14 Mayıs 2006 Pazar

Mustafa Kemal Samsun 'da-VI



RUS ALBAY BUDENNİ İLE MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN
HAVZA’DA GÖRÜŞMESİ
Atatürk Samsun’dan Havza’ya gittiği sırada orada bulunan Rus Heyeti kendileriyle görüşmek ister. Atatürk bu heyeti kabul eder. Başlarında bulunan Albay Budenni (Sonradan Mareşal olmuş ve onuncu yılda tekrar Türkiye’ye gelmiştir.) Lenin’in, Stalin’in ve Troçki’nin en güvendikleri kimseydi. Bu görüşme ile ilgili araştırmalar yapan araştırmacıların bu görüşme ile ilgili tespitleri şu şekilde karşımıza çıkmaktadır:

1-Samih Nafiz Tansu (Hüsamettin Ertürk’ün anılarını dinleyerek.) : “Heyetin başında Rus Albayı Budenni bulunuyordu. Bu pala bıyıklı babayani askerle, Mustafa Kemal’in ahbaplığı süratle ilerlemiş ve kısa zamanda dost olmuşlardı.

2- Selahi R. Sonyel: “ Sovyet Rusya ilişkileri resmi olmayan bazı kişiler ya da kurullar aracılığıyla yürütülüyordu. Bunların en önemlisi 1919 Mayıs’ında Albay Semen Mihailoviç Budenni’nin başkanlığındaki kuruldur. Mustafa Kemal, Haziran’ın ilk günlerinde, Ali Baba’nın Mesudiye Oteli’nde Albay Budenni’yi kabul ediyor.”

3- Hasan İzzettin Dinamo: “-Mustafa Kemal’in politik kişiliği karşısında, Budenni aldanmıştı diyemeyeceğiz, her iki kumandan da çok tecrübe görmüş insanlardı.”

4- Ali Kemal Meram: “-(...) Havza yolculuğu hiç de uluorta bir yolculuk değildir.(...) Çünkü Havza’da Mustafa Kemal’i bekleyenler vardır. Bu bekleyenler Rusya’dan gelmiş bir Sovyet Delegasyonu’dur.

5-Sebahattin Selek:”- Mustafa Kemal Paşa’nın Havza’da bulunduğu günlerde bir Rus Albay (Ünlü Rus Mareşali Budenni) Havza’ya gelerek Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüştür.”

Bu konuda bu görüşmeyi doğrulayan daha pek çok bilim adamı, araştırmacı ve yazar vardır.


ATATÜRK REDDETTİ
Albay Budenni (Budieni), görüşme sırasında Atatürk’e şöyle demiştir: “-Mondros Mütarekesi ile ordularınız silahtan tecrit edilmiş, bütün silah ve cephane depolarınıza el konulmuş, bu şartlar altında bir tarafta Yunanlılar, diğer tarafta Ermeniler ve Pontuscular... Anadolu’nun her tarafındaki işgal kuvvetleri ile nasıl mücadele edeceğinizi bir türlü anlayamıyorum. Ne topunuz, ne tüfeğiniz, ne cepha-neniz, hatta ne yiyecek ve içeceğiniz, ne de paranız var. Üstelik Padişah da bugünkü galiplerle çalışmaktadır.”

Atatürk: “-Evet, Albayım.” dedi, “Durumumuz cidden naziktir. Fakat, işte bizim milletin özelliği de, böyle felaketli zamanlarda iş görmesi, harikalar yaratması olacaktır. Siz müsterih olunuz, müşterek düşmana karşı bizi tahmin ettiğinizden daha tehlikeli ve hesaba katmaya değer bir kuvvet olarak bulacaksınız. Buna da şaşmayınız.”

Albay Budenni, şu teklifte bulundu: “-Generalim, bütün ihtiyacınızı tamamlamaya Rusya’nın hazır olduğunu size bildirmek görevini üzerime almış bulunmaktayım. Size top, tüfek, cephane, para verelim. Muktedir subaylar gönderelim. Yalnız bir şartımız var.”

Atatürk şartın ne olduğunu sordu. Budenni de şartları şöyle sıraladı:

“- Sovyetler Birliği’ne katılınız. Siz de federal cumhuriyetlerden biri olunuz, bu suretle kuzeyden güneye kadar Murmansk’dan Süveyş’e kadar kapitalist ve emperyalist devletlere karşı bir cephe kurulmuş olacaktır.”

Bu yardım isteğine karşılık Atatürk şu cevabı verdi: “Değerli subaylarınızın Sovyet yurdunda önemli görevleri vardır. Biz Türkler kendi yağımızla kavrulmayı tercih ederiz. Sovyetler topluluğunda bir Cumhuriyet olmaya gelince, biz Türklerin milliyet anlayışına aykırıdır. Siz, gelin müşterek düşmana karşı bizi eşit bir savaşçı olarak kabul edin. Bize bu kadarı yeter.”

Havza konuşması, Atatürk’ün kafasında bir tek düşüncenin yer etmesine sebep oldu. O da Rusya’nın yardımını temin etmek. Rusya ile birleşen bir nokta vardı: Aynı düşmana karşı her iki memleketin fiilen mücadeleye girişmiş olmasıydı. Yapılan anlaşmayla Ankara Hükumeti’ne yardıma başlayan Bolşevikler bu yardımı yaparken bir yandan da Milli Kurtuluş Hareketi’ni bir işçi ve köylü ihtilali durumuna getirmek ve Anadolu’da komünizmi yaymak için geniş bir faaliyete giriştiler.

Bolşevikler Anadolu’ya kalabalık bir heyet gönderdiler. Bu heyetin başında Mustafa Suphi bulunuyordu. Bunların maksadı, Anadolu’da bir “Türk Şuralar Cumhuriyeti” kurmaktı.

Bu sıralarda, Mustafa Suphi’nin kumandası ve idaresi altında Kızılordu’nun müşterek düşmana karşı savaşmak için Anadolu’ya girme teklifini Atatürk şiddetle reddetti. Bu durum karşısında Atatürk, Ankara’daki Sovyet Rusya Elçisi’ne şunları söyledi: “ Türkler, Batı emperyalistlerine karşı bir ölüm-dirim savaşına girişmişlerdir. Bu savaşı muhakkak kazanacaktır. Türkiye’de yapılacak olan devrimleri, Türkler kendileri yapmak kararındadırlar. Kızılordu’nun yardımını hoş karşılayamazlar. Türk Milleti, mağrur ve hassastır. Her türlü mücadele gücünü kendi damarlarındaki kanda bulmaktadır.” Böylece Atatürk, Kızılordu’nun Anadolu’ya girmesini önledi.

Kızılordu’nun Anadolu’ya girmek istemesi üzerine Mareşal Fevzi Çakmak şunları söylemiştir.: “ Ruslar, bize yardımı bahane ederek Anadolu’ya Kızılordu’dan birtakım kolordular sokacaklar, müşterek düşmana karşı dövüşüyoruz bahanesi ile memleketi işgal ve istila edeceklerdi. Dostça içeri giren bu düşmanı, bağrımızdan çıkarmak belki de mümkün olmayacaktı. Lenin’in güvenini kazanmış olan Mustafa Suphi de Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olacaktı. Trabzon’a kadar bir heyet halinde gelmiş olan Bolşevik subaylar, Kızılordu ile Ankara’ya gelecek Büyük Millet Meclisi’ni dağıtacak, sözde yeni bir seçimle komünist düzeni getireceklerdi. Mustafa Kemal’in büyüklüğü, bir işe ne zaman başlanacağını, nasıl yürütüleceğini ve ne zaman o işe son verileceğini bilmesindeki emsalsiz kabiliyeti idi. O, bu işe tam zamanında darbeyi indirmişti. “

Büyük Millet Meclisi’nde “Sovyet Rusya’nın yardım meselesi görüşülürken, Kızıl Ordu’nun fiilen yardımının temini düşünülüyor mu ?” sorusu üzerine Atatürk şunları söyledi.

“Sovyet Hükümeti ile dostluk ilişkilerimizin gelişmesine her zaman gayret etmekteyiz.. Fakat bu gayret, Bolşevik ordularının fiilen yardımı anlamına alınmamalıdır. Biz, her milletin kendi iradesi ile tercih edeceği idare şekline kavuşması düşüncesindeyiz. Ve bunun için mücadele ediyoruz.”

Bir askeri yardımın ve müdahalenin memleketlerin başına ne gibi felaketler getirdiğini, ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra gördük.

Atatürk 1919 yılında bunu yüksek iradesi ile reddetti.

“Atatürk sağ olsaydı acaba ne derdi? :” Atatürk, cevabını 1919’da verdi. Ve diyeceğini dedi. “ *(Resimlerle Atatürk Hayati İlkeleri Devrimleri, S.Kemal Karaalioğlu, İnk. Aka. Kit. İst.1981 s.60)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder