27 Haziran 2007 Çarşamba

Ünye Tarihi -II



BEYLİKLER DÖNEMİ
Anadolu Selçukluların güç kaybedip Moğollara tabi olduğu bu yıllarda Anadolu’ya yeni ve yoğun bir Türk muhacereti meydana geldi. Anadolu’da merkezi hakimiyeti zayıflayınca, o zamana kadar Selçuklular’a bağlı olan Türkmen boyları kendi başlarına buyruk hareket etmeğe başladılar. Hepsi de görünüşte Selçuklulara tabi beylikler sayılmakla beraber, onlardan izin almaksızın savaşlar ve fetihler yaptılar. Bu beyliklerden biri de Bilecik ve Eskişehir bölgesindeki Osmanlı Beyliği idi. 1300 yılına doğru, Anadolu’da Türkmen Beylikleri tarafından fethedilmeyen pek az kalmıştı. Bunlar da, Trabzon Rum devleti, Çukurova’daki Kilikya Prensliği ve Marmara Denizinin Anadolu sahilindeki bazı yerlerdi. Ayrıca Biga, Alaşehir, Gavur Samsun ve Amasra gibi bazı kaleler de hala Hıristiyanların elindeydi.

İlhanlı hakimiyeti döneminde Ünye ve Orta Karadeniz bölgesinde zaman zaman hakimiyet mücadeleleri oldu. İlhanlılar Müslümanlara karşı Hıristiyanları destekleyen bir politika uyguladıkları için, Trabzon Rum Devleti kendi sınırlarını genişletmeye çalıştı. Ünye de sık sık el değiştirdi. 1297 yılında Ünye Türkmenler (Muhtemelen Çepniler) tarafından bir kez daha Rumlardan alındı ve Trabzon şehrine kadar uzanan akınlar yapıldı. Bu dönemde Türkmenlerin Kuşdoğan adlı bir beyi vardı ve Giresun şehrini de ilk kez Rumlardan almıştı. Ünye’nin Kuşdogan köyü muhtemelen adini bu tarihi şahsiyetten almaktadır.



14.Yüzyılın İkinci Yarısında Canik Beylikleri ve Civarı
14.yüzyıl başlarında diğer Türkmen Beylikleri gibi, Orta Karadeniz bölgesinde de muhtelif beylikler ortaya çıktı. Bunların hepsi birden Canim Beyleri diye anılır. Diğer Anadolu Beyliklerine göre daha küçük olan Canim Beylikleri şunlardır: Bafra’da Bafra Beyleri, Samsun ve Lâdik civarında Kubadoğulları, Vezirköprü, Havza Merzifon bölgesinde Taşanoğulları, Amasya’da Kutluşahlar diye anılan Amasya Beyleri, Çarşamba ve Niksar bölgesinde Taceddinogullari ve Terme’den Giresun’a kadar olan bölgede Hacı Emir Beyliği. Bu beylikler ilk fetihler sırasında bölgeye yerleştirilen Türkmen boylarına ve bilhassa Çepniler’e dayanıyordu. Hacı Emir Beyliği dışındaki beylikler Amasya Beylerine tabi idiler. Hacı Emir Beyliği ise, Sivas’ta bulunan Eretna devletine ve daha sonra da Kadı Burhaneddin Devletine tabi idi.

Hacı Emir Beyliğinin bilinen ilk beyi olan Bayram Bey Rumlar üzerine akınlar yapıyordu ve topraklarını doğu yönünde genişletiyordu. Ordu’nun Bayramlı köyü adanı muhtemelen Bayram Bey’den almıştır. 1323 yılında Bayram Bey Trabzon Hamsiköy’e kadar uzanan bir sefer yapmıştı. Bu seferler sırasında bütün Doğu Karadeniz sahillerinin art bölgeleri Türkmen nüfusla doldu.

1340 yıllarında Giresun bir kez daha ele geçti. Bayram Bey’den sonra beyliğe adını veren oğlu Hacı emir Bey başa geçti. 1346’da Ünye Hacı Emir Bey tarafından son kez fethedildi.

1358 yılında Hacı Emir Bey Trabzon Maçka’ya kadar uzanan bir seferde büyük başarı kazandı. Trabzon Rum hükümdarı Hacı Emir’e karşı koyamayacağını anlayınca kız kardeşi Teodora’yı onunla evlendirerek barışı temin etti. 1361 yılında Trabzon Rum imparatoru artık hısımı olan Hacı Emir Bey’i ziyaret için Ünye’ye geldi. Dönüşte Hacı Emir Bey de Giresun’a kadar onu uğurladı. 1387 yılında Hacı Emir hastalanınca yerine oğlu Emir Süleyman geçti. Hacı Emir iyileşince tekrar başa geçmek istedi. Emir Süleyman bunu kabul etmeyince baba oğul arasında çatışma çıktı.

Niksar Beyi Taceddin Bey kargaşa ortamında faydalanıp Hacı Emir Beyliğine saldırdı. Yapılan iki seferi Emir Süleyman geri püskürttü. Taceddin Bey’in yeni sefere hazırlandığını öğrenince, Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin’den yardım istedi. Fakat Kadı Burhaneddin yardım hazırlıklarını tamamlayınca Taceddin Bey bir kez daha ordusuyla Emir Süleyman üzerine yürüdü. Bu defa yapılan savaşı Emir Süleyman kesin olarak kazandı. Taceddin Bey bu savaşta öldü ve adamlarının da çoğu esir edildi. Taceddin Bey’den sonra yerine geçen Mahmud Çelebi Hacı Emir Beyliği ile barış yaptı ve Kadı Burhaneddin’in yüksek hakimiyetini kabul etti.

Kadı Burhaneddin Devleti ile Osmanlılar bu yıllarda Anadolu hakimiyeti için çekişmekteydiler. 1391 yılında Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid Yeşilırmak vadisine kadar uzanan bir sefer yaptı. Küçük bir beylik olan Kadı Burhaneddin devletine bağlı olan Amasya Beyliği ve Yeşilırmak havzası 1392 yılında Osmanlılar tarafından alındı. Bu sırada bütün Canik beyleri Osmanlılara tabi oldular. Ancak Kadı Burhaneddin bu durumu kabullenmedi. Ve Yıldırım Bayezid Balkanlarda savaşırken Canik beylerinden yeniden kendi hakimiyetini tanımalarını istedi. Önce Taceddinoğulları’nı yenerek hakimiyetini kabul ettirdi. Bunun üzerine bütün Canik Beylikleri Kadı Burhaneddin’e karşı ittifak kurmaya teşebbüs ettiler, ancak bunu da sağlayamadılar. Bu sırada Kadı Burhaneddin’in ordusu bir Osmanlı ordusunu mağlup edince Canik beyleri yeniden Kadı Burhaneddin’e bağlılığı kabul etmek zorunda kaldılar.

Hacı Emir oğlu Süleyman Bey 1397 senesinde Giresun’u kuşatarak kesin olarak topraklarına kattı. Bu durumu bağlı olduğu Kadı Burhaneddin’e ve çeşitli Islam ülkesi hükümdarlarına bir fetihname ile bildirdi. Bu fetihnamede “İslamın zuhurundan beri Müslümanların eline hiç geçmemiş olan Giresun’un fethedildiği” bildirmekteydi. Böylece Hacı Emir Beyliğinin sınırları Trabzon’a çok yaklaşmış oluyordu.

Niğbolu zaferinden sonra Sultan I.Bayezid (Yıldırım) 1398 yılının baharında Canik üzerine bir sefer düzenledi. Kubadoglu Beyligi’ne ait olan Müslüman Samsun’u aldı. Kubadoğlu Cüneyd Bey Osmanlı Devletine bağlılığını kabul etti ve kendisine Ladik civarı bırakıldı. Samsun ve civarının Osmanlılar tarafından kolayca ele geçirilmesi üzerine, bütün Canik bölgesi emirleri Osmanlı Devletine tabi olmayı kabul ettiler. Böylece, Çarşamba, Terme, Niksar civarına hakim olan Tacüddinoğlu Mahmud Bey ve Alparslan Bey, Bafra civarına hakim olan Taşanoğlulları ile, Ünye’den Tirebolu’ya kadar olan kesime hakim olan Hacıemiroğlu Süleyman Bey’in Osmanlılara bağlanmasıyla, Osmanlı Devleti Harşit Irmağına kadar ulaşmış ve Trabzon Rum imparatorluğu ile sınırdaş olmuştu.

Büyük bir devlet adamı olup, aynı zamanda bilgin ve şair olan, Osmanlı Devletinin bile kendisinden çekindiği, Şehzade Ertuğrul Bey’in kumanda ettiği Osmanlı ordusunu Kırkdilim meydan savaşında mağlup eden Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed 1398 yılında isyancı aşiretler tarafından katledildi. Kadı Burhaneddin’den sonra meydana gelen karışıklıklar sebebiyle Sivas halkı Osmanlılar’dan yardım istedi. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid 1399 yılında ordu göndererek şehri isyancılardan kurtardı ve bölgede Osmanlı hakimiyeti kuruldu. Böylece hem İç Anadolu’nun büyük bir kısmı Osmanlı devletine bağlanmış oluyor, hem de daha önemlisi, bu bölgede Osmanlılara rakip olabilecek hiçbir güç kalmamış oluyordu.

1402yılında Timur ile Yıldırım Bayezid arasında yapılan ve Osmanlıların yenilip Yıldırım Bayezid’in esir düştügü Ankara savaşından sonra Osmanlı Devleti ciddi bir sarsıntı geçirdi. Bütün Anadolu beylikleri Timar’a tabi olarak Osmanlılardan ayrıldılar. Hacı Emir Beyliği de Timur Devletinin hakimiyetini tanıdı. Bu yıllarda Timur’un yanına Semerkand’a elçi olarak giden İspanyol seyyah Clavijo Ünye’den geçmiştir. Seyahatnamesinde, Hacı Emirli beyliğinin 10.000 askeri olan önemli bir beylik olduğunu yazmaktadır.

Aynı yıllarda, Kubadoğlu Cüneyd Bey Samsun’u yeniden ele geçirdi. Kısa süre sonra Taceddinoğlu Hasan Bey, Cüneyd Bey’in üzerine hücum ederek onu öldürdü. Taceddinoğulları Çarşamba civarına hakim oldular. Bafra ve Samsun’a ise Candaroğulları hakim oldular. Timur Devletinin Anadolu’ya ilgisi azalınca, Osmanlı hükümdarı Çelebi Mehmed Canik bölgesine kendisine bağlamak için 1419 yılında bir sefer düzenledi. Cenevizlilere ait olan Kara Samsun’u aldı. Bunun üzerine Candaroğulları Müslüman Samsun’u savaşsiz olarak Osmanlilara terkettiler. Taceddinogullari ve Haci Emir Beyliği de yeniden Osmanlılara tabi oldu. 1428 yılında Taceddinogullari beyliğine son verilip Çarşamba ve havalisi doğrudan Osmanlılara bağlandı.

Sultan II.Murad zamanında Osmanlı kuvvetleri kara ve denizden Trabzon’a kadar hücum ettilerse de, fırtına sebebi ile başarılı olamadılar. Fatih Sultan Mehmed zamanında da padişahın katılmadığı küçük çaplı Osmanlı orduları Trabzon’u kuşattılar ama başarılı olamadılar. Hacı Emir Beyliği ise Trabzon’un Osmanlılar tarafından fethine kadar varlığını sürdürmüş gibi görünmektedir. Uzun Hasan döneminde Akkoyunlu Devletine tabi olarak, 1461 yılında Osmanlılara ait Tokat şehrine yapılan hücuma katıldılar. Bu esnada Hacı Emir Beyliğinin başında Emir Ali adlı bir bey vardı. Aynı yıl Fatih Sultan Mehmed bizzat çıktığı seferle Trabzon Rum Devletini Osmanlı Devletine kattı ve sınırları Kafkasya’ya kadar genişletti. Bu sırada Hacı Emir Beyliği de kesin olarak ortadan kaldırılıp Ünye doğrudan Osmanlı devletine bağlanmış oldu.

4.OSMANLI DÖNEMINDE ÜNYE
Osmanlı Devleti bütün Karadeniz’e hâkim olduktan sonra, Ünye ve civarı uzun bir huzur ve sükûn dönemine girdi. Sahip olduğu uygun coğrafi konum sebebiyle Ünye bu dönemde önemli bir liman ve ticaret merkezi haline geldi. Bu dönemde siyasi tarih açısından çok önemli olaylar olmadıkça Ünye’nin adının tarihlerde geçmediği görülüyor.

16.asır ortalarında, Kanuni Sultan Süleyman’ın kanunnamelerine göre Ünye’nin dâhil olduğu Canim livası Sivas eyaletine bağlanmıştı. Bu dönemde Ünye Kalesinde 32, şehirde 152 asker nüfus vardı. Kalede bulunanların biri dizdar, biri kethüda, biri mehter 29’u muhafızdı. Belli görevlerden muaf tutulma kaydıyla 8 nefer kalenin tamiratı işini üstlenmişlerdi. Aynı haklarla Ünye derbendinde 8 nefer beklemekteydi. Bu dönemde Ünye’nin 70.000 akçeden fazla yıllık geliri vardı.

16.yüzyılın ikinci yarısında başlayan, medrese öğrencisi olan veya kendisine bu süsü veren kişilerin yaptığı, uzun yıllar devam eden eşkıyalık faaliyetlerine topluca “Suhte Hareketi” denmektedir. Bu kelime günümüzde bozulmuş haliyle “Softa” şeklinde kullanılmaktadır. Suhte hareketinin en yoğun olduğu bölgeler Kastamonu, Bolu ve Canik yöresi idi. Zaman zaman devlet idarecilerinin halka adaletsiz şekilde davranması sonucu, halkın da suhte hareketine sempati duyması söz konusu olabiliyordu. 1576 yılında Amasya sancak beyi Şehsuvar Bey Canik havalisindeki suhtelere karşı görevlendirildi. Yaptığı baskınlar ve çatışmalarla suhteleri büyük oranda sindirdi. Gene de suhte hareketi 17.yüzyılın ortalarına zaman zaman devletin başını ağrıtmaya devam etti.

16.yüzyılın sonlarında III.Mehmed Avusturya seferine çıktığında, askerde sayıca eksiklik olduğu tespit edilmiş ve yapılan sayımda 30 bin kadar tımarlı sipahinin orduya katılmadığı anlaşıldı. Bunların kanunen cezalandırılması gerekiyordu. Kaçak sipahilerin önemli bir kısmi cezalandırılacaklarını duyunca isyan edip etraflarına da çok sayıda insan topladılar. Tarihe “Celali isyanları” diye geçen ve uzun yıllar devam eden bu hareketler hem devletin güç kaybetmesine, hem de Anadolu ahalisinin fakirleşmesine sebep olmuştur. Celali hareketinden Ünye ve Canik sancağı da etkilenmiştir. Celali reislerinden Karayazıcı 1601 yılında devlet kuvvetleriyle yapılan bir savaşta bozguna uğrayınca kaçarak Canik dağlarına sığındı. Fakat orada muhtemelen kendi adamlarınca öldürüldü.

Celali hareketi 17.yüzyıl boyunca şiddeti değişmek üzere devam etti. İkinci Viyana kuşatmasında Osmanlı Devleti mağlup olunca, uzun yıllar süren bir savaşlar dönemi başladı. Bu arada Karadeniz bölgesini de içine alan geniş çaplı eşkıyalık faaliyetleri ortaya çıktı. Dönemin Canik mutasarrıfı olan Cafer Paşa eşkıyayı tenkile memur edildi. Cafer paşa Canik bölgesinin yüksek kesimleriyle Koyulhisar ve Şebinkarahisar bölgelerinde bulunan çok sayıda eşkıya reisini yakalayıp kellelerini İstanbul’a gönderdi.

17.yüzyılda Karadeniz sahillerinin bir başka derdi de Hıristiyan don Kazaklarının küçük ve süratli gemilerle yaptıkları yağmacılık hareketleri idi. Giresun ve Samsun bu yağmalardan nasibini almıştı. Ünye’nin ise bu saldırılardan doğrudan etkilenip etkilenmediğini bilmiyoruz. Meşhur seyyah Evliya çelebi 1640 yılında Ünye’yi ziyaret etti. Kitabında Ünye’nin ünyes adında bir hükümdar tarafından kurulduğunu ve adını ondan aldığını yazmaktadır ki; bu tarihi gerçeklere uygun bir değerlendirmedir.

Karadeniz sahilinde 16. ve 17.yüzyıllarda en mühim ticaret iskelesi Ünye idi. Eflak, Boğdan, Ukrayna ve Karadeniz havzası tüccarları Diyarbakır’dan ham kırmızı ipek ve sahtiyan, Haleb’den dirayi ve mavi futa ve başka mallar getirdiler. Bu malların ticari muameleleri Ünye’de yapılır ve buradan gemilerle nakledilirdi.

Ünye’de mühim bir tersane mevcuttu ve devletin ihtiyaç duyması halinde savaş gemileri de inşa edildi. Özellikle Osmanlı Devletinin savaşa girdiği yahut donanmanın güçlendirilmesine ihtiyaç duyulduğu zamanlarda, çeşitli tersanelerle birlikte Ünye tersanesine de belli sayıda savaş gemisinin inşa edilmesini emreden fermanlar gönderildiğini biliyoruz. Ünye tersanesinde savaş gemilerinden başka özel müteşebbislere ait ticari gemiler de inşa edilmekteydi. Devlet arşivlerinde, Ünye’de hicri 1200-1300 tarihleri arasında inşa olunan çok sayıda ticari gemi için sened-i bahri (amatörlük belgesi) verilmesine dair belgeler mevcuttur. Ünye civarı gemilerde kullanılan halatların hammaddesi olan kendirin de en önemli üretim ve dağıtım merkezi idi. Osmanlı devletinin kendir ihtiyacının yarıdan çoğu burandan sağlanıyordu.

AYANLAR DÖNEMİ
18.yüzyılda Osmanlı Devletinin girdiği uzun süren savaşlar ve dış gaileler yüzünden, devlet tarafından vergi toplama ve bazı mahalli problemlerin halledilmesi görevi ülke içindeki bir kısım nüfuzlu ailelere verildi. Bu aileler zamanla nüfuz alanlarını genişleterek mahalli güç odakları haline geldiler. Bunlar arasında Çapanoğulları ve Kozan oğulları en meşhur olanlarıdır. Bu dönemde Ünye merkez olmak üzere Canik Bölgesi ayanı olarak da Canikoğulları veya bir başka adlandırma ile Hacı Ali Paşa ailesini görmekteyiz.

Ailenin kurucusu olan Canikli Hacı Ali Paşa İstanbul’da Dergah-ı Ali kapıcı başlarından olan Fatsalı Ahmed Ağa’nın oğludur. 1762 de Kafkasya bölgesindeki isyanların bastırılmasında gösterdiği başarılar üzerine Babıali tarafından Canik bölgesine muhassıl (Vergi toplamaya yetkili idareci) olarak tayin edildi. 1768 Osmanlı-Rus savaşına katıldı. Dönüşte Canik Bölgesini eşkıyadan temizledi. Bu arada kendine rakip olabilecek nüfuzlu kişileri de bertaraf etti. Gösterdiği başarılardan dolayı devlet tarafından yetki alanı genişletilerek önce Amasya daha sonra da Tokat bölgesi kendisine bağlandı. Ayrıca, kendisine kapıcıbaşılık unvanı verildi.

1773 yılında Kırım Hanı Devlet Giray tavsiyesi ile Kırım seraskeri oldu ve Trabzon sancağı da uhdesine verildi. 1775 yılında İran ve Osmanlı Devleti arasında gerginlik çıkması üzerine çıkan gelişmelerde rol aldı ve bunun neticesinde Erzurum Eyaleti ile Şarkikarahisar (Şebinkarahisar) bölgesi de kendi ailesine bağlandı. Daha sonra Sivas ve Kastamonu bölgesi de nüfuz alanına girdi. Hükümet, bunlara karşılık Hacı Ali Paşa’nın bulunduğu bölgeden 40.000 asker toplayarak Rusya’ya karşı savaşmak için Kirim üzerine gitmesini istedi.

1778 yıllarındaki bu savaşta üzerine düşen görevi gerektiği gibi yapmayan, hâkim olduğu bölgede ahaliye eziyet ettiğinden şikâyet olunan ve Bozuk (Yozgat) bölgesinde nüfuz sahibi olan Çapanoğulları ile sürtüşmeye giren Hacı Ali Paşa’nın bu sebeplerle görevden alınmasına kara verildi. Sivas Valiliği elinden alınıp kendisi Trabzon’a gönderildi. Sonraki yıllarda affedildikten sonra yine Kırım ve Kafkasya taraflarında çeşitli devlet görevlerinde bulundu. 1785 yılında öldü.

Ali Paşa’dan sonra oğulları Battal Hüseyin Bey ve Mikdad Ahmed paşa çeşitli önemli devlet görevlerinde bulundular. 1787-1792 arasında Osmanlı Devleti ile Rusya ve Avusturya arasında yapılan savaşta üzerlerine düşen görevi gereği gibi yapmayan Canikoğulları ailesinin fertlerinin çoğu idam ve sürgün cezasına çarptırdılar. Sadece savaşta Ruslara esir düşmüş olan Battal Hüseyin Paşa ve onun oğlu Tayyar Mahmud Paşa sağ kaldı. Esirlikten kurtulunca kendilerine Canik bölgesi yeniden verildi. 1801 yılında Battal Hüseyin paşa öldü. Tayyar Mahmud Paşa ise Nizam-ı Cedid aleyhtarı tutumu sebebi ile Padişah ile uyuşamadı. Nihayet Sultan II.Mahmud tarafından 1808 yılında idam ettirildi. Böylece Canikoğullarının 18.yüzyıl ortalarından beri süren devlet içinde devlet konumu sona ermiş oldu.

19.yüzyılın başlarında Canik bölgesinin idarecisi olan Süleyman Paşa Ünye’de büyük bir saray inşa ettirmiştir. Güzelliği ile dillere destan olan bu saray, sonraları bir yangında tümüyle harap oldu. Bu sarayın batılı bir seyyah tarafından çizilen bir gravürü mevcuttur. Süleyman Paşa Karadeniz bölgesindeki çeşitli derebeyleri ile devlet namına mücadele etmiştir. Mezarı Çarşambadadır.

Bilindiği gibi eski tarihlerde Ordu adli bir yerleşim yeri yoktu. İlk olarak 19.asrın başlarında Trabzonlu Avedik adli bir kişinin önayak olmasıyla sahilde küçük bir iskele ve evler yapıldı ve gayrimüslimlerle iç kısmındaki köylerden göçen bir kişim Türk ahali buraya yerleşti. Önceleri Bucak diye adlandırılan yerleşim yeri, bir askeri birliğin uzun süre burada yerleşmesi sebebiyle sonraları Ordu adıyla anılmaya başladı ve bu ad yaygınlık kazandı. Uygun konumu sebebi ile bu asrin sonlarına doğru Ordu mühim bir kasaba haline geldi. 1867 yılında yapılan idari taksimata göre Ünye, Trabzon vilayetine bağlı Canik sancağının 4 kazasından biri idi. Diğer 3 kaza ise Samsun, Çarşamba ve Bafra idi. İlk defa 1869 yılında Ordu Trabzon merkez sancağına bağlı bir kaza yapıldı. 1877 yılında Canim Trabzon’dan ayrılıp bağımsız sancak oldu. 1888 yılında yeniden Trabzon vilayetine bağlandı. 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet döneminde Canim sancağı yeniden müstakil oldu.

19.yüzyılın sonralarında Ünye şehir nüfusu 10 bin civarındaydı. Köyleriyle birlikte toplam nüfusu 50 bin kadardı. Ünye’nin o tarihte 104 köyü vardı. Ünye’de 75 cami, 2 han, 3 hamam, 400 dükkân vardı. Yine 19.asrın sonlarında Ünye’de 271 öğrencisi olan medrese, 91 öğrencisi olan rüştiye okulu, toplam 1554 öğrencisi olan 79 Müslüman okulu ve 403 öğrencisi olan 14 gayrimüslim okulu vardı.

Rusya’nın Kafkasya’yı istilası ve Müslümanlara katliam uygulaması yüzünden 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’ya Kafkasya’dan göçler başladı. Bu göçler bilhassa 93 harbi diye anılan 1877–78 mağlubiyetinden sonra yoğunluk kazandı. Muhacir Müslümanlar daha çok, padişahîn kendi mülkü olan arazilerden yer gösterilerek iskân edildiler. Kendilerine bir süre için askerlik muafiyeti tanindi. 1893 yılında Ünye’de mühim bir kolera hastalığı salgını ortaya çıktı. Bunun üzerine Ünye karantina altına alınarak hastalığın başka yerlere yayılmasına karşı tedbirler alındı.

Balkan harbi ile başlayıp büyük seferberlik ve istiklal savaşı ile nerede ise kesintisiz olarak devam eden uzun savaş yıllarında yerli nüfus büyük sıkıntıya duçar olurken Kafkasya mücahitlerinin imtiyazlı konumda görünmesi sebebiyle, halk arasında bazı eşkıya hareketleri ortaya çıktı. Bu sebeple, 20 yüzyılın başlarında ortaya çıkan bazı eşkıya hareketleri mücahirlere karşı bir tavır takınmış gibi görünmektedir. Bunlardan özellikle Hekimoğlu ve Soytarıoğlu adlı şakiler çok ünlü ve halk katında itibarlı idiler. Her ikisi de çatışmada öldürülen bu kişiler için yakılan türküler bölgede hala söylenmektedir.

5.SEFERBERLİK, İSTİKLAL HARBİ ve CUMHURİYET DÖNEMİNDE ÜNYE
1914 yılında Ünye ve civarında çok sayıda can ve mal kaybına yol açan seller oldu. Aynı yıl, Osmanlı Devleti birinci dünya savaşına girdi. Bu savaş halk arasında “Seferberlik” diye anıla gelmektedir. Doğu Anadolu’da Rusya ile yapılan savaşlar kaybedildi ve Ruslar Harşit Irmağına kadar olan bölgeyi işgal ettiler. Bunun üzerine, işgal edilen bölgeden yeni ve büyük bir Müslüman ahali göçü başladı. Aynı sıralarda, Rusya ile işbirliği yapan yerli Ermeniler çeşitli yerlerde ve bu arada Canik bölgesinde isyan hareketleri başlattılar. Sarala adında reisi olan Ermeni eşkıya çetesi Ünye’nin köylerine baskınlar yapıyordu. Savaş sırasında cephe gerisinin emniyetini garanti altına almak için Osmanlı Hükümeti Ermeni nüfusun geçici olarak o zaman Türkiye’nin bir vilayeti olan ve kritik konumda olmayan Suriye’ye nakledilmesi kararını verdi. Ünye ve bazı köylerinde yaşayan Ermenilerde nakledildi. Savaş bitince herkes eski memleketine dönecekti. Fakat savaş kaybedilip Suriye Fransızlar tarafından işgal edilince Ermeniler de orada yerleştiler ya da Fransa ve Amerika’ya göç ettiler.

Birinci Dünya Savaşı Türk milletinin tarih boyunca uğradığı en büyük felaket oldu. Savaş öncesi elimizde bulunan toprakların üçte ikisinden fazlasını kaybettik. Askere alınan iki milyonu yakin Mehmetçiğin dörtte biri geri dönebildi; kalanları şehit oldu veya kayboldu. Bu, ülke nüfusunun onda biri, erkek nüfusunun beşte biri, eli iş tutabilecek nüfusun ise yarıdan çoğunun kaybedildiği manasına geliyordu. Binlerce yıllık tarihi boyunca Türk milleti ilk defa dünya çapında bir devlete sahip olmaktan çıkıp küçük bir coğrafyaya sıkışmıştı. Kurtuluş savaşındaki üstün gayretler olmasaydı, düşmanların bize o kadarını da fazla görecekleri şüphesizdi.

Savaşta Ünye kitlik, göç ve sefalet çekti ise de, düşman işgali felaketine uğramadı. Sadece 1915–16 yılında Rus gemileri tarafından bombalandı. Halk arasında anlatıldığına göre, Şehnuz türbesi civarından Rus gemilerinin ateşine top atışı ile karşılık verilmiştir. Ahali bunu Şeyh Yunus’un bir kerameti diye yorumlamıştır. Rusya’da komünist ihtilal yapılıp Kafkas cephesinde savaş sona erdikten sonra Ünye’ye ilk vapur 9 Nisan 1918 tarihinde mısır yüklü olarak gelmiş, bu münasebetle bir tören yapılarak dualar edilmişti. Savaş ve çok sayıdaki muhacir nüfus sebebiyle bu yıllarda Ünye ve bütün Doğu Karadeniz’de sıtma salgını ortaya çıktı. Sıtma ile mücadele için Ünye’de ve birkaç merkezde laboratuarlar ve sağlık tesisleri kuruldu.

Yunanlılar İzmir’i işgal edince Ünye halkı 21 Mayıs 1919 tarihinde toplu olarak hükümete telgraf çekerek bir an önce işgalin sona erdirilip adaletin salınmasını istemişlerdir. Bu sıralarda, Karadeniz bölgesindeki Rumlar da Pontus devletini ihya etmek hayaliyle çeteler kurmuşlardı. Ünye’de de bu gizli örgütün Müdafaa-i Meşruta Cemiyeti legal adi altında bir şubesi faaliyet göstermekteydi. Pontuscular bölgedeki Müslüman ahaliye hücum edip yıldırmaya çalışıyorlardı. Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde Rum nüfus %15 civarında bir azınlık idi. Ünye’de ise Rumlar nüfusun %7 kadarını oluşturuyordu. Nüfusu çoğaltmak için Rusya’da yaşayan Rumlar gemilerle getirilip Karadeniz sahillerine çıkarılıyordu. Pontus’çu Rumları desteklemek için Yunan savaş gemileri Karadeniz sahillerini bombaladılar. Pontusçuların niyetinin ciddi oldugu anlaşilinca bölgedeki Türk ahali de silaha sarilip direniş örgütleri kurdular. Daha sonra, Giresunlu milis kumandani Topal Osman’ın önderliğinde Büyük Millet Meclisi’ne bağlı düzenli bir güç haline gelen Türk kuvvetleri Pontus çetelerinin faaliyetlerine son verdi. Sonunda, bölgedeki Rum ahali yapılan anlaşmalar gereğince Yunanistan’a gönderildi; Yunanistan’da kalan Türkler de Türkiye’ye getirildi.

23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde (TBMM) Canik mebusu olarak Ünyeli Hasan Fehmi Efendi’de bulunmaktaydı. Pontusçu Rumlara karşı daha iyi mücadele edilmesi için TBMM’de Giresun’un vilayet olması yolunda karar alındı. Ordu kazası Giresun’a bağlanmayı reddedince, yeni bir TBMM kararı ile Ordu’da vilayet yapıldı. Fakat Ordu’nun nüfusu ve çevresi bunun için yeterli değildi. Bu sebeple, Canik vilayetinin Ünye ve Fatsa kazalarının da Ordu’ya bağlanmasına karar verildi. Ordulular vilayet olmak için gereken masrafı tamamen kendileri karşıladılar. Bu karar, coğrafi ve iktisadi farklılık sebebiyle tarih boyunca Ordu ile ilgisi pek az olan ünye ve Fatsa’da büyük tepki ile karşilandi. Ünye ve Fatsa halki TBMM’ne çok sayıda telgraf çekerek, bu kararın değiştirilmesi, Ünye’nin vilayet yapılıp Fatsa, terme ve Karatuş’un buraya bağlanması isteklerini Milletvekillerine bildirdiler. Ünye’de 17 Aralık 1920 tarihinde bunun için bir de miting yapıldı. Ancak bu teşebbüsler sonuç vermedi ve Ünye o tarihten bu yana Ordu’ya bağlı bir kaza olarak kaldı.

Cumhuriyet ilan edildikten sonra hazırlanan idari bölünüşe göre Ünye, Ordu iline bağlı bir ilçe idi. Karakuş nahiyesi 1954 yılında Ünye’den ayrılarak Akkuş adı ile ilçe haline getirildi. 1990 yılında da, Çaybaşı ve İkizce Ünye’den ayrılarak ilçe haline getirildi. Ünye’nin geçen yüzyıl sonlarında 10 bin civarına varan nüfusu, Cumhuriyet kurulduğunda uzun savaş yıllarındaki kıtlık, göç ve salgın hastalıklar sebebiyle azalmıştı. 1927 yılında yapılan sayımda şehir nüfusu 5443 bulundu. 1950’ye gelindiğinde nüfus 8735 olmuş, 1960’te geçen asrın seviyesini aşarak 11350’ye ulaşmıştı. 1997 yılında yapılan son sayımda ise Ünye’nin nüfusu 54518 olarak bulundu.

ÜNYE TARİHİ İLE İLGİLİ BAZI YAZILI KAYNAKLAR
Bezm ü Rezm - Aziz Esterabadi
Büyük Türkiye Tarihi - Yılmaz Öztuna
Canik Beyleri - Kazım Dilcimen
Timur devrinde Semerkand’a Seyahat - Clavijo
İslam Ansiklopedisi - MEB
İslam Ansiklopedisi - Türkiye Diyanet vakfı
Anadolu Beylikleri - İsmail Hakkı Uzunçarşılı
Milli Mücadelede Trabzon - Sebahattin Özel
Oğuzlar - Faruk Sümer
Osmanlı Devlet teşkilatı - İsmail Hakkı Uzunçarşılı
Osmanlı Tarihi - İsmail Hakkı Uzunçarşılı
Selçuklular Devrinde Türkiye - Osman Turan
Yeşil Ünye Rehberi - Orhan Bora
Haçlı Seferleri Tarihi - Steven Runciman
Karadeniz Kıyılarının Tarih ve Coğrafyası - Minas K Bıjışkıyan
Yurt Ansiklopedisi - Anadolu Yayıncılık

Bu sayfadaki bilgiler Avrupa Yakası Ünyeliler Derneği tarafından çıkarılan Ünye Kitabından alınmıştır. Katkılarından Dolayı Dr. Murselin GÜNEY'e teşekkür ederiz.

Ünye Tarihi -I



Ünye’nin çok eski ve köklü bir tarihi vardır. Kuruluşu tarih öncesi çağlara yani yazının kullanılışından daha eskilere kadar uzanmaktadır. Bu tarihi,
1) En eski dönem
2) Türk fetihlerine kadar olan dönem
3) İlk fetihlerden Osmanlılara kadar olan devre
4) Osmanlı dönemi
5) İstiklal harbi ve Cumhuriyetten günümüze kadar geçen dönem olmak üzere beş bölümde incelemek faydalı olacaktır.



1.TARİH ÖNCESİ DÖNEMDE ÜNYE ve ÇEVRESİ
Yapılan araştırmalar Ünye ve çevresinin Anadolu’daki en eski yerleşim yerleri arasında olduğunu göstermiştir. Ünye çevresinin prehistorik dönemi ile ilgili olarak en geniş çaplı araştırma, kendisi ve Ünyeli olan Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bilim Dalı Profesörlerinden rahmetli Kılıç Kökten tarafından yapılmıştır.

Kılıç Kökten’in Ünye’nin doğusunda Yüceler köyü civarındaki mağaralarda 1944-45 yıllarında ve 1963 yılında Cevizdere vadisinde yaptığı kazılar sonucu, bu yörede milattan önce kazılarda yontma ve cilalı taş devirlerine ait aletler ve silahlarla toprak kapların yanı sıra, insan ve evcil hayvanlara ait iskelet parçaları da bulunmuştur. Araştırmalar esnasında bulunan çakmaktaşından bir el baltası, Alt Paleolitik döneme aittir ve Karadeniz kıyılarında elde edilen en eski buluntu olma özelliğini taşımaktadır.

Bunun yanı sıra Orta ve Üst Paleolitik dönemlere ait olarak da ikili dilgi kazıyıcı, yuvarlak kazıyıcı, dilgi çakı, tekli diş çentikli yonga uç kazıyıcı, iri yonga kazıyıcılar gibi çeşitli çakmaktaşı aletler elde edilmiştir. Bütün bu bulgulara göre, Ünye çevresinde (M.Ö.)XV.bin yıla kadar uzanan bir yerleşik hayat olduğu kesin olarak anlaşılmıştır.

2.TÜRK FETİHLERİNDEN ÖNCE ÜNYE
Ünye ve çevresinde yazılı tarihlerde adı geçen ilk topluluk Kaşkalardır. MÖ 2000’lerden itibaren tarih sahnesine çıkan Kaşkalar bugünkü Sinop ile Perşembe arasındaki bölgede yerleşmişlerdi. Kaşkalar’da hem göçebe hem de yerleşik hayat tarzı vardı. Kaşkalar zaman zaman Iç Anadolu’daki Hititlerle savaşmışlar ve onlar için yönelen kuzeyden en önemli tehdidi oluşturmuşlardır. Zaman zaman Kaşkalar Hitit başkenti Hattuşaş’a (Boğazköy) kadar ilerlemişlerdi. Hititlerin Kaşkalar’ı durdurduğu hatta kısmi egemenlik altına aldıkları dönemler olduysa da, bu dönemler kısa süreli ve geçici olmuştur. Bu iki komşu ve düşman kavmin ömrü MÖ 12.yüzyılda sona erdi.

Sonraki devirde uzun bir süre Ünye çevresi tam bir devlet yapısı olmaksızın Asya kaynaklı ve Hititlerden arta kalan insan topluluklarının yaşama alanı oldu. MÖ 9.asından itibaren, İskitler bu bölgeyi ele geçirdi. İskit devletinin ağırlık merkezi Karadeniz kuzeyi idi ve Türk asıllı unsurlar bu devlette önemli yere sahipti. Muhtemelen İskit ordularında kadınların da bulunması sebebiyle Amazonlar efsanesi ortaya çıktı. Amazonlarla ilgili olarak aktarılan bilgilere göre, bunlar tamamen kadınlardan oluşan, savaşabilmek için bir memelerini kesen savaşçı bir topululuktu. Günümüzde, tarihte tamamen kadınlardan meydana gelen bir Amazon topluluğunun bulunduğu tarihçilerce kabul edilememektedir.

MÖ 8.yüzyıldan itibaren Ege denizi kıyılarındaki kolonilerden gelenler Karadeniz kıyılarında ve bu arada Ünye’de koloniler kurdular. Daha önce Sinop’ta koloniler kuran Miletli koloniciler gelerek bugünkü Ünye şehrinin bulunduğu yerde ticaret kolonisi kurdular. Böylece Ünye şehrinin kesin olarak kuruluşu yaklaşık MÖ 750 tarihlerini bulunmaktadır. Ünye ve civarında bu sıralarda Khalibler adındaki bir kavim yaşamaktaydı ve demircilikle uğraşıyorlardı. Bu demir madenleri son asırlara kadar işletilmeye devam edilmekte idi. Bazı tarihçilere göre, Yunanlılar çelik elde etmeyi Khalibler’den öğrenmişlerdi.

İran’da kurulan Med İmparatorluğu doğu Anadolu’yu aldıysa da, hâkimiyetini Karadeniz kıyılarına kadar yayamadı. Fakat Medler’in yerine geçen Persler’in hakimiyet sahası daha geniş oldu. MÖ 550 yılında Pers imparatoru I.Darius bütün Anadolu ile beraber Ünye bölgesine de hakim oldu. Bölgede şiddetli bir dirençle karşılanan Pers hakimiyetini güçlendirmek için I.Darius bölgeye güçlü ve zorba valiler gönderdi. “Satraplık”denilen vilayetlerdeki bu valilere “Satrap”adı veriliyordu.

Makedonyalı İskender MÖ 331 yılında Persler’i yenerek topraklarını ele geçirdi. Fakat Anadolu’daki Pers satraplıkları üzerinde kesin bir hakimiyet kuramadı. Pers asıllı yöneticiler özerkliklerini sürdürmeyi başardılar. İskender’in ölümünden sonra ülkesi parçalandı. Karadeniz kıyılarında Pontus Devleti kuruldu.

Pontus Devletinin kurucuları eski Pers İmparatorluğu’nun asilleri olup,Yunanlı değillerdi. Devlet gelenekleri Persler’le aynıydı. Onlar gibi Ahuramazda (hürmüz) adındaki iyilik tanrısına tapıyorlardı. Bir süre sonra sahildeki ticari koloniler de Pontus’a bağlandı. Pontus Devleti zamanla, özellikle Makedonyalı prenseslerle evlenme ve Helen kültürüne meyletme sebebiyle eski özelliklerini ve gücünü kaybetti. Günümüzde Kale köyünün sınırları içinde bulunan Ünye kalesi muhtemelen ilk olarak bu dönemlerde kullanılmaya başlandı.

MÖ I.yüzyılda, roma İmparatorluğu ile Pontus Devleti bölgenin hakimiyeti için mücadele ettiler. Önceleri Pontus Devleti, bölgedeki diğer kavimlerin de yardımı ile Roma’ya karşı bazı başarılar elde etti. Ancak MÖ 71 yılında Kelkit vadisinde yapılan savaşta Pontuslular kesin olarak yenildiler. MÖ 63 yılında Pontus Devletinin yıkılması ile Ünye ve civarında Roma hâkimiyeti kesinleşmiş oldu.

Roma imparatorluğu döneminde Ünye çevresi Pontus Polemoniacus adıyla anılan bir uydu devlet şeklinde yönetilmekteydi. Zalimliği ve garip davranışları ile ünlü olan Neron, Imparator olmadan önce bu bölgeyi yönetmişti. Roma Milattan Sonra (MS) 395 yılında ikiye bölününce, Ünye Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunun sınırları içinde kaldı.

Bizans döneminde de Ünye çevresi, yönetim merkezi Niksar olan Pontos Polemoniacus adındaki bölgede yer aldı. İslamiyet’in yayılma dönemindeki ilk kez 715 yılında Emevi orduları Canik bölgesine kadar geldi. 733-739 yılları arasında Samsun civarı Arap egemenliğinde kaldı.

Abbasiler devrinde, Malatya bölgesindeki üsten hareket eden ve mühim bir kısmı Türklerden meydana gelen islam orduları Bizans topraklarına sık sık akınlar düzenleniyor ve bunların bazıları Canik bölgesine kadar uzanıyordu. 843 yılında Ünye civarını aldılar, ancak bu durum kısa sürdü. Abbasilerin Türk komutanı Ahmed İbn inanç et-Türki 893 yılında bütün Orta ve Doğu Karadeniz bölgesini ele geçirdi. Abbasi ordusundaki Türk komutanların Anadolu’da Bizans’la yaptığı mücadelelerin hatıraları Seyyid Battal Gazi destanları şeklinde dilden dile aktarılarak günümüze kadar ulaşmıştır.

ÜNYE'NİN ADI
Ünye’nin adı Latince ve Yunanca eski metinlerde İnaos, Oenes, Oinoe, Oinoie, Onea, Oenoe, Unieh, Unie, Unia gibi değişik şekillerde geçmektedir. Bütün bu değişik yazılışların ONEY şeklindeki okunması uygun değildir. Eski metinlerde geçen bu isimlerin okunuşu da yine ÜNYE adına daha yakındır. Dolayısıyla Ünye’nin eski adının ONEY olduğu varsayımı kesin doğru kabul etmek ve bunu adeta şehrin turistik adı haline getirmeye çalışmak vahim bir hatadır. Ünye’nin adı baştan beri hep ÜNYE idi.

3.İLK TÜRK FETİHLERİNDEN OSMANLILARA KADAR ÜNYE
Tarih boyunca İskitler Sabirler ve Hunlar gibi çeşitli Türk asıllı veya içinde Türk unsurlar da bulunan kavim ve devletler Anadolu’ya ilgi göstermiş ve zaman zaman da daha ziyade kısa süreli olmak üzere çeşitli fetihler yapmışlardır. Abbasiler döneminde de, İslam ordularının çoğunluğu Türklerden meydana geliyordu. Bizans ile uzun süreli savaşlar sebebi ile sınırları korumak için Abbasiler Doğu Anadolu’ya çok sayıda Türk ailesini yerleştirmişlerdi. Ancak, Anadolu’nun tümüyle ve kesin olarak Türk vatanı haline gelmesi Selçuklular döneminde olmuştur.

Selçuklular Anadolu’ya ilk kez, daha imparatorluk haline gelmeden önce 1118 tarihinde Çağrı Bey komutasında keşif mahiyetinde bir akın yapıtılar ve Orta Asya’da sıkışmış olan Türk milleti için ikinci vatan toprağını seçtiler. 1137 tarihinde Büyük Selçuklu İmparatorluğunun kurulmasından sonra giderek artan Selçuklu akınları ve Bizans ordusuna karşı kazanılan Hasankale ve bilhassa Malazgirt zaferlerinden sonra Anadolu tümüyle Selçuklu hakimiyetine girdi. Büyük Selçuklu İmparatorluğu, eski Türk devletlerinin çoğunda olduğu gibi, büyük bir konfederasyon şeklinde idi. Anadolu’nun orta-batı kesiminde, başkenti İznik olan Anadolu Selçuklu Devleti, orta-kuzey kesimlerinde de Danişmendliler Devleti hakimdi.

1080 yılında Ünye dahil bütün Karadeniz sahilleri Büyük Selçuklu İmparatorluğu’na bağlanmıştı. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Bizans karşısında elde ettiği Malazgirt zaferinden sonra, onun emri ve izniyle, çok sayıda Türk beyi fethettikleri yerler kendi beylikleri saymak üzere Anadolu’da fetihler yaptılar. Canik bölgesindeki fetihler Danişmendli devletinin kurucusu olan Melik Ahmed Danişmend Gazi tarafından başlatılmıştır.

DANİŞMENDLİLER DÖNEMİ
Melik Ahmed Danişmend Gazi’nin asıl adı Taylur’dur. Bilindiği gibi “Danişmend” kelimesi o dönemin yüksek eğitim kurumları olan medreselerdeki “Doçent”seviyesindeki öğretim üyelerine verilen ünvandır. İbn’ül Esir tarihinde Melik Ahmed Danişmend Gazi’ye bu ünvanın Türkmen boylarına öğretmenlik yaptıı için verildiği bildirilmektedir. Melik Ahmed Danişmend Gazi Malazgirt savaşına bizzat katıldı ve zaferden sonra Tokat, Sivas, Amasya, Çorum ve Niksar bölgelerini fethetti. Hakimiyetini bu bölgelere komşu olan sahil bölgelerine kadar genişletti. Danişmend Gazi 1085 tarihinde ölünce, yerine oğlu Gümüştegin geçti.

Melik Ahmed Danişmend Gazi ile başlayan Danişmendli akın ve fetihleri, Ünye ve Canik havalisinde insanların hafızasında kalıcı biçimde yer etmiştir. Bu akın ve fetihlerle ilgili, destani hayal unsurları menkıbelerle süslenerek zenginleştirilmiş çeşitli efsane ve rivayetler günümüzde de bölge ahalisi arasında anlatıla gelmektedir.

Danişmendli hükümdarlarının hepsi de halk tarafından Melik Gazi diye anılmaktadır. Melik Gazi ile ilgili bölgede yaygın olarak anlatılan bir rivayet şöyledir: Melik Gazi Ünye Çataltepe civarında kafirlerle yaptığı savaşlardan birinde yaralanmıştı. Kendisine, eğer bu yaradan dolayı ölürse nereye defnedebilmek istediğini sordular. Atacağı okun düştüğü yere gömülmesini söyledi. Çataltepe’ye çıkarak yayını gerdi ve okunu attı. Bu ok, Niksar’a kadar gitti ve vasiyeti üzerine Melik Gazi oraya defnedildi. Bu menkıbe, bölgedeki ilk fetihleri yapmasının sağladığı yüksek itibarın, Canik bölgesindeki Türkler arasında Melik Gazi’yi adeta bir evliya mertebesine yükselttiğini göstermektedir.

Danişmendliler 1086 yılında Karadeniz sahillerine sefer yaptılar ve Canik bölgesini ele geçirip Samsun’u kuşattılar. Muhtemelen bugünkü şehrin tepesinde yer alan eski Samsun şehrini ele geçiremediler. Bunun üzerine şehre üç kilometre mesafede yeni bir şehir kurdular. Eski şehre “Gavur Samsun”adını verdiler, yeni şehre ise “Müslüman Samsun” dediler. Müslüman Samsun’un yeri muhtemelen bugünkü Samsun şehir merkezi idi. Bu iki şehir uzun zaman komşu olarak yaşadı.

1096 tarihinde Türkler ve İslam dünyasına karşı başlatılan Haçlı seferlerinin birincisi yapıldı. Anadolu Selçukluları ve Danişmendliler kat kat üstün durumdaki düşmana karşı çete savaşı ağırlıklı bir mücadele vererek, Anadolu’nun merkezi kısmında toplanmak ve tüm sahil kesimlerinden çekilmek zorunda kaldılar. Anadolu Selçuklularının ilk başkenti olan İznik ile birlikte Ünye’de 1100’ler civarında artık Bizans’a aitti. Haçlılar Anadolu’yu Türklerden temizlemek, Kudüs’ü almak ve mümkünse bütün İslam topraklarını ele geçirmek arzusundaydılar.

Ancak, Bizans ve Haçlıların umduğu gerçekleşmedi; Türkler Anadolu’dan sökülüp atılamadı. Bir asır kadar Haçlılar ve Bizans ile çetin mücadeleler devam etti. Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans arasında 1176 yılında yapılan Miryokefalon savaşında Bizans ordusu bir kez daha ve kesin olarak hezimete uğrayınca, Bizans öve Hıristiyan dünyası artık Anadolu’nun yeni bir Türk vatanı olduğu gerçeğini ister istemez kabul etti. Bu tarihlerden itibaren Anadolu batılılar tarafından Türkiye ve Türkomanya adlarıyla anılmaya başladı.

Danişmendli Gümüştegin 1100 yılında bir savaşta Antakya Haçlı Prensi Bohemund’u esir edip Niksar’a hapsetti. Bu olay ikinci ve büyük bir haçlı seferinin yapılmasına yol açtı. Prens Bohemund’u kurtarmak için, Ankara’yı ele geçirdikten sonra Niksar istikametinde ilerleyen Haçlı Ordusu Merzifon yakınlarında Danişmendli ve selçuklulardan müteşekkil 10.000 kişilik Türk ordusu tarafından 1101 yılında bozguna uğratıldı. Haçlı ordusunun beşte dördü imha edildi; küçük bir kısmı Bafra’ya kaçarak gemilerle İstanbul’a ulaşabildiler. Haçlılarla daha sonra yapılan çeşitli muharebeler de Türk tarafından başarısı ile sonuçlandı.

12.yüzyılın ilk yarısında, Danişmendliler Anadolu’daki en güçlü Türk devleti idi. Danişmendliler bir taraftan orta ve bati Karadeniz için Bizans ile mücadele ederken, bir yandan da Anadolu hâkimiyeti için Konya Selçukluları ile çekişme içindeydiler. 1104 yılında hükümdar olan Emir Gazi zamanında Danişmendli Devletinin gücü zirveye ulaştı. Emir Gazi Anadolu Selçuklu devletinin tahtına da kendi damadı I.Sultan Mesud’un çıkmasını sağladı. Malatya, Kayseri, Kastamonu, Çankırı, Karadeniz sahilleri ve Sakarya bölgesine kadar olan yerleri devletine kattı. Kilikya Ermenilerini de vergiye bağladı. Bizans tahtına çıkmak için isyan edenleri destekledi. Emir Gazi’nin 31 yıl devam eden bu parlak devri 1134 tarihine kadar sürdü. Yerine oğlu Melik Muhammed geçti.

Melik Muhammed devrinde Danişmendli devletinde iç karışıklıklar çıktı. Bunu fırsat bilen Bizanslılar 1135 tarihinde Çankırı, Kastamonu ve Karadeniz sahillerini işgal ettiler. Melik Muhammed aynı yıl Anadolu Selçuklu hükümdarı I.Mesud ile birlikte hareket edip Bizans tarafından işgal edilen toprakların çoğunu geri aldı. Karadeniz sahil kesimleri ise Bizans işgalinde kaldı.

1139 yılında Bizans’ın Niksar’ı ele geçirmek için giriştiği büyük bir hücuma başarıyla mukavemet eden Melik Muhammed, 1140-1141 yıllarında da Karadeniz sahillerini ve Ünye’yi Bizanslılardan geri aldı. Fethedilen bu bölgelere büyük miktarda Türkmen nüfus yerleştirilerek bölge emniyet altına alındı. Melik Muhammed 1143 yılında öldüğünde, Danişmendli devletinin sınırları Gürcistan, Mezopotamya, Çukurova, Karadeniz sahilleri ve Sakarya boylarına kadar ulaşıyordu.

Melik Muhammed’den sonra Danişmendli Devleti Sivas Kayseri ve Malatya merkezli üç kısma bölündü. Sivas-Amasya bölümünün başına Melik Yagibasan geçti. Bu durumdan faydalanan Anadolu Selçuklu hükümdarı I.Mesud bir kişim Danişmendli topraklarını zapt etti. Danişmendliler büyük ölçüde Anadolu Selçuklu Devletinin himayesine girdiler. Bu arada Ünye ve bazı Karadeniz sahilleri de Bizansın eline geçti. Melik Yagibasan 1150 yılında Bafra, Samsun ve Ünye’yi yeniden ele geçirdi.

Sultan I.Mesud ölüp Sultan II.Kılıç Arslan Konya tahtına çıkınca, Anadolu Selçuklu Devletinin üstünlüğünü kabul etmek istemeyen Melik Yağıbasan, kendisine müttefikler buldu. Hatta, Selçuklulara karşı Bizans ile de anlaşıp, buna karşılık 1157 yılında Ünye ve Bafra’yı tekrar Bizans’a terk etti. Selçuklu ve Danişmendli orduları iki defa karşı karşıya geldi ise de, din bilginleri araya girerek, Haçlılar ve Bizans ile savaşıldığı böyle günlerde kardeşin kardeşle savaşmasının doğru olmayacağını söyleyerek kan dökülmesini engellediler.

1162 yılında Melik Yagibasan Sultan II.Kılıç Arslan’a ait düğün alayını hücum edip yağmalayınca savaş kaçınılmaz hale geldi. II.Kılıç Arslan ordusu ile Yağıbasan’ın üzerine yürüdüyse de, Bizans ordusunca desteklenen Danişmendli ordusuna karşı yenildi. Yağıbasan 1164 tarihinde öldü.

Melik Yağıbasan, güçlü bir şahsiyet olmakla beraber, hataları da vardı. Daha önce çok güçlü bir şahsiyet olan Danişmendli devletinin Anadolu Selçukluları karşısında ikinci derecede kalmasını kabullenememiş, devleti eski gücüne kavuşturmak için çareler aramış, fakat bu arada Selçuklulara karşı Bizans ile ittifak yapmak ve Ünye’yi fethettikten sonra bu ittifak uğruna geri verme gibi vahim hatalar da yapmıştır. Yine de, Ünye’nin Türk hakimiyetine geçme aşamaları içinde Melik Yagibasan’ın rolü çok önemlidir. Melik Yağıbasan’ın adı da bölge ahalisi arasında yüzyıllar boyunca anıla gelmiştir.

Ünye’nin Yağıbasan köyü de adını bu Danişmendli hükümdarından almaktadır. Bilindiği gibi “Yağı” düşman, “basmak”ise hücum etmek ve yenmek, manasına gelen has Türkçe kelimelerdir. “Yağıbasan”da, düşmanlarina galip gelen kişi manasına gelmektedir. Melik Yagibasan’ın türbesi Danişmendli meliklerinin çoğu gibi Niksar’dadır.

ANADOLU SELÇUKLULARI DÖNEMİ
Ünye’nin ve bütün Orta-Kuzey Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında mühim rol oynamış olan Danişmendliler Yagibasan’dan sonra giderek güçlerini daha da yitirdiler. Anadolu Selçuklu hükümdarı Sultan II. Kılıç Arslan 1176 yılında Bizans7a karşı Miryokefalon’de büyük bir zafer kazandı. Bunun ardından Anadolu’da Türk birliğini sağlama çabalarını arttırdı ve 1178 yılında bütün Danişmendli toprakları Anadolu Selçuklu Devletine katıldı.

1170-1180 yılları arasında, orta asaya ve Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya çok büyük sayıdaki Türkmen boyları göç etmiştir. Orta Asya ve Maveraünnehir’e hakim olan Moğol asıllı Karahıtaylar’ın baskısı sebebi ile meydana gelen bu göçler Anadolu’da bazı geçici sıkıntı ve çatışmalara yol açmıştır. Bu göçlerin sonucunda, artık Anadolu’da Türkler nüfusun büyük bir çoğunluğunu meydana getirmişlerdir.

Sultan II.Kılıç Arslan yaşlandığı için 1186 yılında eski Türk devlet geleneklerine göre ülkesini onbir eyalete ayırıp, her birinin başına oğullarından birini melik olarak tayin etti. Kendisi ise merkezde olan Konya’da idi. Bu meliklerinden Rükneddin Süleyman Tokat ve yöresine hakimdi. Rükneddin Süleyman Karadeniz sahillerine sefer yaparak Samsun ve Ünye bölgelerini Anadolu Selçuklu devletine bağladı. Rükneddin Süleyman daha sonra 1196 yılında Anadolu Selçuklu sultanı oldu.

1196 yılında Bizans imparatoru III.Aleksios Angelos bir filo göndererek Samsun limanındaki ticari gemileri yağma ettirip tüccarları da esir etti. Bunun Rükneddin Süleyman Şah Bizans’a bir elçi göndererek, esirlerin serbest bırakılmasını ve malların geri verilmesini istedi. Selçuklular’la savaşı göze alamayan Bizans hükümdarı istenenleri yerine getirdi ve Selçuklulara yıllık vergi ödemeyi de kabul etmek zorunda kaldı.

Bu sıralarda, Hıristiyan âlemi Müslümanlara göre medeniyetçe oldukça geri durumda idi. Bizans, Hıristiyan âlemi içindeki en güçlü ve gelişmiş devletti. Ancak, Selçuklu akınlarına karşı koyamayacağını anlayınca, diğer Avrupa devletlerinden yârdim istemiş ve Haçlı Seferleri de bu yârdim çağrısı üzerine 1096 yılında başlamıştı. Haçlılar, Hıristiyan olmakla birlikte farklı kısımları sefil bir hayat sürerken, Bizans’ın içinde bulunduğu zenginlik ve ihtişam Haçlıların gözünü kamaştırmış ve kıskançlık duygularını alevlendirmişti. Bizanslılar da Haçlıların ilkeliğini, yağmacılığını ve saldırganlığını gördükçe onlardan nefret etmeye başlamışlardı.

Dördüncü Haçlı Seferi sırasında, 1204 yılında Haçlılar Müslümanlarla ve Türklerle savaşmak yerine, zenginliğine göz diktikleri İstanbul’u işgal edip yağmaladılar. Ortodoks olan Bizans Devletinin yerine bir Katolik Latin Devleti kurulmuş oldu. Bizans imparator ailesinin bazı fertleri kaçarak İznik ve Trabzon’da ayrı devletler kurdular. Böylece, Türklerin karşısındaki Bizans gücü zayıflamış ve parçalanmış oldu.

Trabzon Rumları 1204 yılında bulundukları bölgeden batıya doğru hücum ederek Ünye, Samsun ve Sinop’a kadar olan sahil kesimlerini ele geçirdiler. Samsun şehrindeki Müslüman ve Hıristiyanların yârdim istemesi üzerine, Anadolu Selçuklu Sultani Giyaseddin Keyhüsrev sefere çıkarak Trabzon hükümdarı Aleksis’i yendi ve bölgeden uzaklaştırdı. Orta ve Bati Karadeniz sahilleri, Selçuklulara tabi olarak mahalli idarecilerin elinde kaldı. Böylece Sinop ve Samsun üzerinden gemilerle yapılan ticaret yeniden canlandı.

1214 senesinde, Trabzon Hükümdarı Aleksim yeniden Orta ve bati Karadeniz sahillerine hücum etti. Selçuklularla yapılan savaşı kaybeden Aleksis esir edildi. Selçuklulara tabi olmayı ve yıllık vergi vermeyi kabul ederek serbest bırakıldı. Sinop’tan Ünye’ye kadar olan sahiller bir kez daha Anadolu Selçukluları’na bağlandı.

1228 yılında, Harzemşahlar’ın Anadolu Selçuklu Devletine saldırmasını fırsat bilen Rumlar yeniden Ünye’den Sinop’a kadar olan Selçuklu topraklarını işgal edip yağmaladılar. Dönemin büyük hükümdarı Sultan Alaeddin Keykubad sefere çıkarak işgal edilen toprakları kurtardı. Rumların saldırganlığına kesin çözüm bulmak maksadıyla Trabzon’u kuşatmaya karar verdi. Selçuklu donanması Trabzon’u kuşattı. Fakat çok iyi savunulan Trabzon’un fethi mümkün olmadı. Bu sırada 1230 yılında yapılan Yassıçimen savaşında Selçuklular Harzemşahlar’ı kesin bir yenilgiye uğratmıştı. Bunun üzerine Rumlar barış istediler. Trabzon Rum Devletinin Selçuklulara tabi olması ve vergi vermesi bir kez daha kabul edildi.

Selçuklular, sürekli hakimiyet mücadelesi yapılan bu bölgeyi düşman hücumlarına karşı korumak için Orta Karadeniz bölgesine Çepni Türkmenlerini yerleştirdi. Sinop’tan Trabzon’a kadar uzanan bölgenin Osmanlılara kadar olan tarihinde Çepniler’in oynadığı rol mühimdir.

Sultan Alaeddin Keykubad 1237’de öldüğünde Anadolu Selçuklu Devleti gücünün zirvesindeydi. Cengiz Han’ın kurduğu Türk-Moğol imparatorluğu bu yıllarda Ön Asya’yı tehdit eder hale gelmişti. Bu imparatorluğun bir parçası olan ve merkezi İran’da bulunan İlhanlı Devleti, Anadolu Selçuklularını kendi yüksek hakimiyetini tanımaya davet etti. Bunun kabul edilmemesi üzerine 1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşı Selçukluların yenilmesiyle sonuçlandı. Selçuklular ve bölgedeki bütün devletler İlhanlılar’a tabi oldu. Ön Asya’da Memlük Devleti dışında baĞımsız devlet kalmadı.

-Devam Ediyor-

26 Haziran 2007 Salı

Rıfat ILGAZ ve Samsun



“Sarı Yazma” Rıfat Ilgaz ve ÜNYE


Ünyeli fırıncı Mustafa kimdir?
Hemen hemen küçükten büyüğe hepimizin en az bir defa seyrettiği “Hababam Sınıfı” filmlerinin senaryolaştırıldığı “Hababam Sınıfı” Romanlarının yazarı Rıfat Ilgaz daha küçük bir çocukken dokuz on yaşlarında üç yıl kadar Ünye’de kalmıştır.

Babası o yıllarda Samsun Terme İnhisar (Tekel) memurluğuna tayin olur, görevi içinde, çevrede, Ünye’de dahil, kaçak tütün ekimi ve satışını denetlemekte vardır. Ünye o yılarda Samsun’a bağlı bir kasabadır, bu tarihten birkaç yıl sonra halkın büyük itirazlarına rağmen Ordu’ya bağlanacaktır.

Terme, bataklık ve sivrisineklerin bol olması nedeniyle, baba Ilgaz aileyi, kendi kasabalarına benzediği ve deniz kenarı olduğu için Ünye’de bir ev tutarak buraya yerleştirir, kendisi de Rıfat Ilgaz’ın anlattıklarından çıkardığımız kadarıyla Terme’den Ünye’ye gider gelir. Fakat o yıllarda ulaşım ya at sırtında ya da ya da paytonla yapılır. Doğru dürüst bir yol yoktur ve yollar tehlikelidir, Kurtuluş Savaşı henüz bitmiştir, her taraf asker kaçakları ve eşkiyalarla doludur.

Beşinci ve altıncı sınıfları Terme’de okuyan Rıfat Ilgaz Ünye’de iken bir fırıncının kendisine okumak için verdiği romanlardan etkilenmiş okuma ve yazma sevgisi bu yılarda Ünyeli fırıncı Mustafa sayesinde ortaya çıkmıştır. O yıllarda Ünye’de tuttuğu kısa kısa günlüğü, atmış yıl sonra hayat hikayesi olarak Sarı Yazma adıyla karşımıza çıkacaktır. Sarı yazma o yılların Ünye’sinden belgesel nitelikte kıymetli bilgiler vermesi bakımından önemlidir. 

Rıfat Ilgaz memur bir ailenin çocuğu olarak Kastamonu’ya bağlı sahil kasabası Cide’de dünyaya gelmiştir. İlkokulu beşinci sınıfa kadar Cide’de beş ve altıncı sınıfı, babasının memuriyeti dolayısı ile Terme’de okumuştur. 1930 yılında öğretmen okulunu bitirmiş bir müddet öğretmenlik yaptıktan sonra, edebiyat fakültesinde okurken yazdığı bir kitap yüzünden tutuklanarak öğretmenlikten ayrılmıştır. 1946 yılında tekrar öğretmenliğe dönen Rıfat Ilgaz ellili yılarda gazetelerde de yazmaya başlamış Hababam Sınıfı romanlarını da o yıllarda yazmıştır. Hababam Sınıfı yatılı okulda kendi yaşamıdır. Yetmişli yıllarda emekli olur ve Cide’ye yerleşir. Daha sonra İstanbul’a gelir.

1940 yılların toplumcu şairlerin en önemlisi sayılan Rıfat Ilgaz’ı biz Hababam Sınıfı yazarı olarak biliriz, fakat bundan başka atmışa yakın, şiir hikaye, roman, öykü dalında basılmış eserleri vardır.

Bazı eserlerinde komünizm propagandası yaptığı gerekçesi ile aralıklarla beş yıl hapis yatmıştır. Eserlerinden bazıları şunlardır: Hababam Sınıfı serileri, Halime Kaptan, Karadenizin Kıyısında, Karartma Geceleri ve birçok çocuk, hikaye ve şiir kitapları.

1993 yılında vefat eden Rıfat Ilgaz’ın Cide’de doğduğu ve yaşadığı ev müze yapılmıştır. Adına her yıl temmuz ayında bir festival düzenlenmektedir. “Sarı Yazma Festivali”
(…)

“Hababam Sınıfı” nasıl doğmuştur? Rıfat Ilgaz bu konuda şöyle der:
“Hababam Sınıfı” Kastamonu muallim mektebi anılarımdır. Ben tipleri söyleyeyim, Güdük Nemci benim. Nihat Dicle hocamız müdür yardımcısı idi ve Kel Mahmut tipinde canlandırdım. Safranbolu’lu Ahmet de İnek Şaban oldu. Yüz yirmi kiloluk bir de Tulum Fehmi’miz vardı, Fehmi’ye iki porsiyon yemek çıkardı, o da Tulum Hayri oldu. Hademe Şerife Hanım, Hafıze ana tipinde canlandı. Fransızcacı Sedat Bey yine aynı rolde. Vak Vak Rıza, matematikçi Faik Beydir, Kastamonu ağzıyla konuşurdu, Badi Ekrem Dadaylı, Rahmicük’tür. Kel Mahmut ile Şakir Bey’i çok severim, kopyayı yakalayan Maraton Reşit’ti. Hemen hepsi iyi öğretmenlerdi.”

Fakat Rıfat Ilgaz romandan sinemaya aktarılan bu filimlerden hiçbirini beğenmez ve rejisörle mahkemelik olurlar ve bir açıklamasın da şöyle der:

“Hababam Sınıfı”nın ilkini izlediğimde büyük utanç duydum. Kötü öğrenci yoktur, kötü eğitim sistemi vardır.”Hababam Sınıfı” bizim Milli Eğitim’imizin bir hicvidir, romanıma bağlı kalınmasını isterdim, sözleşmeye uymadılar, rezil bir film çevirdiler. Daha sonraki filimler iyi olur, düzelir diye izin verdim fakat olmadı. Ben öğretmenim, kendi mesleğimi bu kadar ayaklar altına almam. Öğrencinin gayrimeşru çocuğunu yatakhanede büyütmesi ve kör öğretmenin sahneleri benim romanımda olmayan bölümlerdir.”
(...)

Hepinize sevgiler.
Yaşar Karaduman