28 Şubat 2007 Çarşamba

Devrime Giden Yolda İlk Adım; SAMSUN






Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında, beraberinde tek tek kendisinin seçtiği 18 arkadaşı vardı. Devrime giden yolda ilk adımı bu arkadaşlarıyla beraber atmıştı.

Dil İskelesi'nden karaya çıkışında bir askeri mızıka marş çalmaya başlamış, Samsun Mutasarrıfı Ethem Bey, Polis Müdürü Refik Bey (Koraltan), askeri komutan ve belediye reisi, diğer birkaç memurla beraber ilerleyerek, paşaya ve maiyetine "Hoş geldiniz" demişlerdi.

Etrafta şaşkın bakışlarla izleyen birkaç balıkçıdan başka pek kimse yoktu. Doğruca, hemen yakında bulunan ve paşa ile karargahının ikametine ayrılan Mıntıka Palas Oteli'ne yürüyerek gidip yerleşmişlerdi.

Bu otel de bir gün önce bulunabilmişti. Mutasarrıf Ethem Bey, "Muhasebe-i Hususiye" Müdürü Osman Bey' i çağırarak, gelen heyete ikamet olarak bir yer bulmasını istemiş, Osman Bey de, sonunda burayı bulmuştu ama, önemli bir sorun vardı.

Bu kadar önemli bir heyetin kalacağı bu binada hiçbir eşya yoktu. Çaresiz, o akşam bütün memurların evlerinden yatak, yorgan , karyola, mutfak eşyası türü eşyalar toplanırken, diğer taraftan da resmi dairelerden masa, sandalye ve benzeri şeyler temin edilmiş, boş ve atıl olan Mıntıka Palas Otele, bir günde oturulabilir hale getirilmişti.

Biraz dinlendikten sonra, ilk iş olarak salimen Samsun'a ulaşmış olduğunu bir telgrafla annesine bildirdi. Bu esnada bir İngiliz torpidosunun limana demir atmakta olduğunu emir eri Halit, nefes nefese paşaya aktarıyordu. Dürbünle zırhlıyı uzun uzun seyretti. İstanbul'dan hareketinden hemen önce Rauf Orbay, kulağına eğilmiş ve gemisinin İngiliz tarafından batırılacağını, bu yolda ölmeyi tercih ettiğini söylemişti Orbay'a Mustafa Kemal.

Mondros Mütakerisi' ni Osmanlı Devleti adına imzalayan Harbiye Nazırı Rauf Orbay da, birkaç ay önce emekliliğini istemiş, padişahın ricasına rağmen kararında diretmiş, kurulan hükümeti eleştirerek, ordudan ayrılıp, sivil hayata dönmüştü. Mustafa Kemal Paşa' yı uğurlayanlar arasında idi ve ilk fırsatta Anadolu'ya geçip, Mustafa Kemal'e katılacağını söz vermişti. Nitekim kısa bir süre sonra bu sözünü tuttu.

Kaptan İsmail Hakkı Dursun' un emektar emektar "Bandırma" vapuru Çaltı- burnu açıklarında dumanını bir keyifle savurarak Trabzon'a doğru yol alırken İngiliz torpidosu limana demir atıyordu. Bu gecikme, gerçekten de Allah'ın Türk ulusuna bir lütfu idi. Yolda birazcık oyalansalardı, belli ki İngilizlere yakalanacaklar, belki de batırılacaklardı.

Nitekim Sinopluların arzularına uyup karaya çıksaydı, kesinlikle bu torpidoya yakalanacaktı. Olay şöyle gelişmişti: Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'da "Bandırma"ya bindiği zaman, karargahını teşkil eden 18 kişiden ayrı olarak, gemide iki sürpriz yolcu daha vardı. Bunlardan biri Albay Refet (Bele ) Bey, diğeri de Sinop' a yeni Mutasarrıf atanan Mazhar Tevfik Bey idi.

Refet Bey ile Mustafa Kemal, İstanbul'da anlaşmıştı. Onu Sivas'a 3. Kolordu Komutanı olarak götürmek istiyordu. Sivas önemli bir merkezdi, başında güvenebileceği bir komutana ihtiyacı vardı. O nedenle Refet Bey, Atatürk'le birlikte Samsun'a çıkanlar arasındadır ama, 18 karargah mensubu arasında değildir.

Gemideki ikinci konuk olan Mazhar Tevfik Bey ise, yeni atandığı Sinop' a gitmektedir. Yol boyunca Mustafa Kemal, ülke ve gelecek hakkındaki görüşlerini anlatır ve bu genç mutasarrıfa hatta özel bir şifre vererek,ileride haberleşme olanağı da sağlar. İşte, Sinop' a geldiğinde bütün Sinop halkı, mutasarrıflarını karşılamak üzere limanda beklemektedir. Mutasarrıf, karaya çıkınca gemideki mümtaz misafirlerinden bahseder ve Sinoplulardan gemidekileri karaya davet etmelerini ister.

Yolculuğun etkisiyle, gemideki herkes gibi, Mustafa Kemal Paşa da rahatsız olmuştur. O nedenle bir kart göndererek, teşekkürlerini bildirir ve oyalanmadan yolla koyulurlar. Bir an Sinop'tan kara yolu ile Samsun'a ulaşmayı düşünür ama, yolun çok güç ve uzun olduğunu öğrenir, vazgeçer ve bir an önce Samsun'a ulaşmak için yola koyulur. İşte ilahi tecelli budur. Eğer Mustafa Kemal Paşa, Sinop' a çıkıp orada biraz oyalansa idi, bu zırhlıya mutlaka yakalanırdı. Sonrasını ise tahmin etmek güç değil...

Mustafa Kemal, arkadaşları ile birlikte hafif bir kahvaltı yapıp, mutasarrıflığa gitti. Mutasarrıf Ekrem Bey. Türk-Rum ilişkilerine ve kavgalarına yönelik sorulara verdiği cevaplarda eyyamcı bir idareci tipini çiziyor, hep Türkleri haksız buluyor, İmir Valisi Kambur İzzet gibi," Benden sonra tufan" felsefesi içinde gün geçirmeye eğilimli görülüyordu. Sorunlar ve sancılar içindeki Samsun'da daha genç ve dinamik idareciye ihtiyaç vardı. Mustafa Kemal, Dahiliye Nazırı ( İçişleri Bakanı ) Mehmet Ali Bey'den bu değişikliğin yapılmasını çok geçmeden istedi.

Aynı gün, Samsun'da bulunan 15. Tümen Komutanı'nın görüşlerini de, kendininkilerle ters düştüğünü gördü ve Sivas'taki 3. Kolordu' nun başına geçirmek üzere getirdiği Albay Refet (Bele) Bey' i Tümen Komutanlığı makamına oturtuverdi.

Böylece Samsun, onların eline geçmiş demekti. Yeni mutasarrıf Hamit Bey gelinceye kadar, vekaleten o makama da Refet Bey bakıyordu. (Bu tümen komutanı daha sonra Mustafa Kemal'in emrinde Kurtuluş Savaşı'na katılacak ve generalliğe yükselecektir.)

Anadolu Topraklarında



Mustafa Kemal'in Samsun'da başlayıp, Havza, Amasya, Tokat, Sivas üzerinden Erzurum'a uzanan yolculuğunda, böyle durak yerleri vardır. Onun kaldığı çatılar bugün de bilinir. Hemen hepsi hâlâ ayaktadır. Şimdi biz de, ama biraz önceden başlayarak, onu bu çetin yolculuğunda izleyelim:

Mustafa Kemal'in en tedirgin geçen günleri, İstanbul'dan Samsun'a kadar süren deniz yolculuğu olsa gerektir (1). Onu İstanbul'dan Sinop'a tehlikeler içinde ulaştıran Bandırma vapuruna, Sinop'tan tekrar, ama istemeyerek binmiştir. Çünkü karadan Sinop'tan Samsun'a gidebilmek için, ne yol, ne vasıta vardı. Vapur Samsun'a varabildiği zaman, hem tehlikeler arkada kalmış, hem fırtınalı deniz yatışmıştı. Bandırma vapurundan karaya o zamanki Samsun kayıkçılarının akrobasi hünerlerine hacet kalmadan çıkabildi. Bindiği kayıktan Anadolu karasına o zamanki dar, uzunca iskele dilinde, 19 mayıs 1919 sabahı saat 7'de, puslu bir havada ayak bastı. O sırada Mustafa Kemal 38 yaşındaydı (2).

Samsun'da özel bir karşılama olmadı. Zaten o vakit bir sancak merkezi olan Samsun'da, sancağın idare âmiri olması lâzım gelen bir mutasarrıf yoktu. Yetkili bir askerî kumandan da mevcut değildi (3). İngilizlerin şehirde 200 kişilik işgal kuvvetleri vardı. Pontus eşkıyası ise, sokaklarda kol geziyorlardı. 19-25 mayıs arasında Samsun'da geçen günler, rahat, emniyetli günler değildir. Bunları, ancak düşünmek, havayı koklamak ve Anadolu'da ilk ilişkileri sağlamak için geçen günler olarak saymak yerinde olur. Samsun ne içinden, ne çevresinden, ne de denizden güvenlikteydi. Şehirde ilk temasları da ümit verici olmamıştır. Sona eren savaşın bezginliği ruhlara hâkim görünüyordu. Daha birkaç gün önce (15 mayıs 1919) izmir'in, hem de Yunan kuvvetleri tarafından işgali olayı bu bezgin ruhlara ayrıca bir yıldırım darbesi gibi inmişti. Yunan gemileri Karadeniz'de dolaşıyordu. Samsun çevresi Pontus eşkıyasının elinde gibiydi. Şehrin içindeki 200 İngiliz askerinin varlığı, yerli Rumları şımartıyordu. Samsun'un da, ya daha güçlü işgal birlikleri, yahut da belki İzmir gibi Yunanlılar tarafından işgal edilebileceği söylentileri dolaşıyordu. Samsun'un Türk halk haklı olarak, ruhen bezgin olduğu kadar da, ürkekti. Kasaba ve köylerin bütün gayreti, Pontusçu Rumların saldırılarına karşı kendilerini korumaktan ibaretti. Kaldı ki Merzifon'da da İngiliz askerleri vardı.

Bu hava içinde onun Mıntaka Palas'ta geçen kâbuslu gecelerini tasavvur etmek mümkündür. Gerçi artık Anadolu kara'sındaydı. Ayağı Anadolu toprağındaydı. İstanbul'dayken, Karadeniz yolculuğuna Çıkmadan bir gün önce, hem de İzmir'in işgal edildiği gün, süngülerini karşısındakinin gözlerine sokacaklarmış gibi uzatan eteklikli İskoç askerlerini Taksim Meydanı'nda gördüğü zaman, kendi kendine:

-Birkaç gün daha müsaade, Anadolu'ya bir geçeyim, demişti (4). İşte artık Anadolu'daydı. Ama ne var ki, Samsun ve Merzifon'daki İngiliz askerlerinin kıskacı arasında gibiydi. Hele Samsun'da, denizlerden kimbilir nice tehlikeler gelebilirdi!

Anadolu karasına ayak basışını, en güvendiği arkadaşlarına gene Samsun'dan duyurdu. Erzurum'da XV. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir'e, Ankara'da XX. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşaya yazdığı şifreler, onun bu topraklara yalnız kendine verilen dar görev için gelmediğini, kafasındaki niyetleri, üstü kapalı da olsa yansıtır. Meselâ şu telgrafı okuyalım:

"Zate mahsustur.
Samsun
21.V.335 (1919)
Erzurum'da XV. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine,
Ahvali umumiyemizin almakta olduğu vahim şekilden müteessir ve elemliyim. Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdanî vazifemizi yakından ve bir arada çalışarak, en iyi ifa etmek mümkün olacağı kanaati ile bu son memuriyeti kabul ettim. Bir an evvel zatıâlinizle buluşmak arzusundayım. Ancak Samsun ve havalisinin vaziyeti, asayişsizlik yüzünden fena bir akıbete duçar olmak mahiyetindedir. Bu sebeple burada, birkaç gün kalmak zarureti vardır. Bendenizi şimdiden tenvire yarayacak hususlar varsa bildirilmesini rica eder ve gözlerinizden öperim kardeşim".

IX. Ordu Kıtaatı Müfettişi
Fahri Yaver-i Hazreti
Şehriyâri
Mirliva (Tümgeneral)
Mustafa Kemal
  

Bu telgrafı alan Kâzım Karabekir, "İstiklâl Harbimiz" isimli önemli eserinde şunları yazar:

"Mustafa Kemal Paşanın gelmesinden çok sevindim. Bunu bir aydır bekliyordum. Her gün büyük bir felâketin meydana gelmesi, daima beklenebilirdi. Halbuki bu felâkete karşı millî, askerî göğüs gerebilecek kumandanlarımız hep İstanbul'daydı".

Mustafa Kemal, 25 mayısta Samsun'dan sabahın erken saatlerinde, külüstür bir Mercedes-Benz arabasıyle sessizce ayrılır. Kendisi şoförün yanındadır. Kâzım Dirik'le (sonra Vali, Genel Müfettiş) Albay Dr. İbrahim Tali (sonra Mebus, Genel Müfettiş), Dr. Binbaşı Refik Saydam (sonra Mebus, Vekil, Başvekil) bu arabada yer alırlar. Diğer yolcular başka arabalara dağılırlar. Mercedes-Benz'in sürati saatte 15 kilometreyi aşamaz ve ikide bir pan yapar.

Yolda, Kavak nahiyesinde ve Nahiye Müdürlüğü binasında birkaç saat istirahat eder. Halkla ilk temaslarda bulunur. Nahiye merkezi, ikinci katın ortasında dört direk üstüne alınmış bir çıkıntısı bulunan iki katlı, beyaz, badanalı bir kasaba binasıdır. Havza ise küçük, şirin bir kaplıca kasabasıdır. Mustafa Kemal, Havza'da basit bir otele, Mesudiye Oteli'ne yerleşir. Maiyeti için Ali Osman Ağaların konağı ayrılır, işte bu küçük kasabanın ve bu otelin, onun yolculuğunda önemli yeri vardır. Çünkü o, bu yolculukta, ilk defa Havza'da halkın içine karışır.

Gerçi askerlik hayatında, hepsi de halkın çocukları olan binlerce, onbinlerce askere kumanda etmiştir. Ama asker başka, halk gene başkadır. Askere emredilir. Halkı ise inandırarak kazanmak lâzımdır. Kaldı ki 1919 Anadolusunda, halk bitkindir. Bezgindir. Yıllar yılı ardı arkası kesilmeyen savaşlardan, isyanlardan, karışıklıklardan, eşkıyalıktan bıkmıştır. Yemen'den, Basra'dan Trablus'a, Arnavutluğa, Kürt içlerine kadar yalnız onu, Anadolu ve Rumeli'nin Türk halkını harcamışlardır.

Mustafa Kemal'in Samsun-Havza yolunda ve bindiği hırpani Mercedes-Benz otomobili kimbilir kaçıncı defa bozulunca, yol kenarındaki tarlasında çift süren bir köylüyle konuşması, bu bakımdan ne kadar manâlıdır (5) :

"- Hemşeri! Düşman Samsun'a asker çıkaracak. Belki buraların hepsini ele geçirecek. Sen ise rahat, toprağı sürüyorsun?..

- Paşa, Paşa! Sen ne diyorsun? Biz üç kardaştık. iki de oğul vardı. Yemen'de, Kafkas'ta, Çanakkale'de hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde 8 öksüz ile yetim, üç dul kalmış kadın var. Hepsi benim sapanımın ucuna bakarlar. Şimdi benim vatanım da, yurdum da, aha şu tarlanın ucu. Düşman ora gelinceye dek benden hayır bekleme..."

Ama ne var ki gene de Anadolu halkına baş vurmak gerekmektedir. Bu iş ise artık, ancak onu kazanmakla olabilir. Mustafa Kemal işte bunun için yola çıkmıştır. Bütün ümidi de, bu yorgun, bu çilekeş halktadır.

Mustafa Kemal'in Havza'daki günleri üzerinde biraz durmalıyız. Çünkü o günler onun çıktığı büyük yolculukta önemli bir duraktır. Hem de yalnız, yıllardır çektiği, daha da çekeceği böbrek hastalığı bakımından, şifalı kaplıcalar ile mümkün olduğu kadar faydalı olması bakımından değil. Daha yukarda işaret ettiğimiz gibi, halk gerçeği ile ilk defa yakından karşılaşması ve gerek İstanbul'a karşı durumunu,'gerek Anadolu ile münasebetlerini şekilleştirmesi bakımından çok önemlidir.

Meselâ 30 Mayıs cuma günü, Havza'daki Yörgüç Paşazade Mustafa Bey Mescidinde, ümitler, hazırlıklarla bir mevlit tertiplenir. Mevlit, İzmir Şehitlerinin ruhuna adanacaktır. Kasabadan, köylerden mümkün olduğu kadar halkın toplanması lâzımdır. Toplanır. Cami, cemaati almaz. Sokaklara taşılır. Ama maksat halkı uyarmak, halkı bir nevi cihada, savaşa çağırmaktır. Bu, Mustafa Kemal'in halk arasına ilk katılışıdır. Ama asıl iş, Ulemadan Sıtkı Hocaya düşecektir. Çünkü o, halkın saydığı, inandığı adamdır. Halk Mustafa Kemal'in değil, Sıtkı Hocanın dilinden anlar. Tertipler alınmıştır. Sıtkı Hoca gelecek ve ilk defa, bu bezgin halka karşı, bir cihat hutbesi okuyacaktır.

Mustafa Kemal de bütün maiyeti ile Mescittedir. Vakit gelir. Cuma namazı kılınır. Sıra mevlide, vaızlara, davete gelir. Ama ortada Sıtkı Hoca yoktur! Bu hava içinde Mustafa Kemal'in içinden geçenleri ve bu hallerde onun, o Rumeli şivesiyle kendi kendine mırıldandığı kelimeleri düşünmek mümkündür. Ama ne var ki daha ilk adımda karşılaşılan bu hayal kırıklığı ile iş bırakılmaz. Halk bu sefer de, Mesudiye Oteli önüne mitinge davet edilir. Ama yalnız halkı toparlamaya çalışmak değil, Sıtkı Hocayı da kazanmak lâzımdır. Çünkü o günkü şartlar içinde söz, biraz da Sıtkı Hocalarındır.

Nitekim o günkü miting şöyle böyle geçer. Ama 12 haziran için yeni bir mitingde Sıtkı Hoca konuşacaktır. Öyle de olur. Halk evvelâ Mescide, sonra Mesudiye Oteli önüne yığılır. Mustafa Kemal mitingi, odasının penceresinden izler. Hatipler sahnededirler. Sıtkı Hoca, kürsüde görülür. Halk Sıtkı Hocanın konuşmalarını; sanki Mescitte va'zını dinler gibi, yahut arkasında namaz kılar gibi bir huşu ve teslimiyet içinde dinler. Kendini ona verir. Ve Hoca neler konuşmaz:

"Yangın saçaklığı sardı. Yanıyoruz! Tek çaremiz, silaha sarılmaktır! Derhal silâhlarınızı temizleyiniz! Silâhı olmayan baltasını, baltası olmayan sağlam bir odunu eline alsın, derhal saldıracağız! önce içimizdeki ekmek bilmez hainleri, sonra da yurdumuzu işgal eden düşmanları temizleyeceğiz!.."

Evet, Sıtkı Hoca kazanılmıştır. Ve Sıtkı Hocaların kazanılması lâzımdır. Çünkü hareket, bir halk hareketi olacaktır. O günlerde Anadolu'da ulema (din bilginleri), meşâyıh (tarikat şeyhleri), eşraf (soydan zenginler), mütehayyizan (şehirlerde halktan seçkin kişiler) memleketin sosyal yapısında halkın önder kişileridirler. Aydınlar ve yarı aydınlar savaşlarda erimişlerdir. Ve bu halk önderlerinin arkasında kalan, ama geleceğin ön plana çıkaracağı, henüz fazla söz sahibi olmayan zayıf bir azınlıktır. Böylece Havza günleri dolgun ve düşündürücü geçer.
Mustafa Kemal, Havza'da halka her şeyi anlatmaya çalışır. Vatanın halini, İstanbul'un, padişahın halini, düşmanların bize biçtikleri esirlik kaftanını, Rum çetelerini, Ermeni askerlerini, aha şurada, şu dağın ardındaki Samsun'da daha şimdiden nöbet tutan İngilizleri birer birer anlatır. Sözleri hep şuraya çıkar:

- Evvel Allah, ama asıl kendimize güvenmekten başka çaremiz yoktur...

Mustafa Kemal'i Havza'da görenlerden, dinleyenlerden bugün hâlâ sağ olanlar vardır. Bunlardan fazla yaşlananların, belleklerini kaybedenlerin, olayları birbirine karıştıranların yanında, hâlâ sıhhatli ve o günün havasını nakledebilenler bulunur. Yürgeçpaşazade Mescidinin sivri kemerli taş kapısından girilince teneffüs edilen loş, durgunca hava ise, tam bir Anadolu mescidi havasıdır. Bu hava insanı, hiç bir sesin, hiç bir gürültünün rahatsız etmediği derin düşüncelere sürükler...

Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliğinin vazifeleri hakkında talimatname
Tarih Vesikaları dergisi
* * *
Ama bu sefer de İstanbul'daki işgal kuvvetleri tedirgindir, işgal kumandanlığı daha ilk günden Mustafa Kemal'i yadırgamıştır. Ondan şüphelenmiştir.

Daha ilk günlerden, onun geri çağırılması için Harbiye Nezareti'ni tazyike başlar. Meselâ işgal kuvvetlerinin Karadeniz Ordusu Başkumandanı General Milne'in Harbiye Nezareti'ne yazdığı şu satırları okuyalım:

"Mustafa Kemal Paşa ile emrindeki subayların vilâyetlerde dolaşmaları halk efkârını incittiği gibi, askerlik yönünden de Mustafa Kemal Paşa ile emrindekilerin çalışmalarına lüzum görülmediğinden, derhal İstanbul'a çağrılmaları..."

Harbiye Nezareti bu notayı evvelâ, yeni Ordu Müfettişleri tayininin, kendilerinin de muvafakati ile olduğu, Mustafa Kemal Paşanın da bu Ordu Müfettişlerinden bulunduğu gibi, izahlarla cevaplandırmak ve geçiştirmek ister. Fakat İtilâf Kuvvetleri Karargâhı diretir. O sırada Harbiye Nazırı bulunan Şevket Turgut Paşa, Mustafa Kemal'e şu emri vermek zorunda kalır:

"9. Ordu Kıtaatı Müfettişliğine,
8.VI.335 (1919)

Maiyeti âlilerindeki istimbotlardan biri ile buraya teşrifiniz rica olunur".
Gerçi bu emrin ifadesinde bir yasak savma havası vardır. Kaldı ki Mustafa Kemal'in cevabı hiç de uysal değildir:
"Harbiye Nezaretine,
C. 8.VI.335 (1919) şifreye:
9.VI.(1969)

Hareketimin kömür ve benzin yokluğundan dolayı geri bırakıldığını bugünkü telgrafımla arz ve bu maniin giderilmesini istirham eylemiştim. Ancak ne şekilde hareket edeceğimi ona göre tayin etmek üzere davet sebebinin lütfen işarını rica ederim.
9. Ordu Kıtaatı
Müfettişi Mustafa Kemal"

Demek ki Mustafa Kemal, daha Samsun'dayken İstanbul'a arka çevirir. İlk iş olarak, İstanbul'dan beraberinde gelen III. Kolordu Kumandanı Albay Refet Beyi (General Refet Bele) Samsun'a (Canik Sancağına) mutasarrıf tayin eder. Sonra ve daha önce değindiğimiz gibi, 21 mayısta Erzurum'da XV. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşaya, 23 mayısta Ankara'da XX. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşaya telgraflar çeker, irtibat kurulmasını ister. Bölgelerin imkânlarına göre de Kars'tan İzmir'e kadar, memleket ahvali, hele Ege'deki işgal durumu hakkında bilgi rica eder. Telgraflarında şu cümle dikkati çekicidir:

"Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdan vazifemizi, yakından, beraber çalışarak en iyi başarmak mümkün olacağı kanaatiyle bu vazifeyi kabul ettim..."

Bu cümle, İstanbul'da Şişli'deki evde konuşulanların bir devamı gibidir. Gerçi orada tam, belirli kararlara, planlara varılmamıştır. Ama ondan istenen, Anadolu'ya gelmesi değil miydi? işte artık Anadolu'dadır.
Trakya'da I. Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Beye, Konya'da I Ordu Müfettişi Mersinli Cemal Paşaya da telgraflar çekilir. Bu sıralarda Ege'de Yunan kuvvetleri İzmir'den başka; Manisa, Kasaba, Urla, Aydın, Bayındır, Tire taraflarını direnişsiz işgal etmişlerdir. Fakat 28 mayısta Ayvalık ve Ödemiş'te düşmana karşı ilk silâhlar patlar. Bunlar mahallî karar ve girişimlerin eseridir. Aynı zamanda, istilâ edilen veya istilâ tehlikesinde bulunan bölgeler halkı arasında da ilk direniş eylemleri görülür. Bazı önderler, çeteler ve direniş kuvvetleri belirmeye başlar. Fakat bunlarla Mustafa Kemal arasında henüz bir bağlantı yoktur.
* * *

KAYNAKLAR
(1) Tek Adam, cilt I.
(2) Bandırma vapuru ile Samsun'a varan Dokuzuncu Ordu Heyetinde şu zatlar vardı:
Üçüncü Kolordu Kumandanlığı için Albay Refet (General Refet Bele), Ordu Kurmay Başkanı Albay Kâzım (Dirik), Yardımcısı Yarbay Mehmet Arif, Şube Müdürü Binbaşı Husrev (Gerede), Topçu Kumandanı Binbaşı Kemal, Ordu Sağlık Bakanı Albay Ibrahjm Tali (Öngören), Yardımcısı Dr. Binbaşı Refik (Saydam), Başyaver Yüzbaşı Cevat Abbas, Kurmay Mülhakı Yüzbaşı Mümtaz, Yüzbaşı İsmail Hakkı, Emir Subayı Yüzbaşı Ali Şevket, Karargâh Komutanı Yüzbaşı Mustafa, Kurmay Başkanlığı Yaveri Üsteğmen Hayati, İaşe Subayı Üsteğmen Abdullah, Refet Beyin Yaveri Üsteğmen Hikmet, Mustafa Kemal'in Yaveri Teğmen Muzaffer, Şifre Kâtibi Faik, Şifre Mülhakı Memduh.
(3) Zaten daha mütarekenin (bırakışmanın) ilk günlerinden başlayarak ordu çözülmüştü. Hatta ordunun en üst görevlileri arasında bile, onu artık lüzumsuz görenler vardı. Meselâ Kâzım Karabekir İstiklâl Harbimiz isimli eserinde şu anısını nakleder. Bu sözler, Kâzım Karabekir'in de bulunduğu salonda, o zamanki Harbiye Nazırı, fakat orduda daima arka planlarda kalmış Mısırlı Ferit Paşa tarafından, Fransız subayı Foulon'a söylenmiştir; Konu, ileride, ordunun mevcudu meselesidir:
Ferit Paşa: "Dedim ya, daha iyi bilmiyorum. Erkânı Harbiye (Genelkurmayı) bilir. Ama, inşaallah, şu ordu derdinden de kurtuluruz da, yalnız jandarmamız kalır..."
(4) Ruşen Eşref Ünaydın, Özleyiş, s. 125. (Ruşen Eşref o sırada Mustafa Kemal'in yanında bulunuyordu).
(5) Havza Kaymakamı Refik Necdet Aktaş'ın derlediği ve yayımladığı notlardan, 20 mayıs 1964-Milliyet.

Samsun'da Akşam Vakti




Samsun’dan Yükselen Yeni Bir Ses; ADELAIDE



Samsun’dan yükselen seslere Eylül ayında bir yenisi eklendi: Adelaide.

 İlk olarak 19 Mayıs Üniversitesi’ndeki ‘Rock Festivali’nde sahneye çıkan grup; müziğin alternatif, acid jazz ve soft rock sularında dolaşıyor. Güçlü vokaliyle dikkat çeken Adelaide, akustik ağırlıklı ‘cover’larını ön planda tutuyor. Grubun demoları Myspace sayfalarından dinlenebiliyor. Jerusalem cover’ını ise mutlaka dinlemelisiniz. İşte Adelaide…



About ADELAIDE
Samsun'da 2006 yılının Eylül ayında kurulan grup, farklı tarzı ve tatlı soundu ile müzik hayatına güzel bir başlangıç yapmıştır. Grup genel olarak akustik ağırlıklı coverları ile dikkat çekmektedir.

ADELAIDE grubu; Omü Bahar Şenlikleri Canlı performans yarışmasında birinci oldu. Omü Bahar Şenlikleri Omü 6. Rock Festivali ve Becks festivali'nde yer aldı. ADELAIDE, POEM ORGANIZASYONUN DÜZENLEDIGI ROCK'N DARK ÜNIVERSITELILER MÜZIK YARISMASINA DA KATILMISTIR.

Try the BEST MySpace Editor and MySpace Backgrounds at MySpace Toolbox! 

Doğu Park Samsun; Anıt Heykel




Orhan Hakalmaz



Aslen Bayburt kökenli olan sanatçı 10.11.1964 yılında Samsun'da doğdu. Müziğe olan ilgisi çok küçük yaşlarda başlamıştı. Babasının da müziğe karşı olan ilgisi sanatçının müziğe olan tutkusunu daha çok artırmıştı.

Sanatın o büyük deryasına babasının da desteği ile 6 yaşında bağlama çalarak başladı. Eğitimine Samsun'da başlayıp İstanbul'da bitirdi. İlkokulu Samsun'da okudu. 8 yaşında Karadeniz Altınses Yarışmasında Birinci oldu. 12 Yaşında İstanbul Radyosu amatör ses sanatçısı kazandı ve bant yapma izni verildi.

Bir çok kez TRT İstanbul Radyosunda "Çocuk Saati" adlı programa katılıp türkü söyleyip, bağlama çaldı 1977 yılında İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuarı giriş imtihanlarını kazanarak öğrenimine başladı. Konservatuarda değerli hocalardan rahmetli Nida Tüfekçi'nin öğrencisiydi. Aynı zamanda TRT İstanbul Radyosunda akitli sanatçı olarak göreve başladı. Yaklaşık iki sene çalıştı.

1988 yılında 11 senelik eğitimini bitirip mezun oldu. Aynı yıl İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nda öğretim görevlisi olarak göreve başladı. 1991 yılında İ.T.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü T.H.M. Alanında yüksek lisans yaptı ve tez olarak "Ege Bölgesi Ağır Zeybeklerin İncelenmesi" adlı çalışmayı sundu. 1994 yılında İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuarı Korosunda şef yardımcılığı daha sonra şeflik yaptı. TRT Radyosunun ve Devlet Konservatuarı'nın T.H.M. konserlerinde solist, korist ve bağlama sanatçısı olarak yer aldı. 2000 yılında İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nda ki görevinden ayrıldı. Halen albüm ve konser çalışmalarının yanı sıra Müjdat Gezen Sanat Merkezi T.H.M. bölümünde görev yapmaktadır.

Pontus Faaliyetleri / Milli Mücadelede Ayaklanmalar



19 May, day of Genocide for Greeks, day of joy for Turks




Türkiye’yi parçalamak için yapılan faaliyetlerden birisi de Pontus Devleti kurma çalışmalarıdır. Samsun’dan Trabzon’a kadar Karadeniz bölgesinde Pontus Rum Devleti kurmayı amaçlayan bu faaliyetin gelişmesinde Merzifon’da bulunan Amerikan Koleji büyük rol oynamıştır. Kolej müdürünün desteği ile 1904 yılında “Pontus Cemiyeti” kuruldu. Bu cemiyeti destekleyen bir diğer Rum cemiyeti de “Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti” idi. Bu cemiyetler Ermenilerle birlikte çalışıyorlar ve Türklere karşı müşterek hareket ediyorlardı. Ermeni ve Rum çeteleri Amerikan Koleji tarafından organize ediliyordu.


Kolej müdürü Amerikalı White tarafından kaleme alınan mektup müslüman Türk milletinin ortadan kaldırılması için neler yapılması gerektiğini de açıklıyordu. İşte mektuptan parçalar:

“Hıristiyanlığın en büyük rakibi müslümanlıktır. Müslüman devletlerin en kuvvetlisi de Türkiye’dir. Bu hükümeti ve memleketi yıkmak için Ermeni ve Rum dostlarımızı yalnız bırakmamalıyız. Hristiyanlık için, Ermeni ve Rum dostlarımız tarafından birçok Hristiyan feda edildi. Bunlardan birçoğu müslümanlara karşı yapılan savaşlarda şehit oldular. Unutmayalım ki kutsal hizmetimizin sonuna kadar daha pek çok böyle şehit verilecek, Hristiyan kanı akıtılacaktır.

Alevilere de mezhep hususunda serbestlik tanırsak onlarda bize katılacaklardır. Bizim görevimiz bu fırsatı kaçırmamak, gerektiği gibi uygun hareket eylemektir.

Hristiyanlara şimdiye kadar görmüş oldukları zulümlere karşı, onların zekatını ödeyecek bir ruh aşılamalıyız. Biz bunu şimdiye kadar yaptık ve başarılı da olduk.”

Birinci Dünya Savaşı sırasında Rum çeteleri Bafra bölgesinde Boyalı, Türkmenler, Kasnakçı, Kuşkapanı, İnözü, Kuşaca, Çiniler köylerini tamamen yaktılar.

Mondros Mütarekesinin imzalanmasından sonra ordunun terhis edilmesiyle birlikte hükümet otoritesi birçok yerde adeta yok olmuştu. Karadeniz Bölgesinde de İngiliz kuvvetleri yer yer işgal hareketlerine başlamıştı. Bu fırsattan istifade eden silahlı Rumlar Türk köylerini yakıp yıkmaya devam ettiler. Samsun bölgesinde yüzlerce Türk’ü öldürdüler, birçok kadına tecavüz ettiler, binlerce hayvanı gasp ettiler, yüzlerce köyü yakıp, yağma ettiler.

Çarşamba, Terme, Amasya bölgesinde de katliamlarına, yağmalarına devam ettiler. Rum ve Ermeni çetelerinin yağmalama ve öldürme faaliyetleri Merzifon, Vezirköprü, Ladik, Gümüşhacıköy, Havza, Tokat, Erbaa bölgelerinde devam etti.

Mustafa Kemal Paşa Nutuk’ta konuyla ilgili şu bilgileri verir:

“Muhterem Efendiler, umumi konuşmamın başında bir Pontus meselesinden bahsetmiştim. Bu mesele, bütün vesikaları ile herkesçe bilinmektedir. Ancak bizi de çok uğraştırdığından burada onunla ilgili bazı noktalara temas edeceğim.

1840 senesinden beri; yani üç çeyrek yüzyıldan beri, Rize’den İstanbul Boğazına kadar Anadolu’nun Karadeniz Bölgesinde, Eski Yunanlılığın diriltilmesi için çalışan bir Rum topluluğu vardı. Amerikalı Rum göçmenlerinden Rahip Klemeatios adında biri, ilk Pontus toplantı binasını İnebolu’da bugün halkın Manastır dedikleri bir tepede, kurmuştu. Bu teşkilat mensupları zaman zaman birbirinden ayrı eşkıya çeteleri halinde, faaliyette bulunuyorlardı. Dünya Savaşı sırasında dışarıdan gönderilip dağıtılan silah, cephane, bomba ve makineli tüfeklerle Samsun, Çarşamba, Bafra ve Erbaa Rum köyleri adeta bir silah deposu halini almıştı.

Ateşkesten sonra bütün Rumlar, Yunanlılık milli davası ile her tarafta şımardığı gibi Ethniki Hetairia Cemiyeti propagandacıları ve Merzifon’daki Amerikan müesseseleri tarafından manevi bakımdan yetiştirilen ve yabancı hükümetlerin silahlarıyla maddi bakımdan desteklenen ve cesaret verilen bu bölgedeki Rum kitlesi de bağımsız bir Pontus hükümeti kurmak emeline düştü. Bu maksatla, umumi bir ayaklanma hazırladılar. Dağlara çekildiler ve Amasya, Samsun ve çevresi Rum Metropolidi Permanos’un idaresinde düzenli bir programla çalışmaya başladılar. Samsun’daki Rum komitecilerin reisi reji fabrikası müdürü Tokamanidis, bir taraftan da İç Anadolu ile haberleşme sağlamaya çalışıyordu. Bazı yabancı hükümetler Pontus hükümetinin kurulmasına yardımcı olacaklarını vaad ettiler ve Samsun ve çevresindeki Rum nüfusunu arttırmak için de Rusya’daki Rum ve Ermenileri Batum’da topladılar. Onları, Türk Kafkas ordularından alınıp Batum’da depo edilen silahlarla donatarak sahillerimize çıkarmaya başladılar. Çetecilik etmek üzere sahillerimize çıkarılabilecek birkaç bin Rum’u Sohum’da, Haralambos isminde bir adamın başına topladılar. Batum’da toplananların da Haralambos’un etrafında toplananlara katılmaları sağlanıyordu. Bunlar, memleketimiz içinde Samsun’daki bazı yabancı devlet temsilcileri tarafından korunuyor ve silahlandırılıyordu. Sahillerimize çıkan bu çeteciler, göçmenlerin beslenmesi maskesi altında yabancı hükümetler tarafından yedirilip içiriliyor ve giydiriliyordu. Yabancıların Kızılhaçları arasında gelen subay heyetlerinin de teşkilat yapmakla, askeri öğretim ve eğitimle uğraşmakla, gelecekteki Pontus hükümetinin temelini kurmakla vazifelendirildikleri anlaşılıyordu.

4 Mart 1919 tarihinde, İstanbul’da “Pontus” adıyla çıkmaya başlayan bir gazetenin başmakalesinde “Rum Cemiyetinin kurulmasına çalışmak maksadiyle yayınlandığı” ilan olunmuştu.

Sayıları 25.000’i bulan Rum çetelerinin katliamlarını önlemek ve silahlı Rumları etkisiz hale getirmek için Merkez Ordusu görevlendirildi. Merkez Ordusu Rum çetelerinden silahlarını teslim etmesini istedi ve Rumlar silah toplanmasına başlandı. Pontusçuluk hareketinin lider kadroları 31 Ocak 1921’ den itibaren tutuklandı ve ilk tutuklama işine Samsun’ da başlandı. Pontusçuluğun en yoğun olduğu bölge olan Samsun’ da başta Metropolit olmak üzere birçok Rum  tutuklanarak İstiklâl Mahkemesine gönderildiler. Şubat 1921’ de Merzifon Amerikan Koleji’ne yapılan baskında birçok harita, plan, kitap ve Türkiye aleyhtarı her türlü belge ve bilgi ele geçirildi. Onbirbin civarında silahlı Rum çeteci yakalandı. ‚çarpışmalarda birçok Rum öldü. Pontusçularla olan mücadele 6 Şubat 1923 yılına kadar devam etti ve bu tarihte Rum çeteleri kesin olarak ortadan kaldırıldı.

Memleket Samsun



Karşıyaka Mah. Canik/Samsun




27 Şubat 2007 Salı

Atatürk ve Samsun -III



Törenden sonra Hükümet konağını, Askeri ve Mülki hastaneleri ve Samsun İdman Kulübü’nü ziyaret etti. Akşam üzeri  ise  ilk kez Samsuna geldiklerinde kaldıkları ve karargah olarak kullandıkları Mıntıka Palası ziyaret etti. Mıntıka Palas’a geldiklerinde kendilerini bir sürpriz bekliyordu. Otelin sahipleri, Gazi için güzel anılarla dolu bu binayı kendilerine armağan ettiler. Takip eden yıllarda bina, Atatürk’ümüzün Samsuna ilk gelişlerinde kullandığı eşyaların sergilendiği bir Müze haline getirildi. Bu gün Gazi Müzesi olarak hizmete sunulan Mıntıka Palas, Türk Tarihi için ne kadar önemli ise her Türk evladı içinde o kadar öneme haizdir. Milli Mücadelenin ilk karargahı bu müze bugün genç nesli beklemekte ve o genç neslin içinde bulunacağı Milli heyecanı aşılamaktadır.

Mıntıka Palasta eski günlerini yad eden Atatürk, daha sonra ikamet ettiği Şahinzade Remzi Beyin konağına geçti. Konakta bir müddet dinlenen Gazi, daha sonra otomobille İstiklal Tiyatro Binasına gitti.  Ertesi sabah 22Eylül 1924Pazartesi günün bir kısmını Remzi Beyin konağında ziyaret edenlerle geçirdi, Latife hanımda gruplar halinde gelen Samsunlu hanımlarla ilgilendi. Bir müddet sonra Gazi, 15. Tümen karargahını da ziyaret ederek teftiş ve incelemelerde bulundu. Aynı günün Akşamı ise Samsun İstiklal Ticaret Mektebinde Samsunlu öğretmenlerin akşam çayına davet edildiler. 2 saat devam eden bu çay da bir bayan öğretmen, iki erkek öğretmen ve bir müfettiş konuşma yaptı. İlk önce Nemci Terakki Kız Okulu Başöğretmeni Sabiha Hanım heyecanlı bir hitabede bulunur ve şu konuşmayı yapar: “ Gazi Özbabamız, Lütfen sevgili yuvamıza teşrif tenezzülünde bulunmanız hasret hisleriyle çarpan kalbimizde derin ve sonsuz bir şükran duygusu yarattı. Bu gün sizin huzurunuzda hayatımızın en mutlu saatlerini yaşadıkça bu samimi ve değerli dakikalar bizleri ihya ediyor….  Ulu Dayanağımız, Size olan minnettarlıklarımızı ispat ve aziz vatanımızı ihya için bizler, bu irfan yuvalarında düzenli bir çalışmaya girerek bütün varlığımızla çalışacak, yarınlara erdemli yüksek ruhlu anne, geleceğe faydalı elemanlar yetiştirmek için uğraşacağız. Çünkü bundan böyle milletimizin kadınlarının hayatı mükemmel olmazsa, ruhsal eğitim, milli eğitim ve fedakarlık duygusu asla yüksek ve bol olamaz. Çünkü beşiği sallayan eller cihana hüküm eyler.”

Sabiha Hanımın konuşmasından sonra Orta Okul Müdür Muavini Mustafa Mümtaz Bey, öğretmenler adına Canik İlköğretim Müfettişi Hamdi Bey de bir konuşma daha yapar. Genç Cumhuriyet öğretmenlerinin arzu ettikleri muasır medeniyet ile ilgi düşünce ve heyecanlarının İktisadi ve Sosyal konularda tezahürü şekliyle cereyan eden konuşmalar bitince Atatürk heyete dönerek hitapta bulunur:

Bu konuşmalarıyla genç Cumhuriyetinin rotası anlatır aydın topluluğuna. İlmin ve fennin dışında rehber aramanın gaflet, cehalet hatta doğru yoldan sapma olduğunu bildirir. Milletimizin derin, köklü bir geçmişe sahip olduğunu, bu kökleri unutmamamız gerektiğini hatırlatır ve onuruna verilen çay partisinden ayrılırken, okul hatıra defterine şu notları yazar. “…Bütün Türkiye’ye şamil muallimler birliğinin bütün milleti münevver birlik haline getirdiği zaman, Türk milletinin nasıl bir demir kütle olacağını düşünmek cidden büyük bir zevk ve saadettir.”

23 Eylül 1924 Salı günü Atatürk şehrin ihtiyaçları ve sorunları hakkında belediye başkanı ile uzun bir görüşme yaptı. Aynı gün, Batı Trakya’dan, Drama ve Kavala’ dan getirilip Samsuna yerleştirilen muhacirlerin ziyaretini kabul etti. Onların durumları hakkında bilgi alarak, istek ve ihtiyaçlarını dinledi.

Gazi, boş vakitlerini Samsunda eşi ile birlikte kaldığı Şahinzade Remzi Beyin evinde Samsun Kütüphanesinden getirttiği tarih kitaplarını inceleyerek geçirdi. Son gün Remzi Beyin aile albümüne hatıra olarak teşekkürlerini bildiren bir not yazdı. Samsunda geçirdiği bu dört günün sonunda Gazi,24 Eylül 1924 Çarşamba günü sabah saat 10:00 da Erzurum’a gitmek üzere şehirden ayrıldı. Tıpkı Samsuna çıktıkları gibi Yine Havza yolundaydılar. Genç Cumhuriyetin Reis-i Cumhuru 5 yıl önce milli mücadele adına çekilen onca sıkıntının hatıralarıyla dolu duygusal bir yolculuk daha yaptı. Aynı gün saat 13:00’te Havza’ya gelen Atatürk mahşeri bir kalabalıkla karşılanmıştı.                                           

Havzaya gelişleri de tıpkı Samsuna gelişleri gibiydi ve ikinci kezdi.  Hatıralarla, gözyaşlarıyla doluydu o gün Havza! Heyecan içindeki kalabalıktan çığlıklar çığlıkları kamçılıyor, O’ nu tekrar görmenin O’nun la o günleri tekrar yaşamanın duygusu, heyecanı kat kat artırıyordu. Havzalılarla hasret gideren Ulu Önder, aynı duygu ve heyecana kapılıyor ve gizliden gizliye halkının dökülen gözyaşlarına eşlik ediyordu. Neden sonra Havza Kaymakamı ve İskan Müdüründen şehrin sorunları hakkında bilgiler aldı Ulu Önder! Havzası hakkında ki meselelerin görüşmelerinden sonra Mesudiye Oteline geçti ve bir müddet dinlendiler. Burada karargah olarak kullandığı odayı gezerek anılarını tazeliyor, hissiyatı doruklara yükseliyordu...

“ Bu Oda Çocuk! Bu Oda! Milletin bir birine sımsıkı bağlandığına şahit olan bir oda! Bu Oda Çocuk! Bu Oda!  ”

Binlerce Havzalının “Yaşa! Varol! Sedalarıyla inleyen caddeden Belediyeye gidişlerinde, belediye ve cemiyet Erkanını kabul ederek Belediye namına irad olunan nutka cevaben demişlerdi ki;

“Havzalılar!  Sizinle en elemli ve yeisli günlerde tanıştım. Aranızda günlerce kaldım. Bana mazinin hatıralarını hatırlatan şu daire içinde kıymettar mesai ve muavetinizden pek müstefit oldum….Eğer Havzalıların o samimi ve metin hüsnü kabulleri olmasa ve eğer Havza’nın nafi ve şifalı kaplıcaları ahval-i sıhhiyem üzerinde  müspet bir tesir bırakmasaydı emin olunuz ki; İnkılap için çalışamayacaktım. Havza’ya ve Havzalılara çok şey borçluyum, Kalbi Rabıtamı ebediyen saklayacak, sizi hiç unutmayacağım. Kahraman Havza’lılar! İlk cüreti ilk cesareti gösteren ve ilk teşkilat yapan siz oldunuz. İnkılap ve Cumhuriyet tarihinde kahraman Havza’nın ve Havza’lıların büyük yeri vardır.”

Havzada kalamamanın üzüntüsüyle yola çıktığında tıpkı karşılamadaki mahşeri kalabalık eşlik ediyordu. İlk geldiğinde Mustafa Kemal Paşa’larını uzunca misafir etmiş ama bu sefer çok kısa görüşmüşlerdi. Çünkü o’nu bekliyordu Başkent Ankara… Çünkü Onu bekliyordu bütün bir memleket. Çünkü onu bekliyordu vatanın dört bir yanında şehid kanlarıyla sulanmış her bir vatan parçası…

Aradan tam 4 yıl geçmiştir. Genç Cumhuriyet devrimlerle tanışmış muasır medeniyet için bütün bir vatan seferberlik halindedir. En büyük Devrimlerden biri olan Harf Devrimi, bütün bir yurtta büyük bir heyecan içinde yürütülmektedir. Yeni alfabeyi halka öğretmek yine kurtuluş mücadelesini öğreten Gazi Mustafa Kemal’e düşmüştür. Bu amaçla,  23 Ağustosta Tekirdağ ‘da başlattığı yurt gezisini sürdürmektedir. Bursa, Çanakkale, Eceabat, Gelibolu ve Sinop’ tan sonra sıra yine Samsun’dadır.  Tarih 16 Eylül 1928 günlerden Pazar.  Yüce Ata’mızı taşıyan İzmir Vapuru Sinop’tan yola çıkarak saat 15:00’te Samsun’a geldi. Çok muhteşem bir karşılama töreni düzenlendi. Ata’yı karşılamak üzere 9. kolordu ve Garnizon Komutanı Salih Paşa, milletvekilleri, belediye başkanı, Samsun Valisi Kazım Paşa motorla İzmir Vapuruna çıktılar. Gazi’nin İzmir Vapurundan karşılanışını Cumhuriyet Gazetesi

Muhabiri şu sözlerle anlatır: “Sevgili gazimizi taşıyan İzmir vapuru, aheste aheste fener burnundan göründü. Bu esnada halkın sevincine payen yoktu. Tertip edilen karşılama programı mucibince kolordu komutanı, mebuslarımla Vali Paşayı taşıyan motorla diğer motorlar, derhal Gazi İskelesinden hareket ettiler…

            …Bizde gazetemiz namına Sıhhiye motoruna atlayarak karşılamaya koştuk. Büyük halaskarımızı buraya getiren İzmir Vapuruna ilk olarak çıkmak şeref fırsatını bulduk. Karşılama görevine memur zevatın kabulleri esnasında bizde Gazimizin şerefli huzurunda bulunmak saadetine mazhar olduk. Gazi hazretleri beyaz çizgili gömlekli, lacivert renginde bir kostümle, aynı renkte çoraplar ve rugan iskarpin giymişlerdi. Huzurlarında sağ taraflarında kolordu komutanı Salih Paşayı sol taraflarına Samsun Valisi Kazım Paşayı aldılar. Her ikisinin nezaketlerine mukabele iltifat buyurdular. Karşılama heyeti içinde bulunan Tokat Mebusu Mustafa Beye bizzat yanlarına davetle ayrıca iltifatta bulunarak hatırlarını sordular. Ve bilhassa “ Tokatta yeni harflerimizi öğretiyor musunuz? Mustafa Bey diye ayrıca sordular. Gazi hazretleri biraz sonra vapurdan çıkmak emirlerini verdiler. Bej rengindeki pardöselerini giyerek, Çankaya motoruyla Gazi İskelesine çıktılar. Bu esnada bütün fabrikalar, limandaki bütün gemiler düdük çalarak ve top atışları yapılarak resmi selam ifa olundu.”

Gazi Parkı iskelesinden Samsuna çıkan Gazi, halkın büyük coşkusu eşliğinde  Hükümet Konağına geçti. Hükümet konağında bir müddet dinlendikten sonra binanın balkonuna çıkarak halkı selamladı. Daha sonra Hükümet Konağı Genel Meclis salonunda başta Vali Kazım Paşa olmak üzere bütün daire müdürlerini yeni Türk Alfabesinden imtihan etti ve yazım kuralları hakkında bilgiler verdi. Hükümet konağında 3 saat kadar süren bu çalışmalardan sonra, buradan ayrılarak parkın ve ziraat, Osmanlı, İş Bankalarının bulunduğu caddeden, Saathane Meydanı yoluyla belediyeye gitti. Atatürk belediyede bir süre kaldıktan ve yine Türk Harfleri ile yazım kurallarından söz ettikten sonra, o tarihlerde Cumhuriyet Halk Fırkası binası olarak hizmet gören İlk çıktıklarında kaldıkları ve karargah olarak kullandıkları Mıntıka Palas Oteline gitti. Samsunda kaldıkları süre içinde bu binada oturdular. Atatürk Samsun halkının kendilerine gösterdiği yoğun ilgiden pek memnun oludu ve bu husustaki teşekkürlerinin halka tebliğini Belediye Başkanı Rahmi Beyden özellikle rica etti. Atatürk, Mıntıka Palasta akşam dinlenirken bir kağıt üzerine yazdığı notu, bugün bu gün Gazi Müzesi olan Mıntıka Palasta sergilenmektedir. Atatürk, her zamanki üslubuyla, günün tarihini atarak başlattığı bu yazının altını, o günlerde henüz kullanmaya başladığı, Gazi Mustafa Kemal ibaresini temsil eden yeni Türkçe imzasıyla imzaladı. Bu belge, Türkiye’de resmen yeni yazıya geçiş tarihi olan 01 Kasım 1928 öncesi, Ata’nın yeni yazısıyla elimizde olan birkaç belgeden biridir.

Malatya gezisinde olan Başbakan İsmet Paşa da, aynı günün akşamı, Gazinin Yeni Türk Harflerini öğretmek yolundaki gezisine katılmak üzere Samsun’a gelmişlerdi. Akşamı Samsun Muallimler Birliği tarafından İstiklal İlkokulu binasında, Atatürk şerefine bir balo verildi. Bu baloda öğretmenlerle birlikte Samsunun aydın zümresi de hazır bulundu. Atatürk burada da yeni Türk Harfleri ile ilgili konuşmalar yaptı. Bu baloda:”Sarık ve cübbe ile muvaffak olmanın imkanı yoktur. Artık medeni bir millet olduğumuzu cihana ispat ettik” şeklindeki konuşmaları öğretmenler tarafından dakikalarca alkışlandı. Sabaha kadar devam eden balodan Atatürk gece saat 02:00 de, İsmet Paşa da saat 02.30 da ayrıldılar. 17 Eylül Pazartesi gününün büyük kısmını geçirdiği Mıntıka Palas’ta kendilerine İtalya Devlet Başkanı Musolini’den bir telgraf

geldi. İstanbul’a gelen İtalyan İzci çocuklarına gösterilen ilgiden memnunluğunu dile getiren Musolini, minnettarlığını ve şükranlığını sunuyordu…

18 Eylül 1928 Salı günü sabah saat l0:00 da yanlarında Başbakan İsmet Paşa, Sıhhiye Bakanı Refik Bey ve maiyetiyle Amasya’ya gitmek üzere Samsundan ayrıldı.

Makinist Hakkı Efendinin idare ettiği özel bir trenle samsundan ayrılan Gazi’ye, pek gösterişli bir uğurlama töreni yapıldı. Özel tren Samsunu terk edinceye kadar fabrikaların, limandaki vapurların düdük ve siren sesleriyle halkın yoğun tezahüratıyla uğurlandılar...

2 Yıl sonra Atatürk, son fırka tartışmalarının memlekette yarattığı tepkileri yakından görmek, aynı zamanda ölçüsüz çatışmalar yüzünden halk arasında belirmiş olan heyecanı yatıştırmak maksadıyla, İçanadolu, Karadeniz Kıyıları, Güney ve Güney Batı Bölgelerini içeren uzun bir yurt gezisine daha çıkmıştı.  Demokrasiyi Türk halkına tanıtmak ve benimsetmek amacını güden bu gezi kapsamında, 17 Kasım 1930 da Ankara’dan hareket etti.

Gazinin Samsuna yaptığı son üç seyahatin Samsun-Havza-Amasya güzergahının aksine bu defa Ankara’dan hareketle, Kayseri, Tokat, Amasya üzerinden geliyordu.  Amasya’dan, özel bir trenle Samsuna gelmeye hazırlanan Büyük Gazi’yi Samsun Valisi Kazım Paşa Amasya’da karşıladı. Özel Tren, 22 Kasım 1930 Cumartesi günü saat 17:00 de Samsuna gitmek üzere Amasya’dan hareket etti. Samsun istasyonuna ise saat 21:00 de gelen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, istasyonda bekleyen halkın coşkun alkışlarıyla karşılandı. Karabalığı selamlayarak resmi karşılama törenine geçildi. Tören sonrası istasyondan otomobile binerek tekrar Mıntıka Palasına geldi. İlk Karargahına! Halk Mıntıka palasın önüne yığıldı. Sokakları dolduran bu coşkun halka hitap etmek üzere gecenin o vakti Mıntıka Palasın balkonunda görüldü Ulu Önder. O dakikalarda halk, adeta çılgına dönmüş, sevinç gösterileri an be an artmıştı. Atatürk içeri girdi ama halkın coşkusu dinmiyordu. Kendileri tekrar balkona çıkarak teşekkürlerini ve dağılmalarını rica etti.  Halkı aynı coşku ve heyecanla selamlayarak içeri girdi.

            Ertesi gün yani 23 Kasım 1930 Pazar günü, önce belediyeyi ziyaret etti. Ancak belediye başkanı yerinde yoktu. Yeni kurulan ve 3 aylık bir mazisi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası, yapılan mahalli idareler seçimine katılmış, çoğu Ege bölgesinde olmak üzere birçok ilçede belediye başkanlığı kazanmıştı. SCF, Türkiye’de tek bir İlde belediye başkanlığı kazanmıştı. O ilde Samsun’du. SCF Adayı olarak seçimi kazanan Boşnakzade Ahmet Resai Beydi.

Atatürk, Belediye Başkanı Boşnakzade Ahmet Resai Beyin huzuruna çağırılmasını emreder. Belediye başkanı derhal gelir ve konuşmalarında söz Serbest Fırkadan açılır. Gazi, bu fırkanın kendisinden beklenen işleri göremeyeceği, memlekette gericiliğin ve İnkılap dışı akımların bundan yararlanacağı düşüncesiyle Serbest Fırkanın kapatıldığını anlatır. Sonunda Belediye başkanına dönerek;

“Şimdi başkan bey, siz de artık kapatılmış olan partinin Belediye Başkanı olarak görevinizi sürdürmek istemezsiniz, değil mi? İstifa ediniz.”

 Şeklinde çağrıda bulunur. Ama Belediye başkanının yanıtı ilginçtir: “Paşam, ben Serbest Fırka’yı temsil etmiyorum. Bu seçim halkın bana karşı bir güveni şeklinde ortaya çıkmıştır. Eğer bu görevden istifa edersem, halkın gösterdiği yakınlığa ve güvene karşı gelmiş olurum.”

Belediye başkanının bu sözlerine Atatürk sakin ve nazik bir ses tonuyla cevap verir.             

“Düşündüğünüz doğru, dilediğiniz gibi olsun”

Görüşmeden sonra Atatürk, Cumhuriyet Halk Fırkası Samsun teşkilatı üyelerini kabul ederek bir müddet görüştü. Ardından, Samsunda bulunan Trabzon mebusu Hasan, Rize Mebusu Fuat Beylerle birlikte Vali Kazım Paşayı kabul ederek memleket meseleleri hakkında uzun uzadıya görüşmeler yaptı.

Gazi Samsuna bu son teşriflerinde  karargahı Mıntıka Palasın ilk katının Kütüphane yapılması emrini verir ve “Gazi Kütüphanesi “ adıyla 23 Kasım  Pazartesi günü açıldı.

Akşama doğru İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile otomobille sahili takiben yarım saatlik bir gezinti yaptılar. Bu gezinti dönüşünde Bakanın misafir olarak kaldığı Sigara Fabrikasına uğrayarak bir müddet istirahat ettiler. Oradan tekrar Mıntıka Palas’a döndüler.

Samsunda bulundukları 3. gün 24 Kasım 1930 da Çarşamba ilçesini ziyaret ettiler. Çarşambalılar büyük sevinç gösterileriyle karşıladılar Ata’sını. Yol güzergahının sağı ve solu insan kalabalığı ile dolup taşmıştı. Gazi önce belediyeyi ziyaret etti, oradan Cumhuriyet Halk Fırkası binasını ve sonrada Hükümet Konağına gitti. Akşama doğru Çarşamba Türk Ocağını ziyaret eden Atatürk, burada genç öğretmenler, kaymakam mazhar bey ve diğer misafirlerle sohbet etti. Ocağın faaliyetleri ve üye durumu hakkında bilgiler alan Atatürk, Çarşamba Türk Ocağından ayrılırken, ocağın hatıra defterine şu cümleyi yazdı: “Çarşamba Türk Ocağında tanıştığım kıymetli gençlik iftihara layıktır.”

Çarşamba gezisinden memnun ayrılan Atatürk ve beraberindekiler saat 18:00 de Samsun’a dönerler. Dönüşte köylü, şehirli çiftçi, memur, partili veya bağımsız her sınıf vatandaşla temas ediyor, önüne çıkan herkesi dinliyordu. Bir taraftan da inkılap, demokrasi, kültür ve ekonomi meseleleri üzerinde düşüncelerini açıklayan çok özlü konuşmalar yapıyor, halkı bu konuda aydınlatmaya çalışıyordu.

Samsun’a döner dönmez istirahata çekildi Gazi. Kendileri için istirahat ise okumaktı.  Atatürk  okumayı seven, ciddi anlamda çok çok okuyan örnek bir aydındı aynı zamanda.  Öyle ki her istirahat in de okumadan duramaz ve üstelik okuduklarının okunmasını tavsiyeden de geri kalmazdı.  25 Kasım günün büyük kısmını, kaldığı Mıntıka Palas’ta kitap okuyarak geçirdi. Bu gelişlerinin ilk gününde Samsun Gazi Kütüphanesinden üç kitap istemişti. Bu kitaplar şunlardır:

   -Wels’in “ Cihan Tarihi”

    -Büyük Adamlar Serisi

   -Şair Mehmet Enis Behiç Koryürek  tarafından 1925 te yazılan ve Cihan Kütüphanesi  sahibi  Mihran Efendi tarafından yayınlanmış olan “Tarihte Güzel Kadınlar” adlı 128 sayfalık kitap  ilgisini çekmiş ve okumuştu. Öyle ki, ayrılacağı gün, kütüphane memuruna kitapları iade ederken bu kitabı göstererek şöyle demiştir: “Mavi boyalı kalemle işaret ettiğim yerleri halka okutun”

26 Kasım 1930 günlerden Çarşamba, Atatürk’ün bu son gelişlerinin son günüdür. O gün hükümet konağı ve belediyeyi ziyaret ettiler. Ardından Samsun Lisesinde bu günkü adıyla 19 Mayıs Lisesinde Tarih, Coğrafya ve Fransızca derslere girdi. Tarih dersinde “Bu kitabın değişmesi gerekir “ diyerek, kitaptan memnun olmadığını belirtiyor, Coğrafya Dersinde çocuklara dan birinin  Türkiye haritasını çizmesini istiyordu.  Öyle ki çocuklardan biri kalktı ve haritayı çizmeye başladı. Gazi şöyle bir baktı. Sonra, yumuşak bir sesle:

“Oğlum, şu senin harita da bin yıllık bir yurt parçası sınırlarımızın dışında kaldı.”

Çocuk tebeşiri titreyen parmaklarıyla Ata’sına vermek istedi. Gazi büyük bir nezaketle  çocuğun titreyen parmaklarından tebeşiri alarak Güney sınırımızı düzeltti. Herkes kulak kesilmişti; çizdiği sınır Hatay topraklarından geçiyordu. Çocuğa döndü; “Böyle olmayacak mı?” dedi. Bu küçük çocuk, büyük bir cevap vererek herkesi şaşkına çevirdi. “ Sınırlarımız, çizdiğiniz yerden geçer.”

Atatürk, Liseden ayrılarak Samsun Türk Ocağı binasına giderek bilgiler aldı, oradaki gençlerle sohbet etti. Samsun Türk Ocağı’nda büyük bir kalabalık oluşturan Samsunlular Atatürk’e güzel bir konser dinletti ve şiirler okudular. Atatürk Ocakta gördüğü ilgiden ve dinlediği konserden oldukça etkilenmiş ve Ocaktan ayrılırken şunları diyerek; kendilerini bekleyen Ege Vapuruna doğru yola çıktılar.

“Milletin kıymetli ve güzide gençleriyle konuşmak benim için saadettir. Bu saadeti uzatmak isterdim. Fakat, vapuru bekletmemek lazım. Çok memnun oldum”

Sahilde biriken halkın şiddetli alkışları arasında motora binerek Ege Vapuruna geçtiler. Vapur Trabzon’a gitmek üzere saat 16:00 da Samsun limanından ayrıldı. İstiklal için atılan ilk adım şehrine bu gidişleri bir veda idi. Uğurlama, Samsun için Atasına son selamlamaydı… Ata’nın da Samsununu son görüşüydü,  bu son sefer. Aradan geçen 11 yılda çok şeyler değişmiş yeni bir ülke ve bir millet özgürlüğüne kavuşmuştu… Hürriyet için omuz omuza savaşılan Başkumandan Mustafa Kemal Paşası artık bir daha Samsun’ununa gelemeyecekti. Hürriyete attığı ilk adımlar artık Onsuz kutlanacak, Onsuz yaşatılacaktı… Adım attığı her yer şimdi anılarda kalacak ve Samsunlular o anılarıyla hep övüne geleceklerdi.

İstiklalin şerefini yüklenen Samsun, Atasının izinden giderek O’nu hep yaşatacak ve yaşayacaktı. 19 Mayıs 1919 anısına 1931 yılında Avusturalya’ lı heykeltıraş Krippel’e Onur Anıtı yaptırtarak 19 Ocak 1932 törenle açacak, gelecek kuşaklara aktaracaklardı Atalarının attığı her bir adımı… Her 19 Mayıs,  O’nun için her zaman 1919 ruhu olarak kutlanacak ve asil Türk Milletine kendini bir kez daha hatırlatacaktır.

Samsun’u, Milli heyecanı yerinde yaşamadan kendinizi mahrum etmeyin. Bırakın tarihiniz sizi hep kucaklasın. Çünkü o tarih, sizin tarihinizdir!

Hala bize gelmeyi düşünmüyor musunuz?

Bekliyoruz

KAYNAKÇA
-Nutuk Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
-Atatürk ve Samsun “Albay Özen TOPÇU” Samsun 2005
-İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Lise 3 Tarih Kitabı 2005
-Milli Mücadelede Samsun “Yaşar OKAY” 1947
-Atatürk Ansiklopedisi “Kemal Zeki Gençosman” 1971
-Büyük Laurousse 1992
-Hayat Ansiklopedisi 1973
-İl İl Büyük Türkiye Ansiklopedisi Milliyet Yayınları
-Ana Britannica 1994
-Yurt Ansiklopedisi 1982
-Türkler Ansiklopedisi  2002 Yeni Türkiye Yayınları

Samsun Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafIndan hazırlanan metin, Samsun Milli Eğitim Müdürlüğünce kurulan “Eser İncelenme Komisyonu” nca onaylanmıştır.