19 Temmuz 2006 Çarşamba

Bir Yolculuğun Hikayesi



Düşman filolarının İstanbul sularına gelip karaya asker çıkardıkları gün olan 13 Kasım 1918'de kente gelen Mustafa Kemal, Samsun'a geniş yetkilerle donanmış 3. Ordu Müfettişi olarak yola çıktığı 16 Mayıs 1919 gününe kadar zamanını kurtuluşun yollarını düşünmek ve araştırmakla geçirdi. O sıralarda Kars ve Ardahan Ermeniler tarafından işgal edildi, Ege ve Akdeniz kıyılarına düşman yerleşti, nihayet 15 Mayıs'ta İzmir, Yunan işgaline uğradı.




''Yollar Çok, Mıntıkalar Çok''
Kafasında sürekli Anadolu'ya geçme hayalleri kurarken, bir yandan İstanbul'daki temaslarını sürdüren Mustafa Kemal, Şişli'deki evinde görüştüğü Albay İsmet Bey'e, bu düşüncesini, ''Hiç bir sıfat ve selahiyet sahibi olmaksızın Anadolu'ya geçmek ve orada ulusu uyandırarak, kurtulma çarelerini aramak için en uygun mıntıka ve beni bu mıntıkaya götürecek en kolay yol neresi olabilir?'' diye açtı. Harbiye Nezareti'nde görevli olan İsmet Bey'den, ''Yollar çok, mıntıkalar çok'' karşılığını aldı.

Büyük Önder'in söylemiyle O'nu, ''İstanbul'dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacağını'' sananların aradıkları makul sebep, çok geçmeden, işgal kuvvetleri subaylarının raporlarıyla dolu bir dosya olarak geldi. O günlerde Karadeniz kıyılarında, Rum köylerine saldırılar yapıldığını iddia eden işgal kuvvetleri komutanları, 1919 Nisan'ında hükümete bir nota vererek, saldırıların önlenmesini, aksi halde bölgenin işgal edileceğini duyurdu.

Hükümet, nota karşısında telaşa düşerken, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hesaplı hazırlıkları, O'nun bölgeye 3. Ordu Müfettişi olarak bizzat Padişah ve Ferit Paşa tarafından gönderilmesi olanağını sağladı.

Harbiye Nazırı Şakir Paşa'dan yeni görevine ilişkin tebligatı alan Mustafa Kemal, görev biçimini de Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım Paşa ile birlikte düzenledi. Aynı zamanda dostu olan Kazım Paşa'dan ''Samsun'dan başlayarak, bütün şark vilayetlerindeki kuvvetlerin kumandanı ve bu kuvvetlerin bulunduğu vilayetlerin valilerine ve bölgeyle herhangi temasta bulunan askeri ve idari makamlara emir verebilme yetkisini'' eklemesini isteyen Mustafa Kemal, ''Bir şey mi yapacaksın?'' diye soran Kazım Paşa'ya, ''Evet bir şey yapacağım. Bu maddeler olsa da olmasa da yapacağım'' karşılığını verdi. Kazım Paşa güldü, ''Vazifemizdir, çalışacağız'' dedi.

''Talih Bana Öyle Şartlar Hazırladı ki...''
Her şeyden ümidin kesildiği ve ''ne surette olursa olsun Anadolu'ya geçme'' kararına vardığı o günlerde, koruyucu ve geniş bir yetkiyle önüne Anadolu'nun yolları açılan Mustafa Kemal, o anki heyecanını sonraları şu kelimelerle anlattı:

''Talih bana öyle müsait şartlar hazırlamıştı ki, kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duyduğumu tarif edemem. Nezaretten çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir alem vardı. Kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibiydim.''

Mustafa Kemal'e, vedalaşmak için gittiği Yıldız Sarayı'nda, Padişah, elindeki tarih kitabını göstererek, ''Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete bir çok hizmetler ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Bunları unutma. Asıl şimdi yapacağın hizmet, hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin'' dedi.

Denizden Anadolu Karasına

Şişli'deki evinde son gecesini annesi ve kız kardeşiyle geçiren Mustafa Kemal, ertesi gün 16 Mayıs 1919'da, 19 kişiyle denize açıldı. Deniz fırtınalı, makineleri eski Bandırma Vapuru'nun pusulası bozuktu. Kaptan İsmail Hakkı Dursun ise bu suları tanımıyor, Karadeniz'e ilk kez açılıyordu.

Vapurun hareketinden önce Rauf Bey, Mustafa Kemal'e yola çıkmamasını, işgal kuvvetlerine mensup bir torpido tarafından takip edileceğini ve çevrileceğini haber verdi. Ama O'nun kaptana emri, ''Derhal ve bütün süratinle denize açıl'' oldu. Son sürati ancak 7 mil olan Bandırma Vapuru, yola çıktığında denizdeki fırtına, Mustafa Kemal hariç herkesin rahatsızlanmasına neden oldu. Fırtınalı denizde, uykusuz geceler sonunda İnebolu geçildi ve Sinop Limanı'na varıldı.

Buradan kara yoluyla gitmenin çareleri araştırıldı, ancak alınan yanıt, ''Ne yol var, ne vasıta'' olunca, Mustafa Kemal, arkadaşlarına,''Çocuklar, bir gecelik daha tehlike var. Onu da atlatabiliriz'' dedi. Vapurla yola devam edildi.

Ertesi gün 19 Mayıs 1919'da şafak sökerken, Bandırma Vapuru, direğine ordu komutanlığı forsu çekilmiş olarak Samsun Limanı'na girdi.

Büyük Nutku'na Samsun'a çıkışıyla başlayan Mustafa Kemal, milletinin kaderine ve çağın akışına yön verdiği dönemi de burada başlattı. 19 Mayıs günü Anadolu karasına ayak basan Mustafa Kemal, birkaç yıl sora 9 Eylül 1922'de, işgal kuvvetlerini ülkeden kovan orduya kumanda etti.
(...)


Mustafa Kemal Paşa İle Samsun'a Çıkanlar
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında, beraberinde tek tek kendisinin seçtiği 18 arkadaşı vardı. Devrime giden yolda ilk adımı bu arkadaşlarıyla beraber atmıştı.

Dil İskelesi'nden karaya çıkışında bir askeri mızıka marş çalmaya başlamış, Samsun Mutasarrıfı Ethem Bey, Polis Müdürü Refik Bey (Koraltan), askeri komutan ve belediye reisi, diğer birkaç memurla beraber ilerleyerek, paşaya ve maiyetine "Hoş geldiniz" demişlerdi.

Etrafta şaşkın bakışlarla izleyen birkaç balıkçıdan başka pek kimse yoktu. Doğruca, hemen yakında bulunan ve paşa ile karargahının ikametine ayrılan Mıntıka Palas Oteli'ne yürüyerek gidip yerleşmişlerdi.

Bu otel de bir gün önce bulunabilmişti.

Mutasarrıf Ethem Bey, "Muhasebe-i Hususiye" Müdürü Osman Bey' i çağırarak, gelen heyete ikamet olarak bir yer bulmasını istemiş, Osman Bey de, sonunda burayı bulmuştu ama, önemli bir sorun vardı.

Bu kadar önemli bir heyetin kalacağı bu binada hiçbir eşya yoktu. Çaresiz, o akşam bütün memurların evlerinden yatak, yorgan , karyola, mutfak eşyası türü eşyalar toplanırken, diğer taraftan da resmi dairelerden masa, sandalye ve benzeri şeyler temin edilmiş, boş ve atıl olan Mıntıka Palas Otele, bir günde oturulabilir hale getirilmişti.

Biraz dinlendikten sonra, ilk iş olarak salimen Samsun'a ulaşmış olduğunu bir telgrafla annesine bildirdi. Bu esnada bir İngiliz torpidosunun limana demir atmakta olduğunu emir eri Halit, nefes nefese paşaya aktarıyordu. Dürbünle zırhlıyı uzun uzun seyretti. İstanbul'dan hareketinden hemen önce Rauf Orbay, kulağına eğilmiş ve gemisinin İngiliz tarafından batırılacağını, bu yolda ölmeyi tercih ettiğini söylemişti Orbay'a Mustafa Kemal.

Mondros Mütakerisi' ni Osmanlı Devleti adına imzalayan Harbiye Nazırı Rauf Orbay da, birkaç ay önce emekliliğini istemiş, padişahın ricasına rağmen kararında diretmiş, kurulan hükümeti eleştirerek, ordudan ayrılıp, sivil hayata dönmüştü. Mustafa Kemal Paşa' yı uğurlayanlar arasında idi ve ilk fırsatta Anadolu'ya geçip, Mustafa Kemal'e katılacağını söz vermişti. Nitekim kısa bir süre sonra bu sözünü tuttu.

Kaptan İsmail Hakkı Dursun' un emektar "Bandırma" vapuru Çaltı  burnu açıklarında dumanını bir keyifle savurarak Trabzon'a doğru yol alırken İngiliz torpidosu limana demir atıyordu. Bu gecikme, gerçekten de Allah'ın Türk ulusuna bir lütfu idi. Yolda birazcık oyalansalardı, belli ki İngilizlere yakalanacaklar, belki de batırılacaklardı.

Nitekim Sinopluların arzularına uyup karaya çıksaydı, kesinlikle bu torpidoya yakalanacaktı.

Olay şöyle gelişmişti:
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'da "Bandırma"ya bindiği zaman, karargahını teşkil eden 18 kişiden ayrı olarak, gemide iki sürpriz yolcu daha vardı. Bunlardan biri Albay Refet (Bele ) Bey, diğeri de Sinop' a yeni Mutasarrıf atanan Mazhar Tevfik Bey idi.

Refet Bey ile Mustafa Kemal, İstanbul'da anlaşmıştı. Onu Sivas'a 3. Kolordu Komutanı olarak götürmek istiyordu. Sivas önemli bir merkezdi, başında güvenebileceği bir komutana ihtiyacı vardı. O nedenle Refet Bey, Atatürk'le birlikte Samsun'a çıkanlar arasındadır ama, 18 karargah mensubu arasında değildir.

Gemideki ikinci konuk olan Mazhar Tevfik Bey ise, yeni atandığı Sinop' a gitmektedir.

Yol boyunca Mustafa Kemal, ülke ve gelecek hakkındaki görüşlerini anlatır ve bu genç mutasarrıfa hatta özel bir şifre vererek,ileride haberleşme olanağı da sağlar.

İşte, Sinop' a geldiğinde bütün Sinop halkı, mutasarrıflarını karşılamak üzere limanda beklemektedir. Mutasarrıf, karaya çıkınca gemideki mümtaz misafirlerinden bahseder ve Sinoplulardan gemidekileri karaya davet etmelerini ister.

Yolculuğun etkisiyle, gemideki herkes gibi, Mustafa Kemal Paşa da rahatsız olmuştur. O nedenle bir kart göndererek, teşekkürlerini bildirir ve oyalanmadan yola koyulurlar. Bir an Sinop'tan kara yolu ile Samsun'a ulaşmayı düşünür ama, yolun çok güç ve uzun olduğunu öğrenir, vazgeçer ve bir an önce Samsun'a ulaşmak için yola koyulur. İşte ilahi tecelli budur. Eğer Mustafa Kemal Paşa, Sinop' a çıkıp orada biraz oyalansa idi, bu zırhlıya mutlaka yakalanırdı. Sonrasını ise tahmin etmek güç değil...

Mustafa Kemal, arkadaşları ile birlikte hafif bir kahvaltı yapıp, mutasarrıflığa gitti.

Mutasarrıf Ekrem Bey. Türk-Rum ilişkilerine ve kavgalarına yönelik sorulara verdiği cevaplarda eyyamcı bir idareci tipini çiziyor, hep Türkleri haksız buluyor, İmir Valisi Kambur İzzet gibi," Benden sonra tufan" felsefesi içinde gün geçirmeye eğilimli görülüyordu. Sorunlar ve sancılar içindeki Samsun'da daha genç ve dinamik idareciye ihtiyaç vardı. Mustafa Kemal, Dahiliye Nazırı ( İçişleri Bakanı ) Mehmet Ali Bey'den bu değişikliğin yapılmasını çok geçmeden istedi.

Aynı gün, Samsun'da bulunan 15. Tümen Komutanı'nın görüşlerini de, kendininkilerle ters düştüğünü gördü ve Sivas'taki 3. Kolordu' nun başına geçirmek üzere getirdiği Albay Refet (Bele) Bey' i Tümen Komutanlığı makamına oturtuverdi.

Böylece Samsun, onların eline geçmiş demekti. Yeni mutasarrıf Hamit Bey gelinceye kadar, vekaleten o makama da Refet Bey bakıyordu. (Bu tümen komutanı daha sonra Mustafa Kemal'in emrinde Kurtuluş Savaşı'na katılacak ve generalliğe yükselecektir.)

İşte, Samsun'a böyle çıkılmış, devrime ilk adım böyle atılmıştır.

Ya İstiklal, Ya Ölüm !
Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmiş olan Osmanlı Devleti, koşulları ağır bir ateşkes antlaşması imzalamış, ordusunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış, ulus yorgun ve yoksul düşmüş, savaş sorumluları ülkeden kaçmış; padişah, sadrazam ve kabine güçsüz, onursuz, korkak kendi çıkarlarını düşünmekte ve kendilerini ayakta tutabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş. Antlaşma hükümlerini kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayan itilaf devletleri Anadolu'da ve Trakya'da işgallere başlamış, bunu fırsat bilen Hıristiyan azınlıklar, örgütler kurarak gizli, açık, özel, istek ve amaçlarının kabul edilmesi devletin bir an önce çökmesi için çalışmalarını hızlandırmıştı.

Bu örgütlerden biri de merkezi Samsun olmak üzere Batum'dan İnebolu'nun batısına kadar olan Karadeniz kıyıları ile Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve kısmen de Erzincan illerini içine almayı amaçlayan Rum Pontus Cemiyeti idi. Daha çok Samsun ile Vezirköprü arasında çalışan Pontusçuların azgınlıkları İtilaf Devletleri'nin İstanbul'u işgal etmelerinden sonra büsbütün arttı. Saldırı bölgelerini genişleten Rum Pontus Cemiyeti hedeflerine ulaşabilmek için çeşitli bölgelerde çeteler kurdu. Bu amaçla Bafra'nın Bünyan Dağı çevresinde bulunan 12 Rum köyünün silãhlandırılmış 1500 genci Türk köylerini basıyor, halkı acımasızca işkenceler yaparak öldürüyordu. Bu olaylardan birini gören Davut Dağdelen isimli bir gazi şahit olduğu bir olayı şöyle anlatıyor: "Bafra yöresinde askerliğimi yapıyordum. Bir arkadaşımla birlikte gözetlemeye çıktık. Rum çetelerinin şu anda ismini hatırlayamadığım bir köyde, Türklere yaptıkları işkencelere tanık oldum. Rum çeteleri 25 yaşlarında bir Türk'ün kafasını fırına sokmuşlar ve bağırtarak yakıyorlardı. Biz hemen olaya el koyarak o Türk'ü fırından çıkarttık."

Rum çetelerinin saldırıları halkın tepkilerinin artmasına neden oldu. Yerel kurtuluş dernekleri kuruluyor, civar köylerden toplanan Türk gençleri bir araya gelerek direniş güçleri oluşturuyordu. O günkü faaliyetlerde bizzat görev alan Recep Ünlü yapılanları şöyle anlatıyor:

"Ben o zaman 20-22 yaşlarında idim. Rumlar bize aman vermiyorlardı, hatta evlerimizden bile çıkamıyorduk. Rumlar azmış ve Rum Pontus Hükûmetini kurmak için komiteler meydana getirmişlerdi. Biz Rumların vaziyetleri karşısında bocalayıp duruyorduk. Silahımız yoktu ama buna rağmen biz gençler boş durmadık. Çevremizdeki köylerden gençler topladık; özellikle bileği kalın gençlere sorumluluk verdik. Ve biz de Rumlara dirlik verme-meye başladık."

Rum Pontus çetelerinin saldırıları şiddetlenince, bu durumu ulusal onura yediremeyen Samsun'daki 15.Tümen Makinalı Tüfek Takım Komutanı Mülazım (Teğmen) Hamdi Efendi birliğinin bütün erlerini, silah ve cephanesini yanına alarak 17-18 Mart gecesi dağa çıktı. Mahmur Dağı'na doğru Rum çetelerinin üzerine yürüdü.

Bu durumdan kuşkulanan Rum Pontus çetelerinin liderleri İngilizlerden, büyük bir yaygara ile güvenliklerinin sağlanması için yardım istediler. 19 Mart günü Samsun açıklarında bekleyen bir İngiliz gemisinden kente 100 asker çıkarıldı. Teğmen Hamdi birlik komutanının uyarıları ile birliğe döndü ise de onun bu davranışı İngilizlerce İstanbul'a Osmanlı Hükûmetine şikâyet edildi. Bu durum Türklerin soykırıma geçtikleri biçiminde duyuruldu. Türklerin Rumları öldürme hazırlığı içinde oldukları yalanları ile dolu raporların işgal kuvvetlerinin temsilcilerine bildirmesi "Canik Bölgesi Asayiş Dosyası" adıyla bir raporun hazırlanmasına neden oldu. Aynı günlerde İtilaf Devletleri sadarete başvurarak Samsun ve civarında bulunan Rum köylerine Türk çetelerince saldırıldığını, hükümetin güvenliği sağlamaması hãlinde söz konusu bölgeyi işgal edeceklerini bildirince, kaygılanan Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Beyin tavsiyesi ile bölgeye Mustafa Kemal Paşayı göndermeyi kararlaştırdı. Zira bu işi istikrarlı, tecrübeli bir şahsiyet geniş yetkilerle halledebilirdi. Onu Anadolu'ya göndermekle İngiliz dostlarının şikayet buyurdukları sorunları çözerek kendisi ve hükûmeti için onur payı çıkarmayı düşünüyordu.

16 Mayıs Cuma günü akşam üzeri Mustafa Kemal beraberindekilerle Kız Kulesi açığında demirli bulunan Bandırma Vapuru'na bindi. Hareket etmek üzereyken, vapura gelen İtilaf Devletleri silâh ve cephane araması yaptılar. Bu duruma çok içerleyen Mustafa Kemal, düşman zırhlıları arasından geçip İstanbul'u terk ederken güvertede arkadaşlarına "Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz Anadolu'ya ne silah ne cephane götürüyoruz." diyerek Türk İstiklâl Savaşı'nın kazanılmasını sağlayan gerçek gücün kaynağını göstermiştir. Deniz dalgalı… Dalgalar delice… Gece karanlık…

Rota Özgürlük

Karadeniz'e açılan Bandırma Vapuru'nun eski olmasına, kötü hava şartları da eklenince uzun ve yorucu geçen iki günün ardından 18 Mayıs günü Sinop'a varıldı. Buradan Samsun'a kara yolu ile geçmenin daha emniyetli olacağını düşünen M.Kemal ve arkadaşları, uygun bir yolun ve vasıtanın olmadığını öğrenince yolculuklarına deniz yolu ile devam ettiler.

Samsun Güneşi Gördü !

19 Mayıs 1919 Pazartesi sabahı saat 7-8 arası yurdu aydınlatacak yepyeni bir güneş, dağların arasından yükselirken içinde geleceğin büyük kurtarıcısını taşıyan vapur Samsun'a geldi. Savaşlardan yeni çıkmış, bölünmüş, umutsuz, yorgun, çileli bir ulusu yeniden diriltmek, ayağa kaldırmak üzere Atatürk'ün Samsun'a ve Anadolu'ya ilk adımını atışı o gün o saatte gerçekleşti.

Kurmay Binbaşı Ekrem Bey sandalla vapura yanaştı, güvertede bulunan Mustafa Kemal ve beraberindekileri kıyıya çıkardı. Kalabalık bir halk topluluğu ve bando eşliğinde bir bölük asker tarafından coşku ile karşılanan Atatürk'e Belediye Meclis Üyeleri ile ileri gelenler kent adına "hoş geldiniz" dediler. En elverişli konaklama yeri olan Mıntıka Palas hazırlandı.

Atatürk Samsun'da altı gün kaldı. Bu sürede arkadaşlarına telgraf çekerek İzmir'in işgalinin protesto edilmesini istemiş diğer taraftan Samsun ve çevresinde asayişin sağlanması ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Bir taraftan İstanbul Hükûmetini durumdan haberdar ederken, diğer taraftan kurmay subayları ile birlikte, İngiliz subayları ile asayiş hakkında görüşmeler yaparak şehirde yaşanan keşmekeşe son vermeye çalışıyordu.

Bu sıkıntılı döneminde Ulu Öndere moral veren, Türk askerinin cesaretini ve vatanseverliğini gözler önüne seren bir olay yaşandı. Atatürk üstü başı yırtık, pabuçları patlak, silâhsız bir nefer gördü; yüzünün rengi bakıra dönen bu asker ağlıyordu.

Atatürk "Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?" deyince nefer irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu. Ve çehre ona hiç de yabancı değildi, hemen doğruldu. Anafartalar'daki kumandanını çelik yay gibi selamladı. O, sualini tekrar etti:

- Söyle sen ne ağlıyorsun? İç Anadolu'nun yürekli çocuğu içini çekti.

- Düşman memleketi bastı, hükûmet beni terhis ediyor, silâhımızı elimizden aldılar. Toprağıma giren düşmanı şimdi ben ne ile öldüreceğim? Büyük kumandan "Üzülme çocuğum, gel benimle" dedi ve Samsun deposundan nefere silâh verdi. Atatürk'ün yanına katılan ilk bahtlı Mehmetçik budur.

Sular geçilmelidir. Dağlar aşılmalıdır. Haber kulaktan kulağa yayılmalıdır. Yayılmalıdır, zira kurtuluş planı uygulamaya konulmuştur bile.

Havza'dan Amasya'ya, Erzurum'a, Sivas'a ve nihayet Ankara'ya, TBMM'nin açılmasına… Buradan başlayıp Yunanlıların denize dökülmesine kadar Atatürk, milletin bağımsızlığının yine milletin kendi iradesiyle kazanılacağını belirtmiş, bu yönde halkı bilgilendirmiştir. Şüphesiz bu zorlu mücadelenin başında Samsun halkının gösterdiği azim ve kararlılık Atatürk'ün Anadolu insanına güvenmekte ne kadar haklı olduğunu göstermiş ve âdeta kurtuluşun müjdecisi olmuştur. Atatürk 1924 Eylülünde Samsun'a yaptığı ziyaretinde bu konuyu şöyle dile getirmiştir: "Ben Samsun'u ve Samsun halkını gördüğüm zaman memlekete ve millete ait bütün tasavvurlarımın, kararlarımın her hâlde yerine getirilebilir olduğuna bir defa daha kuvvetle inanmıştım. Samsunluların hal ve davranışlarında gördüğüm, gözlerinde okuduğum vatanseverlik, fedakarlık, ümit ve tasavvurlarımı müspet bir inanca götürmeye yeter olmuştu."

Kıyılarından, her gün doğudan yükselen güneşi gölgede bırakacak, Türk milletinin geleceğine ışık tutacak, yurdumuzu sonsuza dek aydınlatacak olan Mustafa Kemal güneşini doğuran ve Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcına beşiklik eden bu şehrin insanları o günden beri büyük gurur taşımış ve her fırsatta bu tarihî günü ölümsüzleştirmesini bilmiştir. Buradan alınılan azim ve inançla ulaştık biz o zaferli 30 Agustos’ a. Hep aynı insanla hep aynı kararlılıkla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder