22 Mayıs 2006 Pazartesi

Samsun 'dan Sİvas 'a



19 Mayıs’ta Samsun’a geçen Mustafa Kemal, bu süre içerisinde ordu birlikleriyle, bölgenin ileri gelenleriyle ve halkla ilişkiler kurmuş ve kendini onlara anlatmıştı. İstanbul Hükümetinin geri dön çağrılarına uymayarak 12 Haziran’da Havza’dan Amasya’ya sivil olarak giden Mustafa Kemal’in Anadolu’yu örgütleme çabaları Erzurum ve Sivas kongreleriyle de devam etti.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’a “Samsun’a çıktığım gün genel durum ve görünüş” diye başlar. Kurtuluş Savaşının ilk adımı Samsun’a atılan adımdır.

 Neden Samsun? Çünkü, stratejik ve ekonomik açıdan da önem taşıyan Samsun, Orta Karadeniz’den Orta Anadolu’ya açılış kapısıydı. Kuzeyden Anadolu’nun içlerine geçmek isteyenler bu kuzey kapısını ellerinde bulundurmak zorundaydılar. Ayrıca İngilizler, Enver Paşa’nın Samsun üzerinden Anadolu’ya geçeceğini düşünüyorlardı.

 I. Dünya Savaşı yenilgisinin ardından Sovyetler Birliği’ne kaçan Enver Paşa’nın Anadolu’da İttihat ve Terakki’yi yeniden canlandıracağı, örgütleyeceği, Sovyet desteğiyle Anadolu’ya döneceği ve Sovyet sistemini Türkiye’de uygulayarak İngilizler’i ülkeden kovacağı endişesi, İngilizler’i Saray üzerinde baskı yapmaya ve bu tehlikeyi gidermek için önlemler almaya zorluyordu.(Öz: 2000;37) Enver Paşa’nın Anadolu’ya Samsun’dan çıkacağı düşünülüyordu. Önlem olarak da hem İngilizler hem de Saray için güvenilir bir kişi olan Mustafa Kemal, tam yetkiyle Anadolu’ya gönderildi. Mustafa Kemal’in görevi; ateşkes sonrası Anadolu’da filizlenen ulusal kıpırdanmaları yok etmek, sindirmek, baskı oluşturmak ve bu yolla halkın İngilizler’e ve Saray’a itaatini sağlamak, ayrıca bilinçli olarak çıkarılan “Türkler Anadolu’da Rum köylerine saldırıyor” propagandası çerçevesinde Rumları Türklerden korumaktı.

Görevi alana kadar İngilizler ve Padişah Vahdeddin’le ilişkilerini sıcak tutan ve olumlu sonuç almak için araya aracılar koyan Mustafa Kemal’in düşüncesi farklıydı: “Uygun bir zaman ve ortamda İstanbul’dan kaybolmak, basit bir düzenlemeyle Anadolu içine girmek, bir süre adsız çalıştıktan sonra, bütün Türk ulusuna felaketi duyurmak… Ulusal direnişi İstanbul’dan değil, Anadolu’dan yönetmek.”(Öz: 2000; 25)

Anadolu’ya kaçma planları yapan M. Kemal, tam yetkiyle 9. Ordu müfettişi olarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastı. Ülkenin durumu pek de iç açıcı görünmüyordu. Atatürk Nutuk’ta ülkenin durumunu şöyle anlatıyor: (Atatürk, s:7)

 “Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu topluluk Genel Savaş’ta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda sarsılmış, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış, Büyük Savaşın uzun yılları içinde, ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve ülkeyi Genel Savaş’a sokanlar, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife görevinde bulunan Vahdeddin soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki Hükümet; yetersiz, aşağılık, korkak, yalnız padişahın isteklerine bağlı ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş. Ordunun elinden silahları ve savaş gereçleri alınmış ve alınmakta...”

Padişah Vahdeddin Mustafa Kemal’i iyi tanıyordu ve hakkında olumlu kanıya sahipti. Bu nedenle görevi verirken tereddüt etmedi, üstelik Mustafa Kemal’e görevini rahat yapabilmesi için 14 Mayıs 1919 tarihinde “Hattı Hümayun” verdi. Ancak Mustafa Kemal bu Hattı Hümayun’u hiçbir zaman kullanmadı. Hatta bu belgeden yanındaki kimsenin haberi olmadı. Hattı Hümayun’da; “Hükümdarlığımın yardımcısı Kurmay Tuğgeneral Mustafa Kemal Paşa’ya

 Genel Savaşın Bağlaşıklar(Üçlü İttifak) adına yitirilmesi üzerine ortaya çıkan siyasal durum yüce soyumun mülkü ile saltanat ve halifelik makamını çetin ve tehlikeli bir ortama sürüklediğinden yüce hükümetimin kararı ile atandığınız bölgede düzeni sağlamak ve yeni ortaya çıkan bağlılığa aykırı durumların tümünü yasaklayıp ortadan kaldırma konusunda çaba göstererek ulusumun güvenliğini sağlamak ve mülkümü karışıklıktan kurtarmak için birlik olarak hareket edilmesini selamlarımla asker, memur ve halka bildirilmesini buyururum” deniliyordu.

Bazı tarihçiler, bu Hattı Hümayun’a bakarak Padişah’ın Mustafa Kemal’i bilinçli olarak, bir kurtuluş savaşı başlatsın ve ülkeyi kurtarsın diye Anadolu’ya gönderdiğini ileri sürmektedirler. Oysa Padişahın, Anadolu’ya geçer geçmez kurtuluş savaşı hazırlıklarına başlayan Mustafa Kemal’i destekler bir hareketi yoktur. İlk iş olarak Mustafa Kemal’i İstanbul’a çağırmış, başarılı olamayınca O’nu ve kadrosunu ölümle cezalandırmış, Anadolu halkının M. Kemal’den kopmasını amaçlayan fetvalar göndermiş, Halife ve Kuva-i İnzibatiye orduları kurdurarak Anadolu’ya saldırtmış ve yer yer ayaklanmalar çıkarttırmıştır.

18 kişilik heyetiyle Samsun’a geçen Mustafa Kemal’e eski bir Rum evi tahsis edildi. Fakat evin bulunduğu sokağın hemen alt köşesinde bir İngiliz karakolu vardı. Göz önünde bulunmak istemeyen Mustafa Kemal, böbreklerindeki rahatsızlığı bahane ederek 80 km. uzaklıktaki Havza Kaplıcalarında dinlenmek için karargahıyla birlikte 25 Mayıs günü Havza’ya geçti.

8 Haziran 1919 tarihinde Harbiye Nazırı Mustafa Kemal’i İstanbul’a geri çağırdı. 19 Mayıs’dan beri Anadolu’da bulunan Mustafa Kemal, bu süre içerisinde ordu birlikleriyle, bölgenin ileri gelenleriyle ve halkla ilişkiler kurmuş ve kendini onlara anlatmıştı. Bu nedenle bu çağrıya uymadı ve resmi görevinden ayrılarak, 12 Haziran’da Havza’dan Amasya’ya sivil olarak gitti.

Amasya Genelgesi
Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli örgütlerini birleştirmek için Sivas’ta bir genel kongre toplama kararındaydı. Bu nedenle emir subayı Cevat Abbas Bey’e, 21 Haziran’ı 22 Haziran’a bağlayan gece bir genelge yazdırdı. Genelge, ulusal kurtuluş savaşının çıkış noktasıydı. Mustafa Kemal tarafından yazdırılıp imza edilen bu gizli genelgeye Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay ve Refet Bele de imza attılar.

     Genelge şu maddeleri içeriyordu: (Özel;1992:53)

     -Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir.
     -İstanbul Hükümeti, üzerine aldığı sorumluluğun icaplarını yerine getirememektedir. Bu hal milletimizi adeta yok olmuş gösteriyor.
     -Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır.
     -Milletin içinde bulunduğu durum ve şartlara göre harekete geçmek ve haklarını yüksek sesle cihana işittirmek için her türlü tesir ve kontrolden uzak milli bir heyetin varlığı zaruridir.
     -Anadolu’nun her bakımdan en emniyetli yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır.
     -Bunun için bütün vilayetlerin her sancağından milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin mümkün olduğu kadar çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması icap etmektedir.
     -Her ihtimale karşı, bu meselenin bir milli sır halinde tutulması ve temsilcilerin, lüzum görülen yerlerde, seyahatlerini kendilerini tanıtmadan yapmaları lazımdır.
     -Doğu vilayetleri adına, 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. Bu tarihe kadar diğer vilayetlerin temsilcileri de Sivas’a gelebilirlerse, Erzurum Kongresi’nin üyeleri, Sivas umumi kongresine katılmak üzere hareket ederler.

Böylelikle İstanbul’dan tamamıyla kopan Anadolu kendi kaderini kendi belirleyecekti. Genelge askeri ve sivil makamlara şifreli olarak gönderildi.

Genelge, İstanbul Hükümeti’ni yeterince rahatsız etmişti. Mustafa Kemal’in Anadolu’yu örgütlemesi hızlanıyordu. Önüne geçilemez bir biçimde gelişen bu hareket, ulusun kurtuluşuna kadar devam etti. Genelge İstanbul Hükümeti’ni ülkenin kurtuluşu için yeterli görmüyor, hatta bir engel olarak kabul ediyordu. Bu durumda halkı yine halkın azim ve kararlılığı kurtaracaktı. Bu nedenle o günün zor şartlarında bile halkın temsilcileri toplantıya çağrılıyordu.


İstanbul Hükümeti’nin Dahiliye Nazırı Ali Kemal’di. Mustafa Kemal’in Anadolu’daki örgütlenme faaliyetleri onu rahatsız etmekteydi. Üstelik Mustafa Kemal görevden çıkarılmıştı ve onunla resmi bir ilişkiye girilmemesi gerekiyordu. 23 Haziran 1919 tarihinde Dahiliye Nazırı bir genelge göndererek, Mustafa Kemal’in İngiliz Olağanüstü Temsilcisinin isteği ile görevinden alındığını, fakat buna rağmen bu emre uymayarak Müslüman halkı haksız yere kırdırmaya devam ettiğini duyurduktan sonra, Dahiliye Nazırı olarak, görevinden alınmış bir kimse ile hiçbir şekilde ilişki kurulmaması, isteklerinin yerine getirilmemesini bildiriyordu. Ali Kemal ayrıca, Paris’teki barış konferansında Osmanlılığın kaderi görüşülürken, bundan böyle eski yaptığımız delilikleri tekrar etmememiz gerektiğini de duyuruyordu. (Akın;1989:102)

Ali Kemal, hükümette fazla kalamadı. Genelgeyi gönderdikten üç gün sonra Sadrazam’a istifasını verdi. Ancak Ali Kemal’in görevinden ayrılması, genelgenin etkisini azaltmadı. Elazığ Valisi olarak görevlendirilen Ali Galip görev yerine giderken, Sivas’ta Mustafa Kemal aleyhine çalışmalarda bulunarak, Sivas Valisi Reşit Paşa’yı onu tutuklaması için kışkırtmaya başladı. Bunu haber alan Mustafa Kemal, 26 Haziran’da Amasya’dan hareket etti. Tokat’a varır varmaz telgrafhaneyi denetim altına aldırarak hiç bir yere haber sızdırılmamasını sağladı. 27 Haziran’da Sivas’a hareket etti. Tokat-Sivas arası altı saat sürüyordu. Tokat’taki yetkililerden Sivas valisine bir telgraf çekilmesini ve oraya geldiğinin bildirilmesini istedi. Ancak telgraf hareketinden altı saat sonra gönderilecekti. Bu sürede de Sivas’a varmış olacaklardı.

Ali Galip, Reşit Paşa’yı, Mustafa Kemal’in tutuklanması gerektiğine inandırmaya çalıştığı bir sırada telgraf geldi. Reşit Paşa da telgrafı Ali Galip’e uzatarak “İşte geliyormuş, buyurun tutuklayın” dedi. Kaçamak bir yanıtla Ali Galip “burası benim yetkim içinde değil” dedi. Mustafa Kemal’i karşılamaya karar verdiler. Ali Galip, o gece sabaha kadar, Mustafa Kemal’e, onun yanında yer aldığını, amacının ona hizmet olduğunu söyleyerek, inandırmaya çalıştı.

Erzurum Kongresi
Mustafa Kemal 28 Haziran sabahı Erzurum’a hareket etti. Bir hafta süren bir yolculuktan sonra 3 Temmuz günü Erzurum’a vardı. Delegeler henüz Erzurum’a varamamıştı. Bu nedenle Kongre 23 Temmuz’da toplanabildi.

Kongre toplanana kadar geçen sürede Mustafa Kemal, kurtuluş mücadelesi için önemli toplantılar yaptı. Erzurum Valisi Münir Bey ile Bitlis Valisi Mazhar Müfit Bey, İstanbul Hükümeti tarafından merkeze çağrılmışlardı. Valileri İstanbul’a göndermedi. 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, yanında bulunan Rauf Bey, Kurmay Başkanı Kazım Bey, Hüsrev Bey ve Doktor Refik (Saydam) Beyle bir toplantı yapılmasını istedi.

Kongre öncesi yapılan bu toplantıda Mustafa Kemal çok önemli bir konu üzerinde duruyordu. Ülkenin bağımsızlığına kavuşabilmesi için şiddetli bir mücadeleye girişmek gerekiyordu, fakat bu gizlice yapılacak bir şey değildi. Artık ortaya çıkılmalı ve açıkça sesimiz tüm dünyaya duyurulmalıydı. Mücadeleyi sürdürebilmek için biri lider olarak seçilmeliydi. Mustafa Kemal bu liderin mutlaka kendisi olması gerektiğini söylemiyor, aksine arkadaşlarından kendi aralarında görüşmeler yapmalarını, ama en kısa süre içinde mutlaka kesin bir karara varmalarını istiyordu. Daha sonraki toplantıda lider Mustafa Kemal seçildi, diğerleri de kendisine yardımcı olacaklardı.

 Anadolu’daki çalışmalar, İngilizlerin sıkıştırmaları İstanbul’u bunaltıyordu. Mustafa Kemal’in tutuklanması gerekiyordu. Baskılar iyice artmaya başlamıştı. Sonunda 8 Temmuz’u 9 Temmuz’a bağlayan gece Mustafa Kemal, İstanbul’a bir telgraf çekerek görevinden ve mesleğinden ayrıldığını bildirdi. Mustafa Kemal, askerlikten ayrıldıktan sonra komutanların kendisine nasıl davranacaklarını kuşku ile beklemeye başladı.

Kazım Karabekir Paşa ziyaretine geldi. Yanına girdi ve rütbesinin kendisinden küçük olduğunu belirtircesine hazır ola geçip sert bir selam verdikten sonra “size emrinizdeki subay ve erlerin saygılarını sunmaya geldim. Geçmişte olduğu gibi bizim saygıdeğer komutanımızsınız” dedi.(Akın; 1989:105)

Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919 günü bir okul binasında açıldı. İlk toplantıda Mustafa Kemal başkan seçildi. İlk konuşmasında Anadolu’nun durumunu, düşman saldırılarını ve ulusa kurtuluş gücünün Anadolu’da olduğunu anlattı. Kurtuluşun gerçekleşebilmesi için Millet Meclisi’nin kurulması ve bir hükümetin oluşturulması gerekliliği üzerinde durdu.

Kongre 14 gün sürdü. 54 delege ile toplanan Kongrede alınan kararlar şunlardı: (Özel;1992:53)

     -Milli sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz.

     -Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı hükümetinin iş yapamaz duruma gelmesi halinde, millet topyekün kendisini savunacak ve direnecektir.

     -Vatanı korumağa ve istiklali elde etmeğe İstanbul Hükümeti muktedir olamadığı takdirde bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümetin üyeleri milli kongrece seçilecektir. Kongre toplanmamışsa, bu seçimi Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Kurulu) yapacaktır.

     -Kuva-i Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel prensiptir.

     -Hıristiyan azınlıklara siyasi hakimiyet ve sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez.

     -Manda ve himaye kabul olunamaz.

     -Milli Meclis’in derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır.

Erzurum Kongresi sadece doğu illeri için toplanmış bir kongre olmasına rağmen aldığı kararlar ulusaldır. Tam bağımsızlık tüm yurt için geçerli kabul edilmiştir. Temsil heyetinin seçilmesi ile de bundan sonraki çalışmaların nasıl yapılacağı ortaya çıkmış ve daha sonra toplanacak Sivas Kongresi’nde izlenecek yol belirlenmiştir.


Sivas Kongresi
Amasya genelgesi ile duyurulan Sivas’ta toplanacak milli kongre kararına ilk tepki 7 Temmuz 1919’da İstanbul Hükümeti’nden şu şekilde geldi. (Kurtuluş Savaşı Ansiklopedisi;1985:177)


     “Sivas Valiliği’ne:

     Sivas’ta bir milli meclis kurulması hakkında teşebbüslerde bulunulduğu ve bunun için son Meclis-i Mebusan üyelerine davetiyeler gönderildiği özel surette haber alındığından, bunun doğruluk derecesi ile bu mevzudaki malumatınızın ivedilikle bildirilmesi.

     Dahiliye Nazırı Vekili İbrahim”

     Reşit Paşa bu tel yazısına şu cevabı gönderdi;


“Sivas’ta eski mebusların davetiyle bir milli meclis kurulması hakkında ne bir teşebbüs, ne de düşünce vardır. Yalnız evvelce Cemiyetler Kanunu uyarınca resmi izin ile kurulmuş olan vilayat-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti’nin Erzurum şubesi tarafından yapılan davet üzerine Doğu illerinin her şubesince yapıldığı gibi Sivas şubesince de iki delege seçilerek üç beş gün sonra Erzurum’da kongre halinde bir toplantı yapılması teşebbüsünde bulunulduğu ve oradaki görüşme sonunda lüzumuna karar verilirse sonradan Sivas’ta böyle bir toplantı yapılması düşünüldüğü anlaşılmıştır. Haber bundan galat olmak gerekir. Vilayet polis dairesinin soruşturması bu merkezde olduğu gibi hususi bilgilerim de bunu doğrulamaktadır. Bununla birlikte Sivas’ta buyurulduğu gibi bir milli meclisin toplanması için başka taraftan çağrı ve teşebbüs olduğu düşünülmekte ise bu hususun yüksek nezaretçe ihbarda bulunan yerden soruşturulması uygun olur… Ferman…” 

Vali ve İstanbul arasındaki telgraflaşmalar sürüp gitti. Bu arada Mustafa Kemal Erzurum’dayken bir gün Sivas Valisi’nden bir telgraf aldı. Vali, Bruneau adında bir Fransız Binbaşısının kendisini görmeye geldiğini ve Sivas’ta bir kongre toplanırsa 15 gün içinde Fransız askerlerinin şehri işgal edeceklerini söylediğini bildiriyordu. Reşit Paşa Sivas’ın işgal edileceğinden korkmuş ve kongrenin Erzincan’da yapılmasının daha doğru olacağını belirtiyordu. Mustafa Kemal için bu kabul edilir bir şey değildi. Valiye bunun bir blöf olduğunu ve kongrenin Sivas’ta toplanacağını bildirdi. Heyet, 29 Ağustos 1919 günü Erzurum’dan Sivas’a doğru yola çıktı.

2 Eylül günü Sivas’a vardılar. Kongrenin toplanmasından önce başkanlık için bazı kıpırdanmalar oldu. Bazı delegeler Mustafa Kemal’in başkan olmasına karşıydı. Açılış günü başkanlık koltuğunda davet sahibi olarak Mustafa Kemal oturuyordu. Bir delege, kongrede başkanlığın devamlı olmamasını ve her oturum için başka başkanın seçilmesini önerdi. Seçim, delegenin adının ilk harfi ve temsil ettiği ilin ilk harfi dikkate alınarak gerçekleşecekti. Mustafa Kemal bunu oylamaya sundu ve açık oylamada öneri reddedildi. Gizli oyla yapılan başkanlık seçiminde Mustafa Kemal 32 oyun 29’unu alarak başkan seçildi.

Sivas Kongresi 4 Eylül 1919 Perşembe günü saat 15’te Mustafa Kemal Paşa başkanlığında çalışmaya başladı. Kongrenin çalışmaları sekiz gün sürdü. Alınan kararlar şöyleydi:(Özel;1992:54)

     -Milli sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür. Birbirinden ayrılamaz.

     -Her türlü işgal ve müdahaleye karşı, millet birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir.

     -İstanbul Hükümeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa, vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.

     -Kuvayı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel prensiptir.

     -Manda ve himaye kabul olunamaz.

     -Milli iradeyi temsil etmek üzere Millet Meclisi’nin derhal toplanması mecburidir.

     -Aynı gaye ile milli vicdandan doğan cemiyetler “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilmiştir.

     -Milletimiz çağdaş gayelerin büyüklüğüne inanır ve teknik, sınai ve iktisadi durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder.

     -Mukaddes maksadı ve umumi teşkilatı idare için kongre tarafından bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir.

Sivas Kongresinin en önemli konusu Amerikan mandası olmuştu. Delegelerin çoğu Amerikan mandasının en iyi çözüm olduğu kanısındaydı. Bunun bağımsızlığımızı etkilemeyeceğini, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan ile savaşmak için Amerikan garantisine ihtiyacımız olduğunu savunuyorlardı. Mustafa Kemal, Amerikan güdümünü isteyenleri susturabilmek için, Rauf Bey’in Amerikan Kongresi’ne yönelik bir mektup yazılması ve bir heyet davet edilmesi önerisini oylamaya sundu ve öneri oy birliğiyle kabul edildi. Amerikan Kongresi’ne hitaben bir mektup yazıldı ve imzalandı.

Sivas Kongresi’nin bitiminden bir hafta sonra General Harbord Başkanlığında bir heyet Sivas’a geldi. Ancak General Harbord, Mustafa Kemal ile Amerikan mandası sorununu konuşmadığı gibi, ayrıca bu genç, dinamik ve ulusuna güvenen lidere öylesine hayran kaldı ki, onun davasını kazanacağına emin olduğunu söylemekten de çekinmedi. Böylece manda konusu kapanmış oldu.

Görüldüğü gibi İstanbul hükümetinin yetersizliği, padişahın basiretsizliği sonucu kaybedilen topraklar ve Anadolu’nun kendi kaderine terk edilmesi, Sivas ve Erzurum Kongreleriyle filizlenen ulusal bağımsızlığın tekrar elde edilebileceği fikriyle, Anadolu’da milli birlik ve bütünlüğü sağladı. Artık İstanbul olmadan da bir şeylerin başarılabileceği, halkın kendi kaderini kendisinin çizebileceği kabul edilemez değildi. Halkın önünde, onları tüm dertlerinden ve esaretten kurtaracağını vaat eden bir lider vardı. Başarı için öncelikle buna inanmak gerekiyordu. Mustafa Kemal için en kolay iş halkı inandırmaktı.

     Kaynaklar:

     1- İlhan Akın, Türk Devrimi Tarihi, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., İstanbul, 1989
     2- Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Sabah Yayınları, İstanbul
    3-Baki Öz, Atatürk’ün Anadolu’ya Gönderilişi Olayının İç Yüzü I, II, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, Aralık, 2000
     4-Mehmet Özel, Atatürk, T.C.Kültür Bakanlığı, Milliyet Gazetecilik A.Ş., İstanbul, 1992
     5- Atlaslı Kurtuluş Savaşı Ansiklopedisi, Bulvar Gazetesi Yayınları, İstanbul, 1985 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder