21 Kasım 2018 Çarşamba

Çarşambalı Osmanlı Alimleri



Osmanlı'nın son döneminde Çarşamba, Trabzon vilayetine bağlı Canik sancağının kazasıdır. Tüm Trabzon vilayeti düşünüldüğünde Çarşamba, (Osmanlı'nın son döneminde Çarşamba'nın idarî sınırları şu anki Çarşamba ilçesinin tamamını, Ayvacık ilçesinin büyük bölümünü, Salıpazarı, Asarcık ve Tekkeköy ilçelerinin bazı köylerini kapsıyordu.) vilayetin en önemli ilim merkezlerinden biri olarak öne çıkmaktadır. 1904 yılı kayıtlarına göre Trabzon vilayetinin tamamında 60, Canik sancağında ise toplamda 23 medrese varken bunlardan 13 tanesinin Çarşamba'da bulunmaktadır. Yine aynı yılın verilerine göre Trabzon vilayeti genelinde 12 kütüphane bulunmakta ve bu kütüphanelerden de 6 tanesi Canik sancağında, Canik sancağındakilerin de 4 tanesi Çarşamba kazasında bulunmaktadır.

Medrese sayısının fazlalığı ve kütüphane imkanlarının oluşu Çarşamba'yı civar kazalar arasında muhakkak ki öne çıkarıyordu. Böylesine bir ilim ortamının olması da Çarşamba'dan çeşitli alimlerin çıkmasına ortam hazırlamıştır. Şimdi bu alimlerden bazılarının hayatları hakkında bilgi vermeye çalışalım.


Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi

Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi, H. 1264 yılında (M. 1848) Çarşamba'nın Biçme köyünde doğmuştur. Köy hocası Mustafa Efendi'nin oğludur.

Köyünün sıbyan mektebinde Kur'an-ı Kerim Kıraati ve dinî ilimler tahsil ettikten sonra, Çarşamba Süleyman Paşa Medresesi'nde biraz Arapça sarf ve nahiv tahsili yapmış daha sonra Amasya’da tekrar Arapça nahiv ve dinî ilimler okuduktan sonra biraz da mantık dersi okumuştur. H. 1288'de İstanbul’a gelerek zamanın birkaç büyük üstadından yüksek ilimler tahsil edip Huzur Dersleri Muhataplarından (Ramazanlarda sarayda padişah huzurunda takrir olunan derslere hazır bulunan ilmiye sınıfına kullanılan bir tabir) Kayserili Sabık Müsteşar Hacı Derviş Efendi’nin dersine devamla kendisinden icazet almıştır.

 H. 1295'te yapılan Rüûs (Medrese tahsilini bitirip imtihanda başarılı olanlara verilen beraatın adı) imtihanında başarılı olmuş ve o yıl Beyazıt Camii Şerifi'nde öğretime başlayarak H. 1313 yılında ilk talebesine icazet vermiştir. Bundan sonra aralıksız eğitim öğretim faaliyetlerine devam etmiştir.

 H. 1303 de yapılan tedris-i ilmi feraiz imtihanında başarılı olarak Beyazıt Camii Şerifinde belirli zamanlarda vazifesine devam etmiştir. H. 1305'te yapılan Fetvahaneye giriş imtihanında dördüncü dereceden kazanarak o yıl Fetvahane Tahtani Pusla (Fetvahane "Pusla Odası", "Fetva Odası" ve "İlamat Odası" olmak üzere üç birimden oluşmaktaydı. Pusla Odasındaki yetkililer sorulan fetvaları bir pusula ile fetva odasına soralardı) odasına devamla H. 1306'da ikinci sınıfa tayin olmuş yine aynı yıl birinci sınıfa terfi etmiş ve H. 1307'de Fetvahane Fevkani Müsvedde odasına müdavim sınıfa kaydolmuş daha sonra kendisine istima’i muhakemat hizmeti de verilmiştir. H. 1322 de mülazım sınıfına (subaylık) kaydolmuş H. 1326 da Fetvahaneden ayrılmış ve H. 1326'da M. 16 Ekim 1908'de 83 oyla Canik (Samsun) mebusu (milletvekili) olarak Meclis-i Mebusan'a  girmiştir. İkinci ve dördüncü devrede de milletvekilliği görevini sürdürmüştür.

 Huzur Derslerine H. 1322 – 1326 da muhatab , H. 1327'den 1331 yılına kadar mukarir (Ramazan aylarında sarayda ders okutan alimlere verilen isim) olarak katılmış, muhatablığında dördüncü rütbeden Mecidî ve Osmanî nişanları ile taltif olunmuştur. İbtidai Hariç İstanbul Müderrisliği ile başladığı medrese hocalığını, medrese hocalığının en üst mertebelerinden biri olan Hâmise-i Süleymaniye mertebesine kadar terfien sürdürmüştür.

Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin kabri Fatih Camii türbe kapısının yanındaki hazirenin en sonunda bulunmaktadır. Mezar taşı kitabesinde: "haza kabru ustaz’ilkül Çarşambavî el-Hac Ahmet Hamdi Efendi ruhiçün lillahil Fatiha, sene 1330, 29, Ramazan" yazılıdır.

Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin icazet verdiği en meşhur öğrencilerinden biri İsmailağa Cemaatinin önderi Mahmut Ustaosmanoğlu'nun hocası Ahıskalı Ali Haydar Efendi'dir. Diğer öğrencileri arasında Prof. Dr. Şerif Mardin'in akrabalarından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ordinaryus Profesörlerinden Ebül'ula Mardin ve Osmanlı'nın son dönem hattat ve ressamlarından olan Mimarzade Mehmet Ali Bey bulunmaktadır. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ordinaryus Profesörlerinden olan ve 1960 darbesiyle görevine son verilen akademisyenler içerisinde olan Kemalettin Birsen, Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi'nin oğludur.


Çarşambalı Hüseyin Hüsnü Efendi

Çarşamba ilçesi Şer'iyye Katibi Hacı Mahmut Efendi'nin oğlu olarak h.1289 (m.1872) yılında Çarşamba'da doğmuştur. Çarşamba ve Samsun'da bulunan çeşitli medreselerde tahsil görmüştür. 12 Haziran 1311'de Samsun Şer'iyye Mahkemesi 2. katipliğine tayin olunmuş, 21 Mayıs 1313'te de başkatip olmuştur. H. 1325 senesinden 1327'ye kadar Maraş Andırın'da ve 1328'den 1330'a kadar da İçel'e bağlı Ayaş Nahiyeleri niyabetinde bulunmuştur.1 Mayıs 1328'den itibaren de Makrî (Fethiye) ilçesi niyabetine tayin olunmuştur. 28 Kanunisani 1329 (25 Ocak 1914) tarihinde Ünye kadılığına tayin olunmuştur.


Çarşambalı Mehmet Emin Efendi

Çarşamba Müftülüğü ve Niksar Niyabeti yapmış bulunan Çakırzade Mustafa Rüştü Efendi'nin oğludur. H. 1266 (Aralık 1849) yılında Çarşamba Orta Mahallede doğmuştur. İlk öğreniminden sonra Hazinedarzade Osman Paşa Medresesi'nde okumaya başlamıştır. İlk olarak Terme'de niyabete başlamış; Alaçam'da niyabette bulunduktan sonra Niksar Şer'iyye Mahkemesine tayin olunmuştur. Babasının vefatı üzerine Çarşamba'ya geri gelmiş ve H. 1292 (1874) yılında Çarşamba Şer'iyye Mahkemesi katipliğine tayin olmuştur. H. 1301'de Sivas Vilayeti Merkez Şer'iyye Mahkemesi katibi olmuştur. Niyabete kabulüyle beraber Teşrinievvel 1300 (1884) yılında Sivas Gürün Naibi olmuştur. Daha sonrasında ikişer yıl aralıklarla Milas (Hamidiye), Tenûs, Islahiye, Koçgiri, Hafik, Bafra, Çarşamba, Tirebolu, Ordu, Sarmaşıklı (Bünyan-hamid) ve Aziziye kazaları niyabetinde bulunmuştur. En son Ağustos 1328'de (1912) Alucra kadılığına tayin olmuş ve Eylül 1330'da (1914) emekliye ayrılmıştır.

Çarşambalı Mehmet Emin Efendi'ye İbtidaî Dahil Edirne müderrisliği ruûsu verilmiştir. Daha sonra, İzmir, Edirne Paye-i Mücerredi ve Mahreç Payesi (Paye-i Mücerredi ve Mahreç Payesi ilmî yönden kendini kanıtlamış ulemaya verilen payelerdendir) ile taltif edilmiş ve kendisine dördüncü rütbeden Osmanlı Nişanı verildi. 


Çarşambalı Mustafa Hilmi Efendi

Mehmet Ağa'nın oğlu olarak Mart 1269'da (Mart 1853) Çarşamba'nın Alibeyli köyünde doğmuştur. İlk öğreniminden sonra Çarşamba'da bulunan Arnavut Ali Bey Medresesi'nde Çarşamba eski Müftülerinden Müderris (öğretmen) Ali Zihni Efendi'den ders okumuştur. 1288'de Amasya'ya gitmiş ve orada  Müderris Şirvanîzade Hacı Mustafa Efendi'den ders okumuştur. Hocasından 1299 yılında icazetname aldıktan sonra burada Müderris Erzurumlu Ömer Efendi'den de Feraiz (Miras Hukuku) okuyarak icazet almıştır.

1300 (1884) yılında Çarşamba'da bulunan Osman Paşa Medresesine müderris olarak tayin olunmuş burada bir süre görev yaptıktan sonra henüz 33 yaşında iken Mart 1302 (1886) yılında Çarşamba Müftüsü olmuştur. Şahsına İbtida-i Hariç Edirne Müderrisliği, Hareket-i Altmışlı ve Musıla-i Süleymaniye terfileri verilmiştir.

28 Kanunisani 1321'de (1905) Çarşamba Müftüsü olarak görev yapmakta iken müftülük görevinden azledilmiştir.


Çarşambalı Osman Fevzi Efendi

Rum Mehmet Paşa ahfadından (torunlarından) Çarşambalı el-Hac Süleyman Sabri Efendi'nin oğlu olarak H. 1257 (1842) de Çarşamba'da doğmuştur. Çarşamba'da ilk öğrenimini gördükten sonra medresede Arapça ve dinî ilimler okumuş, feraiz (miras hukuk) okumuş ve iki icazetname almıştır. H. 1271 yılında İstanbul Bab Mahkemesi'ne girmiş ve Hz. 1289'da Boğazlıyan daha sonra Kastamonu'ya bağlı Ereğli, 1297'de Merzifon, 1300'de Goryan, 1304'de Tirebolu, 1306'da Marmara Ereğli, 1307'de Tırnova, 1309'da Buka, 1314'de Baalbek, 1317'de Umran, 1323'de Eceabat niyabetinde bulunmuş Haziran 1325'de (1909) görevden ayrılmıştır.

H. 1295'te taşra ruusuna erişmiş ve Muharrem 1309'da (1891) Müsila-i Süleymaniye müderrisliği derecesine terfi etmiştir.


***

Ebül'ula Mardin, "Huzur Dersleri" adlı kitabında Ramazan aylarında sarayda yapılan huzur derslerine katılan alimlerin isimlerini listeler halinde vermektedir. "Çarşambalı" ön adıyla burada kayıtlı birçok isim bu kitapta yer almakta ve Ebül'ula Mardin, ismi anılan bazı alimlerin hayatları hakkında da bilgi vermektedir. Fakat anılan kişilerin tamamının hayatları hakkında kitapta bilgi verilmediğinden "Çarşambalı" olarak nitelenen bu kişilerin İstanbul Fatih'te bulunan Çarşamba semtinden mi yoksa Samsun Çarşambadan mı oldukları tam anlaşılamamaktadır. Bu isimlerden bazıları şöyle: Çarşambalı Muhammed Efendi (Ayaklı Kütüphane diye meşhur), Çarşambalı Said Efendi, Çarşambalı Mustafa Efendi (H. 1247'de saray hocalığına tayin edilmiş, Yeniçeri ocağı kaldırılırken de sarayda hazır bulunanlardandır.), Çarşambalı Mehmed Efendi, Çarşambalı Mehmed Said Efendi, Çarşambalı Hacı Muhammed Said Efendi, Çarşambalı Veliyyüddin Efendi...

Not: Yazının hazırlanmasında Ord. Prof. Dr. Ebül'ula Mardin'in "Huzur Dersleri" (İsmail Akgün Matbaası, İstanbul, 1951.) adlı eserinden ve  Sadık Albayrak'ın "Son Devir Osmanlı Uleması 1-5" (Medrese Yayınevi, İstanbul, 1980.) adlı eserinden istifade edilmiştir.


17 Kasım 2018 Cumartesi

Dr. Abdullah Cevdet’in Karadeniz Seyahati İzlenimleri




ÖZET
Düşünce tarihimizde batıcı fikirleri ile yer alan ve Jön-Türk hareketinin ideologlarından biri olan Abdullah Cevdet, 1912 Ekim’inde bir hafta kadar süren bir Karadeniz seyahatine çıkmıştır. Bu seyahatinde İnebolu’dan başlayarak Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon’a kadar uğradığı yerler hakkındaki görüş ve incelemeleri ile birlikte karşılaştığı olayları İctihad Dergisi’nin 67, 69 ve 70. sayılarında Haziran-Temmuz 1913 tarihlerinde yayınlamıştır. Abdullah Cevdet’in notları bölgeye dair demografik, idarî, mülkî, askerî, coğrafî, sıhhî, ekonomik bilgiler vermekle birlikte eğitim kurumları hakkında da bilgiler içermektedir.

Bu çalışma Dr. Abdullah Cevdet’in Balkan Savaşı sürecinde ve 1. Dünya Savaşı arifesinde bölgeye dair verdiği resmî-gayri resmî bilgiler ve izlenimlerini kapsamaktadır. Bu seyahat notları şehir tarihçiliği açısından ve batıcı düşünceye sahip bir Osmanlı aydınının bölgeye ait izlenimlerini değerlendirmek bakımından önem arz etmektedir.


Yolculuklarının Başlaması ve Abdullah Cevdet’in Vapurdaki İzlenimleri
11 Ekim 1912’de Abdullah Cevdet ile Çarsancak kasabası kaymakamı Mehmed Şükrü Bey Loyd Kumpanyası’nın Galiçya Vapuru’yla Trabzon’a doğru yola çıkarlar. Abdullah Cevdet’in ilk dikkat çektiği husus vapurdaki bazı Osmanlı zabitlerinin halk ile beraber yolculuk yapmasıdır. Bu durumu vapurda bulunan erkân-ı harp miralaylarından askerî muharrir Senai Bey’e şikâyet ederek güvertedeki askerler arasında binbaşıların da olduğunu ilave eder. Senai Bey ise bunlara ikinci ve birinci kamara bileti almak üzere harcırah verildiğini, hükümetin hiçbir kusuru olmadığını “bunların terbiyeden, izzet-i nefisten mahrumiyetleri, zabitlik ve askerlik haysiyeti nedir bilmemeleri” böyle davranmalarına sebep olmaktadır cevabını verir. Abdullah Cevdet’e göre hükümetin sadece zabitlere değil ailelerine de harcırah vermesi bir cömertlik örneğidir. Onun önerisi ise bunlara para vermek yerine bilet alınması ya da kumpanyalara bilgi verilerek zabitan ve aileleri için güverte bileti kesmemeleri uyarısında bulunulmasıdır.

Vapur gayet kalabalıktır. Abdullah Cevdet bu durumdan yararlanıp her sınıftan yolcularla konuşarak onların askerlik, hükümet, ticaret, Avrupa, medeniyet gibi konularda fikirlerini dinleme olanağı bulur. Bunlar içerisinde özellikle Hasan Ağa isimli Rizeli bir muhallebiciyi zikretmektedir. Onun düşüncelerinden övgüyle bahsederek şu şekilde anlatır:

“Konuşduğum güverte yolcuları içinde, Beykoz’da muhallebicilik iden Rizeli Hasan Ağa, bence mühim bir mevzu-ı tetebbu teşkîl itdi. Tıknaz, fakirâne fakat tertemiz giyinmiş, başı abaniye sarıklı bu adam akl-ı selimindeki şiddetle beni teshir itdi. Kalınca bir boyun üzerinde kemikli bir kafanın, sevimli bir çehrenin üzerinde yanan o iki siyah göz hala hayalimdedir. Garib bir tesadüfdür. Buraya kayd itmek münasib olmayan muhaverelerimizde, elifba bile okumamış olan Hasan Ağa’nın gösterdiği fetânet ve akl-ı selim, Fatsalı ve ulemadan Ali Hoca’nın vaz‘ suretinde neşr itdiği sehif ve muzır fikirler önünde pek parlak bir tezad teşkîl idiyordu. Bedii okumuş, beyan okumuş mezun olmuş, Ayasofya Camii Şerifinde vaz‘ itmek salâhiyetine, Bâb-ı Meşihat canibinden mazhâr idilmiş bu imameli kafa, muhallebici Hasan Ağa’nın hiçbir ta’lîm ile hiçbir terbiye-i hariciye ile ihlâl ve ifsad idilmeyen akl-ı selimine gışyan aver oluyordu. Hasan Ağa diyordu: Ben okumadım fakat iki oğlumu okutuyorum. Otuz üç yaşındayım, kırka kadar vakit var, altmışından sonra okuyub yazmak öğrenub ağalıkdan efendiliğe çıkan bir hemşehriyi bilirim. Oğullarımın mekteb parasından ziyâde bir de kendim için mekteb parası yetişdiremeyeceğim. Fakat bir sene sonra büyük oğlumbenim hocam olacak onlar bana okuyub yazmayı ve diğer lazım olan
ilimleri öğreteceklerdir. Sıladan döndükden sonra, bir madmazel var ona ayda üç mecidiye vereceğim, oğullarıma Fransızca da öğretecek.

Netîce: Bizim birçok müessesat-ı ilmiyemiz şuur-ı tabiinin derecesini alçaltıyor ve akl-ı selimi ihlâl idiyor”.
( Abdullah Cevdet, “Seyahat Notaları”, İctihad, 23 Mayıs 1329/30 Mayıs 1329, 4. Sene, Sayı 67, s.1459-1461.)

(…)

SAMSUN
Hareket gününden iki gün sonra sabah Samsun’a ulaşılır. İlk iş hükümet konağını ve mutasarrıfı görmek olur. Hükümet konağına giderlerken çarşının içinden çıktıklarında caddenin iki tarafında boş, ağaçlı, yolun her iki tarafında yüksekçe duvarla ayrılmış bir saha görürler. Abdullah Cevdet burası için millet bahçesi olması lazım gelir diyerek sevindiğini ancak daha sonra İslam Kabristanı ibaresini okuduğunu söylemektedir. Abdullah Cevdet hükümet konağına varıncaya kadar yollarda gördükleri çamur bataklıklara dikkat çeker. Bundan bir buçuk iki ay önce bulunduğu Bulgaristan’ın Filibe şehrinde güzel bir belediye bahçesi olduğundan bahseder. Orada bulunduğu sırada Müslümanların misafiri olduğunu ifade ederek buranın hikâyesini kendisine anlatıldığı şekilde nakleder:

“Burası Müslüman Mezarlığı idi. Bulgaristan teşkîl itdiği vakit iki bin lira mukabilinde bu mezarlığı belediyeye satmalarını Müslümanlara teklif itmişler. Müslümanlar kabûl itmemiş. A canım sizin şeriatınızca nakl-i kubur caizdir. A’zamı nakl itmeyi şehrin haricinde size bir mezarlık yapmayı da deruhde ideriz, dimişler. Müslümanlar kabûl itmemekde ısrar itmişler. Aradan bir iki ay geçdikden sonra bir Rus Generali Bulgaristan’da bazı tensikat ve teşkilat icrasına me’mûr olarak gelmiş. Elinde kırbaç olduğu halde Müslümanların eşrâf ve izzesini toplamış, mezarlığa doldurmuş, haydi bakalım kırın şu taşları, demiş. Taşları bu Müslümanlara kırdırmış, arkalarıyla taşıdub taşları satmış ve Müslümanlara da bir para vermemiş. Samsun’un bu vasi’ mezarlığı, ortasından geçen bu caddede yürürken bu hikâye-i elime hatırıma geldi ve gayr-i şuurî bir heyecanla Ebu’l-Alâ el-Ma’arrî’nin

“Ey dost, bizim kabirlerimizdir bu ovayı dolduran, Âd kavmi zamanından kalan kabirler nerede?” beyti dudaklarım üzerinde dolaştı.”


Samsun Mekteb-i İdadisi
Abdullah Cevdet, Mekteb-i İdadi’de 3 yılı rüşdiye, 2 yılı idadi olarak eğitim yapıldığını, 180 öğrencisi bulunduğunu bunların 7’sinin Hristiyan olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca evvelki yıl 18 Hristiyan olduğunu, Rum ve Ermeni Hristiyan öğrencilerin her yıl azaldığından bahsetmektedir. Bunun sebebini ise Hristiyan okullarının Müslüman okullarının üstünde olmasına bağlamaktadır.

Abdullah Cevdet, idadi ile ilgili bilgiler yanında diğer eğitim kurumları hakkında şu bilgileri vermektedir: 5 mekteb-i ibtidai vardır, masraflarını mahalli maarif komisyonu temin etmektedir. Her okulun ortalama 150 öğrencisi, 4 muallimi, birer mubassırı, birer hizmetlisi vardır. İki inas rüşdiyesi ve iki ana mektebi bulunmaktadır ve bunların tamamı mektep olarak yapılmıştır. Maarif komisyonunun geliri yıllık 1200 lira civarındadır. Komisyonun 2 tütün deposu bulunmaktadır. Her birinin 150 lira yıllık kira geliri vardır. Maarife ait 12 dükkân, birkaç ev, 2 gazino mevcuttur. Maarif müfettişi Alaeddin Bey isminde bir zattır ve 3000 kuruş maaş almaktadır. Harcırah ve yevmiye yokluğu görevlilerin vazifelerini yerine getirmelerini zorlaştırmaktadır.


Samsun’da Matbuat
Abdullah Cevdet, Samsun’da başlıca iki gazete olarak Doğru Ses ve Aks-ı Sada’yı zikretmektedir. Ayrıca ziyaret ettikleri 3-4 matbaa içerisinde en mühim ve muntazamının Nemlizade ailesinden biri tarafından kurulan Şems Matbaası olduğunu belirtmektedir. Doğru Ses burada çıkmaktadır. Aks-ı Sada’nın ayrı matbaası bulunmaktadır. Her iki matbaanın da motorla çalışmakta ve yeni sistem makinelerle donatılmış olduğunu söyleyen Abdullah Cevdet, gazetelerin ilmi ve edebi içerikleri olmadığından, hep fırka ve siyaset haberleri bulunduğundan şikâyetle, her iki gazetenin muharrirlerinden ahaliyi aydınlatmak, irşâd etmek amacını gütmelerini rica ettiğini belirtmektedir.


Samsun’u Rumlar Satın Alıyor
Samsun’da göze çarpan en muazzam iki binanın da Rumlara ait olduğunu ifade eden Abdullah Cevdet, bunlardan birinin 250 yataklı bir Rum hastahanesi, diğerinin mükemmel bir Rum mektebi olduğunu belirtir. Ayrıca Samsun’da Rumların mahallesinin şehrin sol kısmında ve en havadar yerinde olduğunu söyleyerek “Atina’nın bir parçası Samsun’a nakl olunmuş zan olunur” ifadelerini kullanır.

Abdullah Cevdet, Samsun’da tapu kayıtları üzerinden emlak alım satımlarının yüzde seksenini Müslümanlar tarafından satılan ve Rumlar Samsun’un kadim ahalisinin tümünün kayıkçı ve bahçıvan olduğunu söyleyerek tüccarın da büyük kısmının Trabzonlu Rizeli, Kayserili Rumlar ve Sivaslı Ermeniler olduğunu belirtmektedir. Abdullah Cevdet, arsalar ve arazinin süratle Hristiyanlara geçmekte olduğunu beyanla ekseriyetin Rumlarda olduğunu, Müslümanların Kavak nahiyesi sayesinde, çoğunluk teşkil edebildiğini ifade etmektedir.


Samsun’un Nüfusu
Samsun şehir merkezine dair verdiği bilgiler şu şekildedir: Samsun şehrinin, bundan yirmi yıl önceki nüfusu, 11.000 idi. Üçte biri Müslüman, üçte biri Rum ve Ermeni idi. Şimdi yerli olmayanlarla beraber 50.000 civarına çıkmış. Meşrutiyetin ilanını müteakip içeriden pek çok nüfus gelmiştir. Abdullah Cevdet, sancağın 1892 tarihindeki nüfusunu aşağıdaki şekilde vererek Müslüman nüfusta hemen hemen hiç artış olmadığına dikkat çekmektedir:

Müslüman 214.135
Rum Ortodoks 77.000
Ermeni (Gregoryen) 17.000
Ermeni Katolik 900
Ermeni Protestan 565
Katolik Latin 150
Musevi 250  
________________________
TOPLAM: 310.000


Samsun’un Madenleri
Samsun’un yüksek mahallerinde demir, kurşun, gümüş damarları görülmekte olduğunu bilgisini veren Abdullah Cevdet, ancak bu servetlerin metruk olduğunu belirtir. Ona göre her iki manasıyla “yolsuzluk” bu metrukiyet ve hüsrana sebebiyet vermektedir.


Samsun’un Ormanları
Abdullah Cevdet, Samsun’un arazisinin önemli bir kısmının meşe, kayın, servi, çam ağaçları ile örtülü olduğunu ancak bunlardan muntazam surette istifade edilmediğini söylemekte ve bunların zalimane tahrip olmakta olduğunu ve bir tedbir alınmadığından yakınmaktadır. Ayrıca bölgenin alçak kısımlarında her türlü meyve ağaçlarının bulunduğunu ifade etmektedir.


Samsun’da Mebanî-i Dinîyye
Abdullah Cevdet, bulunan dini yapılar hakkında; biri büyükçe olarak 7 cami, 40 mescit, 1 Rum, 2 Ermeni, 1 Katolik, 1 Protestan, 1 Frenk Kilisesi bulunduğu bilgisini verir.


Samsun’un Serveti
Abdullah Cevdet, Samsun’a ait ayrıntılı üretim ve ticaret rakamları vermektedir. Samsun’da takriben 35.450 dönüm arazi üzerinde her yıl 14.000.000 kilo tütün mahsulü alındığını ve dünyanın her tarafında meşhur olan bu tütünün sigara haline konulduktan sonra kilosunun ortalama 40 frank kıymetine yani aşağı yukarı 12.000.000 Osmanlı lirasından fazla bir meblağ oluşturduğuna dikkat çekmektedir. Verdiği diğer bilgiler şu şekildedir: 1897 yılında ithalatının miktarı 12.472.000 franka ve 1898’de 12.948.000 franka ulaşmıştır. Bu meblağın önemli bir kısmı olan 4.105.000 frankını mensucat, 1.088.000 frankını şeker teşkil etmektedir. Üçüncü, dördüncü derecede ehemmiyetli miktar teşkil eden eşyalar demir, sabun, zeytinyağı ve sairedir. İthalatın 6.774.000 franklığı Türkiye’ye aittir. Müteakiben İngiltere, Avusturya, Almanya, Belçika, Rusya ve en sonra Fransa gelir. Abdullah Cevdet, bu bilgilere Yves Guyot ile Rafalovich’in “Ticaret, Sanayi ve Banka Kamusu” unvanlı kitabının ikinci cildinin “Samsun” bahsinin 1283. Sayfasından ulaştığını belirtir. Aynı müelliflere göre Samsun’un ihracatı 1898 yılında 20.000.000 frank civarında olmuş ve bu miktarın 4.105.000 frankını tütün teşkil etmiştir.

Abdullah Cevdet, “Samsun - Sivas hattının ikmalinden sonra Samsun Türkiye’nin en mühim bir şehri olacaktır. Fakat Türklerin ve Müslümanların değil” diyerek artan ekonomik gücün sadece gayrimüslimler yönünde fayda sağladığına işaret etmektedir.


Samsun’da Ahvâl-i Sıhhiye
Abdullah Cevdet, dünyanın en iyi havalı, en sıhhi şehri olabilecek Samsun’un havasını vahim olarak ifade eder. Umumi sıhhat perişan durumdadır. Çaltı Burnu ve havalisi müthiş bataklıktır. Buralardan çoğalan miyazmalar14 ahalinin kanını zehirlemektedir.

“İdâdî mektebinde dershaneleri ziyaret iderken çocukların yüzünde bu musibetin tarihçesini ve sutar-ı akıbetini okudum. Müdür efendi tazallüm itdi: ‘ekseriya ders esnasında talebe birden bire sararır, düşer, kusar. Humma-yı merzaginin buraya mahsus bir tecellisidir. Talebeyi ailesi yanına göndeririz. Birkaç gün sonra fakat muzmahil bir halde gelir’ dedi”.

Samsun’daki ölümlerin başlıca sebebi humma-yı merzagiden15 olduğunu ifade ederek bazen de fiyever jon=humma-yı asfer16 zuhur ettiğini belirtmektedir. Belediye Tabibi Kamil Efendi’nin 15 yıldan beri gerçekleştirdiği müşahedelerinin bu yönde olduğunu söyleyen Abdullah Cevdet, Kavak nahiyesinde ve Bafra da frengi hastalığının hüküm sürdüğünü ve onun da
Kastamonu’dan geldiğini belirtmektedir. Dizanteri, tifo, çiçek, verem eksik değildir. Lağımlar yoktur. Kasaba ve civarındaki 50.000 ahaliden yıllık 250-300 ölüm olmaktadır. Abdullah Cevdet, Yemen’e gönderilen taburlarda hayatını kaybedenlerin bu hesaba dâhil olmadığını ifade ederek ölümlerin fazlalığına işaret etmektedir:

“Yemen’e sevk olunup beher taburundan ancak 40 kişi dönen, bâkîsi Yemen kumları içinde gömülen bedbahtlar bu hesaba dâhil değildir. Evet? Sekiz sene evvel Yemen’e sevk olunan Harput Taburundan yalnız 40 kişi o da perişan bir halde avdet idebilmişdi”.

Abdullah Cevdet, Samsun belediye tabibinin maaşının 800 kuruş olduğundan bahsederek bu maaşlı bir tabibin vazifesini takipte zorlanacağını ve işine daha fazla itina edemeyeceğini belirtir.


Samsun Postahanesi
İfadelerine göre postahane sahilde ve iskeleye yakın bir yerdedir. Abdullah Cevdet, hiç olmazsa Avrupa’nın büyük bir köyünün postahane binası kadar muntazam bir bina bulacağını ümit ettiğini, ancak adeta bir baraka ile karşılaştığını söylemektedir:

“Tek bir tam iki tarafına gişelik iden iki uzun masa çivilenmiş bu büyücek oda bir koridor ile ikiye ayrılmış. Koridorun ortası mübalağasız bir mezbele halini arz idiyor. Mezbele yığının en yüksek noktasına bastonumu basdım. Baston 15 santimetre batdı. Orada önüme rastgelen gişedeki bir genç memura sordum. Her zaman postahanenizin içi böyle mezbelelik midir? Dedim. Önüne bakdı, hayır efendim dedi. Nedir bu hal? Dedim. Efendim tahsisat yok dedi. Ben pür hiddet idim. Kimdir buranın en büyük memuru? Dedim. Şu köşede oturan sakallı efendi, el-hac Hakkı Efendi dediler. Ben ortaya bir kaç acı ta’zir sacdım. Hacı Hakkı Efendi tesbihi elinde olduğu halde maiyetindeki genç memurlara ‘ne diyor?’ diyordu”.

Abdullah Cevdet’in karşılaştığı ikinci manzara da onu oldukça şaşırtmış ve bunu şu şekilde ifade etmiştir:

“Bu mezbelelikden dışarı çıkdım. İskeleye doğru giderken sol tarafda bir kahve var, bunun önünde bir masanın üzerinde azim’ül-mikdar bir mektûb yığını gördüm. Mektubların bazıları da masanın ve masa önünde bulunan bir delikanlı adamın ayakları altına düşmüşdü. Heman yaklaşdım. Genç adama; nedir bu mektublar? Diye sordum. Genç cevâb verdi: Posta müvezzi’iyim mektubları tefrik idiyorum dedi. Aman nasıl olur, sokak ortasında herkesin en mahrem ve mukaddes şeylerinden olan mektûb tefrik olunmak neden? Dedim. ‘Yer yok’ cevabını verdi. İsmin nedir dedim? Hilmi, dedi”.


Hükümet Konağı
Aynı gün Mutasarrıf Hamdi Bey tarafından yaptırılmış hükümet konağına varırlar. Mutasarrıf Ohannes Ferid Efendi isminde biridir. Abdullah Cevdet, Saat 10’da ziyaret için mutasarrıfın odasında beklerken mutasarrıfın henüz uykudan kalkmadığını belirtir:

“Mutasarrıf Efendi henüz uykudan kalkamadı, diyorlar. Bir az bekledikden sonra Ohannes Ferid Efendi zuhûr ve bizi iltifata gark idiyor! Mutasarrıf uyuyor, vali uyuyor! Türkiye bu. Zemin uyuyor, âsüman uyuyor. Yalnız Allâh uyanık”.


Samsun’un Elektrikle Tenviri
Abdullah Cevdet, Samsun Belediyesinin 8.000 lira geliri olduğunu bu geliri bir yıl içerisinde 20-30 bin liraya çıkarılabileceğini iddia etmektedir. Ancak ona göre belediye reisinde ve mutasarrıfta böyle bir eğilim yoktur. Geliri arttırmak için yapılacak olan işleri şöyle sıralar:

“Samsun’un 20 dakika mesafesinde Merd Çayı20 vardır. Suyu bol ve hızlı hareket eder surettedir. Bu çayın hareket kuvveti şehri aydınlatmaya ve şehirde inşa edilecek tramvayları çalıştıracak miktarda elektrik üretmeye yeterlidir. Bu amaçla yapılması gereken elektrik fabrikasının tesisi tahminen 500.000 frank sarfıyla mümkündür. Bu işle bağlantılı olarak petrol sarfiyatı şu şekildedir:

Samsun şehrinde ve çevresinde günlük 250 teneke petrol yakılmaktadır. Her yıl 100.000 teneke eder. Her ay 7.500 teneke yakılıyor demektir. Her teneke 14 kuruşa alınmaktadır. Dolayısıyla her gün 4.500 kuruş gaz parası verilmektedir. Sonuç olarak Samsun ve havalisinden her yıl ortalama 14.000.000 kuruş petrol parası çıkmaktadır. Elektrik üretilmesi halinde hem bu paranın yarısına aydınlatma ihtiyacı giderilecektir, hem de para memlekette kalacak ve diğer imar işlerine harcanabilecektir. Abdullah Cevdet bu bilgileri tüccardan Yelkencizade Hüseyin Efendi’den aldığını belirtmektedir.


Samsun Müstakil Sancağının Zer’ Edilen Arazisi
Abdullah Cevdet’in Samsun’da ziraata dair verdiği bilgiler şu şekildedir: Ekim yapılan alan 835.675 dönüm, ekime müsait olduğu halde ekilmeyen arazisi 300.161 dönümdür. Ormanlar 257.300 dönümlük bir saha işgal eder. 950.300 dönümlük bir arazi ise ekime müsait olmayan alanlar, yayla ve umumi mera halindedir. Abdullah Cevdet, bu bilgileri Vital Cuinet’in eserinden aldığını belirtmekte ayrıca bilgilerin kesin olmamakla birlikte gerçeğe yakın olduğunu ifade etmektedir.


Samsun’un Taksimat-ı Mülkîyesi
Abdullah Cevdet, Samsun sancağının idareten Samsun, Teza,23 Ünye, Terme, Çeharşenbe, Bafra kazalarıyla Karauç, Alaçam, Kavak nahiyelerinden oluşmakta olduğunu belirtmektedir.


Samsun’un Sanayi
Samsun’da sanayi namına bir şey görülmediğini belirtir. Sanayiden sayılabilirse saraçlık, kunduracılık, çömlekçilik, kazancılığın olduğunu ağaçtan kaşık dahi imal olunduğunu ifade etmektedir.

Mecârî-i Miyâh
Samsun sancağından geçen suları şu şekilde sıralar: Terme civarında Terme Çayı, Çarşamba kasabasından geçen Yeşilırmak, Bafra civarından geçen Kızılırmak. Hayvanat-ı Ehliyye Samsun sancağında her türlü ehlî hayvan mevcut olduğuna dikkat çeken Abdullah Cevdet, Trabzon vilayetinin diğer taraflarından daha fazla hayvanat yetiştiğini, Kızılırmak, Yeşilırmak kıyısında ve yakınında iyi cins ve besili hayvanat bulunduğunu söylemektedir.


Hayvanat-ı Ehliyye
Samsun sancağında her türlü ehlî hayvan mevcut olduğuna dikkat çeken Abdullah Cevdet, Trabzon vilayetinin diğer taraflarından daha fazla hayvanat yetiştiğini, Kızılırmak, Yeşilırmak kıyısında ve yakınında iyi cins ve besili hayvanat bulunduğunu söylemektedir.

(…)


DEĞERLENDİRME
Dr. Abdullah Cevdet’in 1912 yılına ait Karadeniz seyahati notları onun düşünceleri bağlamında değer kazanmaktadır. Zira Osmanlı Devleti’nde son dönem kültür ve siyaset adamı olan Dr. Abdullah Cevdet’in kendi düşünce sistemi üzerinden yaptığı değerlendirmeler bölgenin döneme ait farklı bir panoramasını gözler önüne sermektedir.

Dr. Abdullah Cevdet, notlarında bazı kısımlarda verdiği bilgileri nereden temin ettiğine dair ifadeler kullanmıştır. Kimi bilgileri bölgeden almış, kimi zaman elindeki salnameden yararlanmış, resmî ve gayri resmî bilgiler vermiştir. Yabancı kaynaklardan Vital Cuinet’in eserinden ve Yves Guyot ile Alfred Raffalovich’in kamusundan yararlanmıştır.

Dr. Abdullah Cevdet’in özellikle ekonomi ağırlıklı olmak üzere demografik, sıhhî, askerî, kültürel, mülkî idare alanında ve bölgenin coğrafi yapısı hakkında da değerlendirmeleri bulunmaktadır. Değerlendirmelerine Avrupa izlenimlerinin ve mesleği olan doktorluğun etki ettiği açıkça görülebilmektedir.

Samsun’a ilişkin değerlendirmelerin ağırlığı şehrin ekonomik potansiyeli ile ilgilidir. Dr. Abdullah Cevdet, ekonomik gelişmeye dikkat çekmiş ancak bu ekonomik potansiyelin Müslümanlar elinden Rumlara geçtiğine işaret etmiştir. Tapu kayıtları üzerinden şehrin önemli mekânlarının el değiştirmesine dikkat çeken Dr. Abdullah Cevdet’in ifade ettiği bu durum, Birinci Dünya Savaşı’na giden süreçte Müslümanların ekonomik gücünün giderek kötüleştiğine dair önemli bir örnektir.

Samsun’da dikkat çektiği diğer bir husus da bataklıklar gibi sağlıksız alanlar dolayısıyla meydana gelen salgın hastalıklardır. Bu hususta halkın zayiatının Balkan Muharebesi ve Yemen’den aşağı olmadığını belirtmektedir.

Notların genel dilinden anlaşılacağı üzere Dr. Abdullah Cevdet, Avrupa’daki mimari yapıdan, şehir dokusundan özellikle devlete ait binalardan etkilenmiş görünmektedir. Gezisi esnasında en azından buna yakın mekânlar görmek istediğini ifade etmesine rağmen umduğunu bulamadığını belirtir. Yine boş, ağaçlı bir alanı Avrupa’da görmüş olduğu gibi millet bahçesi zannetmesi de benzer bir karşılaştırmadır Ayrıca mevcut devlet dairelerinin de köhne, eski ve bakımsız olduğuna dikkat çekmekte tüm bu olumsuzlukların sadece ödenek eksikliği ya da yönetim aksaklıkları ile izah edilemeyeceğini belirtmiştir.

Notları içerisinde Samsun ve Ordu’da mülkî idare ağır bir şekilde eleştirilirken Trabzon’da idare nispeten daha az eleştirilmiştir. Bu durum Mehmed Ali Ayni ile yakınlığından kaynaklanmış olmalıdır.

Dr. Abdullah Cevdet’in notları müstakil örnekler dışında genel olarak geri kalmışlığa ve düzensizliğe, yöneticilerin ihmalkârlığına yöneliktir. Ona göre bu durum askerî, idarî, sıhhî, iktisadî sorunların temelidir ve ekonomik anlamda kalkınma ile birlikte halkın da özverili çalışmalarıyla sorunların üzerinden gelinebilmesi mümkündür. Bu çerçevede iktisadi kalkınma bağlamında önemli sayılabilecek fabrika ve sanayi alanlarından övgüyle bahsetmiştir. Ayrıca bölgenin zirai potansiyeline de vurgu yapmış ve bölgeyi Anadolu’nun tüm alanlarında olduğu gibi ihmal edilmiş bir coğrafya olarak nitelemiştir.

Dr. Abdullah Cevdet’in gezisi esnasında bulunduğu mekânlar, devlet dairelerine giriş çıkışları ve sivil – askerî görevlilerle konuşma tarzı -eğer tek yanlı anlatılmıyor ise - kendisinin önemsendiği görüntüsünü vermektedir. Bu bağlamda ifadeleri merkezden gelen bir müfettiş tetkiklerini andırmaktadır. Davranışlarını beğenmediği bazı görevlilerin isimlerini not aldığını ifade etmesi de bu tavrını ortaya koyar niteliktedir.

Balkan Savaşı sürecinde bir Osmanlı aydınının kendi düşünceleri çerçevesinde ifade ettiği izlenimler ve ortaya koyduğu resmî-gayri resmî veriler bölge hakkında önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Bu bakımdan bu seyahat notları özellikle bölgeye dair yerel tarih çalışmalarında bütüncül fayda sağlamak yönüyle ve Osmanlı aydın zümresi içerisinde farklı bir bakış açısı ile bölgeye bakmak bakımından da katkı sağlayabilecektir.


Dr. Abdullah CEVDET Kimdir?
“Abdullah Cevdet, 1869’da Arapkir’de doğdu. Babası Diyarbakır Birinci Tabur Kâtibi Ömer Vasfi Efendi’dir. Ma’muretülaziz Askerî Rüşdiyesi ile Kuleli Askerî Tıbbiye İdadisini bitirdikten sonra Mekteb-i Tıbbiyeye kaydoldu. Ailesinden aldığı dini eğitim kuvvetli iken burada biyolojik materyalist fikirlerden esinlendi. Bu konuda çeşitli yayınlar yaptı. 1891’de Fünun ve Felsefe adlı çalışmasının ilk taslağını hazırladı. Bu süreçte siyasete de ilgi duymaya başladı. 1889’da tıbbiyeli arkadaşları İbrahim Temo, İshak Sükûti, Mehmed Reşid ve Hikmet Emin ile birlikte daha sonra İttihad ve Terakkî Cemiyeti adını alacak olan İttihad-ı Osmani Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı. 1894’te kolera mücadelesi için geçici görevle Diyarbakır’a gönderildi. Burada iken Ziya Gökalp’in de İttihad-ı Osmani Cemiyetine kaydolmasını sağladı. İstanbul’a dönünce cemiyetteki faaliyetleri dolayısıyla Trablusgarb’a sürüldü. Burada Ahmed Rıza ve Mizancı Murad ile haberleşmeye ve yazılar neşretmeye devam etti. Durumun Mabeyn’e bildirilmesi üzerine sürgün yeri Fizan’a çevrilmek üzere irade çıkmak üzereyken önce Tunus’a oradan da Paris’e kaçtı. 1895’te Shiller’den Türkçeye çevirdiği Guillaume Tell’e yazdığı önsöz Jön-Türk çevrelerinde oldukça etkili oldu. 1897’de Cenevre’ye geçti. 1899’da Saray’la yapılan pazarlıklar neticesi Viyana Sefareti tabipliğine getirildi. Bu görevinde 1903 yılına kadar kaldı. 1904’te Jön-Türk hareketi içerisinden Osmanlı İttihad ve İnkılap Cemiyetinin kuruluşunda yer aldı. 1904’te İctihad mecmuasını kurdu. 1905’te Mısır’a geçti. Burada Prens Sabahaddin grubu ile ilişki içerisinde bulundu. II. Meşrutiyet sonrası burada kalmayı tercih etti. Dozy’nin “İslam Tarihi” isimli eserini tercüme etti. Buna karşı çok ciddi eleştiriler aldı. Bu eleştirilerin en önemlileri Manastırlı İsmail Hakkı’nın Sırât-ı Müstakîm dergisinde seri halinde yayınlanan makaleleri ve İsmail Fennî’nin İzâle-i Şükûk adlı kitaptır. Abdullah Cevdet 1910’da İstanbul’a döndü ve 24. sayıdan itibaren İctihad’ı yayınlamaya başladı. Kılıçzade İsmail Hakkı ve Celal Nuri de bu dergide idi. İctihad pek çok defa kapatıldı. Cehd, İşhad, İştihad, Âlem-i Ticaret ve Sanayi gibi isimlerle çıkmaya devam etti. İctihad dergisi Batıcıların ana yayın organı haline gelmiş iken Balkan Savaşı’ndan sonra batılılaşmanın ne derece olacağı ile ilgili tartışmalar iki grup meydana getirdi. Abdullah Cevdet tam batıcıların lideri konumuna geldi. İctihad’ın son sayısı 13 Şubat 1915 tarihinde yayınlandı. Abdullah Cevdet mütareke döneminde İngiliz Muhibleri Cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yeni yönetimi öven yazılar kaleme aldı. Bu süreçte tercüme faaliyetlerini sürdürdü. Kasım 1932’de hayatını kaybetti. “

M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Ankara 1981;
M. Şükrü Hanioğlu, “Abdullah Cevdet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, I, s. 90-93.

/Ahmet KÖKSAL
KTÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü, TRABZON.

NOT: Benzer bir çalışmaya BURADAN ULAŞILIR.

16 Kasım 2018 Cuma

Σαμψούντα / Samsun Kitapları

Samsun Ateş Şehri
Samsun bölgesindeki Oke ve Aktuvan'dan Euripides-Kırgız-Drama'da
Yazarlar: Michael C. Kaikounidis
Konu: Folklor - Gelenekler ve gelenekler
Yayınevi: Kyriakides Bros. SA 
Sayfalar: 220
Std. Yayınlanma tarihi: 22/07/2009






KAYNAK:  http://terra-pontus.blogspot.com/2018/02/blog-post_2.html