14 Mayıs 2006 Pazar

Mustafa Kemal Samsun 'da-II



Lord KİNROSS “Atatürk” kitabında bundan sonrasını şöyle anlatıyor:
“_Küçük subay grubu böylece, arızalı ve dönemeçli bir yoldan, geniş Anadolu yaylasına doğru tırmanmaya başladı.

Denizden 1200 metre yükseklikteki bu yayla doğuda İran ve Rusya sınırları ile Ağrı Dağı’ndan başlayıp, batıda Eskişehir’e ve Ege ile Marmara kıyılarındaki dağlara kadar 1500 kilometre boyunca uzanıyordu.(......) Türkler’e mi, Rumlar’a mı ait oldukları minarelerden ya da çan kulelerinden belli olan, kerpiç duvarlı evleri çökmeye yüz tutmuş köylerden geçtiler... “ (6) Hırpani mercedesin kimbilir kaçıncı defa bozulup, aracın tamiri için mola verdiklerinde Mustafa Kemal ve arkadaşları yol güzergâhı boyunca küçük bir gezintiye çıkarlar. Yol kenarındaki tarlasında çift sürmekte olan bir köylü görürler; köylü yolcuları umursamaz bir halde devam eder işine. Mustafa Kemal yaklaşır, selamlar bu köylüyü:

“_ Hemşehri! der. Düşman Samsun’a asker çıkaracak, belki buraların hepsini ele geçirecek, sen ise rahat rahat toprağını sürüyorsun.

Köylü ilk baştaki o umursamaz halini hiç değiştirmeksizin Paşa’nın kendisine ikram ettiği sigarayı toprak renkli, çatlak ve nasırlı parmakları arasında beceriksizce tutup, yakmaya çalışırken:

- Paşa, paşa! dedi, sen ne diyorsun? Biz üç gardaştık, iki de oğul vardı... Yemen’de, Kafkas’da, Çanakkale’de, hepsi elden gitti. Bir ben kaldım. Ben de yarım adamım. Evde sekiz öksüz ile yetim, üç dul kalmış kadın var. Hepsi benim sabanımın ucuna bakarlar. Şimdi benim vatanım da, yurdum da aha şu tarlanın ucu. Düşman buraya gelinceye kadar benden hayır bekleme ..”

Bu sözler sadece bu köylünün değil, genel olarak tüm Anadolu halkının yılgınlığını, bıkkınlığını, dahası tükenmişliğini ifade etmesi bakımından Mustafa Kemal’i derinden etkilemiştir. Kolay mı? Koskoca bir savaşın yükü bu insanların sırtına yüklenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde olduğu savaş durumu, 1911 yılından başlayarak, süreğen duruma girmiş ve 1914 yılındaki seferberlik sonunda kırsal alanlardaki bu işin doğrudan doğruya ve asıl yükü çeken insan kitlelerini bitirmiş, darmadağın etmişti.

Ama ne var ki gene de Anadolu halkına başvurmak gerekmektedir; bu iş ise ancak onu yeniden kazanmakla olabilir. Çünkü Mustafa Kemal Paşa ihtilali halka mal etmek istiyordu. Düşüncesinin hep bu yönde olduğunu biliyoruz. Düşmanla mücadeleyi doğal ki ordu yapacaktı. Ancak ordunun durumu o günler için hiç iç açıcı değildi. Her şeyden önce can kaybı büyüktü. Savaşa katılan hiçbir ülkede, cephe gerisinde ölenlerle, daha eli tetiğe değmeden can veren askerlerin sayısının toplam savaş ölüleri sayısına oranı, bunca büyük olamazdı. Türk ordusunun savaş sırasında can vermiş olan 461.321 askerinden yalnızca 59.462’si çarpışmalar sırasında ölmüşler geri kalanlar ise çeşitli hastalıklar yüzünden, soğuktan donarak veya sıcaktan kavrularak yaşamlarından oldular. Savaştan sonra ise Mütareke hükümlerine göre pek çok birlik terhis edilirken silah, cephane ve diğer araç-gereçleri teslim edilmişti. En önemlisi ordunun morali bozuktu. Daha 1917 yılı sonlarında Alman Komutanlığı Osmanlı Devleti’ndeki asker kaçaklarının sayısını 300 bin (?) olarak kaydediyordu. Savaşın sonlarına doğru bu sayının çok daha artmış olması gerekmektedir. (Belge 9)

İşte tüm bu koşullar altında, şimdi yeniden ulusal gücün oluşturulması, Ulusun derlenip toparlanması gerekiyordu. Çünkü ancak bu güce yani ulusa dayanılarak bağımsızlık mücadelesi başarılabilir ve yine ancak ulusun gücü ile yeni bir devlet kurulabilirdi.

Mustafa Kemal bu düşünceler içerisinde iken arıza giderilmiş, yolcular yeniden araçtaki yerlerini almışlardır. Yaşlı mercedes yoluna devam eder.” Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları uzun sürecek Anadolu Mücadelesi’nin ilk durağı olan Havza’ya doğru yol almaya devam etmektedirler. Havza’da ise gelenleri bekleyenler vardır.

Mustafa Kemal’in Gitmeden Önce Havza’ya Mesajları ve Hazırlıkları...
Samsun’da bulunduğu süre içinde Havza’ya gitmesi kesinleşen Mustafa Kemal Havza’ya gitmeden önce (24 MAYIS 1919) Havza Kaymakamı Fahri Bey’e Samsun’dan “Özel” ve “Gizli” işaretli bir mektubu (birtakım soruları ve bilgileri ihtiva eden) Havza’ya gönderir; aynı mektubun birtakım kaynaklarda (10) Mustafa Kemal’in geldikten sonra İlçe Kaymakamı Fahri Bey’i yanına çağırarak elden verdiği ifade edilmektedir.

Orijinal hali Mustafa Kemal Paşa’nın Havza Karargâh’ında bulunan bu mektubun içeriği ise şu şekildedir:

1- İlçenin, bucaklar üzerinde nüfuzu, İslâm, Hıristiyan, (Türk, Ermeni, Rum)
2- Mütarekeden sonra belli başlı olaylar; son iki ay içinde soygunculuğun derecesi ve kaydedilen olaylar maddeten gösterilecektir,
3- Bu soygunculuğa karşı hükümetin ve askerlerin çalışması ve başarı derecesi,
4- Komşu İlçelerin güvenlik durumu derecesi ve ilçenin üzerindeki etkileri,
5- Ermeni ve Rumların hükümetle olan ilişkileri; bunların dış ve iç komitelerle bağlılık dereceleri ve önemli kişileri kimlerdir,
6- İngiliz ve Amerikan memurları bu ilçe içinde kimlerle görüşüp konuşuyorlar ve ne gibi amaçlar gözetiyorlar?
7- Bir Yunan subayının bu bölgeye gizlice geldiği doğru mudur?
8- İslâma tabi olanların din bilginlerinden ve etkili konuşabilenlerinden kimler varsa, isimleri,
9- Ordu adına ambarlarda neler vardır? Mülkiye memurlarının ve askerlerinin ahlâki tutumları nasıldır?
10- Halkın “Aşar” borcu çok mudur? Toplanan ne kadardır?
11- İlçedeki taşıt sayısı,
12- Halktaki siyasi duygular? (Müslümanlarda ve Hırıstiyanlarda ayrı ayrı) (Belge 39)

Atatürk’ün Havza’ya hareket etmeden önceki, Havza’yla ilgili faaliyetleri sadece 12 maddelik bu istekler listesinden ibaret olmayıp, yaveri Muzaffer Bey vasıtasıyla Havza’da ikamet edecekleri Mesudiye Oteli’nin ayarlanması ve yine Havza’daki genel durumun önceden tespit edilmesini de kapsamaktadır. Bu bağlamda olmak üzere bize otel sahibi Ali Baba’nın şu ifadeleri ışık tutacaktır.

“Sonraları, Samsun Valisi olan Fahri Bey burada Kaymakamdı. Bir gün beni çağırdı; çok muhterem bir paşa geliyor, bütün müşterileri çıkararak otelini boşalt, temizle.... Paşa burada kaldığı sürece her hizmetini sen görecek, yanından hiç ayrılmayacaksın, dedi. Bizim otel 50 yataklı ve Pontusçu Rumlarla doluydu. Güler yüzle, yalvara yakara, anan yahşi, baban yahşi diye bin dereden sular getirip çeşitli bahanelerle bu tepeden tırnağa silahlı çeteleri otelden attık .

“Mustafa Kemal’in Samsun’dan Havza’ya geleceği başta İlçe Kaymakam’ı şehrin ileri gelenleri tarafından önceden biliniyordu. Paşa 23 Mayıs tarihli bir telle (telgraf) durumu İlçe Kaymakamına bildirmiş, birkaç gün önce de yaverini de Havza’ya göndermişti. Yaver önceden keşfe geldiği Havza’da gerekli incelemeleri yapmış, o tarihte Havza’nın en lüks konaklama yerlerinden olan Mesudiye Oteli’ni zamanın 150 lirası karşılığı kiralamıştı.”

Samsun’daki bu ön hazırlıklar yapıldıktan sonra yoluna devam eden heyet saat 15.00 sularında Kavak’a geldiğinde, gizli tutulan bu yolculuğun Kavaklılar tarafından her nasılsa haber alındığını anlarlar. Çünkü dikkat çekmeyecek sayıda insandan oluşan küçük bir grup Kavak girişinde Mustafa Kemal Paşa’yı karşılayarak burada bir süre mola verip dinlenmelerini rica ederler. Mustafa Kemal Kavaklılar’ın bu ilgisini karşılıksız bırakmayarak nahiye müdürlüğü binasında birkaç saat istirahat eder, halkla temaslarda bulunur.

Nahiye merkezi ikinci katın ortasında dört direk üstüne alınmış bir çatısı bulunan iki katlı beyaz badanalı basit bir kasaba binasıdır.

Mustafa Kemal Paşa’nın Kavak’a gelişini işiten herkes, bu binanın önüne toplanır. Dışardaki topluluğu gören Mustafa Mustafa Kemal Paşa, ileri gelenleri yanına çağırarak 5-10 kişiden ibaret olan bu kişilerle bir süre sohbet eder. Eşrafla yapılan bu sohbet neticesinde mütareke, çevredeki çeteler ve İlçenin durumu gündeme getirilir ve “ikiyüz atlı ile emrinizdeyiz Paşam “ diyen Akoğlu Yusuf’un bu çıkışı ve Kavaklılar’ın cesaret ve kararlılığı üzerine onlara :

“_Siz bir Müdafa Cemiyeti kurunuz. Bana da Havza’ya malumat veriniz.”
diyerek Havza’ya hareket eder. Daha önce bozulan araba Kavak’tan çıktıktan sonra birkaç kez daha bozulur, iyice çekilmez bir hal alan bu yolculuk üzerine bir ara Mustafa Kemal arabadan inerek iki arkadaşı ile birlikte yola devam eder... Bu esnada İsveç’li besteci Felix Körling’in “Tre Trallande Jamtor” adlı şarkısının 1909’da notaları Selim Sırrı TARCAN tarafından getirilerek, İstanbul Erkek Öğretmen Okulu Öğretmeni Ali Ulvi Elöve’nin, bu besteye uygun olarak şiirini yazdığı ve bugün Gençlik Marşı (Dağ Başını Duman Almış) adıyla bilinen marşı söylemişlerdir.

“(..)
Güneş ufuktan şimdi doğar
Yürüyelim arkadaşlar
Sesimizi, yer, gök, su dinlesin
Sert adımlarla her yer inlesin
(..)”

Bozuk yollardan yine yollar kadar bozuk bir araba ile Mustafa Kemal ve arkadaşları nihayet Havza’ya yaklaşmışlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder