLU BİR BAKIŞ
İkiztepe'deki 1974 dönemi çalışmalarımız henüz bir başlangıç olduğu için bunlardan kesin sonuçlar çıkarmak kuşkusuz erkendir. Bununla birlikte gözlemlerimize ilişkin birkaç noktaya değinmeyi faydalı bulmaktayız.:

1 — İkiztepe'de Kalkolitik   Çağdan başlıyarak "Er - Hitit" Çağı (="Geçiş Çağı") sonuna kadar sürekli yerleşmelerin varlığını saptamış bulunmaktayız.

2 — İkiztepe'nin  I.   Katının  çeşitli  evrelerinde bulunan  "Er - Hitit"  keramiği,  Dündar-tepe'de, Tek(k)eköy'de, Boğazköy - Büyükkale kuzey - batı yamaç kazısının 8b, 8c, 8d ve özellikle 9. katlarında, Boğazköy - Aşağı Şehrin 4. ve 5. katlarında, Alaca Höyük, Alişar, Polatlı, Ahlatlıbel, Beycesultan ve Mersin (Yümüktepe)' in çağdaş katlarında meydana çıkarılan çanak – çömlek türüne gerek yapılış ve gerek tipoloji bakımından büyük benzerlik göstermektedir; zaman bakımından da Kaneş Kârum'un II., III. ve IV. katlarında bulunanlara dolaylı olarak bağlanmaktadır.

3 — İlk Tunç Çağlarına ait İkiztepe keramiğinin, hem Dündartepe, Kavak  (Kaledoruğu) ve Tekkeköy'ün hem de özellikle Alaca   Höyük'ün   çağdaş   çanak - çömleği ile yakın   ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır.

4 — İlk Tunç II - III Çağlarında Orta Anadolu'nun İkiztepe ile çağdaş olan bazı kaplarında boya bezek görüldüğü halde, İkiztepe'de Orta Anadolu türü boyalı   keramiği   ("intermediate - ware", "Alişar III"  türü boyalılar)  niteliğinde hiç bir parçanın bulunmaması ilginçtir.

5 — İlk Tunç  I   Çağında  İkiztepe keramiği Büyük  Güllücek,  Kalınkaya,   Yazır   Höyük ve Alaca  Höyük'ün - hâfirlerince   "Kalkolitik"   olarak   tanımlanan - çanak - çömleğine  büyük benzerlik gösterir. "Boynuz kulp" ( = Karanovo kulpu) adı ile tanınan kulpların İkiztepe'de çok sayıda meydana çıkışı, ayni tür kulplara Kavak (Kaledoruğu), Tek(k)eköy, Alaca Höyük, Büyük Güllücek ve Yazır Höyük'de, Batıda ise Hacılar'da, Höyücek'de, Protesilaos (Karaağaç Tepe)'de Hanay Tepe'de, Ege Adalarının bazılarında ve Balkanlar'da rastlanışı söz konusu çağda İkiztepe'nin gerek İç Anadolu ile ve gerek Batı ile olan ilişkisini açıkça belirlemektedir; ancak bu benzerlik sadece kulplarda  kalmakta,  kulpların  ait  oldukları kapların  formları  ise  Balkanlar'dakinden ayrıcalık göstermektedir.

6 — İkiztepe H'de İlk Tunç I Çağma ait bir evrede (Kat II, evre 4) ağızdan çıkıntılı organik bir kulpun (bk. Lev. XXVI, 3 ve res. 54)  (tab handle)   bulunmuş   olması  ilgi   çekicidir.  Böyle bir kulp, bu günkü bilgimize göre, Orta Anadolu keramik repertuvarında pek ender görülür, nitekim Alaca Höyük'de sadece bir parça halinde rastlanmıştır. Buna karşın Batıda Kusura'da, Kuruçay Höyük'de, Ege Adalarında, örneğin Tigani'de, Hagio Gala'da, Thermi'de, Saliagos'da daha çok  örnekler  vermiştir. Troya I'de de  benzeri vardır. Beycesultan'da ise İlk Tunç IFde daha gelişmiş ve zarifleşmiş şekilde görülür.  Sözkonusu türdeki kulpun İkiztepe'de meydana çıkışı Höyüğümüzün Batı ile olan ilişkilerini belirliyen başka bir kanıttır.

7 — İkiztepe'nin İlk Tunç Çağı kaplarının bazılarında beyaz boya ile yapılmış ince band guruplarından oluşan bezekler mevcuttur. Ancak bu ilk dönemin izlenimlerine göre beyaz boya daha ziyade îlk Tunç'un başlarında kullanılmış, sonuna doğru terk edilmiştir. îkiztepe I'de açılan A - Sondajında çarklı M. Ö. II. bin yılı kapları ile beraber İlk Tunç karakteri gösteren kaplar da bulunmuş ancak bunlarda beyaz boya bezeği görülememiştir. Buna karşın tepenin kuzey yamacına yakın bir kesimde yer alan C - Sondajında ilk Tunç türünde yapılmış kap¬larda siyah üzerine ince beyaz boya bandları ile bezeklenmiş parçalar mevcuttur. Bu tür bezekler îkiztepe H'de açılan B - Sondajında İlk Tunç I'e tarihlenen yerleşme evrelerinde bol örnekler vermektedir. Bu durumda İkiztepe I'deki C-sondajı buluntularının da İlk Tunç I geleneğini devam ettiren, onlardan daha sonraki bir evreye (belki İlk Tunç II) ait oldukları varsayılabilir.

8 — İkiztepe'nin siyah renkli İlk Tunç I kapları   üzerindeki bezekler hem   beyaz   renkte olmaları hem de bezek türü ve motifleri bakımından Troya I - öncesi devrinde güney batı ve Batı Anadolu'da, Ege Adalarında ve Balkanlar'da bulunan çanak - çömleğin bezeklerine benzemektedir.

9 — İkiztepe II, Kat II evre 3'de meydana çıkan yüksek ayaklı bir kaba ait olduğu anlaşılan iki ayak (bk. Lev. XL, 31 İ/74 - 325 ve res. 56, 56a) Anadolu'ya yabancı bir kap formudur, oysa bu çeşit yüksek ayaklı tabaklar Balkanlar'da Vesselinovo Kültürüne özgü keramik arasında görülür.

10 — İlk Tunç I çağında İkiztepe II'nin taş endüstrisi ayrıca ilginçtir. Çok sayıda çakmaktaşı, kuvartz ve kısmen de obsidian âletler meydana çıkarıldı (örneğin krş. res. 92, 93, 94, 95 = Lev. XLII, 8; 96 = XLII, 7; res. 100 = Lev. XLII, 6). Bunlar arasında Anadolu'dapek ender rastlanan üçgen biçimli kuartzdan (bazıları çakmaktaşından) özenle yapılmış mızrak uçlarını (örneğin krş. res. 98 = Lev. XLII, 3; res. 99 = XLII, 2) ve ok uçlarını (örneğin bk. res. 97 = Lev. XLII, 5; res.  101 = Lev. XLII, 9; res.  102 = Lev. XLII, 4) özellikle zikretmek isteriz.

11 — İkiztepe II, Kat II evre 2'de bulunan yassı kemikten bir delicinin (?) yapılış biçimi (hançer şeklinde) dikkat çekicidir (krş. Lev. XLI, 23 ve res. 91). Form bakımından bu buluntu bir delici olmaktan ziyade Balkanlar'da özellikle Gumelnitza Çağında rastlanan şematik kemik figürinleri andırmaktadır. Ayni tür kemik eserler Troya I'de de görülür. Her ne kadar İkiztepe buluntusunda yüz ve vücut ayrıntıları belirtilmemiş ise de ana formu bakımından böyle bir benzerlik olasılığına değinmek yerinde olacaktır.

12 — Birinci dönem kazılarında elde edilen ve yukarıda bazıları zikredilen çeşitli buluntuların sağladığı kanıtlara göre,  İkiztepe, İlk Tunç I Çağında - büyük olasılıkla deniz yolu ile -daha ziyade  Batı ile, Ege  Adaları ile ve Balkanlar'la, İlk Tunç II - IU'de ise genellikle Orta Anadolu ile ve özellikle Alaca Höyük'le ve Alaca Höyük dolaylarındaki yerleşmelerle ilişkili gözükmektedir.

13 — 1971, 1972 ve 1973 yıllarında Samsun'un bu günkü il sınırları içinde geliştirdiğimiz topraküstü araştırmaları sırasında özellikle Bafra — İkiztepe yöresinde ve Kızılırmak deltasının güney kesiminde bulduğumuz sayıları 17'ye ulaşan höyük veya yamaç - höyüğü yerleşmelerinde topladığımız  keramik parçalarının inceleme  sonuçlarına göre  İkiztepe ve dolaylarında gerek Kalkolitik, gerek İlk Tunç ve gerek "Geçiş Çağı"nda yoğun yerleşmelerin varlığı anlaşılmaktadır.

14 — Bir üst maddede söz konusu edilen araştırmaların ve İkiztepe'de giriştiğimiz kazının ışığı altında, İlk Tunç III sonu ile Orta Tunç I arasındaki "Geçiş Çağında", ki biz buna "Er- Hitit" ya da "Ön - Hitit" diyoruz, (yaklaşık olarak M. Ö. XXI. - XVIII. yüzyılın başı) Kızılırmak Nehrinin   Karadeniz'e   döküldüğü bu yörede  bir  Krallığın   bulunduğunu ve bölgenin en büyük yerleşmesi olan İkiztepe'nin de bu Krallığın  merkezi  olduğunu varsaymaktayız. Eğer hal böyle, ise, bu husus Eski Hitit Krallığının kuruluşuna ve Eski Hitit Çağına ilişkin tarihî veya lejander olaylara katkıda bulunacak niteliktedir: İmdi, Kültepe tabletlerinde adı geçen ve 197ı'de Boğazköy'de bulunan Eski Hitit devrine ait çivi yazılı lejander bir metne göre, hem deniz hem de nehir  kenarında  veya yakınında yer aldığı anlaşılan Zalpuvva — ( = Zalpa ) kenti acaba İkiztepe olarak tanımlanabilir mi? Ya da İkiztepe, Zalpuwa - ülkesine ait bir kent midir? İkiztepe'nin coğrafî konumu ve ilk dönem kazılarında elde edilen arkeolojik sonuçlar, zannımızca, "İkiztepe = Zalpa -" eşitliğini doğrulayan kanıtlayıcı ipuçları verebilecek niteliktedir.