27 Mayıs 2006 Cumartesi

AYANDON FIRTINASI -Denize Vura Vura Gideceğiz.

Artık sabah oluyordu. Biz takımı bırakmak zorunda kaldık. Dönmeden önce biraz arayalım onları öyle döneriz dedim. Personelden; “Buradan kurtulalım olmazsa, Rusya’ya ineriz“ diyenler vardı. Fakat bu kadar balık ve ağlarla orası bize büyük sıkıntı verirdi. Son çare olarak Rusya’ya sığınmak zorunda kalabilirdik.

Rotamızı 180 derece yapıp yola koyulduk. Herkes uykusuz ve yorgundu. Teknenin burnunu Türkiye’ye çevirmek umut vermişti bize. Fakat içimde Ayandonun bitip bitmediğine dair bir endişe vardı. Sabah saat sekiz gibi Erol yanıma geldi. Balıkları buzladıklarını, aşağıda ufak tefek işlerin kaldığını söyledi. Bu arada ağların durumunu konuştuktan sonra dümeni ona bıraktım.

Hava da iyiden iyiye değişyordu. İnsanın denizin ortasında yapayalnız kalması umutsuzluğumuzu arttırıyordu. Avni Reis teknesini tekrar kaybetmemiz moralimizi bozuyordu. Aklımdan bir sürü senaryo geçiyordu. Ne yapmalıydım?

Erol’a dümeni bıraktıktan sonra biraz dinlenmek istedim. Biraz sonra teknenin dalgalara sert vurmasıyla tekrar ayağa kalktım, uyuyamadım. Hemen Erol’un yanına gidip dümeni tekrar aldım. Uykusuzluk ve yorgunluk iyice bastırmıştı. Nasıl seyir yapacağımı bilemiyordum.

6. gün olmuştu, personel de yorgun ve moralsizdi. Fırtına gündoğusundan esmeye başladı. Kar teknenin borasına giriyor, önümüzü göremiyorduk. Bu sert rüzgar ve kar beni iyice ayıltmıştı. Üst üstte gelen dalgalar teknenin rotadan çıkmasına neden oluyordu. Bir yandan koordinatlara bakıp ne kadar yolumuz var ona bakıyordum.  Hızımız iki mile kadar çıkmıştı ve rotadan 15 derece sapmıştık. Tekrar düzeltmeye çalıştım. Seyir düzelmeye başlamıştı derken hızımız düşmeye başladı. Bu seyirle Ayancık limanına gidebilirdik.

Arkadaşlardan durum raporu aldım. Mazot normal, suyumuz az, ekmek hiç kalmamıştı. İki gün daha direnebilir miydik? Tayfadan hasta olanların vardiyaya çıkmaması çalışanların daha fazla yorulmalarına neden oluyordu. Makine dairesinde çalışanlar artık hallerinden şikayet ediyordu.

Rüzgarın sertleşmesiyle, güverteyi döven dalgalar seyri zorlaştırıyordu. Bunun üzerine rotayı 220 dereceye aldım. Çünkü bizim için önemli olan kıyıya ulaşmaktı. Yeni rotayla Karadeniz Ereğlisi ya da İstanbul Boğazı’nı yakalabilirdik. Rüzgarın etkisiyle uykusu olanlarda korkudan uyuyamıyorlardı.

Makine dairesinden tekrar rapor istedim. Okan geldi; “Bu deniz eğer gece de olursa ne yaparız” dedi. Başımı batıya çevirdim, kararmıştı. Şimdi hava kuzeyli bir fırtınaya döner diye düşünürken tekne bir anda savruldu. Hareret saati yükseldi, makineyi ağırladım. Herkesin yüreği ağzına geldi. Makine arızası olabilir diye düşündüm, sakin olmaya çalıştım. Makineyi yol veremiyorduk, her yatış  kalkışta tulumba hava yapıyor, Makine soğumuyordu. Sürekli gaz kesip baş yapıyordum. 

Zaman artık aklımızdan çıkmıştı canımızı nasıl kurtarabilirdik derdimiz buydu. Kırım’a yönelirsek kurtarabilir miydik? Bunu düşünmeye başladım. Oranın bize uzaklığı 70 deniz miliydi, uzaklığını cihazdan hesaplayabiliyordum. Gece olmadan limana girmeliydik.

Deniz bir anda normale döndü. Kırım’a doğru yol almaya başlamıştık yani geriye dönmüştük. Akşam saatlerine doğru çıkan borayla havanın batı olduğunu gördük. Artık Kırım’a gitmekte zordu. Yeniden rüzgarı bordaya alıp rotayı Sinop yaptım. Hava kararmış, yolumuzu göremez olmuştuk. Herkes korku ve endişeyle yanımda toplanmıştı. Bu son gecemiz der gibi bana bakıyorlardı.

Seyrimiz 6-7 mil olmuştu, rüzgarın sertliği içimizi yakıyordu. Güvertede herşey normale dönmüştü. En dinlenik olanımızı, Yaşar’ı yanıma çağırdım, dümeni ona bıraktım. Biraz uzandım. Teknenin iyice yattığını hissedince yerimden fırladım. Sonumuz geldi mi? diye düşünürken, dümeni topladım. Yaşar’a ne zamandır uyuduğumu sordum. 20 dakika dedi. Öyle uyumuşum ki 20 saat uyumuş gibiydim.

Gece yarısı olmak üzereydi. Sinop’a 105 mil kala hava lodostan 90 kilometre hızla esmeye başladı. Sinop da hayal olmaya başladı.  Makine dairesinden yine rapor istedim. Eğer böyle zik zak yaparak yol alırsak yakıtımız yetmeyeceğini söylediler. Bu arada telsizden bir ses geldi. Hemen irtibat kurmak için davrandım. Gemi kaptanı cevap verdi, kendimi tanıttım. Yedi gündür denizde olduğumuzu söyledim. O da bize; “Nasıl olur? Dört gündür rüzgar yüzünden Samsun limanından ayrılamadık. Bugün dört römorkör yardımıyla iskeleden ayrılabildik. Yolumuz Rusya’nın Navoroski limanı...” dedi.

Rotamızı sordu. Ben de; “Şu anda lodostan rotamız Samsun üzerinden Terme olabilir” dedim. “Sizin için ne yapabilirim? Eğer isterseniz Türkiye’yi arayabilirim.” dedi. “Aramanıza gerek yok, yalnız bizim için hava raporu alabilir misiniz” dedim. Balıkçı ve gemiciler için 24 saatlik hava raporunu geçti. Havanın, saatte 100 kilometre kuvvetinde lodos, ikazlı fırtına olduğunu belirtip bana şans diledi... Ben de sanki can değil de onur mücadelesinin içinde personel adına teşekkür ettim.

Arkadaşların hepsinde yeniden bir umut doğdu ama meraklı gözle bana bakıyorlardı. “Bu tekne Türkiye’ye inecek”dedim. Tüm endişeleri güvene dönüşmüş gibiydi. İçimden Allah’a yalvarıyordum, bize yardımcı olsun diye...

Sabah gün ışırken fırtınanın sertliği aynıydı. Lodos geceleri sert gündüzleri yumuşardı.  6-7 gibi cihaza baktığımda rotamızın Samsun Terme’yi aştığını farkettim. Ümitsizce rotayı Trabzon tarafına verdim. Artık bu son şansımızdı. 48 saattir Türkiye kıyılarına yaklaşamıyorduk. 15 saatte kıyıya sadece 20 mil yaklaşabilmiştik.

Kendimi toparlamaya başladım ve karar verdim. Denize kafa tutmanın zamanı gelmişti. Herkesi yanıma çağırdım; “Denize vura vura gideceğiz, başka çaremiz yok. Son şansımız gece olmadan bir limana gireceğiz” dedim. Tam yol sahil rotası verdim. Tekne yer yer ağırlıyor, yer yer denize yatıyordu. Saat 12’ye doğru sert bir ‘deniz yedik’. Aşağıdan acı bir ses geldi; “batıyoruz”. Heyecanlandım, kontrol etmek istiyordum ama dümeni bırakamıyordum. Telsizden Türk radyosunu aradım, aramızda şu konuşma geçti;

- Türk radyosu Türk radyosu, Pala Yusuf
- Pala Yusuf, Türk radyosu
- Türk radyosu sesimi duyuyor musunuz?
- Evet Pala Yusuf konumunu ve çağrı numaranı bildir!
- Çağrım şu, konumum şu. Hava raporunu verebilir misiniz?
- Fırtına günbatısı lodostan 45-48 deniz mili hızında.
- Havanın yumuşama ihtimali var mı?

- Hayır yok. Hava günlerdir sert, neden denize açıldınız?
  
Tabi onların bizim durumumuzdan haberleri yoktu, anlatmakta zor olacaktı. Bir telefon bağlantısı istediğimi söyledim ve numarayı verdim. Onlara herhangi olumsuz bir durumda bize ne gibi yardımları olabileceğini sordum. Bu arada personel yanıma gelmişti. Durumun kötü olduğunu söylediler; yalnız suyun geldiği yeri bulmuşlardı. Buna çok sevindim ve makineyi baş yaptım. Türk radyosuna tekrar “Bize yardım edebilir misiniz?” diye sordum. Aldığım yanıt bizi iyice yıktı; “Allah yardımcınız olsun, bol şanslar” Bir anda herkes dona kaldı. Moralimiz iyice bozulmuştu. Hayatımı kısacık anda gözlerimin önünde görünce “Artık gitme vakti geldi” dedim kendime... Hemen kendimi toplayıp personele cesaretli olmamız gerektiğini, bu teknenin kıyıya gideceğini (söylediğimi) daha sert söyledim...

Dalgalar sertleştikçe makinayı ağırlıyor, yol veriyor ve viyalayıp kurtarıyorduk. Öğle saatlerine doğru bir anda denizin şekli değişti. Sanki rüya gibiydi. Hava karayel dönmüştü. Daha iyi seyir yapıyorduk, önümüzde kalan yol Fatsa sahillerine 20 mildi. 15 mil açıktan seyir yaparak Terme limanına girdik ve o an herkesin doğum günüydü. Tüm Yakakent bizi bekliyordu. Ağlayanlar, gülenler sevinçten ne yapacağını bilemeyenler...

‘Ayandon’la nasıl savaşılır bunu biz biliyorduk artık... 
www.memleketmektubu.com



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder