17 Aralık 2012 Pazartesi

Açıkbaş Ömer Efendi








ÖMER ŞEVKİ ALTUNİÇ (KARAKULLUKÇU) 1295/1880-1950


Ailesi ve Doğumu
Nakşibendî şeyhlerinden Açıkbaş Ömer Efendi namıyla meşhur, Ömer Şevki Altuniç (Karakullukçu) [1] 1295/1880 senesinde [2] Artvin’in 10 km. doğusunda yer alan eski adı Tolgum olan Salkım’lı köyünde [3] Mustafa Efendi ve Hava Hanım’ın çocukları olarak dünyaya gelmiştir.

Mustafa Efendi’nin Osman, Ömer ve Ahmed adında oğulları, Asiye ve Hatice adında kızları dünyaya gelmiştir. Ahmed çocukların en küçüğüdür ve Samsun’da dünyaya gelmiştir. Mustafa Efendi köyde geçimini tarımcılıkla sağlardı.[4]

Hicreti
Ailesi, 1878-79 Osmanlı-Rus harbinde[5], Rusların Artvin’i işgal etmesinden sonra Anadolu’ya hicret ederek Samsun’a, [6] yerleşir. Samsun’da geçimlerini sebze yetiştirerek sağlarlardı.

Ömer Şevki Efendi, İlköğrenimini tamamladıktan sonra liseyi Canik idadisinde okumuştur. 1312/1897 senesinde (17 yaşında iken) Canik Mektebi [7] İdadiye Mülkiyesi diplomasını (şahadetnamesini), Pekiyi (aliyyü’l-a’lâ) dereceyle almıştır. [8] 1322/1907 de ise (27 yaşında iken) idadi diplomasını (şahadetnamesini) zayi sebebiyle tekrar çıkartmıştır.[9]


Öğretmenliği 
Ömer Şevki Efendi 1988-1908 yılları arasında İdadide Fransızca ve Edebiyat öğretmenliği yapmıştır [10]. 10 yıllık bu sure içerisinde kaç sene öğretmenlik yaptığını kesin olarak bilememekteyiz. Ancak beş-yedi sene kadar yaptığı tahmin edilmektedir. Fransızcasının çok ileri olması sebebiyle Fransız, konsolos ve papazlarla görüşerek onlara Türkçe öğretirken, kendi Fransızcasını da geliştirmeye devam etmiştir. Hatta şehirde zengin aileler çocuklarına özel Fransızca dersleri aldırırmış.

Ömer Şevki Efendinin tayini, sebebini bilmediğimiz bir nedenden ötürü Trabzon idadisine yapılır, ancak o buna kızarak Trabzon’a gitmez ve öğretmenlik mesleğinden istifa eder. Artık bundan sonra sebze komisyonculuğu yapan kardeşi Ahmed Efendi’nin yanında ortak olarak ticarete başlar. Daha sonra Maarif Nezareti hatasını anlayınca tekrar Samsun’da göreve başlayabileceğini söylemesine rağmen, O kabul etmez.


Ticari Hayatı 
Ömer Efendi, kardeşiyle birlikte sebze komisyonculuğu işini büyüterek, araziler satın alarak yarıcılarla (ortakçılar) çalışmaya başlamışlardır. Sebzeciliğin borsasını fiili olarak uygulamışlardır. Onlar fiyat belirlemeden esnaflar fiyat vermezlermiş. Esnaflar, ‘Pazarcıbaşı hele bir fiyatları açıklasın’ derlermiş. Civar köylerden sebzelerini getirip bırakanları gündüzün satarlar akşama da paralarını teslim ederlermiş. Belli bir zaman sonra Samsun’da Kasaplar caddesinin bir ticari merkez haline gelmesini sağlamışlardır. Ömer Efendi kendi bahçelerinden sebzeleri alıp dükkâna kadar götürür ve bundan da hiç yüksünmezmiş. İşçilik yapan yakınlarına, ortakçılarına parası olanlara ‘şuralardan arsalar alın, ileride buralar çok değerlenecektir’ dermiş.


Evliliği ve Aile Hayatı 
İlk evliliğini Ali Efendi ve Aliye Hanım’ın çocukları olan 1308/1893 doğumlu Fatma hanımla 1325/1909 yılında gerçekleştirir. Bu evlilikten önce bir kız çocuğu dünyaya gelir ve fazla yaşamaz, bu sebeple nüfusa kaydetmezler. Sonra ikinci çocukları Mahmut Şevki Altuniç 1328/1912 dünyaya gelir. Mahmut Şevki 7 aylık iken 1329/1913’ta annesini kaybeder.

İkinci evliliğini [11] Samsun müftüsü Hasan Efendi’nin kızı 1303/1888 doğumlu Hava hanımla gerçekleştirir [12]. Bu evliliğinden sırasıyla Neziha Hanım 1335/1919; Zehra Hanım 1336/1920, Abdullah Efendi (Doktor) 1340/1924, Mustafa Fevzi 1926[13], Emine 1929 dünyaya gelmiştir. Böylece Ömer Efendi’nin üç oğlu ve dört kızı olmuştur.

Ömer Efendi ev halkına karşı çok müşfik idi, çocuklarının eğitimleriyle yakından ilgilenir, gerektiğinde derslerine de yardımcı olurlardı. Özellikle kız çocukların okutulması yönünde çevresindekilere hep telkinde bulunur ve teşvik ederdi. Bu sebeple kız çocuklarını en az lise mezunu, erkek çocuklarını da üniversite mezunu yapmıştır. Akşamları evde çocuklarıyla oturur tatlı tatlı sohbet eder sonrasında da odasına çekilirdi. Yemeğe düşkün değildi ve sofrada yenmeyen ekmek ve yemeklere “bereketli” ekmek, yemek diyerek yerdi. Günlük siyasi gelişmeleri gazetelerden takip ederdi. Geceleri sabahlara kadar ibadet ve zikirle meşgul olur, yatağında yatmazdı. Bir keçesi vardı, onun üzerinde ibadet eder, belki de üzerinde uyurdu. Yatsı namazlarını ve teravihleri evinde bacanağı olan Hafız Mahmud Danışman’ın imametiyle kılarlardı.


Tasavufî Hayatı 
Tasavvufî hayatı Hacı ferşat efendi ile tanışmasından sonra başlamıştır.[14]  1921-25 yılları arasında İstanbul’da,  Gümüşhânevî dergâhının dördüncü halifesi, postnişini olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’nin yanında iki defa halvet yaparak sulûkunu tamamlamıştır.

Hilafet sonrası Samsun’da irşad görevlerine başlayan Ömer Efendi’ye, Samsun ve ilçelerinden, Karadeniz nahiyesinden pek çok müridi ziyaretlerine gelir; onların manevi gelişimine katkıda bulunurlardı. Tekkeler kapatıldığı için müridlerinin manevi eğitimlerini evinde yaptığı haftalık sohbetlerle; Hatme Haceganı ise Fener’deki bağ evi ile bazı talebelerinin evinde yaparak müridlerinin yetişmesini sağlardı.

Kendileri şeyh olduğu için göz önündeydi. Bu sebeple takip edilir, gözetlenirdi. Hatta şehir dışına çıkması yasaklanmıştı. Bir defasında Hopa’ya kızının yanına gitmek istediğinde çok zor şartlarda kısıtlı olarak izin verilmiştir.

Pek çok talebe yetiştiren Ömer Efendi’nin meşhur talebeleri arasında, Halim hoca, Cemil Hoca, özellikle de Sulucalı Ali Efendi ile Mustafa Bağışlayıcı’yı sayabiliriz. Şehir dışından gelen misafirlerin Ömer Efendi ile bağlantı kurmasını Mustafa Bağışlayıcı sağlar, onları ağırlar ve Ömer Efendi ile tanışmasını sağlarmış.

Ömer Efendi insanlara nasihat eder, tatlı tatlı konuşurdu. Kendisi istişare edilen, tavsiyeleri dinlenen bir kişiydi. Hiç kızmaz sinirlenmez, işleri itidalle yoluna koyardı. Esnaflar arasında problem çıktığında, O çözermiş. Her haliyle insanlara örnek kişi idi. Şapka kanunu çıkınca protesto mahiyetinde, şapka takmamak için sürekli başını tıraş eder yaz-kış başı açık gezermiş. Yazları çok sıcak olduğu zaman hararetini kesmek için çaya karabiber dökerek içermiş. ‘Dışarısı sıcak içerisini de ısıtalım ki dengeyi bulsun’ dermiş. Aynı şekilde kışın da dışarıda kar olduğunda başını biraz karla sıvazlayarak, ‘dışarısı soğuk içerisini de soğutalım da dengeyi bulsun’ dermiş.

Kendisinden sonra bu manevi vazifeyi, Amasya’nın Suluova’sında imamlık yapan, Ferşat Efendi’nin de Şeyhi olan Kondulu Yusuf Şevki Yücel’in mahdumu olan Suluca’lı Ali Efendi namıyla bilinen Ali Galip Yücel’e teslim eder.


Vefatı 
Ömer Şevki Efendi 25 Mart 1950 senesinde, Cumartesi günü sabah saat 07:10’ da dâru bekâya irtihal eylemiştir. Cenazesi Pazar günü unkapanı’ndaki evinden alınarak öğle namazına müteakip büyük camide cenaze namazı kılındıktan sonra Seyyid Kutbuddin kabristanlığına defnedilmiştir.

Ömer Şevki Efendi’nin cenazesi yurdun dört bir tarafından, özellikle de Karadeniz’den gelenlerle dolup taşmıştır. Öyle bir kalabalık cenaze Samsun’da görülmemiştir. Arapça ezanın yasak olduğu bir dönemde, cemaat cenazeyi evinden mezarlığa kadar yüksek seslerle tekbir getirerek götürmüşlerdir. Hiçbir yetkili de buna ses çıkarmamıştır.

Cenazeye gelenler birbirlerine rüyalarında Ömer Efendi’nin vefat haberini görerek cenazeye geldiklerini anlatmışlardır.

*  *  *
Ömer Efendi’nin hayatını özetleyen kendi dilinden dökülen mısralar*

Başta devlet, dilde himmet, elde fırsat var iken,
Tut elinden düşmüşlerin, sana saadet yâr iken,
Kimseye baki değildir, mülk-ü devlet sim-ü zer,
Bir harap olmuş gönlü tamir etmektir hüner!”


NOT: BU YAZI 14 EKİM 2012 PAZAR GÜNÜ, SAMSUN/CANİK BELEDİYESİ KÜLTÜR MERKEZİNDE SAMSUN MANEVİ BÜYÜKLERİNİ YÂD EDİYOR ADLI PANELDE SUNULMUŞTUR.

_____________________

1
Karakullukçu ailenin künyesi/ünvanıdır ve 1934 soyadı kanunu çıkıncaya kadar da aile bunu resmi olarak kullanmıştır (54 yıl). Şehâdetnâme ve hüviyetlerinde Karakullukçu şeklinde geçmektedir. Ancak Of’lu bir ailenin bu ismi soyad olarak almasıyla, Ömer Şevki Efendi’de Altuniç (içi altın gibi saf, kir pas tutmayan, içi saf olan kişi anlamına gelen bu) soyadını uygun bulmuştur.

2
1295, Rûmî takvime göredir. Buna göre Ömer Efendi’nin doğumu miladiye göre 1880’e tekabül etmektedir. 1295’in Rûmî mi, Hicrî mi olduğuna dair bir işaret olmadığına göre, 7 Kanunusani 1329 ( 20 Ocak 1914) tarihli Doğum Tarihleri Hakkındaki Şûrayı Devlet Kararı’na göre, bunun Rumî sayılması gerekir. Osmanlı Devleti’nde 1840 tarihinden itibaren Hicri(Kameri) ve Mali (Rumi) takvim birlikte kullanılmaya başlamış, bu takvimlerle ilgili 28 Şubat 1917 ve 1 Ocak 1918 tarihlerinde ay ve gün kaydırılmak suretiyle yeni düzenlemeler yapılmıştı.

3
Deriner Barajı ise Artvin’in eteklerinde başlıyor ve birçok köyü etkiliyor. Bu barajdan sonra da 7 köy su altında kalacak. Sadece inşaat halindeki barajlar, Salkımlı (Tolgun) köyünden geriye sadece birkaç ev bırakmıştır.

4
Yeğeni Fikret Altuniç Bey’in anlatımıyla, balları küplere koyan Mustafa Efendi ihtiyaç için balları aldıkça bereketleniyor ve bitme bilmiyor. Şaşkınlık içerisinde olayı hanımına anlattıktan sonra artık balın tükendiğini anlatır.

5
Halk arasında 93 harbi diye bilinen, 1878-79 Osmanlı-Rus savaşı.

6
Yeğeni Fikret Bey, Babası Ahmed Efendi’nin ana rahminde Samsun’a geldiğini bahseder. Babası Ahmed Efendi’nin doğumu ise 1301 (1886)’dır. Burada üç durum söz konusudur; ya 1301 tarihi yanlıştır, ya da Trabzon, Giresun, Ordu taraflarında birkaç sene kalmışlardır. Ya da bu durumların olmaması halidir ki o zaman Ömer Efendi 5-6 yaşlarında iken Samsun’a gelmiştir. Şimdiki Hançerli Mahallesi Ilıca Sokak’a yerleşmişlerdir. Orada 4 dönümlük bir bahçe satın alıp sebze yetiştirerek geçimlerini sağlamaya başlamışlardır.

7
XIX. Yüzyılın sonlarında Osmanlı’da eğitim alanında bir takım düzenlemeler yapılmış, ana hatlarıyla 1869’da Maarifi Umumiye Nizamnamesi ile yenilikler getirilmiştir. Okul çeşitleri ise;
a.
Umumi Okullar; Sıbyan Mektepleri, Ruşdiyeler, İdadiler, Sultaniler, Dâru’l-Muallimi, Dâru’l-Muallimât, Dâru’l-Funûn.
b. Hususi okullar; Müslim, gayri müslim ve ecnebilerin açtıkları okullar.
*Her köyde ve Mahallede bir Sıbyan mektebi; 500 haneli yerlerde Ruşdiye; 1000 haneli yerlerde İdadi; Vilayet merkezlerinde Sultanî; İstanbul’da merkezde kız ve erkek muallim mektepleri ve uygun yerlerde kız Ruştiyeleri.

8
Trabzon Vilayetinin idari yapısı;
1863’te yapılan düzenlemelerle, Trabzon vilayeti (Merkez Trabzon sancağı, Canik Sancağı, Lazistan Sancağı ve Gümüşhane Sancağı) dört sancakla yönetilmeye başlanmıştır. Canik sancağı; Canik (Samsun merkez), Bafra, Çarşamba, Terme ve Ünye’den oluşmaktadır. Her ne kadar yaygın ifade olarak Ömer Efendi’nin Trabzon’da İdâdi’yi okuduğu söylenmiş olsa da (Yusuf şevki Efendi ile irtibatlandırmak için), bu bilgi yanlıştır. Çünkü mezuniyet diplomasında Canik yazmaktadır. O tarihlerde Maarif Nezareti’nin idari yönetimi Trabzon valiliği ve Canik Sancağı şeklinde idi; Canik Sancağında da Sıbyan okulları, Rüşdiye ve İdadiler vardı. Daha sonra Trabzon Valiliği’ne bağlı Canik Sancağının merkezi olan Samsun kazasında 1898’de kız çocukları için İnâs Mektebi açılmıştır.

9
Osmanlı’da eğitim Devre i İbtidâiyye 2 yıl olup, 7 ve 8 yaş gurubudur; Devre i Vasatıyye 2 yıl olup, 9 ve 10 yaş gurubudur; Devre i Âliye 2 yıl olup, 11 ve 12 yaş gurubudur. Sonrasında İdâdiye’ye başladığını varsayarsak 5 yıl olan idâdî’nin ilk 3 yılı Rüştiye son 2 yılı ise idâdi’dir. Sonuç olarak toplarsak 12 + 5 = 17 yaş eder. Zaten Ömer Efendi’nin de idadi şahadetnamesinde “sinnî=yaşı” kısmında 17 yazmaktadır.

10
Bu göreve ne zaman başladığı ve ne zaman istifa ettiği bilinememektedir. Ancak 1898-1911 tarihleri arasında yapmıştır.

11
İkinci evliliği 1329-1334/1913-1918 tarihleri arasında olmuştur.

12
Kayınpederinin vefatıyla ondan miras kalan 3 katlı evine taşınır ve müftünün küçük kızı da onlarla bitlikte yaşar. Müftünün küçük kızı olan Samire muhtemel 1907 doğumludur. Zira Ömer Efendi’nin küçük kızı Emine Hanım’ın açıklamasıyla, müftü efendi vefat ettiğinde Samire Hanım 11 yaşında imiş. Müftü efendi de muhtemelen 1919 ocak ayında vefat etmiştir. Kaynaklara göre 30 ocak 1919’da Yusuf Bahri Uğurlu Samsun müftülüğüne vekaleten atanmış ve 13 sene vekalet etmiştir. Sonrasında ise asalet gelmiş ve 1938 de vefat etmiştir.

13
Tekirdağlı Mustafa Fevzi Efendi’nin vefatından 2 ay sonra oğlu dünyaya gelmiş ve şeyhinin ismini oğluna vermiştir.

14
Hacı Ferşat efendi ile ne zaman tanıştığını tam olarak bilemiyoruz. Ancak, Hacı Ferşat Efendi’nin Samsun’da öğretmenlik yaptığı söylenmektedir. Muhtemelen aynı dönemlerde birlikte öğretmenlik yapmış olabilirler. Şurası kesin ki öğretmenlik yaptığı yıllarda bu gerçekleşmiştir. Tanıyan bir kişi nin anlatımıyla, papyon kravat takar ve çok şık giyinen Ömer Efendi Kasaplar caddesinde yürürken Ferşat efendinin nazarıyla aralarında ülfet başlar ve tasavvufa intisabı böylece gerçekleşir. Bu da tarih olarak 1898-1908 yılları arasında gerçekleşmiştir. Sonrasında ise İstanbul’da Mustafa Feyzi Efendi hilafeti zamanında 2 halvete (1921-1925) katılmıştır.


15
Ali Galip Yücel, 1916-17 yıllarında, muhacirlik zamanında Trabzon’dan Tekkeköy’e kardeşleriyle gelerek yerleşmişlerdir. Samsun’da Ömer Efendi ile tanışır ve onun talebesi olur. Manevi eğitimini onun yanında tamamlar. Büyük Samsun depremi sonrası Ömer Efendi 1943 senesinde Amasya’nın Suluova şehrine imam olarak gönderir.

* Bu metin Cemil amca tarafından, M. Zahid Kotku hocaefendi tarafından baskıya hazırlanan Tezkiretü'l-Evliyâ adlı eserin son kısmına EK olarak ilave edilmiştir.
https://manevimimarlarimiz.blogspot.com/2012/10/ackbas-omer-efendi.html


27 Eylül 2012 Perşembe

Türkiye’nin İlk “Mübadele Müzesi” Alaçam’da Açıldı.


Türkiye’nin ilk mübadele müzesi olma özelliğine sahip Alaçam Mübadele Müzesi’nin açılışı, Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul GÜNAY tarafından gerçekleştirildi.

Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul GÜNAY açılış öncesi yaptığı konuşmada, “Emek veren bütün arkadaşlarıma teşekkür ederim. Bir hatırayı aziz tutmak için çok güzel bir örnek sergilenmiş. Mübadele döneminde Yunanistan’dan gelenlerin Türkiye’de çok sıcakkanlı karşılandığını ancak Yunanistan’a gidenlerin aynı muameleyi görmemiştir.” dedi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözünden hareketle Yurtta sulhun, cihanda sulhun ne kadar önemli bir vecize olduğunu bugün buradan bakınca anlıyoruz. 2012 Türkiye’sinden, 2012 Ortadoğu’sundan, 2012 dünyasından bakınca da bu sözün insanlığı geliştiren en tılsımlı vecize, en derin özdeyiş olduğu anlaşılıyor. Mustafa Kemal Atatürk’ü zaten çağının ötesine taşıyan ve çağdaşlarından büyük yapan, onun insanlığın geleceğine dair bu güzel fikirlerdir, dedi

Selanik’teki Atatürk Evini yeniden yapacaklarını ifade eden Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul GÜNAY, “1880 ile 1940 arsında hem Balkanları, hem Osmanlı coğrafyasını, hem Türkiye’yi anlatacak. Mustafa Kemal ismi çevresinde bir bilgi merkezi, Atatürk Evi yapmayı planlıyoruz. İnşallah bir yıl içinde tamamlamış olacağız. Atatürk’e karşı gecikmiş borcumuzu yerine getirmeye çalışıyoruz. Bu güzel müze Türkiye’de özel müzeler statüsü içerisinde ilk mübadele müzemiz, Sayın Valimizin şahsında tüm İl Özel idaresine ve emek veren tüm arkadaşlarımıza çok teşekkür ederim, dedi.

Açılışta bir konuşma yapan Valimiz Sayın Hüseyin AKSOY "Bugün Alaçam ilçemizde Kültür ve Turizm Bakanlığımızca onaylı ilk ve tek özelliğini taşıyan mübadele müzesinin açılışında birlikteyiz. Öncelikle bu açılışımızı onurlandıran Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul GÜNAY'a ve beraberindeki heyetine teşekkür ediyorum.

Kültür ve Turizm Bakanlığımızın Türkiye genelinde öncülük ettiği eski eserlerin korunması, onlara çeşitli fonksiyonlar verilmek suretiyle, bu binaların yaşatılması anlayışından hareketle, Samsun'da da İl Özel İdaresi olarak bu konuda önemli çalışmalar gerçekleştirdiklerini belirtti. Kültür ve Turizm Bakanlığımız müzenin donanımı anlamında bizlere maddi destek sağlamış ve bu gün açılışa hazır hale gelmiştir. Mübadiller Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında Yunanistan'la Türkiye arasında insanların mübadelesi şeklinde gerçekleşmiş ve bu mübadele sırasında yaşananlar, oradaki kültürlerin değişimi ve bununla ilgili devam eden süreçte bir çok kültürel etkileşimle ortaya çıkmıştır. Bugün bu müzede bu mübadelede yer alan ve Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde olduğu gibi Samsun ve Alaçam'a yerleşmiş olan mübadil nüfusumuz vardır. Bu insanlarımızın o dönemde yaşadıkları ve o dönemle ilgili çeşitli eserlerin yer aldığı müze aynı zamanda o dönemin fotoğraflarında sergilendiği bir müze haline gelmiştir.

Ben bu müzenin bu duruma gelmesinde katkıları olan İl Genel Meclisimize, İl Özel İdaremize ve bu noktada çalışmaları  sürdüren bütün kurum ve kuruluşlarımıza teşekkür ediyorum.

Buraya onay veren ve her türlü desteği sağlayan Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul GÜNAY'a ve değerli çalışma arkadaşlarına teşekkür ediyorum. Bu müzemizin kültür turizmine Samsunumuza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum diyerek sözlerini tamamladı.

Törene ayrıca, Samsun Milletvekili Mustafa DEMİR, İl Jandarma Komutanı Albay İsmail ÖZCAN, İl Emniyet Müdürü İsmail TÜRKMENELİ, İl Genel Meclisi Başkanı Mustafa KARAKURT, İlçe Kaymakamımız Sezgin ÜÇÜNCÜ, Alaçam Belediye Başkanı İlyas ACAR ve Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel ÜNAL, mülki amirler ve çok sayıda vatandaş katıldı. (18 Eylül 2012)

12 Eylül 2012 Çarşamba

Akbulut Koyu
Akbulut Köyü Kültür ve Sanat Dergisi

Akbulut Köyü Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı:1

Akbulut Koyu
Akbulut Köyü Kültür ve Sanat Dergisi
Okumak İçin Fotoğrafa Tıklayınız

Alaçam Meslek Yüksekokulu

Tarihçemiz:
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Senatosunun 19.02.2009 tarihli kararı ile Alaçam Meslek Yüksekokulunun açılmasının kabulüne ve Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına teklif edilmesine karar verilmiştir.

Yüksek Öğretim Kurulunun 25.03.2009 tarihli yazısı ile Alaçam Meslek Yüksekokulunun açılması uygun bulunmuştur.
Misyonumuz:
Alaçam Meslek Yüksekokulu ara eleman yetiştirmek amacıyla güncel eğitim ve öğretim tekniklerinden yararlanıp teorik ve pratik uzmanlık becerisi kazandırmayı, iş dünyası ile çeşitli kurum ve kuruluşların ihtiyacı olan nitelikli insan gücü ihtiyacını karşılayabilmek amacıyla, her türlü kaynağı etkin kullanarak; üretken, araştırmacı, kendine güvenen, toplumsal değerlere saygılı, sosyal ve kültürel yaşama katkı sağlayan, mesleki bilgi ve beceriye sahip ve sürekli değişen koşullara uyum sağlayabilen bireyler yetiştirmeyi görev kabul etmiştir.
Vizyonumuz:
 Evrensel, akademik ve etik değerlerden ödün vermeyen bir yönetim anlayışına sahip, çağdaş mesleki eğitimin gerektirdiği birikime hakim, bilimsel yönü güçlü ve analiz yapabilen elemanlar yetiştirme konusunda markalaşmış, yetiştirdiği elemanları iş dünyası tarafından tercih edilen, sürdürülebilir eğitim sistemine sahip, yeniliklere açık, katılımcı, ulusal düzeyde rekabet edebilir, lider bir yüksekokul olmaktır.

Akaryakıt İstasyonuna Alaçamlılardan Kırmızı Kart

Alaçam
Yazı güzel
Kışı güzel
İlkbaharı
Güzü güzel

Alaçam
Doğal güzellikleriyle
Tarihi dokusuyla
Konaklarıyla
Geyikkoşanı'yla
Sahili ve deniziyle
Kasap üstü etiyle
Enfes pidesiyle
Kızlan Yaylası'yla
Yaşanacak bir belde
21 yıldan bu yana
Alaçam'a gelir giderim
Hafta sonu tatili için
Samsunluların önünde
Şahane bir fırsat
Ama bu yönleriyle
Henüz kendini tanıtamamış

Geçenlerde
Alaçam merkeze
İlçenin kalbine
Akaryakıt istasyonu
Kurma talebiyle
Belediyeye
Başvuru yapılıyor
Belediye meclisinde
Bazı üyeler
İlçeye tehlike saçacağını
Derhal reddedilmesini
Bazı üyelerse
Komisyona havalesini
İstiyorlar
Yapılan oylamada
6 evet 6 hayır çıkıyor
Talep komisyona gidiyor
Meclis üyelerinin
Bu farklı yaklaşımının
Takdiri Alaçamlılarındır.

Alaçamlılar
Parti ayrımı yapmadan
Akaryakıt istasyonuna
Hayır diyorlar
Talep oybirliğiyle
Reddediliyor.
İşte örnek alınacak
Güzel ve şirin Alaçam

Bu arada yeri gelmişken
Alaçam’ın yerel önderleri
İz bırakmış belediye başkanları
Nami KÖK ve Mustafa KARAAĞAÇ’ın
İsimlerini anmadan geçmek
Onlara haksızlık olur.
Onlar Alaçam’ın 
Unutulmayacak
Siyasi portreleridir.
Saygıyla hatırlıyoruz.

/Şakir DEMİRCİ
12.09.2012 

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Dünya İkincisi Alaçam Yatılı İlköğretim Bölge Okulu´ndan.


Samsun’un Alaçam ilçesine bağlı bir köyden gelerek Yatılı İlköğretim Bölge Okulu(YİBO)’nda öğrenim gören İlker Yasin Zengin, 8.Uluslararası Bilişim Olimpiyatı(E-BİKO)'nda dünya ikincisi, E- Dream Bilişim Olimpiyatı’nda da Türkiye birincisi oldu.

Özellikle kırsal ve dağlık kesimlerde yaşayan yoksul ailelerin çocuklarının öğrenim gördüğü Samsun ’un Alaçam ilçesinde bulunan Göçkün 75. Yıl YİBO, özel okulları kıskandırarak aldığı birinciliklerle adından söz ettiriyor. Kırsal kesimdeki çocukların şehirlerdeki akranlarıyla eşit eğitim alması için oluşturulan ancak basında sürekli yaşanan olumsuzluk ve aksaklıklarla gündeme gelen Yatılı İlköğretim Bölge Okulu (YİBO)’nda başarılı öğrencilerde keşfedilmeyi bekliyor. Bu duruma en güzel örnek ise Alaçam ilçesindeki Göçkün 75. Yıl YİBO’ nda okuyan başarılı öğrenciler oldu. İstanbul’da bulunan Fatih Üniversitesi’nde yapılan E- Dream Bilişim Olimpiyatı’ na katılan Göçkün 75. Yıl YİBO öğrencisi İlker Yasin Zengin 'Nerede O Eski Oyunlar' adlı web tasarımıyla Türkiye genelinde 78 ilden başvuru yapan bin 16 okulun bin 820 projesi arasından finale kalmayı başardı.

Geçtiğimiz ay sonu yapılan finallerin seçmelerinde ise Zengin, Türkiye birinciliğine layık görülerek altın madalya ile ödüllendirildi. Samsun’un gururu olan İlker Yasin Zengin, aldığı başarıda öğretmenlerinin başarısının büyük pay sahibi olduğunu, bu nedenle YİBO’ların bazen basında çıkan haberlerle adının lekelendiğini ancak kendisi gibi dağ köylerinde okuyan yüzlerce öğrencinin buralarda başarılı eğitim aldıklarını vurguladı.

Okul Müdürü Şaban Tongal ise 30 projenin kaldığı büyük finalde Türkiye birinciliğini alan öğrencisi İlker Yasin Zengin ve Danışman Öğretmeni Buse Bilgin’e YİBO’ ya böylesine önemli bir ödülü kazandırdıkları için teşekkür etti. Göçkün 75. Yıl YİBO olarak yurtiçi ve dışında onlarca yarışmaya katıldıklarını belirten Şaban Tongal, "Genelde kırsal kesimden ve yoksul ailelerin çocuklarının öğrenim gördüğü YİBO’ larda güzel şeylerinde olduğunu biz burada ispat ettik. Biz burada yönetim ve öğretmenler olarak öğrencilerimize hem baba hemde anne olmaya çalışıyoruz. Bu ilgi ve alakayla öğrenim gören çocuklarda kendisini derslere daha çok veriyor. Yani biz ektiğimiz biçiyoruz." dedi.

Bunun yanı sıra bir başka yarışma olan E-BİKO 8.Uluslararası Bilişim Olimpiyatı’nda da web tasarımı dalında ilköğretim okulları arsında finale kalan 15 proje arasında yer alarak dünya ikincisi oldu.

3 Haziran 2012 Pazar

Alaçam Meslek Yüksekokulu İlk Mezunlarını Verdi


Ondokuz Mayıs Üniversitesi Alaçam Meslek Yüksekokulu’nda yapılan mezuniyet töreni ile 80 öğrenci ilk mezun olmanın sevincini ve gururun yaşadı.

Okul bahçesinde düzenlenen mezuniyet törenine Alaçam Kaymakamı Sezgin Üçüncü, Yakakent Kaymakamı Ali Arıkan, Alaçam Belediye Başkanı İlyas Acar, Yakakent Belediye Başkanı Burhan Bayrakdar, Alaçam Yüksekokulu Müdürü Yrd. Doç.Dr. Selahattin Özyurt, Daire Amirleri ile öğrenciler ve velileri katıldı.

Öğrenciler adına konuşma yapan lojistik program öğrencisi Gamze Ak, “İki yıllık eğitim süreci içinde mesleğimize gerekli olan bilgileri öğrendik. Ama en önemlisi de insanın ve insanlığın değerinde kavradık. Birbirimize karşı her zaman dürüst ve doğru olmayı kısacası vatana ve millete yararlı bir bireyler olabilmeyi sorumluluklarımızı ve içinde bulunduğumuz topluma karşı görevlerimizi hiç unutmadık. Şimdi nice anılar ve güzel duyguların eşliğinde gururlu ve bir o kadar da hüzünlü bir şekilde okulumuza veda ediyoruz bayrağı bizden sonra gelen arkadaşlarımıza teslim ederek. Bizlerden desteklerini esirgemeyen ve yanımızda olduklarını daima hissettiren ailelerimize ayrıca hem kişilikleri hem de verdikleri derslerle bize kılavuz olan hocalarımıza olan minnetimizi bir kere daha söylemek ve onlara sizlerin huzurunda teşekkür etmek istiyorum.”dedi.

Alaçam Meslek Yüksekokulu Müdür Yrd. Doç. Dr. Selahattin Özyurt, “Bugün, yeni bir hayata uğurlayacağımız öğrencilerimizin ve onlara emek veren öğretim elemanları ile ailelerin mutluluklarını paylaşmak üzere toplanmış bulunmaktayız. Üniversitemiz ve Alaçam için bugünün başka bir anlamı ise Meslek Yüksek Okulumuzun ilk mezunlarını vermesidir. Öncelikle hayatın her alanında daima iyi bir insan ve iyi bir öğretmen olmayı unutmayın. Alaçam Meslek Yüksekokulu Türk eğitim tarihi’nde model olabilecek bir kuruluş süreci geçirmiştir. Kısa sürede eğitime açılmasını sağlayan PTT Genel Müdürü Osman Turhal’a Vedat Anarat’a ve emeği geçen herkese teşekkür ederek mezun olan öğrencilere yeni hayatlarında başarılar.” diledi.

Alaçam Kaymakamı Sezgin Üçüncü, “Meslek Yüksek Okulunu Alaçam’a kazandıran ve büyük emekleri olan rahmetli muhtar Vedat Anarata, Yüksek Okulu Geliştirme Derneğine, Sivil toplum kuruluşlarına Alaçamlılara teşekkür etti. Mezun olan öğrencilere şirin ilçe Alaçamı unutmamalarını söyleyerek aile ve iş hayatında başarılar.” diledi.

Programın sonunda mezun olan öğrencilere diploma ve başarı belgeleri protokol üyeleri tarafından verildi. Yüksek Okul Müdür  Yrd. Doç. Dr. Selahattin Özyurt 14 aylık bebeği ile diplomasın almaya gelen Lojistik programı öğrencisi Özlem Aydın’ın diplomasını kızı Bennu Su ya verdi.

Öğrencilerin keplerini havaya atmalarının ardından tören sona erdi.

01 Haziran 2012(AA)

17 Nisan 2012 Salı

Alaçam'da Göçmen Ruhları Dolaşır


Eğer son anda bir program değişikliği olmazsa Alaçam Mübadele Müzesi, Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul GÜNAY tarafından 19 Nisan Perşembe günü saat 17:00'de resmen açılacak.              

Türkiye'nin Çatalca'dan sonra ikinci göç müzesi olacak bu müze… Dahası, Kültür Bakanlığı envanterine kayıtlı ilk mübadele müzesi…  Samsun Mübadele Derneği'nin yanı sıra başta Samsun Valisi Hüseyin AKSOY, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Aslan KARANFİL ve İl Kültür Müdiresi Yüksel ÜNAL olmak üzere pek çok kişinin üzerinde imzası bulunan bu müze, aynı zamanda kamu ile sivil toplum örgütlerinin elele verdiklerinde neleri başarabileceklerinin güzel bir örneği…

Alaçam, yüzyılın gürültüsünden uzak yaşayan bir kasaba… Hava temiz, insanları güzel, tabiat size göz kırpıyor… Keşfedilmeyi bekleyen tarihi evleri mıh gibi çekiyor sizi. Daracık sokaklarında Anadolu'ya özgü seviyeli bir mutaassıplık ve Rumeli'ye özgü derin hoşgörü kültürü birbirini kucaklamış. Bir bahçeden ötekine açılan yollarda gide gele yeşeren komşuluk sinmiş, her yana.

Kentin en eski iki mahallesinden birisi batı yakada kalan Karşıyaka ve diğeri tam karşısındaki Çeşme Mahallesi… Bir zamanlar Ortodoks ve Protestan azınlıkların oturdukları bu mahallelerde, birbirinden estetik tarihi evler karşılıyor sizi. Mübadele ile giden eski sakinlerin yerini, sıcacık bir Rumeli şivesiyle konuşan Balkan kökenliler almış.

Balkan kökenlilerden bir nesil önce Alaçamlı olan Kafkas kökenliler de kentin ruhunun göçmen olmasında pay sahibi elbette.

Mübadele Müzesi projesini bundan birkaç sene evvel o vakit ARGE Daire Başkanı olan değerli dostum Eyüp ELMAS ile konuştuğumuzda, Alaçam'da restore edilmesi planlanan tarihi bir Rum konağından söz etmişti. Kamunun elinde olan bu tarihi binanın restore edildikten sonra iyi bir projeyle yaşam bulması isteniyordu. Şahısların elinde olduğu için devletin restore edemediği konakların sahipleri için de teşvik edici bir proje aranıyordu. İşte bu arayışla Mübadele Derneği'nin projesi birbirini tamamlayınca ilk adım atılmış oldu.

Müzeye gelecek Türk ve Yunanlı turistlerin kentteki sosyal ve ekonomik hayatı bir nebze canlandırması ümit ediliyor…

"Bu müze niye merkezde değil de Alaçam'da açılıyor?" diye soranlar var. İzah edelim efendim:

1924'ten evvel Alaçam'da yaşayanların evleri, en özgün haliyle korunuyor. Öyle ki Yunanistan'dan gelen bazı turistler, Alaçamlı ev sahiplerinin engin misafirperverliği ile babalarının analarının doğduğu evlerde gece yatıya kalıyorlar.

Alaçamlılar, hangi binanın Ortodoks kilisesi, hangisinin Protestan kilisesi olduklarını parmaklarıyla gösteriyor. Bazı eski evlerin kök boya ile desen yapılmış kitabeleri, alın süsleri ve özgün kapıları hala duruyor.

Öte yandan, Alaçam'a gelen Rumeli Türk kültürü de dimdik ayakta… İnsanlar, atalarının hangi köyden geldiklerini biliyorlar. Kim Uzunkuyuludur, kim Kozluköylüdür belli… Bir zamanlar Rumeli'ye özgü ev yapımı dondurma ve helva yapan adamların ruhları dolaşıyor sanki tarihi evlerin yemyeşil bahçelerinde. İnsanlar birbirlerine memleket hikâyeleri fısıldıyor hala. Çoluk çocuk düğünde Zigoş oynuyor. Davul zurna milli saz, Debreli Hasan türküsü milli marş, Selanik milli başkent gibi belleklerde yaşıyor.

Alaçam'da kurulan mübadele derneği kentin en önemli sivil toplum örgütü haline gelmiş durumda. Anlı şanlı Balkan dernekleri bir folklor ekibi kuramadıkları için hayıflana dursun, Alaçam derneğinin yaşı altmışı bulan kişilerden oluşan müthiş bir folklor ekibi var. Mübadele müzesi, daha resmen hizmete girmediği halde halk tarafından benimsenmiş durumda…

Alaçam, Giritli mübadillerin omuzlarında turizme kazandırılan Ege'deki Cunda kasabasının Karadeniz versiyonu olmaya namzet.

Samsun Mübadele Derneği Başkanı Salih Meriç, hiperaktif bir adam… Bir yandan derneğin maddi olanaklarıyla kurulan güvenlik sisteminin montajını takip ederken öte yandan aklındaki yeni projelere kafa yoruyor.

Alaçamlı yaşlı mübadillerden birisi, gazeteyi gösterip "Kent merkezinde bir mübadele müzesi kuracağız." diye demeç veren kardeş derneğin başkanını şikâyet edecek oluyor. Elini parmağına götürüp susması gerektiğini işaret ediyor Başkan Meriç… "Onlar bizim hemşehrimiz, oturup konuşuruz, anlaşırız. Demek ki eksik bildikleri bazı şeyler var, meseleyi büyütmeyin." diyor.

Öyle diyor, ama belli ki kırılmış… Zira Alaçam Mübadele Müzesi'nin resmi açılış merasimi için hazırlık yapılan günlerde bu demeç hiç de şık olmadı. Keşke bir kerecik istişare edilseydi. Zira dernekler arasında yıkıcı bir rekabet varmış gibi yanlış bir algı yarattı.

Turizm potansiyeline rağmen Alaçam'da büyük tesis eksikliği göze çarpıyor. Kasabaya gelen turistlerin gece konaklayabilecekleri bir motel yok. Dışardan gelenlere hizmet edebilecek standartta kafeterya ve restoranlara da ihtiyaç var.

Bu tesisler için tarihi binalar biçilmiş kaftan aslında… Gel gör ki yatırımcı ruhu ara ki bulasın. İnşallah mübadele müzesi bu eksikliğin fark edilmesine vesile olur.

Alaçam Mübadele Derneği Başkanı Eczacı Hadi UYAR, mütevazı ve çalışkan bir adam… 24 Haziran Pazar günü, Alaçam'da "etli kazan pilavı" şenliği yapacaklarını söylüyor. Bize pilav günü için düşündükleri mekânı gösteriyor.

24 Haziran Pazar günü Alaçam'a gelenler, iki mübadil mahallesini birbirine bağlayan Drama Köprüsü'nden geçip kültür kokan Karşıyaka Mahallesi'ne geçecek. Davul zurna sesleri mübadil mahallesinde yankılanırken, Sarışaban sokakta, Uzunkuyu sokakta pilavlarını tadacaklar. Daha sonra tarih kokan Çeşme Mahallesi'ne gidip mübadele müzesini gezecekler.

Evlerine dönerken "Alaçam'a gene gelelim." diyecekler. Arabadakiler hep beraber, "Elbet be ya!" diye cevap verecek!

Mümin BOZKURT
15.04.2012
samsunsgim@sgk.gov.tr

10 Nisan 2012 Salı

Bir Zaman Geçidi Olarak Garlar

Günümüzde hızla değişen, çeşitlilik arz eden ulaşım imkân ve politikaları sebebiyle demiryolu ulaşımı önemini yitirmiş olsa da, trenler geçen yüzyılın son çeyreğine kadar önemli ulaşım aracıydı ve bir şehrin sosyal hayatının etrafında şekillendiği merkezler de tren garlarıydı. Lojmanları, lokantaları ve sosyal tesisleriyle zamanının en önemli mekânları olan garlar, kurulduğu günlerden bugüne toplumsal belleğin de merkezi olmuşlardır. Şehrin sosyal ve siyasi hayatı da çoğunlukla garlar çevresinde gelişmiştir. Bu küçük kasabalar için de, büyük şehirler için de aynıdır. Bu nedenle garları sadece ulaşım merkezi olarak görmek doğru olmaz sanıyorum. Garlara ve çevresine bakıp, onların hikâyelerine kulak kesildiğimizde bir şehrin hatta memleketin kültürel ve siyasi tarihini de görebiliriz.

Demiryolu işçisi bir babanın oğlu olan Kemal Varol’un İletişim Yayınlarından çıkan Memleket Garları adlı derlemesiyle bu tarihi mirasın peşinde bir yolculuğa çıkıyoruz. 13 ayrı yazarın memleketin değişik yerlerindeki garlar hakkındaki anlatılarıyla süren yolculuğumuz Haydarpaşa Garı’nda başlayıp Kurtalan Garı’nda bitiyor. Bu yazarların kaleminden çıkan makaleler, hikâyeler ve anlatılar, bize sadece o garların tarihini, mimarisini, yapım süreçlerini anlatmıyor. Her yazarın, bir dönem bulundukları şehirlerin garlarıyla ilgili anılarının yanı sıra dönemin sosyal yapısına ilişkin pek çok ayrıntıyı da okuma fırsatı buluyoruz Memleket Garları’nda.

Bir akademisyen olan ve özellikle demiryolu mirasının korunmasıyla ilgili pek çok makalesi bulunan Yonca Kösebay Erkan’ın Haydarpaşa-Sirkeci garlarını bir arada değerlendirdiği yazısıyla başlayan Memleket Garları, 1924 yılında mübadele garı olarak kullanılmış bir gar olan Hadımköy Tren İstasyonuyla ilgili makalesiyle devam ediyor. Bu garların tarihçesi ve mimarisiyle ilgili pek çok bilgi veren makalelerin ardından Haydarpaşa garından başlayan yolculuğumuz memleketin irili ufaklı garlarına doğru sürüyor.

Bir zamanlar hamallarının dernek kurduğu, şehrin sosyal ve gece hayatının en önemli merkezlerinden biri Gar Gazinosu olan Ankara Garı… Orhan Kemal’in roman kahramanlarına, Yılmaz Güney’in Umut filmine ev sahipliği yapmış Adana Garı… Yaşar Kemal, Uğur Mumcu, Turgut Uyar, İlhan Berk, yolu bir vesileyle oraya düşen önemli kişilerin ağırlandığı Samsun Gar Lokantası… Zorlu kış koşullarında, kimsesizlere ve mülksüzlere barınak olan Erzurum Garı… 1989’daki demir çelik greviyle birlikte şehrin toplumsal direnişinin sembolü olan ve sonraki yıllarda da 1 Mayıs, çevre mitingleri, insan hakları mücadelesi gibi pek çok konudaki toplantı, eylem ve mitinge ev sahipliği yapmaya devam eden İskenderun gar meydanı. Şimdilerde yoksul mevsimlik işçilerin pamuk zamanı Adana’ya, fındık zamanı Düzce’ye veya daha ötelere gitmek için kullandıkları, şehre yük olduğu düşünülen demiryolunun şehrin dışına taşınmasıyla garının akıbetinin ne olacağı bilinmeyen Diyarbakır. Ve sonra Akhisar Garı’nın köşesindeki çınar ağacı… Bütün trenlerin içinden geçtiği Eskişehir Garı… Yolculuğumuzun bittiği son istasyon ise Kurtalan Garı… Üniversite hayatım boyunca günün ilk trenine bindiğim ve her akşam vagondan inip adımımı attığım anda kendimi eve dönmüş hissettiğim, şimdilerde akıbetinin ne olacağı bilinmeyen Haydarpaşa Garı’ndan başlayan yolculuğumuz uğradığımız her istasyonda yeni insanlarla, çocuklarla, delilerle, velilerle tanıştıktan ve memleket hakkında türlü çeşitli hikâye dinledikten sonra Kurtalan’da sona eriyor.

Kurulduğu yıllarda medeniyetin ve resmi ideolojinin taşıyıcılığını da yapan tren yolları ve garlar, yıllar içinde çevresinde gelişen sosyal, kültürel hayatın da yardımıyla pek çok şehirde kendi muhalefetini ve muhalif sesini de yaratmış. Bunun çarpıcı örneklerini okuyoruz Memleket Garları’nda. (Memleket Garları, Derleyen: Kemal Varol, İletişim Yayınları) Sıddık Akbayır’ın “Nehirler ve Kapılar Şehrinden Gar Hikâyeleri” başlığı altında Samsun Garı’nı anlattığı yazısındaki dönemin muhalif gazetelerinden Çaltı’nın hikâyesi gibi. Önce Karadeniz kıyılarında, sonra bütün Türkiye’de adını duyuran bu gazeteye dönemin birçok önemli ismi yazı ve şiir göndermiş. Yayınlandığı süre içinde sanat çevreleri için bir okul işlevi görmüş, hatta 1980 öncesi Fatsa’sının siyasi yapısında da etkili olduğu belirtiliyor Çaltı’nın. Akbayır şöyle devam ediyor: “Gazetenin her sayısı, Gar Lokantası’nda tasarlanır. Kolonlar ağır ağır kesilir, yapıştırılır. Sayfa numaraları mavi kalemle, yazı başlıkları kırmızı… Bir alışkanlık, bir titizlik, sevgi… Manşeti, ilkin garsonlara okur. Garsonların tepkisini çok önemser.”

Sıddık Akbayır bu gazete için büyük bir titizlikle çalışan kişinin o yıllarda Samsun’un kültür sanat merkezi sayılan, dönemin birçok aydını için Karadeniz’de uğranılacak ilk mekân olan Gar Lokantası’nın karşısındaki Samsun Eczanesinin sahibi Oğuz Köyutürk olduğunu belirtiyor. Bu durum, garlar ile çevresinin bir şehrin aynı zamanda kültürel-siyasi merkezi oluşunun tipik bir örneği olmakla beraber, taşrada insanların ve mekanların çoğu zaman birden fazla misyon üstlenmek zorunda kaldıklarını da düşündürüyor.

Günümüzde nostaljik bir ulaşım aracı imgesi halini alsa da, trenler yüz yılı aşkın zamandır uzakları yakın etmiş, insanları hasretini çektikleri insanlara ve yerlere kavuşturmuştur. Bütün bunların yanında Behçet Çelik’in Adana Tren Garı’nı anlattığı yazısında yer verdiği Walter Benjamin’in “Hiçbir uygarlık eseri yoktur ki aynı zamanda barbarlık eseri olmasın,” sözü trenler ve garlar için de geçerli. Trenler ve garlar kavuşmanın, yolculuğun ve modernleşmenin olduğu kadar modernleşmeyle beraber gelen barbarlığın da tanığı hatta aracı olmuştur. Çelik’in yazısının devamında bu barbarlığın izlerini şöyle sürüyoruz: “Evet, bir de başkalarıyla ilgili çağrışımları var trenlerin. Üstelik tren görüntüsünün aklımıza getirdikleri her zaman iç açıcı değil. İkinci Dünya Savaşı’nı konu alan filmlerdeki trenler korkunçtur mesela. Toplama kamplarına, ölüme insan taşıyan vagonların görüntüsü tren dendiğinde aklımıza ilk gelen görüntü değildir elbette, ama iste bu da var: Uygarlık eseriyken aynı zamanda barbarlık eseri olma hali.”

Son birkaç yıldır, hızlı tren vb yeni projelerle demiryolları ve garların makus kaderi biraz kırılmaya çalışılsa da, gelişen ve dayatılan ulaşım politikaları nedeniyle tren yolculuğuna dair oluşmuş nostaljik ulaşım aracı imgesi bundan sonra değişir mi bilmiyorum; ama yıllar geçtikçe yıpransalar da tren garları, en azından artık Kemal Varol’un, Ahmet Büke, Şeyhmus Diken, Haydar Ergülen, Yonca Kösebay Erkan, Adnan Özer, Behçet Çelik, Sıddık Akbayır, Feridun Andaç, Mehmet Avcı, Orhan Berent, Enver Sezgin, Mustafa Uçar ve Erdoğan Yener’e ait, bu kitap için kaleme alınmış yazılardan oluşturduğu Memleket Garları derlemesi aracılığıyla birer zaman geçidi olarak varlıklarını sürdürecekler.


Şadiye Narin
Taraf Kitap,  Nisan 2012, Sayı:15