31 Mayıs 2006 Çarşamba

Sayıklamalar



Süleyman FELAMUR / SAYIKLAMALAR

26 Nisan 1986...ERTESİ GÜN…
Akşam yine arkadaşlarla takılıp, muhabbetin dozunu fazla kaçırmışız. Sabah uyandığımda radyo, televizyon ve gazetelerde “çernobil olayı” diye bir şey var. Kötü bir olay, farkına varmaya çalışıyorum.

Radyoaktif serpintiler, Sovyetler Birliği’nin doğusu, doğu ve güney, batı ve kuzey Avrupa'da ciddi bir kirlenmeye yol açmış.

İlk patlamada 32 kişi ölmüş. Radyoaktif serpinti çevreye yayılmaya başlamış. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu komşu coğrafya radrasyon tehdidi altındaymış… Bulutların yayıldığı bölgeden 135 bin kişi tahliye edilmiş…

Gözlerini oğuşturup, gökyüzüne bakanlar; “Radrasyon ne?”, “Radyoaktif madde neye denir”, “İnsanı öldürür mü?”, “Gözle görünür mü?” diye sorular sorup; bulutu, radyoaktif maddeyi meraka durdular. “Biz niye bölgeyi terk etmiyoruz?”, “Yiyeceklerimizi yıkamak yetmez mi?” soruları önüne gelene soruluyor, kavede radyasyon geyikleri yapılıyor.

“Üff akşam galiba ‘fazla kaçırmayı’ hafife alıyorum” dedim. Ama aklıma Hiroşima, Nagazaki’deki unutulmaz ‘mantar’ fotoğrafı ve yanmış insan cesetleri, ucube yaratıklar, teyze-amca bir imza ver. zehirli balıklar… Okuduklarım yaşananların kabus olmadığını bir çimdik tatlığıyla anlatıyor. Kabus yeni başlıyor aslında…

Atmosfere yayılan bulutlar ülke sınırı tanımadan ulaşabileceği yere kadar giden, göze görünmeyen bu tehlike, on binlere varan kanser vakalarına, hamilelikte düşüklere neden olmaya başlıyor.
Cahit Aral, çizgi bıyıklı, koca kafalı (fiziki anlamda), geniş duruşlu bir zat ve bakan yani gözünü sevdiğimin memleketinin yöneticisi: “Buyrun tavşan kanı çaylar bunlar, bakın ben içiyorum afiyetle…” diyor gözümüzün içine baka baka …

YILLAR SONRA…
Alaçam’dan Bafra’ya giden bir minibüste, yaşlı, aksakallı, gözleri kızarmış bir dede; ağlamaklı yanındakine: “Torunumu üç aydır Tıp’a götürüyorum. Fakat hiç birşey yapamıyorlar, gözümün önünde eriyor sâbi, içim kan ağlıyor” deyip, Doyran sapağında iniyor…Gözlerim takılı izliyorum, kilometrelerce…

2000 KIŞ

Artık 14 yıl oldu. Biz Karadeniz’e korkusuzca girdik, yüzdük. Çayı koyu ve çokca içtik. Fındıklar okullarda öğrencilere bedava ‘zihin açsın’ diye dağıtıldı. Mahallemizden, çevremizden insanlar özellikle çocuklar lösemiden, kanserden öldü. (Doğmadan ölenleri saymıyorum….)
Öğrendik ki utanmaz Cahit Aral’a üniversite ve bilimadamları da eklenmiş. Kazanın ardından Başbakanlık Radyasyon Güvenliği Komitesi, YÖK aracılığıyla üniversitelere ‘GİZLİ GENELGE’ göndererek çay, fındık ve radyasyon üzerine araştırma yapmamalarını ve yapılanları da açıklamamalarını emretmiş…

Hala tüylerim diken diken oluyor, karşımda çay içen şerefsizi gördüğümde… Samsun ili içerisinde hala kanserle mücadele eden insanların oylarını, hislerini, imdatlarını “Size onkoloji hastanesi yapacağız” diye sömüren yavşak kam emicilerden nefret ediyorum. Hiçbiri lösemili hasta çocukların ne çektiğini bilmeden pişkince “Bu bahar olmadı gelecek bahara” diyorlar…
Çernobil ilk değildi.

Unuttuk.
Acıyı, teselliyi, yeri gelince bağırmayı…
Yalnızca, belediye hopörlerinde cenaze ilanlarını dikkatlice dinleyip “Kim?”, “Gençmiydi?”, “Kanserden mi?” sorularını “Allah rahmet eylesin”le noktalayıp yolumuza gittik. Fakat Sezyum 134 ve Sezyum 137 Karadeniz kıyılarında hala yüksek imiş kimin umurunda….

İnsanı talan eden doğayı etmez mi? Felaketler Karadeniz’e parayla gelmiyor, bedava…
Variller!

Kıyıya variller vurduğunda deneyimli, bir o kadar meraklı idik. Çernobilde rasyasyonu görememiştik. Ama variller koç gibi karşımızdaydı. Varillerin üstündeki ‘Radyoaktif madde’ ve ‘Zehirli’ işaretlerini kimse dikkate almadı. Haydi önce kuma gömdüler,  “Seni gavurun malı” diyerek… Sonra “Yok canım biz zaten avrupalıyız olur mu? Çıkarın, onlara güzel pembe panjurlu ev yapalım” dediler. Terskırık köyüne… Kapı açık, pencere açık … Gir çekinme bu variller misafirperver yalnız biraz bulaşıklar. Elinizden, ağacınızdan kolay kolay çıkmaz.

Bi de televizyonlarda köylülerin işbilmez ve cahilliğini(!) görmiyelim mi? Efendim camı, çerçeveyi indirmişler içeri giriyorlarmış!

Yaaa bu şaka mı?, dalga mı geçiyorsunuz?

Kimse sormuyor bu variller böyle mi korunmalı? diye…

Sinop’ta köylü binanın yakınından kimseyi geçirmiyor. Fakat varillerin depolandığı bina, içme suyu borularının tam üstünde. Birşey olmaz dediler. Millet ölüyor eceliyle(!) ağaçlar devriliyor.
Yaaa insanın cidden siniri bozuluyor.

Neyse, onu da unuturuz…

Sahil yolu, Çam Gölü’nden sonra Gerze’ye kadar dümdüz, deniz kenarından Öküzoğlu, Töngel mahallesi hooop Gerze… Balık yuvası, ormanlık alan takan kim!

Hala umut var tarihten ve doğadan.

Karadeniz eskiden gölmüş, bakarsınız Karadeniz küser de çekiliverir cansız katmanına ; uçsuz bucaksız Karadeniz Ovası… Ye yiyebilirsen! O zaman nükleer santral de kurarsınız, varil de depolarsınız. Şöyle on şeritli, ferah otoyol da yaparsınız.

Gözlerinizden öper, sağlıklı günler dilerim…

(Kuzeyde Tütün mektup:5)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder