23 Aralık 2015 Çarşamba

Canbulatoğlu Ekrem Bey Kimdir?


Milletlerin hayatındaki tarihi olayların doğru anlaşılmasında, olayların kahramanlarının kişiliklerinin ve kimliklerinin objektif olarak analiz edilmesi önemlidir. Çünkü genç nesiller bu kahramanları örnek alarak yetişir. Kendi kimliklerini ve kişiliklerini bulur. Böylece millet olma ve varolan milletin varlığını sürdürmesi gerçekleşmiş olur. Türk milletinin tarihinde de millet hayatının devamlılığı için büyük kahramanlar ve önemli değerler vardır. Şüphesiz bunlardan birisi de daha iyi tanınmasına yardımcı olmayı amaçladığımız kuvayımilliye önderlerinden Canbulatoğlu Ekrem Bey'dir.

Çalışmamızda; mütareke sonrası Canik Sancağı'nın durumunun kısa bir değerlendirmesini yaptıktan sonra Ekrem Bey'in öz geçmişini ve bölgesinde yaptığı faaliyetlerini ortaya koymaya çalışacağız. Canbulatoğlu Ekrem Bey'in Biyografisi Kafkas Vubıh kökenli kuvayımilliye önderi Canbulatoğlu Ekrem Bey, 1864 Büyük Kafkas Çerkez sürgününde Vubıh (Bugünkü Soçi) bölgesinden sürülerek Samsun'a gelen ve Kavak nahiyesine bağlı Karlı köyünü kurarak yerle- şen Vubıhların Kamlat Berzeg soyundan gelen bir ailenin çocuğudur. H.1303 (1887) yılında Karlı köyünde doğdu. Canbulat Bey'in oğludur. Annesi Kafkasya doğumlu Zabıthan'dır. Mütareke Dönemi'nde Samsun-Amasya-Tokat bölgesindeki Müslüman köylerine saldırıda bulunan siyasi ve yağmacı Rum-Pontus çetelerine karşı verdiği mücadele ile tanındı. Türk halkının takdirini kazandı. Kavak nahiyesindeki Kafkas-Çerkez köylerindeki gençlerden oluşturduğu 200 kişilik süvari birliğiyle, dönemin Samsun Mutasarrıfının da desteğini alarak Rum-Pontus çetelerine, Samsun ve Merzifon'a geçen İngilizlere karşı mücadelelerde bulundu.

IX. Ordu Müfettişliği görevi ile Samsun'a gelen Mustafa Kemal Paşa buradaki çalışmalarını tamamlayıp karargâhı ile birlikte Havza'ya geçerken Kavak'ta Canbulatoğlu Ekrem Bey ile görüştü. Bölgedeki Rum-Pontus çetelerine karşı verdiği mücadelesinde ona destek verdi. Ekrem Bey 22 Temmuz 1919 günü arkadaşları ile birlikte devletin resmi postasına refakat ederek Erbaa'ya giderken Lâdik bölgesinde yolunu kesen Rum-Pontus çeteleri ile yaptığı çatış- ma sırasında şehit oldu. Naaşı köyü "Karlı"ya defnedildi. Canbulatoğlu Ekrem Bey'in Faaliyetleri Canbulatoğlu Ekrem Bey hakkındaki bilinen en eski kayda 23 Mayıs 1326 (5 Haziran 1910) tarihli Samsun Aks-ı Sadâ gazetesinde rastlanılmaktadır. Gazetede Samsun'da yapılacak olan Gureba Hastanesi yararına düzenlenen at yarışına Kavaklı Ekrem Bey adıyla katıldığı ve birinci sınıf yarışta birinciliği "Perişan" adlı atı ile kazandığı belirtilmektedir. Ayrıca yapılacak hastane için yardımda bulunanların isimleri arasında 108 kuruşluk yardımla Kavaklı Ekrem Bey'in de adı geçmektedir.

Aynı zamanda at yarışının mükâfatı olan beş bin kuruşun Kavaklı Ekrem Bey tarafından iane sandığına bağışlandığı ifade edilmektedir. Canik Sancağı'ndaki silahlı ilk Rum-Pontus ayaklanması Balkan Savaşları esnasında baş gösterdi. I. Dünya Savaşı ile birlikte ivme kazandı. Sancaktaki Rum-Pontus çetelerinin yoğun tedhiş faaliyetlerine karşı bölge halkının da silahlanıp kendi güvenliğini sağlamaktan başka çaresi kalmamıştı. Kavak nahiyesinde de Türk ve Rum köyleri karışık olarak bulunmaktaydı. Aralarında herhangi bir problem olmadan yaşamaktayken Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'ndan mağlup ayrılmasıyla iyi olan ilişkiler bozulmuş, can ve kan düşmanı olmuşlardı. Bölgedeki bu gelişmeler karşısında Canbulatoğlu Ekrem Bey, Çerkez köylerinin cesur ve vurucu gençlerini etrafında toplayarak bölgenin ilk kuvayımilliye gücünü oluşturup Rum-Pontus çeteleri ile mücadeleye başladı. Son derece yiğit ve vatansever olan Ekrem Bey'den Canik Mutasarrıfı Kemal Bey'e bahsedilince Kemal Bey onu Samsun'a davet ederek gizlice silah ve asker yardımında bulunur. Kısa zamanda 40-50 kişiden oluşan kuvvetini 200 atlıya çıkarıp bölgesinde beyaz elbiseler içinde beyaz at ile Rum-Pontus çetelerinin korkulu rüyası hâline geldi. Milli bir kahraman oldu. Ekrem Bey'in Mutasarrıf tarafından desteklendiğinin Rumlar tarafından öğrenilmesi üzerine Metropolit Germanos şikâyette bulunmak için Mutasarrıfı birkaç defa ziyarete gelir. Kemal Bey, Metropolit'in hangi amaçla geldiğini tahmin ettiğinden onu kabul etmeyerek her defasında bir bahane ile savuşturur. Daha sonra Metropolit III. Ordu Komutanı Vehip Paşa'ya başvurarak Mutasarrıfın azledilerek Samsun'dan ayrılmasına neden olur. Fakat Metropolit'in bölgedeki faaliyetleri ve yardımları engellemeyi amaçlayan düşüncesi başarılı olmaz. Çünkü Ekrem Bey Rum-Pontus çeteleri üzerindeki baskı ve sindirme mücadelesini daha da arttırarak devam ettirir.

Ekrem Bey aynı zamanda Samsun-Kavak ve Merzifon yolunun güvenlik altında olmasına çabalıyordu. Rum çetelerini bu bölgelere yaklaştırmıyordu. Çünkü Samsun'dan ayrılan birinin bir köye veya Anadolu'nun içlerine gidebilmesi, yollar Rum çeteleri tarafından kesilip baskın yapıldığından, bir mucize hâline gelmişti. Böyle durumlarda yolcular toplanıp Ekrem Bey'in himayesinde yola çıkıyorlardı. Bununla beraber devletin resmi posta arabasının Erbaa'ya gidiş ve Erbaa'dan gelişine de korumalık yapıyordu. Yani bölgenin yol emniyeti Ekrem Bey'den sorulmakta idi. Hatta Mart 1919 başlarında Samsun-Kavak arasında posta refakatinde bulunan Ekrem Bey'e Rum Çeteleri tarafından saldırıda bulunulacaktır. Mutasarrıf Ethem Bey Dâhiliye Nezaretine çektiği telgraf ile olaya sebep olan Rum çetelerinin isimlerinin tespit edilip takip edildiklerini bildirecektir.

Canik Sancağı dâhilinde bazı yerel idarecilerin ve özellikle Ekrem Bey'in faaliyetlerinden rahatsız olan Metropolit Germanos resmi makamlara müracaatta bulunarak bazı iddialar ileri sürecektir. 11 Mart 1919'da Dâhiliye Nezaretine gönderdiği yazı ile Mutasarrıf Ethem Bey'in Türk köylerini silahlandırarak Rum ahaliye saldırttığını ileri sürüp Kavak ve çevresinde faaliyet gösteren Ekrem Bey'den duyulan rahatsızlığı dile getirilecektir. Bu defa 20 Mart 1919'da Sadarete yapılan başvuruda, Türk halkının örgütlendirilip silahlandırıldığı şikâyetinde bulunulduğu gibi firar eden Teğmen Hamdi Bey'in bölüğündeki askerlerle birlikte dağ- larda tahkimat yaptığı, ardından Ekrem Bey ile birleşerek Rum halkının katledildiği iddiasında bulunulacaktır. 26 Mart 1919 tarihinde de Rum Patrikhanesine çekilen telgrafla bazı İslam köylerinin silahlandırıldığı ve askeri eğitim yaptırıldığı iddiasıyla Ekrem Bey şikâyet edilecektir. Metropolit Germanos'un şikâyet ve iddialarına karşı Hükümet, Mutasarrıf Ethem Bey'den gelişmeler hakkında açıklama istedi. Bunun üzerine Mutasarrıf 1 Nisan 1919'da Dâhiliye Nezaretine bir telgraf çekerek Ekrem Bey'in bir çeteci değil Samsun-Havza postasının emniyetini sağlayan ve ara sıra eşkıya takibi yapan, askeri birliklere rehberlik hizmeti veren güvenilir birisi olduğunu bildirdi.

Ayrıca Ekrem Bey'in savaş yıllarında bölgedeki Rum-Pontus çetelerine karşı yürütülen mücadelede önemli hizmetler verdiğini ve Metropolit Germanos'un geçmişe yönelik bir hesaplaşma içinde olduğunu belirtti. Canik Sancağı'ndaki yerel yöneticileri ve yapılan direnişi sindirmeyi amaçlayan bu çırpınışlar, aynı zamanda mütarekenin 7. maddesini uygulamaya yönelik işgalci İngiliz destekli Rum-Pontus feveranlarıydı. İngilizler, Samsun'a asker çıkardıktan sonra çoğunluğu Hintli askerlerden oluşan 100 kişilik birliği Merzifon'a gönderdiler. Başlarında İngiliz subayları bulunan bu birlik Çakallı mevkisine geldiği zaman kendilerini dikkatle takip eden Ekrem Bey ve adamları birden karşılarına çıkıp onlara dur emri verdi. İngilizler şaşırırlar. Kim hangi cüretle karşılarına çıkabilir ve kendilerini durdurmaya yeltenebilirdi? Hemen silahlarına davranmaya kalkarlar. Ama pusuda bekleyen Ekrem Bey'in adamları anında ateşe başlayınca duraklayıp beyaz mendillerini sallayarak teslim olduklarını bildirirler. Ekrem Bey için gerekli olan silah ve cephane olduğundan bunlar hemen toplanır ve askerler de esir alınır. Bir avuç Kuvay-ı Milliye askerine teslim oldukları anlaşılınca bu durum birliğin başında bulunan İngiliz Yüzbaşının çok zoruna gider. Haziran 1919 ortalarında buna benzer bir olay daha yaşanır. İngiliz Yüzbaşı Hurst, Kavak bölgesinde bir Türk çetesi tarafından ayakkabılarına varıncaya kadar soyulur. Bu olayı öğrenen İstanbul'daki İngiliz işgal komutanlığı gururlarının kırıldığını düşünüp Hurst'un yerine Yüzbaşı Perring'i askeri temsilci olarak görevlendirerek İngilizlerin kırılan gururunun düzeltilmesini ister. Canik sancağındaki İngiliz destekli Rum-Pontus çetecilere karşı Kuvay-ı Milliyecilerin verdikleri mücadeleler, özellikle de Samsun-Kavak ve Havza bölgesindeki Ekrem Bey'in faaliyetleri İstanbul'daki İngiliz Fevkalade Komiserliğini harekete geçirdi. 21 Nisan 1919'da Osmanlı Hükümetine İngiliz Amirali Carthrop imzasıyla gönderilen mektupla, Türklerin sebep olduğu bölgelerdeki asayişsizliğin giderilmesi istendi. Bunun üzerine Hükümet Anadolu'da birtakım müfettişlikler oluşturdu.

Bunlardan IX. Ordu Müfettişliğine de Mirliva Mustafa Kemal Paşa'yı atadı. Mustafa Kemal'in Samsun'a Çıkışından Sonra Canbulatoğlu Ekrem Bey'in Faaliyetleri Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıkmasıyla Milli Mücadele Dönemi başlamış oldu. Paşa, Harbiye Nezaretine 22 Mayıs 1919'da gönderdiği ilk raporunda; İngilizlerin desteğini alan Metropolit Germanos'un yönettiği Rum çetelerinin siyasi bir amaca hizmet ettiklerini, otuz üçü sancak merkezinde üçü Çarşamba'da, ikisi Bafra kazasında olmak üzere toplam elli sekiz çetenin var olduğunu bildirdi. Dolayısıyla Rum-Pontus çetelerinin varlıkları resmi olarak belgelenmiş oldu. Böylece bu çetelerle daha organize şekilde mücadele edebilmek için halk bilinçlendirilerek, teşkilatlar kurularak yeni bir döneme girildi.

Canbulatoğlu Ekrem Bey de Mustafa Kemal Paşa ile tanışıp onun emrinde mücadelesine devam etti. Samsun'daki çalışmalarını tamamlayan, Mustafa Kemal Paşa 25 Mayıs'ta Kadıköy, İlyasköy ve Kışla yoluyla şehirden ayrılarak Anadolu'nun içlerine doğru karargâhı ile birlikte harekete geçti. Bölgenin Rum çetelerin baskınlarından korunması ve yolun güvenliği sadece Canbulatoğlu Ekrem Bey tarafından sağlanıyordu. Mustafa Kemal ve karargâhının da Mahmur Dağı'nı geçişlerinde onun önemli rolü olmuştur. Ekrem Bey Samsun'un iç bölgelerle olan yol güvenliğini sağladığı gibi sancak merkezinde toplanan yolcuların iç bölgelere intikallerini ve iç kısımlardan Samsun merkeze gelmek isteyen yolcuların güvenli bir şekilde şehre ulaşmalarını da sağlıyordu.

Mustafa Kemal ve karargâhı Mahmur Dağı'nı aştıktan sonra geçtikleri köylerde ve konakladıkları yerlerdeki halkı dinleyerek, onlarla dertleşerek ve memleketin içerisinde bulunduğu durumdan onları haberdar ederek yol güzergâhı üzerindeki Çakallı'ya ulaşırlar. Buradan mevsimin bahar olması münasebetiyle tarlalarda çalışan, çift süren köylü vatandaşlarla selamlaşıp mevcut durum hakkında onların düşüncelerini öğrenip onlara bilgi vererek Kavak nahiyesine gelirler. Mustafa Kemal ve karargâhı misafir edildikleri müdürlük binasında bir süre dinlenirler. Bu durumu öğrenen halk, müdürlük binasının önünde toplanır. Bunlar arasında; Aziz Bey, Akaloğlu Yusuf, Canbulatoğlu Ekrem Bey, Nahiye Müdürü gibi eşraftan insanlar hazır bulunur. Topluluğu gören Mustafa Kemal eşrafı yanına çağırarak onlarla sohbet eder. Bu sohbet sırasında Canbulatoğlu Ekrem Bey Mustafa Kemal'e "İki yüz atlı ile emrinizdeyim Paşam!" der. Mustafa Kemal, sohbetin sonunda Kavaklılara "Siz bir müdafaa cemiyeti kurunuz. Bana da malumat veriniz." diyerek halkla vedalaşıp karargâhı ile birlikte Havza'ya doğru yola çıkar.

Canbulatoğlu Ekrem Bey, Mustafa Kemal'le yaptığı bu görüşme sonrasında da bölgedeki Rum-Pontus çetelerine karşı mücadeleyi iş birliği içerisinde sürdürür. Samsun-İç Anadolu yolunun güvenliğini kontrol altına alıp Rum çeteleri bölgeye yaklaştırmayarak Samsun ile Merzifon arasındaki hâkim konumunu korur. Mustafa Kemal Paşa'nın Havza'daki faaliyetlerinden biri de Diyarbakır Bölgesi'nden toplanan 31.333 süngü kolu, 198 makineli tüfek ve 26 top kamasının Samsun üzerinden İstanbul'a gönderilmesi sırasında Havza'da Kuvay-ı Milliyeciler tarafından el konularak milli mücadeleye kazandırılması olmuştu. Bu cephane Ekrem Bey tarafından Hacılar Dağı dolaylarında kafilenin önü kesilerek ele geçirildi. Ustaca bir plan dâhilinde, söz konusu silahların Mustafa Kemal'e teslimi sağlandı. Bölgesinde, halkın devamlı hizmetinde olan Ekrem Bey, Temmuz 1919'da her zamanki gibi devletin resmi postası ile Rum çetelerinin saldırılarından korkan yolcularla birlikte Erbaa'ya gitmek üzere yola çıktı. Fakat Lâdik bölgesine geldiğinde Rum-Pontus çeteleri tarafından pusuya düşürüldü. Girdiği çatışma esnasında 22 Temmuz 1919'da şehit edildi.
Ruhu şad olsun.

Yrd. Doç. Dr. Selim Özcan
23.12.2015
Yrd. Doç. Dr. Selim Özcan Amasya Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü - Amasya

13 Aralık 2015 Pazar

Samsun 'lu Kürt Yahudiler



Vaktiyle İstanbul'da Fransızca olarak yayınlanan "Hamenora" adlı Yahudi dergisinin 1934 yılına ait 10-11-12'nci sayısında (üç sayı birlikte basılmış) Profesör Abraham Galanti'nin "Samsun (Amisus) Yahudileri"  başlıklı yazısını okurken şu cümleler dikkatimi çekti: "1899'da (Tiempo gazetesi, 1. 12. 1899) Samsun'da uzun zamandan beri ikâmet etmekte bulunan üç Yahudi ailesi varmış. Ayrıca bir düzine bekâr Yahudi ve altı kişi kadar hammallık yapan Kürt Yahudisi varmış ki, bu sonuncular Yahudi bayramlarını kutlamak için kendi memleketlerine dönerlermiş. Hâlen İstanbul'da bulunan Üstad Moiz Zeki Albala, o tarihte Samsun Ticaret Odası başkanıymış, bu bilgileri ondan almış bulunuyorum. Bu zat, teşebbüs edilmediği için orada bir Yahudi teşkilatı bulunmadığını, (Yahudi) Kürt hammallara, daha iyi geçinmek için aileleriyle birlikte niçin Samsun'a yerleşmediklerini sormuş, onlar da İbranice olarak, "Burada ne sohet, ne de Yahudi mezarlığı var, bu yüzden Samsun'a temelli yerleşmiyoruz" demişlerdir."

Galanti'nin yazısındaki "Kürt Yahudiler" tâbirinin üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Sabatay Sevi ile ilgili bin sayfalık ilmî bir araştırma yapıp yayınlamış olan Scholem de "Kürt Yahudiler"den bahsetmektedir.

Bilindiği gibi Kürtlerin çoğunluğu Sünnî Müslümandır. Alevî Kürtler de vardır. Şeytan'a tapan Yezidîler Kürt müdür?

Peki Galanti'nin, bundan bir asır önce hamallık yaptıklarını yazdığı Kürt Yahudiler yahut Yahudi Kürtler kimlerdir? Üstad Moiz Zeki Albala'ya İbranice cevap veren bu dindar Kürt-Yahudileri cemaatinin sayısı ne kadardı? Bu Kürt-Yahudiler ne olmuşlardır? Uçup gitmediklerine, nesilleri tükenmediğine göre şimdi ne yapmaktadırlar?

Anadolu'muz gerçekten bir ırklar ve alt-kimlikler meşheridir. İşin uzmanı değilim ama bizde şu anda Kafkasya kökenli yirmi otuz kadar kavim bulunmaktadır. Yirmi kadar da Balkan kökenli grup bulunuyor. Başka yerlerden gelme on on beş kavim daha olsa, yekûn elliyi, altmışı bulur. Hamşin taraflarında hâlâ bozuk bir Ermenice ile konuşan vatandaşlarımız bulunuyormuş. Yine doğu Karadeniz taraflarında Rumca konuşan köyler varmış.

Türkiye'de resmen 26 bin Musevî-Yahudi vatandaşımız yaşıyor. Gerçek rakam daha düşüktür, çünkü başka ülkelere olan Yahudi göçü, buradaki cemaati eritip durmaktadır.

Dışı Türk ve Müslüman, içleri Yahudi olan Sabataycıların sayıları ne kadardır? Bunu Allah'tan başka kimse bilemez. Çünkü Sabataycılık gizli ve esrarlı bir cemaattir.

Galanti'nin bahsettiği Kürt-Yahudiler şu anda, Sabataycılar gibi zâhiren Müslüman mı görünüyorlar? Tahmin ederim ki, artık hammallık yapmıyorlardır. Çocuklarını okutmuşlar ve toplum içinde yüksek mevkilere geçirmişlerdir.  Peki, bizdeki Kürtçü hareket içinde bu Yahudilerin yeri, gücü, tesiri nedir?

Yıllardan beri Müslüman cephenin kodaman, kocaman, ileri gelen, para babası önder  şahsiyetlerine, bir "Türkiye Yahudilerini ve Sabataycılarını Araştırma Enstitüsü" kurulmasını  teklif eder dururum. Söylemeye hâcet yok ki, bu teklifim hiç ilgi görmez. Bizim baronların hiç  işi kalmadı da böyle bir ilmî araştırma müessesesi kuracaklar!.. Ülkemizde birkaç adet gizli istihbarat teşkilatı vardır. Bunlardan birinin Müslümanlarla ilgili seksiyonunda Yahudi eleman kullanılmaktadır. Kendileri Yahudidir ama, rol icabı Müslüman görünüyorlar ve islâmî hareketin, siyasal İslâm'in içine sızarak vazifelerini yapıyorlar.

Türkçülük, Türk milliyetçiliği hususunda yakın tarihimizde Moiz Kohen adlı Yahudi'nin yaptıkları unutulmamalıdır. Bu adam, buram buram Oğuz Türkü kokan Tekin Alp takma adıyla kitaplar   çıkartmış, hattâ bunlardan birine, "Kahrolsun Şeriat!" Başlığını taşıyan büyük bir bölüm  koymuştur. On-onbeş yıl kadar önce Başbakanlık başdanışmanlarından birinin, Türk ve Müslüman ismi taşıyan gayr-i müslim bir vatandaş olduğunu herkes bilmez. Yanlış anlaşılmasın, ben gayr-i müslimlere böyle makamlar teslim edilmesin demiyorum. Ehliyeti ve liyâkati varsa elbette tâyin edilmelidir. Ancak hakikî ismini gizlememek şartıyla.

Şu hususu da belirteyim ki, hal-i hazırda ülkemizin değerli düşünürlerinden olan Etyen Mahcupyan'a, benim elimde imkân olsa devletin yüksek kademelerinde bir hizmet veririm. Laik bir cumhuriyette din tefriki yapılmaz.

Ahmet Vefik Paşa, Bulgaristanlı bir Yahudi ailesine mensuptur. Sadrıazam Yusuf Kâmil Pasa da Yahudi kökenlidir. Yüksek mevkilere çıkmış Sabataycı Yahudilerin listesini versem şaşkınlıktan dilinizi yutarsınız.

İspanya'dan koğulan Yahudileri bu ülkeye, veli lâkabını taşıyan dindar padişah İkinci Bayezid kabul etmiştir. Teolojik açıdan aramızda büyük ihtilâflar bulunmasına rağmen, dünyevî barış planında Yahudileri biz Müslümanlar korumuşuzdur. Yahudiler Osmanlı Müslümanlarının sayesinde dillerini, dinlerini, kimliklerini koruyabilmişlerdir.

Biz yine sadede gelelim: Bundan yüz sene önce Samsun'a hamallık yapmaya gelen, dinî bayramlarında memleketlerine dönen, Samsun'da "Sohet ve Yahudi mezarlığı olmadığı için" devamlı oturmayan Kürt-Yahudiler şimdi ne yapmaktadır? Kürtçü hareketi onlar mı sevk ve idare ediyor? Devletin yüksek makamlarında bu cemaatten kimler bulunuyor?

Bu soruların cevaplarını bulmak ve bilmek için ilmî araştırma merkezleri, uzmanlar, istihbaratçılar gerekir. Köylü, gecekondu, varoş kültürlü İslâmcılar böyle çalışmalar ve araştırmalar yapamaz. Kapasiteleri yetmez. Bu işleri yapmak için hem maddî imkân; hem de beyin gücü gerekir. Müslüman kesimde birinci faktör vardır, ikincisi yoktur.

http://www.bhdhaber.com/yazar.asp?yazarid=33&yaziid=701

28 Eylül 2015 Pazartesi

1919 Yılı Samsun Panoraması


Samsun, güzel Samsun, eskiden beri çileli bir şehirdi. Buğday yetiştirecek tarlaları kıttı. Mısır yetiştirecek suyu yoktu. Doksan üç savaşında Kırım'dan gelen göçmen Tatarlar, bu şehri ilk kez adamakıllı darlığa düşürmüştü. Deniz kıyısının gümüş kumsalları üzerine kurulan şerit gibi bir sıra tahta barakalarda barınan Kırımlılar, halleri vakitleri biraz düzelince Samsun'un yamaçlarındaki Rum ve Ermeni mahallelerine yakın yerlerde küçük tuğla evler yapmış, deniz kıyısını boşaltıp gitmişlerdi.

Arkasından Balkan Savaşı çıktı. Samsun, bir kez daha göçmen kafileleriyle dolup taştı. Bu aç, yoksul, kırmızı kuşaklı, yeldirmeli, sarışın Avrupalı kardeşler, yoksul Samsun'un güzel görünüşüyle bir türlü doyamadılar. Tatar kardeşlerinin boşaltıp kaçtığı evlerde açlıktan ve hastalıktan kırılıp giderken Birinci Dünya Savaşı çıktı. İşte, o zaman çileli Samsun, en korkunç günlerini yaşamaya başladı.

Rus ordularının eline geçen Trabzon bölgesi insanları, göçmen olup yollara düştüler. Tifüsten, koleradan, veremden ve sıtmadan kırıla kırıla Samsun'a vardılar. Öldürücü hastalıklar, açlıktan bir deri bir kemik kalmış Samsunluları sinekler gibi kırıp geçirmeye başladı. Rumlar ve Ermeniler, Samsun'un bu mutlu ve zengin insanları, daha önce itilâf hükümetlerince kötü yollarda Türkiye aleyhine kullanılmak istendiklerinden yerlerinden oynatılmışlardı. Şehrin nüfusu çoğalır gibi oluyorsa da, her gün yüzlerce ölü taşıyıp kazılmış çukurlara atan çöp arabaları, bunların sayısını azaltıp duruyordu. Yeni doğmuş yavrular, sütsüzlükten çabucak dönülmez yolculuğa çıkıyor, erkekleri cephelerde can veren ev kadınları, ölü çocuklarını, bahçelerinde, ya da sahipsiz topraklarda kazdıkları çukurlara gömüyorlardı. Takatsiz mezar işçileri, derin çukurlar kazamadığından ölüler aç köpeklerin pençeleriyle çıkarılıp parçalanıyor ve iştahla yeniyordu. Issız mezarlıklarda sahipleri kaybolmuş sürülerle köpek, karanlık geceleri korkunç ulumalarıyla dolduruyor, mezbahanın dolaylarında yuvalanmış serseri köpekler, kudurarak hem birbirlerini, hem de oradan geçen yolcuları parçalıyorlardı. Ormanlarda da kudurmuş kurt, çakal ve tilkiler dolaşıyor, yolları şehre uğrayınca köpeklerle bir ölüm dirim savaşına tutuşuyorlardı.

Samsun Belediyesi, kuduzun önüne geçmek için on yaşındaki çocukların eline zehirli et parçaları veriyor, her yanda zehirlenmiş köpekler, kıvranıp duruyor, kuduz salgınının ve köpek ulumalarının ardı arkası bir türlü kesilmiyordu.

Bu da yetmiyormuş gibi Rus savaş gemileri, çileli Samsun'u kaç kez topa tutmuş, birçok canlara kıymış ve yoksul halkın yüreğini ağzına getirmişti.

Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Samsunlular, tam anlamıyla bitkin bir haldeydiler. Rusya'da patlayan Bolşeviklik ihtilâli, Trabzon bölgesinden Rus ordusunun çekilip gitmesini sağlamış ve oradan gelmiş olan göçmenlerin sağ kalanları memleketlerine dönmüşlerdi. Yalnız, dağlarda Pontosçu Rum çeteleri kuvvetlenmeye başlamış, şehri çepeçevre çevirmişlerdi. Suyu, Murat ırmağının kaynaklarına yakın yerlerden kapalı harklar yoluyla gelen Samsun halkı, yeni bir korkuyla karşı karşıya gelmeye başlamıştı. Halk, aç olduğu gibi susuz da kalmaya mahkûm olmanın yolu üzerindeydi. Her gün, halkın
ağzında dolaşan söylentilere göre Rum ve Ermeni çetelerinin suları zehirleyeceğinden korkuluyor, bu yüzden birçok günler halk, susuz kalmak pahasına çeşmelerden su doldurmaktan çekiniyor, şurdaki burdaki su sızıntılarından yararlanarak su gereksinimini gidermeye çalışıyordu.

Şehrin bütün işe yarar erkekleri Enver Paşa'nın Allahüekber dağlarından aşırmaya çalıştığı o yüz bin kişilik «meşhur» ordu ile kar fırtınaları içinde, ya da Muş'ta, İran, Ermenistan sınırlarında ve karlı buzlu Erzurum yaylalarının korkunç soğuğu altında donmuş, yeryüzü güneşinin tatlı ışıklarından ve yeşil köylerinin mutlu güzelliklerinden yoksun bir karanlığa gömülüp gitmişlerdi. Şehrin bedel verebilen varlıklı birkaç bin kişisinden gayrı her ev, erkeklerinin en yiğitlerini o sonsuz karanlığa yolcu etmiş, şimdi de kimsesiz ve umarsız, açlığın, hastalıkların, zehirlenmek, dağda bayırda tutulup öldürülmek korkusunun elinde yardımsız kalmış inleyip duruyorlardı.

Cephelerde, ancak çoluk çocuklarını felâketlere emanet edebilmek için can veren yiğit Samsun erkeklerinin çocukları, sokaklardan toplanarak Ermeni mahallesinin boş okul ve evlerinde kurulan Darüleytam adlı öksüz yurtlarına doldurulmuş, bu kez de orada açlık ve yoksulluktan öldürülmek üzere yüzüstü bırakılmışlardı. Ayrı ayrı iki Darüleytam'da kız ve erkek olarak iki bin çocuk kapatılmış, sadece umutla yaşatılmaya çalışılıyordu. Açlıktan ne yapacağını şaşırmış bu çocukların en güçlüleri, en acar ve afacanları duvarlardan atlayarak hırsızlıkla karnını doyurmak için şehre dağılıyor, tutularak yeniden getiriliyor, ya da açlık şehitlerinin çocukları Darüleytamların sayısını arttırmak üzere toplanıp buraya depo ediliyordu. Bin öksüz kızın sayısı son günlerde hızla azalmaya başlamıştı.

Şehrin paralı erkekleri için bunlar ucuz birer zevk matahı haline geldiğinden bol bol evlâtlık alınıyordu. Gözü açık kimi kadın ve erkek kişilerin elinde bir gelir kaynağı haline getiriliyorlardı. Savaş bitip de hükümet büyükleri sınır dışına kaçtıktan sonra, Darüleytamlar birdenbire bir maden ocağı gibi çökmüştü. Bin kızdan kala kala yirmi otuz kişi, erkek öksüzlerden de yüze yakın çocuk kalmıştı. Ancak, Darüleytamları besleyen tahsisat birdenbire kesilmiş, İstanbul'dan, Rusya'dan ve dağ başlarından dönen Rumlar ve Ermeniler, eski evlerine, kiliselerine, okullarına sahip çıkmaya, Türk öksüzlerini kapı dışarı ederek buralara Rum ve Ermeni öksüzlerini yerleştirmeye başlamışlardı. En son kalan kırk elli kişilik bir çocuk grubunu açlıktan kurtarmak üzere Samsunlu tüccarlar davranmış, onların başlarına Cevat adlı genç bir adam koymuş, yiyecek ve içeceklerini vererek onları ölümden kurtarmaya çalışmışlardı.

İşte. Mustafa Kemal, Samsun'a ayak bastığında, dört korkunç savaş yılında can veren sayısız Türk askerinin öksüzlerinden arta kalan birkaç kız ve erkek çocuk, belediyenin karşısındaki medreseye kapatılmış durumdaydı.
KAYNAK: Kutsal İsyan-II, Hasan İzzettin Dinamo, Tekin Yayınevi 1986, Sayfa:58-61

27 Ağustos 2015 Perşembe

Samsun Adının Etimolojisi


Katalan Atlası'nda Sinuso ismiyle
Samsun'un da gösterildiği kısım.

SAMSUN
Etimoloji

Şehir, Strabon'un aktardığına göre Hititler döneminde Eneti adını taşımaktaydı. MÖ yaklaşık 670 yılında ise Miletlilerin geldiği bölgeye Priea adı verilmiştir. Yapılan arkeolojik kazılarda bu döneme ait bir tarafında puhu bir tarafında da Priea yazısı bulunan sikkeler bulunmuştur.

Daha sonraları ne koşullarda olduğu bilinmemekle birlikte şehir Αμισός (ΑΜΙΣΟΣ) yani Amisos adını almıştır. Bu ismin Grekçeden geldiği ileri sürülse de kelimenin aslının Anadolu menşeili Palaca olduğu ve Hamis (ya da Hamist) kökenine dayandığı düşünülmektedir. Pontus Krallığı ve Roma dönemlerinde ismini koruyan şehir (kimi kaynaklarda Gnaeus Pompeius Magnus tarafından Pompeiopolis adı verildiği savunulmaktadır), Bizans İmparatorluğu tarafından Aminsos olarak adlandırılsa da Amisos adı yaygın olarak kullanılmaya devam etmiştir. Grekçede omega yerine omikron ile yazılan şehrin ismi iki harf arasındaki benzerlikler nedeniyle Latin alfabesine çeviride Amisus şeklinde de okunabildiğinden dönemin Roma kaynaklarında hem Amisos hem de Amisus şeklinde kullanımlara rastlanmaktadır.

1100'lü yılların ilk çeyreğinde Melik Gazi tarafından Amisos'un yanına yeni bir şehir kurulmuş ve Türk akıncıları yeni kurulan kente kendi aralarında "Amisos'un yanındaki şehir" anlamına gelen İsamisos adını vermişlerdir. 1200'lü yılların ilk çeyreğinde Cenevizlilerin yerleştiği Amisos'un ismi tekrar değişmiş ve çeşitli kaynaklara göre Amisum, İs Amisum, Simisso, Sinuso ya da Semiso isimlerinden birini almıştır. Aynı dönemlerde şehrin ismi Türkler tarafından صاميسون şeklinde yazılmaya ve Samisun şeklinde söylenmeye başlamıştır. İbn Bîbî'nin el-Evâmirü'l-Alâiyye fi'l-umûri'l-Alâiyye'sinde, Kerimüddin Mahmud-i Aksarayî'nin kaleme aldığı Müsâmeretü'l-Ahbâr'da ve erken dönem Osmanlı tarihçilerinden Şükrullâh'ın Behcetü't Tevârîh[36] ile Tevki'i Mehmet Paşa'nın Risale-i Selatini Osmaniyye adlı eserlerinde kentin ismi Samisun şeklinde geçmektedir.

Kentin adını صامسون yani Samsun şeklinde yazıp okuyan ilk kişi Endülüs Emevî coğrafyacı ve gezgin İbn Said'dir. Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud ve İlhanlı Hükümdarı Olcaytu adına basılmış sikkelerde de yer alan Samsun sözcüğü bu sikkelerde İbn Said'in yazdığı gibi yazılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğunun neredeyse tüm dönemlerinde şehrin adı صامسون Samsun olarak yazılmıştır. Özellikle de Osmanlı tarihçileri Hoca Sadeddin Efendi ve Cenâbî Mustafa Efendi ile bundan sonra gelenler arasında bu yazım esas alınmıştır. Erken Osmanlı döneminde ise farklı kullanımlar vardı. Şehrin adı ilk Osmanlı tarihçilerinden Neşrî'nin Kitab-ı Cihannüma adlı eserinde hem صامسون Samsun hem de صمسون S[a]msun, Ahmedî'nin İskendernâme'sinde heceleri ayrı şekilde صام سون Sam Sun, Oruç Bey'in Tevârîh-i Âl-i Osman'ında ise hem صمسون S[a]msun hem de صام سون Sam Sun şeklinde geçmektedir.

Efsaneler

Samsun isminin kökeninin İbraniceden ve Osmanlı Türkçesinden geldiği hakkında iki farklı görüş vardır. İsmin İbranice kökenli olduğunu savunan görüşe göre İbrani lideri Samson, Karadeniz kıyılarına kadar gelip bir kent kurmuş ve kente kendi ismini vermiştir. Diğer bir görüşe göre ise isim Sam'dan gelmektedir. Bu iki görüş de kanıtlanamamıştır.

İsmin Türkçe olduğunu savunan görüşe göre ise isim Osmanlı Türkçesindeki köpek anlamına gelen kelimeden türemiştir. Kamûs-ı Türkî'de yazılışı صكسون yani s[a]nsun olarak gösterilen kelimenin anlamı iri köpek olarak verilmektedir. Yine Kamûs-ı Türkî'de bulunan صكسونجو yani s[a]nsuncu ise kavga köpeklerini idare eden askerî birim anlamına gelmektedir. Joseph von Hammer-Purgstall'ın Devlet-i Osmâniye Tarihi eserinde ise II. Bayezid döneminde Osmanlı ordusunda zağarcılar gibi samsuncular adıyla bir avlanma birimi bulunduğu yazmaktadır. Ayrıca I. Süleyman döneminde İstanbul'da Samsun hane mesiresi adında bir mesire yeri olduğu da bilinmektedir. Fakat Samsun ile s[a]nsun, samsuncular ya da Samsun hane mesiresi arasında bir bağ olduğu ve ismin buradan türediğine dair bir kanıt bulunmamaktadır.


Samsun
Samsun Belediyesinin kuruluşu Kanun-ı Esasî ile birlikte Osmanlı İmparatorluğunun batılılaşma hareketlerinin bir sonucu olarak alınan modern belediye sistemini uygulama kararı ile olmuştur. Bu dönemde Canik Sancağının bir şehri olan Samsun, İstanbul'dan atanan belediye başkanları ile yönetilmekteydi. Samsun Şehremaneti, 1893 yılına kadar bu şekilde idare edilmekte iken belediye başkanı 1893 yılında ilk defa halkın seçimi ile işbaşına gelmiştir.

http://www.samsun.bel.tr/samsun-detay.asp?samsun=648-etimoloji

Ayrıca Bkz:

http://samsunarsivi.blogspot.com.tr/2015/02/samsun-ve-samsuncu.html 


















Osmanlı İmparatorluğu'nda Bir Samsuncu
Hundförare med stridshund
"Samsongij der ser efter Leyonen"
Samsuncu-kompaniet skötte mastifferna –
doggarna, som användes vid sultanens jakter.
http://www.kb.se/Hs/draktbok/105.htm