31 Ekim 2006 Salı

Kurtuluş Savaşımızda Bir Kahraman; Kavaklı Çerkez Ekrem Bey

Ekrem Bey 1303 (M. 1887) tarihinde Kavak İlçesine bağlı karlı köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Canbolat'tır. Canbolat oğlu Berzak Ekrem Bey diye tanınırdı.


Osmanlı İdaresinde Kavak köylerinde Rumlarla Türkler bir arada, kavgasız, sorunsuz yaşarken Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşında yenik sayılması ve Samsun'un İngilizler tarafından işgal edilmesi neticesinde, kışkırtmalar da olunca bir sürü Rum Çeteleri oluştu. Bu çeteler Türk köylerini yakmaya, yıkmaya, halkın ırz, namus ve malına saldırmaya başladı, akla hayale gelmedik zulümler yaptılar. İşte Ekrem Bey bu saldırılar karşısında kahramanca dur demek için kendi çetesini kurdu.

Ekrem Bey kurduğu çetesi ile Rumlara her yerde amansız darbeler indirmeye başladı. Ekrem Bey'in kahramanlıklarını duyan Samsun Mutasarrıfı Kemal Bey, onu Samsun'a çağırarak silahça ve adamca takviye ediyor. Ekrem Bey bu şekilde gücünü artırdıktan sonra hepsi de gözü pek ve vurucu yüzden fazla adama sahip oluyor. Nerede bir Rum çetesi kötülük yapsa kendisine hemen haber gönderiliyor, o da yıldırım hızı ile bu Rum çetelerini darma dağın ediyordu. Kısa bir zaman içinde Rum çeteleri bayağı yılmaya başladılar. Ekrem Bey'in adını duymayan kalmadı. Rum çeteleri en çok ondan korkuyorlardı.

Atatürk Havza'ya giderken Kavak'a uğradığı zaman kendisini karşılayanların başında Ekrem Bey bulunmuştur. Ekrem Bey. Atatürk'ü Havza'ya kadar yolcu etmiştir. Bu sırada emrinde iki yüz kadar atlı bulunuyordu.

Atatürk. Kavak'ta şimdi Halk Eğitim binası olarak inşa edilen yerde bulunan ve daha önce hükümet konağı olan binada misafir edilmiş, orada bulunan ileri gelen memurlar ve Kavak eşrafı ile bir sohbet toplantısı yapmıştır. Bu toplantıda memleketin acıklı durumu uzun boylu konuşulmuş ve Atatürk İlk defa olmak üzere orada düşüncelerini biraz açıklamış, yarı şaka, yarı ciddi bir tavırla:

“-Eğer ben, memleketimizi çiğneyen düşman kuvvetlerini memleketten sürüp atmak, memleketi hakiki istiklaline kavuşturmak için bir hareketin başına geçecek olursam bu iş de hanginiz beni desteklersiniz?” diye sorduğunda, Ekrem Bey hemen yerinden fırlamış, Atatürk'ü askerce selamladıktan sonra:

“-Şu saniyeden itibaren iki yüz adamımla emrinizdeyim Paşam cevabını vermiştir,

Atatürk, Ekrem Bey'in bu cevabından çok mememin olmuş ve kendisine herkesin yanında teşekkür etmiştir.

Ekrem Bey giriştiği bütün çarpışmalarda hiç bir vakit saklanmaya, gizlenmeye asla tenezzül etmez, apaçık ortada dururdu. Kendisine sıkılan kurşunlardan hiç birisi kendisine isabet etmemiş, bu yüzden Ekrem Beye kurşun işlemediği yolunda rivayetler bile çıkmış. O kadar ki bizzat Rumlar bile buna inanmaya başlamışlar.

Ekrem Bey en çok Samsun ile İç Anadolu yolunun güvenliğini sağlamakla uğraşıyor, Rum çetelerini bu bölgeye yaklaştırmıyordu. Denilebilir ki Samsun ile Merzifon arasına olduğu gibi hakim bulunuyordu.

İngilizler, çoğunluğu Hintlilerden oluşan 100 kişilik bir birliği Merzifon'a göndermek için yola çıkartmışlar. Başlarında İngiliz Subayları bulunan bu birlik Çakallı'ya geldiğinde, kendilerini dikkatle izleyen Ekrem Bey yanında pek az adamı olduğu halde, birden karşılarına çıkıyor ve dur emrini veriyor. İngilizler şaşırmışlardır. Hemen silah başı emri vermeye kalkışıyorlar, ama pusuda bekleyen Ekrem Bey'in adamları hemen ateşe başlayınca duraklıyorlar. Hemen beyaz mendillerini sallayarak teslim olduklarını bildiriyorlar. Ekrem Bey hemen silahlan ve cepheleri toplatıyor. Bu birliğin başında bulunan İngiliz Yüzbaşısı ile Ekrem Bey arasında tercüman aracılığı ile şöyle bir konuşma geçiyor:

-Sen kimsin? Ne cesaretle yolumuzu kesiyorsun?
- Ben memleketin evlatlarından birisiyim. Burası benim vatanım, fakat sen kimsin ve burada ne işin var.?
- Ben İngiliz işgal kuvvetlerine mensup, bu birliğin komutanıyım. Devletiniz savaşta yenilmiştir. Sizde topraklarınızı İşgal etmiş bulunuyoruz.
- Hayır, savaş bitmemiştir.
- Savaş çoktan sizin tarafın yenilmesiyle sona ermiş bulunmaktadır. Sizin galiba bir şeyden haberiniz yok.
- Savaş bitmiş olsa bizim burada ne işimiz var?
- Siz asker misiniz?
- Her Türk askerdir.
- Bu yol kesme hareketinizi ileride çok ağır ödeyeceksiniz.
- İşin o tarafı yalnız bizi ilgilendirir.
- Peki şimdi bize ne yapacaksınız^
- Samsun'a kadar yolcu edeceğiz. Bir daha Samsun'dan çıkacak, buralara gelecek o lursanız, bu sefer size karşı hiç de merhametli davranacak değiliz. Belki de hepinizi öldürmek zorunda kalacağız.

Bu sözleri duyan İngiliz subayı peki nasıl istersen öyle hareket et dedi.

Ekrem Bey devamlı kalkın hizmetine koşuyordu. Samsun'dan Kavak istikametine ve diğer yerlere giden kafilelere koruma görevini de yürütüyordu. Yine devlet hizmetinde olarak postayı Erbaa'ya götürüyordu. Rum çetelerinin saldırılarından korkan yolcular, hep böyle zamanları bekledi. Ekrem Bey bir yerden bir yere giderken halkı da koruyordu. Onun için Erbaa yolcuları oldukça kalabalıktı, Kafile Erbaa'ya doğru hareket etti ve Güllü Çalı (Güllüceağıl] adlı Rum köyünün önüne gelindiğinde, bu köyden iki kişinin kafileye doğru gelmekte olduğu görülür. Tepeden tırnağa silahlı olan bu adamlar azılı Rum çetecilerden Hirşo ve onun sağ kolu sayılan Kozma'dır. Bir anlık şaşkınlık her iki tarafı sarar, Ekrem Bey hemen kendisini toplar ve adamlarına saldırmalarını emrederek onlara doğru atılır. Karşılıklı ateş başlar.

İlk olarak Hirşo vurulur ve atından yere düşer. Kozma ise kaçmaya başlar ancak. 30-40 adım kadar koştuktan sonra oda vurularak yere yuvarlanır. Böylece bir çırpıda en azılı iki Rum eşkiyası temizlenmiştir.

Ateş sesleri üzerine Rum köyünden Ekrem Bey ve adamları üzerine kurşun yağmaya başlar. Rum köyü çok kalabalık bir köydü, buna rağmen ortaya çıkmaya, üzerlerine gelmeye cesaret edemiyorlardı, uzaktan uzağa ateş ediyorlardı.

Ekrem Bey kafileye bir zarar gelmemesi için onlara yola devam emrini verdi. Kafile uzaklaştıktan sonra yoğun ateş devam etti. Bu hengamede Karlı köyünden Dipşov Şakir'in ağabeyisine;

- "Beyimiz vuruldu" diye seslendiği duyulur. Ekrem Bey şehit olmuştur.

Ekrem Bey yerde yatıyor, yaralı aslanlar gibi inliyordu. Uğursuz bir kurşun onun karnından girmiş, can evinden vurmuştu. Az sonra aziz ruhunu Allah'ına teslim etti. Ekrem Bey'in naşını Bükceğiz köyünden Ömer adındaki adamı ile arabalardan birine koyarak köyüne yollanır.
Naşı köyüne götürülmüş ve orada toprağa verilmiştir.

Yine Bükceğizden Topal Osman Öldürülen iki eşkiyanın kafalarını keserek heybesine yerleştirir. Yolda köyün büyüklerinden Aytek Beyle karşılaşır. Ekrem Bey'in vurulduğunu haber almış, doğru olup olmadığını öğrenmek üzere yola çıkmıştır. Ekrem Bey'in vurulduğunu öğrenince ihtiyar kendisini tutamaz ve ağlamaya başlar. Ekrem Bey'in ölümünden sonra Kavak Belediye Reisi Akali Oğlu Yusuf ağa bir çete kurarak Rumlara karşı bir kaç baskın tertip etmiş olup, bu işi daha fazla İleri götürememiştir.

Nüfus kaydına göre Ekrem Beyin doğum tarihi 1303 (M. 1887] ve şehit düştüğü tarih Haziran 1335 (M. 1919) dur. Öldüğünde henüz 32 yaşında bir yiğitti. Geride iki eşi, biri erkek biri de kız olmak üzere iki çocuğu kalmıştır.

Eşlerinden ilki ve çocuklarının anası Kızbey kızı Nevcct 1305 doğumlu olup, 9.3.1920 tarihinde vefat etmiştir. Diğer eşi Mehmet kızı 1311 doğumlu Kadriye'dir, bu eşinden çocuğu olmamıştır. 02.05.1926 tarihinde vefat etmiştir.

Ekrem Bey'in oğlu Fuat 1328 doğumlu olup, 1933 tarihinde bekar olarak 21 yaşında vefat etmiştir. Kızı Beratiye 1329 doğumlu olup, 06.05. İ992 tarihinde Bekar olarak vefat etmiştir.

(Kaynak: Av, Erdoğan Kanbolat tarafından Tercüman Gazetesinde Murat Sertoğlu tarafından kaleme alınan Çırpınırdı Karadeniz adlı tefrikadan alınmıştır. Haziran 1335 (M. 1919)

Samsun’daki Tarihi Eserler

Samsun merkezde zikredilen 9 eserden 5’i (% 60; diğer 2’si İlhanlı, 2’si Cumhuriyet dönemi eseridir),

Bafra’daki 9 eserden 7’si (% 80; diğer 2’si Beylikler dönemi eseridir),

Çarşamba’daki 3 eserden tamamı (% 100),

Havza’daki 5 eserden 3’ü (% 60; diğerleri Osmanlı tamirlerinden geçerek bugüne ulaşmışlardır),

Terme’deki 2 eserden tamamı (% 100) ve meşhur Köprülülerin memleketi olan

Vezirköprü’deki 7 eserden tamamı (% 100) Osmanlı dönemine aittir.

Samsun’daki ortalama, benim kötü matematik bilgime göre % 85 çıkıyor. Yani Samsun da, Artvin gibi, Osmanlı döneminde şenlenmiş görünüyor ve ilginçtir, Selçuklu Devleti’nin Samsun’da yaptırdığı herhangi bir esere rastlanmıyor!
KAYNAK:Yurt Ansiklopedisi”nin 9. cilt.

Külhanbeyi Diyarı; Çarşamba

ABD ve Japonya  Maçoluğumuza Talip!
Bıyıklı, tesbihli, bağrı açık, yumurta topuklu ayakkabısının arkasına basarak gezen o meşhur külhanbeyleri, yerlerini Versace takımlı mafya babalarına bıraktı.

Bıyık, tesbih, düşük omuzlu yürüyüş artık demode kabul ediliyor; ama külhanbeyi diyarı olarak bilinen Samsun’un Çarşamba ilçesinde sivri burunlu, yumurta topuklu ayakkabılar hâlâ rağbet görüyor. Marka ve stil düşkünü yeni nesil maçoluğun ‘eski usul’ sembollerine dudak bükebilir; fakat Türkiye Kunduracılar Federasyonu aynı fikirde değil. Onlar, bu ayakkabıları dünyaya tanıtmak için kolları sıvadı bile. İlk önce önümüzdeki nisan ayında İtalya’nın Milano şehrindeki uluslararası fuara gidecek olan yumurta topuklular daha sonraki günlerde Japonya ve ABD’nin yolunu tutacak.

Samsun’un Çarşamba ilçesi hem külhanbeyleri hem de onların kullandığı sivri burunlu ayakkabıları ile tanındı yıllar boyunca. Şimdilerde o ‘bey’lerden pek kimse kalmasa da giydikleri ayakkabılar hâlâ tedavülde. İlçede külhanbeylerinin kullandığı ayakkabı; ‘Çarşamba ayakkabısı’, ‘sivri burun’, ‘yumurta topuk’ ve ‘basık’ gibi isimlerle tanınıyor. Türkiye genelinde çok fazla rağbet görmese de Çarşamba ayakkabısı bugünlerde, Japonya ve Amerika’da da satılmak üzere yolculuğa hazırlanıyor. Türkiye Kunduracılar Federasyonu, Çarşamba Ayakkabıcılar Odası ile birlikte İtalya Ayakkabı Enstitüsü Fizzi ile işbirliğine giderek şöhretli ayakkabılarını Japonya ve Amerika’ya pazarlamak için anlaştı.

Türkiye Kunduracılar Federasyonu, İtalya Ayakkabı Enstitüsü Başkanı Cusebbe Landi’yi geçtiğimiz hafta içinde Türkiye’ye davet etti. Ankara’da Çarşamba ayakkabısını inceleyen Landi, ‘sivri burun’un iyi bir el emeği ürünü olduğunu belirterek dünyaya pazarlanabileceğini söyledi. Çarşamba ayakkabısı için somut bir adım daha atılarak, nisan ayında İtalya’nın Milano kentinde yapılacak uluslararası ayakkabı fuarına katılması kararlaştırıldı. Daha önce Bodrum sandaletine, benzer bir çalışma ile Japonya’da çok ciddi bir pazar bulduklarını belirten Türkiye Kunduracılar Federasyonu Başkanı Hasan Özcan, “Günümüzde el yapımı ürünler makine yapımları karşısında pazar bulmakta zorlanıyor. Bu sebeple el yapımı ürünlerin özel pazarları olması gerekiyor. İtalyanlar ile anlaşma yaptık. Çarşamba ayakkabısını dünya pazarında tanıtacağız. Ben özellikle Japonya’dan umutluyum. Çünkü onlar doğal ürünleri çok seviyor.” diyor. Çarşamba ayakkabısının unutulmasına gönlü razı olmayan Çarşamba Kunduracılar Odası Başkanı Mithat Özcan, Türkiye’de başka hiçbir yerde bulunduğu yerle adlandırılan ayakkabı olmadığını söylüyor.

Ustalarının anlatımına göre Çarşamba ayakkabısının bilinen tarihi 1950’li yıllara dayanıyor. Bu tarihlerde Türkiye’de genel olarak kara lastik kullanılıyor, çünkü ayakkabı çok yaygın değil. Çarşambalı ustalar kara lastikten yola çıkarak tek parça dana derisinden ayakkabı yapıyor. Ustaların yaptığı ayakkabılar genellikle ilçenin külhanbeyleri tarafından kullanılınca bir anda onlarla özdeşleşiyor. Beyaz çorabın üstünde, dar paçalı külrengi pantolon, yelek ve 8 köşeli kasketle giyilen ‘sivri burun’ külhanbeylerinin simgesi haline geliyor. Külhanbeyleri de ayakkabının arkasını kırıp kullandığı için bu o âlemde karakteristik bir davranış şekli oluyor. Sivri burun, külhanbeylerinin zaman zaman cezaevine girmesi sebebiyle tek tip elbise uygulaması bulunmayan Türk cezaevlerinde mahkumların demirbaş eşyası haline geliyor. Topuklarının ‘tak tak’ şeklinde tok ses çıkarması sebebiyle zaman geçirmek için bir duvardan diğerine yürüyen mahkumlar tarafından her zaman tercih edilmiş. Ayakkabılar en parlak dönemlerini 1965-1980 yılları arasında yaşamış.

1970’li yılların başından itibaren yurtdışına giden gurbetçiler bu ayakkabıları beraberlerinde götürmüş. Bugün hâlâ Avrupa’da bu ayakkabılarla gezen meraklıları var. Türkiye’deki hayat tarzının her geçen gün değişmesi, makine ile üretilen ayakkabıların pazara hâkim olması, Çarşamba ayakkabılarının çağa ayak uyduramaması ilginin zamanla azalmasına sebep oldu. Günümüzde sayıları az da olsa Çarşamba’da ellerinde tesbih, kendilerine has eğik yürüyüşleri ile yürüyenleri görmek mümkün. Bugün kendilerine çırak bulamayan 10 kadar usta, artık bir kültürel değer haline gelen Çarşamba ayakkabısını yaşatmaya çalışıyor.

Çatlı ve Çakıcı, Celal ustanın müşterisiymiş
Alaattin Çakıcı, Abdullah Çatlı, Mehmet Kademoğlu gibi isimlere ayakkabı yapan yarım asırlık sivri burun ustası Celal Duran, “Benim yaptığım ayakkabı sayısı 200 bine yaklaşmıştır. Bana göre bu ayakkabı bugün de giyilir; çünkü yürüyüşü çok rahat.” dedi. Bugün 50 yıllık meslek hayatından sonra emeklilik günlerini yaşayan Celal Duran, görkemli günlerinde birçok ünlünün bu ayakkabıları kullandıklarını, 42 numara siyah renk el yapımı ayakkabıyı, arandığı dönemde, yakalanmadan önce Alaatin Çakıcı’ya, Abdullah Çatlı’ya da 41 numara siyah renk ayakkabıyı Susurluk kazasından önce teslim ettiğini söylüyor.

Dana derisine kösele taban
Çarşamba ayakkabısı, saf dana derisinden kösele taban üzerinde yapılıyor. Ayakkabının üstünü oluşturan deri kısım tek parça oluyor ve rahatlıkla bükülüp düzeltilebiliyor, kırılma izi kalmıyor. Ayakkabının en yaygın rengi siyah, diğer renkler yok denecek kadar az yapılıyor. El yapımı olan ayakkabıların üretimi 1 haftayı buluyor, 2-3 yıl bozulmadan kullanılabiliyor. Bugün Çarşamba ayakkabısı 35 liradan satışa sunuluyor.
/Yasin ÇANAKCI - İlyas ÜREK

Bilinmeyen çılgın Türkler; Çerkez Ekrem




Anadolu’nun düşman işgalinden kurtarılmasını sağlayacak Milli Mücadelenin başlamasına omuz veren kahraman “Çılgın Türkler”, tarihin bilinmeyen derinliklerinden günümüze ulaşıyor. Bunlardan biri de Mustafa Kemal Paşa’nın, Samsun’a ayak basmasından altı gün sonra Havza’ya giderken güvenliğini sağlayan ilk yerel güç olan Çerkez Ekrem ve kuvvetleri…


Araştırmacı tarihçi–yazar Baki Sarısakal’ın çalışmalarına dayanarak derlediği bilgiye göre, Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’dan Havza’ya geçişinde İngilizlere ve Pontus Rum çetelerine karşı güvenliğini 200 kişilik kuvvetiyle Çerkez Ekrem sağlamıştı. Atatürk, asayişi sağlamak amacıyla geniş yetkilerle donatılmış 3. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a ayak bastığının ertesi günü İngilizler 20 Mayısta Samsun’a bir kısım asker çıkarmış ve Mustafa Kemal bu gibi tecavüzlerin önlenmesi için Harbiye Nezaretine (Savaş Bakanlığına) telgraf çekmişti.

Kentte ve yakın köylerde incelemelerde bulunan Mustafa Kemal, Samsun ve çevresindeki asayişsizliğin nedenlerini Genelkurmay Başkanlığına gönderdiği telgrafta şöyle açıklıyordu: “Mütareke’den sonra bütün Rumlar, Yunanlılık milli emelleriyle her tarafta şımardığı gibi, bu havalide de Pontus hükümetinin kurulması gibi bir safsata etrafında toplanmış ve bütün Rum çeteleri, düzenli program altında hemen tamamen siyasi şekle dönüşmüştür.”   

Mustafa Kemal’in güvenliği ona emanet
Anadolu’nun iç kısımlarına bir an önce gitmek ve halkla temasa geçmek, onları yaklaşmakta olan tehlikeye karşı uyarmak ve silahlı mücadeleye çağırmak için köy ziyaretlerini sürdüren Mustafa Kemal Paşa, “bir kısım şikayetleri yerinde tetkik ve önlem almak üzere” geçici olarak karargahını Havza’ya taşıyacağını, 24 Mayısta Harbiye Nezaretine bildirir. Samsun’da İngilizlerin bulunması, kentte silahlı Rum çetelerinin varlığı, çok sayıda yabancı kontrol subayı ve memurlarıyla “İngiliz Intelligence Service” ajanlarının cirit atması, bu kenti Mustafa Kemal Paşa için güvenli kılmamaktaydı. Kaldığı Mantika (Mıntıka) Palas Oteli civarı bile Rumlarla çevriliydi.Bu gibi nedenlerle de Havza’ya gitmeye karar veren Mustafa Kemal, 25 Mayıs 1919 Pazar günü sabah kahvaltısından sonra 09.27’de, Ordunun otomobil parkındaki mevcut hurda bir otomobille yola çıktı.

Maiyeti de diğer iki otomobilde bulunan 18 kişilik heyetle Havza’ya hareket eden Mustafa Kemal Paşa ve beraberindekileri, Kavak’a geldiğinde karşılayanlar arasında yer alan Kavak’ın Karlı köyünden Canbulatoğlu Ekrem Bey (Çerkez Ekrem) de bulunuyordu.

Çerkez Ekrem ile Mustafa Kemal arasındaki diyalog ise araştırmacı Sarısakal’ın çalışmalarında şöyle anlatılıyor: “Kavak Nahiye binasında yaptığı toplantı sırasında Mustafa Kemal Paşa bir ara: ‘Eğer ben, memleketimizi çiğneyen düşman kuvvetlerini memleketten sürüp atmak, memleketi hakiki istiklaline kavuşturmak için bir hareketin başına geçecek olursam bu işte hanginiz beni desteklersiniz’ diye sorunca, Çerkez Ekrem Bey hemen yerinden fırlayarak: ‘Şu andan itibaren iki yüz adamımla emrinizdeyim Paşam’ diyerek Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’da ilk defa iki yüz atlısı ile destekleme onuruna ulaşıyor ve Havza’ya kadar Mustafa Kemal Paşa’nın güvenliğini sağlıyordu.”

Bir aziz şehit
Sarısakal, Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ve sonrasıyla ilgili bugüne kadar yayınlanan çeşitli kaynaklarda konunun birçok yönünün ele alındığını, ancak bazı tarihi ayrıntıların pek iyi bilinmediğini söyledi. Bunlar arasında, Atatürk’ün Havza’ya geçişindeki yol güvenliği konusunun da bulunduğunu anlatan Sarısakal, “Bugüne kadar kitaplarda pek yer almayan bu kahramanlığın belgelerine uzun süren araştırmalar sonucu ulaşıldı” dedi. Sarısakal, Çerkez Ekrem’in bu yönüyle pek bilinmediğini, yaptığı araştırmalar sırasında elde ettiği belgelerle de bunun kanıtlandığını belirtti. Sarısakal, Çerkez Ekrem’in Rum Pontus çetelerine karşı 1915 yılında Türklerden oluşan Samsun ve çevresindeki ilk ulusal kuvveti oluşturduğunu da sözlerine ekledi. Aynı yıl Erbaa’ya posta götürürken yol üzerindeki Güllüçalı adındaki Rum köyünde uğradığı saldırı sonucu 33 yaşında şehit düşen Çerkez Ekrem’in mezarının ise halen Kavak’ın Karlı köyünde bulunduğu bildirildi.

TAY-Karadeniz-D_Anadolu Dosyası

Genel Sonuçlar:
Araştırma süresi: 102 gün (Haziran - Ekim 2003)
Toplam katedilen yol: 24011 km
Araştırılan iller: Ağrı, Amasya, Ardahan, Artvin, Bartın, Bayburt, Bingöl, Bitlis, Bolu, Düzce, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Giresun, Gümüşhane, Hakkari, Iğdır, Karabük, Kars, Kastamonu, Kayseri, Malatya, Muş, Ordu, Rize, Samsun, Siirt (GD), Sinop, Sivas (OA), Tokat, Trabzon, Tunceli, Van ve Zonguldak.
Kaydedilen görsel malzeme: 2532 adet analog fotoğraf, 6149 adet (3713 Mb) dijital fotoğraf, 26 saatlik film

Arkeolojik Sonuçlar:
Araştırılan dönem: Paleolitik/Epipaleolitik, Neolitik, Kalkolitik ve İlk Tunç Çağı (İTÇ)
Hedeflenen yerleşme sayısı: 766
Hedeflenen yerleşmelerin çağlara göre dağılım: 38 Paleolitik/Epipaleolitik, 4 Neolitik, 140 Kalkolitik, 504 İTÇ, 80 Kalkolitik + İTÇ, 14 Diğer
Hedeflenen yerleşmelerin türlere göre dağılım: 466 Höyük, 146 Yamaç Yerleşmesi, 53 Düz Yerleşme, 20 Tekil Buluntu Yeri, 13 Mezarlık Alanı, 11 Konaklama/İşlik Yeri, 5 Dağınık Buluntu Yeri, 4 Kaya Sığınağı, 4 Mağara, 44 Diğer
Gidilemeyen yerleşme sayısı: 43 (Askeri bölge içinde kalan; araştırmacılarca adından başka bilgi verilmeyen; tahrip edilmiş ya da tümüyle yok olmuş yerleşmeler)
Bulunamayan yerleşme sayısı: 60 (Araştırmacılarca yer tarifi yetersiz olanlar; tahribat nedeniyle tümüyle yok edilmiş olanlar; çağdaş yapılaşma altında kalmış olanlar)
Araştırılan yerleşme sayısı: 663

Tahribat Sonuçları:
Tahribatın belgelendiği yerleşmeler: 589
Araştırılan yerleşmelerin tahribat türüne göre dağılımı*: 164 Definecilik/kaçak kazı, 120 Tarım, 87 Baraj, 69 Define+Tarım, 58 Yapılaşma, 38 Tarım+Yapılaşma, 27 Define+Yapılaşma, 14 Doğal, 8 Yol, 4 Diğer.

Yörelere göre tahribat türü:
İstatistiklerde de görüldüğü üzere, Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerindeki arkeolojik tahribatın yoğunluğunu, kaçak kazı ve defineciliğin yol açtığı tahribat türü oluşturmaktadır. Özellikle Doğu Karadeniz’de görülen ve dozerlerle yapılan kaçak kazılar, yerleşmelerdeki tabakalanmayı tamamen yok etmektedir. Defineciliğin öne çıktığı bazı iller ise Van, Siirt, Muş, Tokat/Zile’dir.

Genelde iki bölgede de, tarım faaliyetlerinin neden olduğu tahribat ikinci sırada gelmektedir. Geçmiş yıllarda saptanan tarla açmak, toprak birleştirmek amacıyla höyüklerin tıraşlanmasının neden olduğu tahribat yöre halkı tarafından bilinçsizlik ve kayıtsızlık sebebiyle sıradan bir durum olarak kabul görmekte, özellikle tek kültür tabakasına sahip yerleşmeler oldukça zarara uğramakta, hatta çoğunlukla yok olmaktadır.

Batı Karadeniz bölgesinde (Amasya, Samsun, Sinop, Kastamonu) Köy Hizmetleri, DSİ ve Karayolları gibi kurumların neden olduğu tahribat dikkat çekicidir. Ayrıca kaçak kazı tahribatının birçoğunda da, kamu kurumlarında bulunan araçların kullanılması düşündürücüdür.

Doğu Anadolu bölgesinde —özellikle Elazığ ve Erzurum’da— çarpık yapılaşmanın neden olduğu tahribat ön plandadır. Birçok çağdaş köy arkeolojik yerleşmelerin üzerine kurulmuş, buralardan toprak çekilmiş (ve halen çekilmekte); tarihöncesi çağlara ait höyüklerin yeri ve boyutları, artık sadece, yaşlıların hatırladığı birer anı olarak kalmıştır.

*Tahribat türlerinin açıklamaları:
Tarım: Her türlü tarımsal faaliyet (ekim, tesviye, toprak çekme, teraslama, sulama kanalı vd.)
Yapılaşma: Ev, otel, benzinlik, tatil sitesi, park, baraj, fabrika, elektrik direği, doğalgaz hattı, antik yerleşme, çağdaş mezarlık vd.
Kaçak kazılar: Definecilik
Maden/Ocak: Taş, kireç, kum ocağı vd.
Yol: Anayollar, tali yollar, köy yolları, traktör yolları, köprü vd.
Doğal: Deprem, yangın, erozyon, toprak çöküntüsü, dere, nehir taşması vd.
Diğer: Antik yapı vd.





Tahribatın Görsel Belgelerinden Bazı Örnekler


Çeş Tepesi (Samsun/Havza)

 İlk Tunç Çağı’na tarihlenen 5000 yıllık yamaç yerleşmesinin kuzey-kuzeydoğu eteği dozerle toprak alınarak düzeltilmiş ve tarla haline getirilmiş. Tarım amaçlı tahribatın belirgin bir şekilde gözlendiği yerleşmenin güneybatı yamacı da definecilerden nasibini almış.


Hacıbaba Tepesi I (Samsun/Bafra)

Yaklaşık 5000 yıllık İlk Tunç Çağı höyüğünden yol yapımında kullanmak ve tarım alanı açmak için bol miktarda toprak alınmış, hemen eteğinden itibaren yapılaşma başlamış ve yerleşmenin büyük kısmı yok olmuş. Fazla söze gerek olmayan, sadece bir fotoğrafın bile tahribatın boyutlarını anlatmaya yettiği bir örnek.




Manevra Tepe (Samsun/Havza)

Yaklaşık 5000 yıllık İlk Tunç Çağı yerleşmesinin batısından Hamaayağı Beldesi’ne yol yapmak için karayolları ve belediye tarafından kesilerek toprak çekilmiş. Bu nedenle binlerce yıllık kültür tabakaları da alınıan toprakla beraber yok olmuş ve höyükten geriye yok denecek kadar az bir kısım kalmış.



Oymaağaç Höyük
Höyüktepe (Samsun/Vezirköprü)

Yaklaşık 5000 yıllık bu İlk Tunç Çağı köyünün üzerinde günümüz Oymaağaç Köyü sakinleri yoğun bir şekilde tarım yaparak yerleşmenin devamlı bir şekilde tahrip olmasına neden oluyor. Bütün etekleri tütün ekilmiş durumdaki höyüğün batı kesimi teraslanarak tarla haline getirilmiş ve doğu eteğine de 2-3 yıl önce iki katlı bir ev inşaa edilmiş.



Sivritepe (Samsun/Alaçam)

Yaklaşık 5000 yıllık bu İlk Tunç Çağı yerleşmesi de yapılaşma nedeniyle büyük oranda tahrip olmuş durumda. Etekleri kesilerek tarım arazisi olarak kullanılan höyüğün üzerinde ise bir televizyon vericisi, toprak oyularak dikilmiş bir Atatürk levhası ve kuzey-kuzeybatıdaki Alaçam İlçesi’nden tepeye kadar ulaşımı sağlayan bir yol bulunuyor.



Şeyhsafi Höyüktepe (Samsun/Havza)

Etrafı verimli tarım alanlarıyla çevrili bir İlk Tunç Çağı yerleşmesinin üzerinde de yoğun bir biçimde tarım yapılmasına, eteklerinin tıraşlanarak tarla yapılmasına ve yamacına da birkaç ev kondurulmasına bu kadar örnekten sonra belki de artık fazla şaşırmamak gerek! Sürekli devam eden tarım nedeniyle tahrip olmaya devam eden höyüğün üzerindeki belgeleme çalışmaları sırasında ayrıca oldukça eski, sembolik bir defineci çukuruna da rastladık.

Osmanlı'da Okullaşma Oranı

Vilâyet veya Sancağın Adı  Okullaşma Oranı (Binde)
Bağdat Vilâyeti  1250
Hicaz Vilâyeti  1110
Çatalca Sancağı  330
Zor Sancağı  269
Konya Vilâyeti  238
Kayseri Sancağı  200
Aydın Vilâyeti  190
Niğde Sancağı  186
Teke Sancağı  154
Edirne Vilâyeti  154
Kıbrıs Adası  140
Karasi Sancağı  122
Basra Vilâyeti  119
Hüdavendigâr Vilâyeti  118
Bolu Sancağı  116
Kudüs Sancağı  114
Adana Vilâyeti  III
Trabzon Vilâyeti  110
Kastamonu Vilâyeti  109
Suriye Vilâyeti  108
Menteşe Sancağı  105
Ankara Vilâyeti  95
Mamüretülaziz Vilâyet  92
Karahisar-ı Sahip Sancağı  84
Maraş Sancağı  79
Biga Sancağı  76
Canik Sancağı  64
 Halep Vilâyeti  62
 Sivas Vilâyeti  56
 Beyrut Vilâyeti  41
 Asır Sancağı  38
 İzmit Sancağı  37
 Diyarbekir Vilâyeti  18
 Musul Vilâyeti  19
 Urfa Sancağı  15
 Bitlis Vilâyeti  4
Genel Okullaşma Oranı Ortalaması  Binde 171


http://www.blogcu.com/ifsa/1281787/

Mustafa Kemal'in Anadolu'ya Geçişi Meselesi ve 19 Mayıs

GİRİŞ
Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Balkan savaşları akabinde Avrupa’da oluşan gruplaşmada tarafsız kalamamış ve Almanya’nın yanında I. Dünya Savaşı’na girmek zorunda kalmıştı. Çünkü Osmanlı Devleti’nin hem zayıf durumda olması, hem de Avrupa siyaseti dahilinde tarafsız kalması, o günkü şartlarda pek mümkün gözükmüyordu (1).

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ülke üzerinde başlangıçta büyük bir ferahlık meydana getirmişti. 1911 yılından beri savaşın içinde olan Türk halkı bu durumdan umutlanmış ancak mütarekenin uygulanış şekli bu ümitleri kısa sürede ortadan kaldırmıştır. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla ortaya çıkan Anadolu’nun haksız işgali meselesi, ülkenin kurtuluşu için fevkalâde ciddî düşüncelere ve teşebbüslere ihtiyaç olduğunun fark edilmesine yol açmıştır. Haksız işgallere karşı tepki olarak ortaya çıkan Millî Mücadele fikri, fiilî anlamda Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri vasıtasıyla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Millî Mücadele döneminde oluşan "Müdafaa-i Hukuk" kavramı; Türklerin millet olarak bağımsız bir devlet kurmak suretiyle yaşama hakkının, Osmanlı payitahtına İmparatorluğun diğer unsurlarına ve bu hakkı tanımayan I. Dünya Savaşı’nın galip devletlerine karşı fiilî bir mücadele sonunda elde etmeyi ifade etmektedir (2).

Millî Mücadele fikrinin ortaya çıkışı hususunda farklı yorumlar yapılmaktadır. Bu yorumlardan en önemlisi; İttihatçılar arasında yaygın bir fikir olarak kabul gören "Mukavemet" fikridir. Gerçekten de 1918 yılına girildiğinde Osmanlı Devleti’nin savaşta mağlup olacağını anlayan İttihatçı grup güvenli kabul edilen Anadolu’da bir direniş hareketinin zarureti üzerinde fikir birliği içinde idiler. Mukavemet konusunda, vilayetlerde yaptıkları çalışmalar ile kamu görevlilerini savaş sonrası ortama hazırlamaya çalışmışlar, Anadolu kongrelerinin toplanmasında ve Kuva-yı Milliye’nin tesisinde önemli roller üstlenmişlerdir. Teşkilat-ı Mahsusa’nın bakıyyesi olan Karakol Cemiyeti’nin faaliyetleri bu duruma güzel bir örnek teşkil eder.

Millî Mücadele fikrinin ortaya çıkışının, İttihatçılara mal edilmesi Mustafa Kemal Paşa ve kadrosuna haksızlık edildiği anlamına gelmez. Çünkü Mustafa Kemal Paşa da siyasî ve politik faaliyetlerinin başlangıcından itibaren bir İttihatçıdır ve bulunduğu ortamlarda İttihatçı misyonu temsil eden önemli bir isimdir. Ayrıca İttihatçılıktan ayrıldığı hususunda herhangi bir açıklaması olmadığı gibi kaynaklarda da bugüne kadar bu durumu teyit eden herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Enver Paşa ile olan çekişmesi Mustafa Kemal Paşa’yı mütareke döneminde bir ara Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı gibi göstermiş isede ona bu sıfatı yakıştırmak tarihî hakikatlerle bağdaşmadığından dolayı mümkün değildir. Mustafa Kemal Paşa’nın fikrî anlamdaki farklılıkları daima İttihatçı misyon çizgisinde kalmış ve sadece bir iç muhalefet olarak tezahür etmiştir. Onu farklı kılan nokta tatbikinin hayatî bir zorunluluk olduğuna inandığı millî mukavemet fikrinin fiiliyata geçirilmesinde oynadığı büyük roldür. Başlangıçta ham olan mukavemet fikrine şekil veren, başarılması için her türlü vasıtadan faydalanılmasını sağlayan ve mukavemet fikrini cesaretle tatbik eden odur.

Bu dönemde I. Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti için ağır yenilgiyle sonuçlanması, bu yenilginin nereden kaynaklandığı hususunda birtakım fikirlerin ortaya çıkmasına sebep olmuş ve daha çok da İttihatçı grup suçlanmıştır. Bazı yazarlarımız İttihat ve Terakki’nin içine düştüğü bu olumsuz durumdan etkilenerek Mustafa Kemal Paşa’yı kurtarma adına, onu İttihatçı karşıtı gibi gösterme çabasına girmektedirler. Bu tip çabaların ilmî temellere dayanmayan mülahazalardan öteye gitmesi mümkün değildir. Esasında İttihatçılıktan aklanma gayretlerine ihtiyacı olmayan Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa’nın uygulamalarına muhalefet etmekle zaten İttihatçı misyona yüklenen son dönemin sorumluluklarından kendisini kurtarmıştır.

Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki Hazırlıkları ve 19 Mayıs Ruhunun Tesisi
İşgallere karşı başlayan Millî Mücadele’nin başarıya ulaşabilmesi ve millî istiklâlin sağlanabilmesi için verilen mücadelenin hukuken tasvip ve teyit edilmesi gerekiyordu. Bu yönde netice alınabilmesi için Mustafa Kemal Paşa liderliğinde sürdürülen mücadele, askerî olduğu kadar siyasî bir mücadeledir. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasından itibaren beyanatlarıyla başlayan, kongrelerle ve nihayetinde Ankara Hükûmeti’nin kurulması ile devam eden çizgide temel amacın, hukuken temsili sağlamak olduğu görülür. Bu noktada en önemli mesele, Babıâli ve İstanbul Hükûmeti’dir. İşgal kuvvetlerinin zorlayıcılığı ile İstanbul Hükûmeti’nin kendi yapısından kaynaklanan hantallık ve âcizlik, millî istiklâli ciddî olarak tehlikeye sokuyordu. Bu durumda yapılması gereken Anadolu’da Millî Mücadele’nin başlatılması ve millî hukukun tesisini temin etmektir. Nitekim, müttefikler İstanbul Hükûmeti’ni muhatap alıyorlar, Kuva-yı Millîye’yi de "asî" olarak vasıflandırıyorlar ve Kuva-yı Millîye’nin önlenmesi için sürekli baskıda bulunuyorlardı. Böyle bir ortamda Türk milliyetçilerinin verdikleri mücadele iki buçuk yıl kadar devam etmiş ancak, Ankara Hükûmeti hukuken temsil konusunda muhatap alınmamıştı. 1921 yılı Millî Mücadele tarihinde bu anlamda bir dönüm noktasıdır. Zira bu yıl içerisinde cereyan eden olaylar, silâhlı mücadelenin gerçek amacının anlatılmasını ve Ankara Hükûmeti’nin Müttefik Devletlerce kabulünü, en azından kabulün başlangıcını sağlayacak bir mahiyet arz edecektir.

Mustafa Kemal Paşa İtilâf donanmalarının mütareke hükümlerine göre fiilen işgal ettiği İstanbul’a 13 Kasım 1918 tarihinde gelmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmeden önce İstanbul’da kaldığı altı aylık süre, Millî Mücadele hareketinin başlangıcını oluşturan hazırlık dönemidir. Bu dönem yakın tarihimizde yeni Türk devletinin yapılanmasında siyasî ve fikrî temellerin oluştuğu fevkalâde öneme haiz tarihî hadiseler silsilesi ile doludur.

Mustafa Kemal’in İstanbul’da bulunduğu süre içerisinde düşüncesi, henüz Mebuslar Meclisi’nde güven almamış bulunan Tevfik Paşa kabinesine, mecliste güvenoyu verilmesini önleyerek, iş başına millî ülküye bağlı, azim ve kuvvet sahibi bir kabinenin geçmesini sağlamaktı. Bu fikrini tanıdığı ve güvendiği arkadaşlarına, bir kısım milletvekillerine de kabul ettirmişti. Şahıs şahıs yaptığı bu temas ve anlaşmaları yeterli görmeyerek, Tevfik Paşa kabinesinin milletvekillerini toplu bir hâlde görmek ve fikrini onlara anlatmak istedi. Mustafa Kemal, mecliste toplanan milletvekillerine düşüncelerini açık olarak anlattı ve o gün için alınacak tek tedbirin kabineye güvenoyu vermemek olduğunu söyledi. Böyle bir karar karşısında meclisin dağılması ihtimalinden bahsedenlere bunun muhakkak olduğu ve esasen kabine güvenoyu alırsa ilk işinin yine meclisi dağıtmak olacağı cevabını vermiştir. Uzun tartışmalardan sonra bu hususî toplantıda bulunan milletvekilleri Tevfik Paşa kabinesini düşürmeye karar vermelerine rağmen Sadrazam Tevfik Paşa, istediği güvenoyunu meclisten, tartışma bile olmadan almıştır.

Dinleyici localarından birinde meclisin çalışmalarını takip etmiş olan ve o günkü neticeden hiç memnun kalmayan Mustafa Kemal’in evine döner dönmez ilk işi, Padişah’ın başyaveri vasıtasıyla, Vahdettin’den bir görüşme istemek oldu. Padişah 22 Kasım 1918 cuma günü selâmlıktan sonra kendisini kabul edeceğini bildirmişti. Görüşmede, Mustafa Kemal’in düşündüklerini anlatmasına imkân bırakmayarak, ordunun, komutan ve subaylarının Mustafa Kemal’i çok sevmelerine binaen kendisine bir fenalık gelmemesini temin etmesini istemişti (3). Buna karşılık Mustafa Kemal tarafından kendisine sorulan "...ordu tarafından aleyhinize hazırlanan bir harekete dair malûmat ve mahsusatınız mı var?" sorusuna, padişah kesin bir cevap vermemekle beraber o gün için değilse bile ilerisi için böyle bir ihtimali mümkün gördüğünü istemeyerek ifade etmişti.

Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, Mütareke Dönemi’nde İstanbul’da, iktidara gelmenin bütün yollarını denedikten sonra, Anadolu’ya geçmek ve "millî mukavemet"te bulunmak gibi "ağır ve kat’i" bir kararı her yönüyle incelemiş ve "bundan başka bir şey yapmak ihtimali kalmadığına" inanmış idi. Sonunda devletin ve milletin İstanbul’dan kurtarılamayacağını anlayan M. Kemal Paşa Anadolu’ya geçerek millî mukavemette bulunma kararını vermiştir.

Bu karardan sonra Anadolu’ya geçerek millî mukavemet kararına varmakla iş bitmemiştir. Bundan sonra o, mümkünse resmî bir görevle, bu mümkün olmazsa özel olarak Anadolu’ya geçme ve orada bir Millî Mücadele hareketini başlatmanın çarelerini aramaya başlayacaktır. Bu hususta ona başta Ali Fuat Cebesoy olmak üzere arkadaşlarının büyük yardımı olmuştur. Önce Mustafa Kemal Paşa’ya Anadolu’da görev verilmesi için kendisinin hükûmette etkili bir kişiye tavsiye edilmesi gerekmiştir. Bu işi yapan kişi, Ali Fuat Paşa’dır (4). Ali Fuat Paşa, daha sonra dahiliye nazırı olan Mehmet Ali Bey’e Mustafa Kemal Paşa’yı tavsiye etmiş ve onu bu hususta ikna etmiştir. Bu görüşmeden sonra Erkân-ı Harbiye-yi Umumiye Reisi Cevat Çobanlı ve Mustafa Kemal Paşalar ile yemek yiyen Damat Ferit Paşa, bir gün sonra Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya Samsun ve çevresindeki olayın araştırılmasına Mustafa Kemal Paşa’nın memur edilmesi emrini vermiştir. Bundan sonra, "9. Ordu Müfettişliği" olarak gerçekleşecek tarihî tayinin işlemlerine geçilecektir.

Türk İstiklâl Savaşı’na başlangıç teşkil eden bu tayin tesadüfler sonucu olarak değil, Mustafa Kemal Paşa’nın Mütareke Dönemi’nde gösterdiği şuurlu faaliyetleri sonucu gerçekleşecektir. Mütareke Dönemi’nde Mustafa Kemal Paşa memleket meselelerinin dışında veya gerisinde kalmamıştır. O, herkesin her şeyden ümidini kestiği bir dönemde kendisine, devletine ve Türk Milleti’ne olan güvenini yitirmemiştir. Kurtuluşu başka bir devletin himaye ve desteğinde değil, kendi gücümüzde görmüştür. Onun Mütareke Dönemi’nde İstanbul’da gösterdiği faaliyetlerin temelinde bu inanç ve karar vardır. İşte bu inanç ve karar 19 Mayıs Ruhu’nun oluşmasında temel faktördür.

Zürcher, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçerek Millî Mukavemeti başlatma kararını Nisan 1919 ortalarında verdiğini belirtmekte (5) ve oldukça geç verilmiş bir karar olarak değerlendirmektedir. Anadolu’ya geçiş kararının gecikmiş olmasını bir eksiklik olarak görmek yanlıştır. Çünkü bu varsayımla hareket edildiğinde Mustafa Kemal Paşa’da Anadolu’ya geçme fikrinin Nisan 1919’dan önce olmadığını kabul etmek gerekir. Geç verilen "Millî Mukavemet" kararı değildir. Bu kararın uygulanma şeklidir. Bu düşüncenin ne şekilde, ne zaman ve nasıl tatbik edileceği arayışı değişik teşebbüslerle ele alınmış fakat sonuçta Anadolu’ya geçme fikri ağırlık kazanacaktır (6).

Dikkat edilirse Mustafa Kemal Paşa’nın fikrî faaliyetlerinin başlıca hedefi Anadolu’ya geçerek millî mukavemet hareketini başlatmaktır. O, bu gaye ile bir taraftan yakın arkadaşlarını bu fikir etrafında hazırlarken, diğer taraftan 19 Mayıs Ruhu dediğimiz bu idealin tahakkuku için yollar aramıştır. Gerçekten de Mustafa Kemal Paşa, bu ideal için sadece önüne çıkan fırsatları değerlendirmekle kalmamış, amacı doğrultusunda yeni fırsatlar meydana getirerek bunlardan azamî ölçüde yararlanmıştır. Diğer bir ifade ile O, tarihin önüne çıkardığı fırsatları olabildiğince iyi değerlendirmiştir. Bu büyük liderlere mahsus bir özelliktir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Görevlendirilmesi 19 Mayıs Ruhunun Tecellisi
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da ilk ayak bastığı yer Samsun’dur. Bu nedenledir ki, Samsun Millî Mücadele’nin başlangıç noktasıdır ve Millî Hareketin ilk evresini teşkil etmektedir. İleride Kuva-yı Milliye Ruhu şekline dönüşecek olan 19 Mayıs Ruhunun tecelli ettiği mekândır.

Atatürk, Samsun’a ilişkin olarak Nutuk’ta şu bilgilere yer vermiştir:
"1919 senesi Mayısının 19. günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye: Osmanlı Devletini dahil bulunduğu grup, Harbi Umumide mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti ağır, bir mütarekenâme imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harbi Umumiye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği deni tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine; aciz, haysiyetsiz, cebin, yalnız padişahın iradesine tabi ve onula beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyeti razı. Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta...İtilaf Devletleri, mütareke ahkamına riayete lüzum görmüyorlar..." (7).

Görülmektedir ki Millî Mücadele’nin Mustafa Kemal Paşa tarafından dile gelen hikâyesinin ilk cümlesi, "1919 senesi Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım" ile başlamaktadır. 19 Mayıs; bağımsızlık ruhunun oluşmasında başlangıç tarihidir. Fikir ve karar sahibi Mustafa Kemal Paşa’nın hedefine varan yolda ilk adımdır. Şevket Süreyya Aydemir’in anlatımıyla, "Mustafa Kemal’in yeni hayatı, yeni âlemi, onun 1919 Mayısının 19’uncu günü Samsun kıyısında Anadolu karasına ayak basmasıyla başlar, yani onun zuhurunun, hem kendi kaderine hem milletimizin tarihine, hem çağımızın akışına, çeşitli yönlerden yön ve şekil veren safhası o gün, orada ve Mustafa Kemal’in Samsun kıyısına ayak basmasıyla başlamıştır (8).

Dönemin şartları içinde Samsun ve dolayları mütareke Türkiye’sinin en çapraşık çete faaliyetlerine sahne olan ilimizdi. Mevcut çete faaliyetlerinin çoğunluğunu Pontusçu Rumlar oluşturmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa’nın, IX. Ordu müfettişliğine atanmasının başlıca nedeni de bu yöredeki Rumları, orada yaşayan Türklere karşı korumak ve Anadolu’da kurulmakta olan millî cemiyetleri dağıtmaktı. Onun bu göreve atanmasındaki isabetlilik, şahsî kaygı ve korkuların bariz şekilde ön plâna çıktığı günlerde "Millî Mukavemet" fikrini en üst düzeyde düşünen ve bunun uygulaması için çaba gösteren kişi olmasından kaynaklanmaktaydı. O daha İstanbul’a gelmeden önce sahip olduğu bu düşüncesini bir sır gibi vicdanında saklamış; Anadolu topraklarına ayak basar basmaz bu düşüncesini uygulamaya başlamıştır (9).

Öte yandan Samsun’un Millî Mücadeledeki diğer önemli tarafı, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ilişkin görevinin belirlenmesinde Osmanlı Hükûmeti’nin ne derece etkili olduğu hususudur. Çünkü Samsun’a gidiş, başlangıçta mevcut hükûmete karşı bir tavır değil bilakis İstanbul Hükûmeti’nin zaruri gördüğü askerî ve idarî bir sorumluluktur. Ancak gerek olayların seyri gerekse Atatürk’ün bizzat kendisinin dile getirdiği hatıralarından anlaşılan, İstanbul Hükûmeti’nin Mustafa Kemal Paşa’yı bu göreve getirişinde aynı düşüncelere ve hedeflere ulaşmak isteğinin olmamasıdır.

Nitekim, Mustafa Kemal Paşa Sivas’ta, Heyet-i Temsiliye Karargâhında Samsun’a gidişini Kılıç Ali’ye şöyle anlatmıştır (Ekim 1919);

"(…) Ben tasarladığım programımı Şişli’deki evimin bir köşesinde oturarak ve birtakım pestenkerani anasırla görüşerek tatbik edebileceğime kanî olmadığım içindir ki doğrudan doğruya milletle temasa gelmek istedim. Cevherini çok âlâ bildiğim ve çok sevdiğim milletimin içinde ve onunla birlikte hareket etmeyi daha faydalı, hatta çok lüzumlu gördüm. Senelerden beri ıstırap içinde bulunan Anadolu’nun derhal varlığına karışmak elbette ki daha salim bir düşünce idi. Bundan dolayı 3.Ordu Müfettişliğine tayinimi temin ettim ve Seyrisefainin küçük bir vapuruna binerek karargahımla birlikte alelacele yola çıktım. Bazı dostlarım bana İngilizlerin yolda gemiyi batırması ihtimali olduğunu söyledikleri halde kulak asmadım, kıymet vermedim(...)"

Mustafa Kemal Paşa İstanbul’dan Anadolu’ya geçişini anlatırken gözleri parlayarak bütün heybetiyle memleket için yegâne kurtuluş çaresinin, millî birliğin muhafazası olduğunu ve içinde yaşanılan felaketlere birlikte mukavemet edilerek milletin ancak bu sayede kurtulabileceğini, milletle beraber behemehal ve mutlaka bu gayeye varacağı kanaatini izhar ediyordu" (10) demiştir.

"Mustafa Kemal Paşa ‘nın 9. Ordu Müfettişliğine tayini (11), Ali Fuad (Cebesoy) Paşa’dan başlayıp zamanın dahiliye nazırı Mehmet Ali Bey Sadrazam Damad Ferid Paşa ve Sultan Vahideddin’e kadar uzanan bir tavsiye zinciri sonucunda gerçekleşmiştir (12).

Mehmet Ali Bey’in Ali Fuat Paşa’nın ailesi ile dünür olması ve bu arada Ali Fuat Paşa’nın rahatsızlığı dolayısıyla Ankara’dan İstanbul’a gelmesi sırasında ona bu tavsiyede bulunmakla kalmamış, aynı zamanda onun İttihatçı olmadığına Mehmet Ali Bey’i ikna etmiştir. Öte yandan Samsun ve havalisinde asayişsizlik durumu ortaya çıkınca Mehmet Ali Bey Sadrazam Damad Ferit Paşa’ya meselenin halli için bölgeye Mustafa Kemal Paşa’nın gönderilmesini teklif etmiş ve ayrıca onu bu hususta ikna etmeyi de başarmıştır. Damad Ferit Paşa meseleyi Padişah’a arz ederken göreve Mustafa Kemal Paşa’nın tayini için ayrıca Vahideddin’i ikna etmesi gerekmemiştir. Zira Sultan Vahidettin Mustafa Kemal Paşa’yı çok iyi tanımakta olup şahsî kabiliyetini takdir etmekte ve değerini bilmektedir.

Mustafa Kemal Paşanın 9. Ordu müfettişliğine tayininde başta Sultan Vahidettin olmak üzere zamanın sadrazamı Damad Ferid Paşa, Dahiliye nazırı Mehmed Ali Bey, Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Erkan-ı Harbiye-yi Umumiye Reisi Cevad (Çobanlı)Paşa ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye İkinci reisi Diyarbekirli Kâzım Paşa gibi büyük devlet erkanından bazıları şahsî kaygılarını bazıları da millî menfaatleri gözeterek bu tayin üzerinde hepsi de etkili rol oynamışlardır. Her ne sebeple olursa olsun Mustafa Kemal Paşa’nın tayini meselesi başlangıçta normal bir idarî-askerî karar gibi gözükmüş fakat sonuçları itibariyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir milletin istiklâl mücadelesinde hareket noktasını oluşturmuştur (13).

Atatürk, Nutuk’ta memleketin kurtuluşuyla ilgili o gün var olan birkaç çareyi izahtan sonra kendi kararını "ciddî ve hakikî karar olarak telakki etmekte ve bunu "Efendiler, bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da hakimiyeti millîyeye müstenit, bilakaydüşart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek! " olarak açıkladıktan sonra "İşte daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar, bu karar olmuştur." (14) demektedir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’daki Faaliyetleri
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a gelir gelmez müfettişliğin kendisine yüklediği vazifeleri yerine getirmek amacıyla Samsun’da kaldığı beş-altı gün içinde durumu incelemiş, ve beraberinde gelen arkadaşlarından Refet (Bele) Beyi Samsun (Canik Sancağı)’a mutasarrıf atamış, daha sonra da Erzurum’da bulunan XV. Kolordu komutanı Kâzım Karabekir ve Ankara’da bulunan XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşalara telgraf çekerek, Samsun’a geldiğini bildirmiş ve kendisiyle ilişki kurmalarını istemiştir.

22 Mayıs 1919 tarihinde hazırlamış olduğu rapor, birçok noktalarda, Ordu Müfettişliği talimatının sınırlarını aşarak, bütün memleketin kaderi ile ciddî bir şekilde uğraşmış olduğunu göstermektedir. Millî Mücadelenin ilk ana programını teşkil eden rapor, özetle şu fikirleri kapsamaktaydı:

1. Samsun bölgesi Rumları siyasî emellerinden vazgeçerlerse, asayiş kendiliğinden düzelir.
2. Türklüğün yabancı mandasına ve kontrolüne tahammülü yoktur.
3. Yunanlıların İzmir’de hakları yoktur. İşgal geçicidir.
4. Millet, millî hakimiyet esasını ve Türk millîyetçiliğini kabul etmiştir. Bunu gerçekleştirmeye çalışacaktır (15).

Bu rapor, 19 Mayıs Ruhunun dayandığı temelleri tespit etmesi bakımından önemlidir. Raporda, Rum azınlığın faaliyetlerine, Yunanlıların İzmir’i işgal faaliyetlerine açıkça karşı çıkış vardır. Bununla birlikte Türklüğün yabancı mandasına tahammülü olamayacağının açıkça ilân edilmesi ve millî mücadele hareketinin referanslarını Türk Milliyetçiliği fikriyatına bağlanması fevkalade önemlidir.

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gelmesiyle ilgili 1927 yılına ait bir yazıda şunlar yazılmıştır:

"Ordu müfettişi namı altında memleketimize ayak basan bu simadan o zaman kimse bir şey anlamamıştı... Çünkü o zaman memleket kafası yerinde anlayacak vaziyette değildi. Muhtelif ve müttezâ kavgaların hasıl ettiği hay-huy içinde kendinden geçmiş gibi idi. O büyüksima, burada bir hafta sessiz durdu. Etraf ve eknahı dinledikten sonra mekânı Anadolu içlerine nakletti. İşte o zaman o büyük simadan bir şeyler okunmağa başladı. Meğer o sima, o zat, o zekâ ordu müfettişi değil, bir vatan mübeşşiri imiş...üç sene sonra vatanın nail olacağı şerefli istiklâlini müjdeliğe gelmiş. Pek sarih olarak malûmdur ki böyle bir nasib davasındaki hakkımızın mertebesi yüksekti. Belki de birincidir. Çünkü Anadolu’yu kurtarmağa gelen o büyük Türk, Anadolu toprağı olarak ilk adımını Samsun iskelesine atmıştır." (16)

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da güvenliğin korunmasını sağlayacak tedbirleri aldıktan ve ordu ile ilk teması kurduktan sonra hem daha sakin bir çevrede çalışmak ve Anadolu’nun içlerine doğru biraz daha ilerlemek hem de Samsun’un İngiliz işgalinde ve kıyıda bulunması ve civarındaki Rum çetelerinin faaliyetinden ötürü karargâhının içerde daha emin bir yere naklini gerekli gördüğünden 25 Mayıs 1919 günü "Gençlik Marşı"nı söyleyerek 80 km içerideki küçük bir kaplıca kasabası olan Havza’ya gelerek (17) halkı millî mücadele fikri etrafında toplamaya ve hazırlamaya başlamıştır. Millî Mücadelenin ilk yıllarındaki harekâtın ordudan çok "Kuva-yı Milliye"ye dayanması da ihtilâli halka mal etmek amacına hizmet etmiştir (18). 

/DOÇ. DR. E. SEMİH YALÇIN (*)


KAYNAKÇA:
(*) Gazi Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
(1) Yavuz Ercan, "Bloklar Arası Çatışmalarda Osmanlı Devleti Topraklarının Stratejik Önemi", Beşinci Askerî Tarih Semineri Bildirileri I, Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askerî ve Stratejik Açıdan Türkiye(23-25 Ekim 1995-İstanbul), Gn.Kur.Başk. Yayınları, Ankara, 1996, s.122.
(2) T. Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasî Partiler, 1859-1952, İstanbul, 1952, s.435-437.
(3) F.Rıfkı Atay, 19 Mayıs, Ankara,1944, s. 6 vd.; F.Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, İstanbul, 1955, s. 91 vd.; E. Semih Yalçın, "Mütareke Döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki Faaliyetleri", Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl. 1995, Sayı. 28, s.185 vd.
(4) Yalçın, s. 202-203.; Cumhuriyet, 19 Mayıs 1963.
(5) Eric Jan Zürcher, Millî Mücadelede İttihatçılık, Ankara, 1987, s. 200.
(6) E. Semih Yalçın, "Mütareke Döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki Faaliyetleri (30 Ekim 1918-16 Mayıs 1919)", Tarih Araştırmaları Dergisi, s. 28’den ayrı basım, s. 196.
(7) Nutuk, C.I., İstanbul, 1973, s. 1-2.
(8) Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Mustafa Kemal (1881-1919), C.I, İstanbul, 1963, s. 390.
(9) Salim Koca- E. Semih Yalçın, "Mustafa Kemal Paşanın Dokuzuncu Ordu Müfettişliğine Tayininde Osmanlı Genel Kurmayının Rolü", Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 24, Temmuz, 1994, s.402-403.
(10) Kılıç Ali, Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, İstanbul, 1955, s.12.
(11) Mustafa Kemal Paşa (Atatürk)’nın resmî sicilinde bu vazifesi III. Ordu Müfettişliği olarak ve tayin tarihi de 2 Mayıs 1919 diye gösterilmiştir. Kendisine verilen talimatnamede ise (IX. Ordu-yu Hümayun Kıtaatı Müfettişliği) kaydı vardır. (Fethi Tevetoğlu, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Ankara, 1987, s.15, 10 no’lu dipnottan iktibas.; Yılmaz Öztuna, "Osmanlı Generali Olarak Atatürk", Türkiye, 4 Haziran 1991.)
(12) Mustafa Kemal Paşa’nın 9.Ordu Müfettişliğine tayini için bkz. Gotthard Jaeschke, Mustafa Kemals Sendung nach Anatolien, No:1, Geshichte des İslamischen Orients, Tübingen, 1949; Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da, İstanbul, 1981, s.91-110.; Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, İstanbul, 1965, s.186-194; Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C.I., İstanbul, 1981,s.397-419; Tahsin Ünal, Millî Mücadele Başlarında Mustafa Kemal, TK., s.73,; Sina Akşin, İstanbul Hükûmetleri ve Millî Mücadele, İstanbul, 1983, s.276-296; D.A. Rustow, The Army and the Foundin of the Turkisch Republic, World Polities, XI.(1959), s.537-538; Salahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C.I., Ankara, 1973, s.81-89; Salim Koca, "Mustafa Kemal’in 9. Ordu Müfettişliğine Tayininde Vahiddedin’in Rolü", Millî Kültür, S.50, s.1-5; aynı yazar, "Mustafa Kemal Paşa’nın 9.Ordu Müfettişliğine Tayininde Damad Ferid Paşa’nın Rolü Var mıydı?", Türk Dünyası Tarih Dergisi, S.41, 1990, s.3-9.; Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt:I-III, Ankara,1984.; Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1953.; Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbinin Esasları, İstanbul,1972.
(13) KOCA-YALÇIN, s.402-403.; Gothard Jaeschke, Mustafa Kemal Paşa’nın 9 Ordu Müfettişliğine tayininde "Padişahın kedisine olan büyük itimadını görmemezlikten gelmemek gerekir" derken Tevfik Bıyıklıoğlu da, "aksi takdirde bu tayini tasvip etmeyeceği muhakkaktır" diyerek, adeta onun ifadesini tamamlamaktadır(G. Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle ilgili İngiliz Belgeleri, Ankara, 1971, s.96; T. Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da, İstanbul 1981, s.100.) Mustafa Kemal, daha veliaht iken Vahideddin’in 15 Aralık 1974-4 Ocak 1918 tarihleri arasında Almanya’ya yaptığı seyahatte refakatinde bulunmuştu. Vahideddin, Çanakkale savaşlarında gösterdiği başarılardan dolayı hayranlık duyguları dolu olduğu Mustafa Kemal Paşa’yı bu vesile ile daha yakından tanıma fırsatını bulmuş, fikirlerini ve şahsi kıymetini takdir etmişti (F.R. Atay, Çankaya, İstanbul, 1980, s.104; G. Jaeschke, s.97.) Mustafa Kemal Paşa, Mondros Mütarekesini müteakip 13 Kasım 1918 tarihinde cepheden İstanbul’a döndükten sonra Sultan Vahiddedin ile görüşme isteğinde bulunmuş ve 15 Kasım 1918’de huzura kabul olunmuştur. Bu görüşmede Vahiddedin, "Bilirim ki, ordunun zabitleri ve kumandanları sizi severler. Bana teminat verebilir misin ki, onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir" gibi bir ifade ile endişesini ihtiyatkar bir dille belirttikten sonra, ona güvenin bir belirtisi olarak, "Siz akıllı bir kumandansınız. Tecrübesiz arkadaşlarınızı tenvir edeceğinize eminim" demiştir.( Hakimiyet-i Milliye, 12 Nisan 1926). Bu konuşmadan anlaşılacağı gibi, Sultan Vahideddin’in güvendiği bir komutan olarak Mustafa Kemal Paşa vasıtasıyla orduyu elinde tutmak istemektedir. Hiçbir olay Sultan Vahiddedin’in Mustafa Kemal Paşa üzerindeki büyük güvenini sarsmamıştır:Mustafa Kemal Paşa, kendisine fikren yakın saydığı; Ahmed İzzet Paşa ile birlikte iktidara gelebilmek için arkadaşları ile bazı politik teşebbüslerde bulunmuştur. Hatta bu gaye ile arkadaşlarıyla toplantılar bile düzenlemiştir. Öyle ki, bir gün arkadaşları ile İttihat ve Terakki Hükûmeti Dahiliye Nazırlarından İsmail Canbulat’ın evinde toplandıkları ve hükûmet aleyhinde kararlar aldıkları ihbar edildiğinde sultan Vahideddin,şüphesiz kendisine duyduğu büyük güvenin tesiriyle onun böyle teşebbüslerin içinde olmasına ihtimal vermediğini o zaman sadrazam olan Tevfik Paşaya söylemiştir (Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Haz. C. Kutay, İstanbul, 1981, s.263.). Söylemeye bile gerek yoktur ki, bu olay Sultan Vahideddin’in Mustafa Kemal Paşa üzerinde güveninin derecesini açıkça göstermektedir. Anlaşılacağı üzere, Sultan Vahideddin’in Mustafa Kemal Paşa üzerindeki güveni hangi bir olay karşısında silinip gidecek kadar köksüz değildir. Sultan Vahideddin, Mustafa Kemal Paşaya duyduğu büyük bir güvenin bir diğer belirtisi olarak, ona kızı Sabiha Sultanı vermek istemiştir. Fakat Mustafa Kemal Paşa bu evliliği istememiş olacak ki, karşı tarafın kabul edemeyeceği bir teklifte bulunmuştur. (Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, Ankara, 1958, s.273 vd.). Yukarıdan beri izah etmeye çalıştığımız bu "büyük güven"in tesiri ile Sultan Mehmed Vahiddeddin; "Samsun’a bir müfettiş gönderileceğini öğrenince, yaveranımdan; Erkanı Harp Mirlivası(tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa’yı da namzetler meyanında nazırı itibara alınız" diye zamanın "hükûmetini ikaz" etmiştir. Böylece, tarihin Türk milletine en büyük ihsanı olan bu tayin gerçekleşmiştir(Salim Koca, Mustafa Kemal’in 9.Ordu Müfettişliğine Tayininde Vahideddin’in Rolü Var mıydı?, MK, S.50, 1985, s.3.).;
(14) Nutuk, C.I., İstanbul, 1973, s.12-13.
(15) Bkz. Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da (1919-1921), Ankara, 1959, s.30.
(16) Dursun Ali Akbulut, "Samsun’un "Gazi Günü"Ya Da 19 Mayıs Bayramı", AAMD, Sayı 33, Kasım 1995, s.776(Samsun, 15 Mayıs 1927, N.115)
(17) "Bir hafta kadar, Samsun’da ve 25 Mayıstan 12 Hazirana kadar, Havzada kaldıktan sonra Amasya’ya gittim. Bu müddet zarfında bütün memlekette, millî teşkilât vücuda getirilmesi lüzumunu tamimen bilcümle kumandanlara ve rüesayı memurini mülkiyeye tebliğ ettim". NUTUK, s. 22. Ayrıca Bkz. İsmet Giritli, "Samsun’da Başlayan ve İzmir’de Biten Yolculuk(1919-1922)", AAMD., Kasım 1986, S.7, s.49-59.
(18) Kemal Arıburnu, Sivas Kongresi Samsun’dan Ankara’ya Kadar Olaylar ve Anılarla, Ankara, 1997, s.2.