11 Temmuz 2006 Salı

Mübadil Anılarında Bafra


(...)
Çarşı içinde dükkan sahibi olan çoğu  yaşlı kişi, mübadil veya mübadil çocukları . Hepsi de Türkçe biliyor ve sizinle konuşmak, özlemlerini paylaşmak ve tabi bir de memleketten haber almak için can atıyorlar. Böyle bir sohbete başladınız mı çevredeki diğer mübadil esnaf da merakla yanınıza gelip sohbete katılmaya çalışıyor. Sizinle konuşanlar bir yandan da  diğerlerinin Türkçesini tartıyor. Bir yandan kelimeleri unutmalarına hayıflanırken, bir yandan da iyi Türkçe konuşanları “ ben unuttum, sen iyi hatırladın” diyip tebrik ediyorlar. Tüm sohbetler keyif ve neşe içinde sürüyor. Ayrılık zamanı geldiğinde ise bakışlar üzgün ama herkes memleketten birini gördüğü için heyecanlı, hatıralarını paylaştığı için mutlu , size söylediği şarkıların sözlerini unutmadığı için ise neşeli. Bu tanıdık yüzler, bu gülen bakışlar, bu hüzünlü ortak kader, sizi alıp kendi hikayenize  götürüyor.

Bu tanıdık yüzlerden biri de Bayan Sophia Hatziavramidou kısaca Yaya Sophia. O da bir mübadil. Samsun’da başlayıp Bafra’da devam eden mutlu hayatına, Malatya, Diyarbakır, Van ve Harput’ta geçen iki zor sürgün yılı ekleniyor. Bu zor geçen yılları, yaşanan acıları Mustafa Kemal’in Harput’ta “Hristiyanlar burunları bile kanamadan istedikleri yerlere gidecekler” açıklaması hafifletiyor ama iki yıl önce yola çıkan ailenin 30 üyesinden sadece 4 kişi memlekete yani Bafra’ya dönebiliyor.

Kısa sürede yapılan hazırlıkların sonrasında amca, yenge ve kardeşle birlikte çıkılan yolculuk,  onu daha da zor geçecek yeni bir hayatın içine götürüyor. Bu yeni hayat Niğde’li Avram ile tanışana kadar Kavala’nın tütün tarlalarında geçiyor. Sonrası malum, her mübadil çocuğuna  tanıdık gelen bir hikaye. Yanlarında getirdikleriyle şehirin sakin bir kenarına yapılan küçük ev ve yabancı oldukları bu yerde kendi gelenekleriyle varolabilme çabası. O, bu kadar acıya ve zorlu bir hayata katlanabilmesini, Bafra’dan çıkan insanın sağlam olmasına bağlıyor.

Yaya Sophia’nın o günden  bugüne yaşadıkları; yüzünde sadece memleketten bahsederken silinen,  acı ve hasret dolu derin  çizgiler bırakmış. En büyük üzüntüsü memleketine son bir defa gidip Paşa Yolu’ndaki evini görememek.  Onunla her konuştuğumuzda, Midilli’den gelen anneannemi dinler gibi oluyorum. Aynı onun gibi  tüm yaşadıklarına inat “ Memleket gibisi yok, bunu sakın unutma. Bugün olsa gider, elimle koymuş gibi evimizi bulurum. Ne kadar geçerse geçsin insan memleketini, evini unutmuyor.” diyor. Şimdilerde sıkça rüyalarında Bafra’yı, evini ve komşularını görmesi, “ Zaar artık ölecem, Bafra beni çağırıyor.” deyip,  yüzünde hasret ve umutla hazır beklemesi de bu yüzden...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder