31 Ekim 2006 Salı

Samsun Mevlevihanesi Nerede?

Büyütmek İçin Resme Tıklayınız!


Mevlevi Hane                           :Samsun
 Türü                                       : Zaviye
 Şeyhi                                      :Cemalettin Dede
 İçinde Bulunan Mezar           : Dede


Herkes kendi Mevlânâ’sını çiziyor
Minyatür sanatçısı Ülker Erke, Mevlânâ'nın Allah dostu ve filozof yönüne hiç yakışmayan resimlerine karşı çıkıyor. Sofradan aç kalkan, az uyuyan, çok okuyan ve yazan Mevlânâ'nın kırmızı ve tombul yanaklı çizilmesini anlamsız bulan sanatçı, "Herkes kendi Mevlânâ'sını çiziyor galiba." diyor.


‘Mevlana, kırmızı yanaklı, tombul bir insan değildi.’ diyor minyatür sanatçısı Ülker Erke. Mevlânâ'nın yüzü yorgun ve zayıf resmedilmeli ona göre. Bakışları 'cin gibi' değil, düşünceli gösterilmeli. Sofradan aç kalktığı ve gecelerini okuyup yazmakla geçirdiği herkesin malûmu. Müritleri de onu, 'elmacık kemikleri çıkık, uzun yüzlü, gözleri kısık; ama güleç, seyrek sakallı, mütefekkir bir Asyalı' olarak tarif etmişler. Hâl böyleyken, yüzünden sağlık fışkıran Mevlana minyatürleri de nereden çıktı? Ülker Hanım, "Şimdiye dek çizilmiş minyatürleri araştırdım. Biri diğerine benzemiyor. Anlaşılan, herkes kendi Mevlânâ'sını çiziyor." diyor. Topkapı Sarayı'ndaki bir minyatürde, "Halep'te bir Frenkle satranç oynayan" Mevlânâ, çekik gözleriyle Uygur Türklerini andırıyor. Atının üzerinde Tebrizli Şems ile konuşan, olsa olsa Nasreddin Hoca olabilir. Mısır kaynaklarında elinde yelpazesiyle görülen Mevlana, Budapeşte Neineth Koleksiyonu'nda Hintliler gibi resmedilmiş. En yadırganacak minyatür Berlin Müzesi'nde; "Rebap çalan Sultan Veled'i dinleyen" saçları ve sakalları birbirine karışmış, aşırı kilolu o adam Mevlana olabilir mi?

Birbirine benzemeyen Mevlânâ minyatürlerinin sırrını çok eskilerde aramak lâzım. Şahabettin Uzluk, 1957'de yayımlanan 'Mevlevilikte Resim' adlı kitabında Rumî Nakkaş Aynuddevle'nin günümüze kadar ulaşmayan Mevlana resimlerinden bahsediyor. Selçuklu Sultanı 2. Keyhüsrev'in kızı Gürcü Sultan tarafından Mevlânâ portreleri çizmeye memur edilen Aynuddevle, ayakta durmasını rica ettiği ünlü düşünürün pek latif bir suretini nakşeder kâğıda.

Resimlerin kaybolma nedeni kıskançlık
Lâkin, Mevlânâ her seferinde gözüne farklı görünür ve ayaküzeri kurşun kalemle çizilen resimlerin sayısı yirmiyi bulur. Bu hâle şahit olanlar, nakkaşın hayretinden kalemlerini kırdığını kaydediyor. Mevlânâ gibi büyük bir dahinin müteaddit mimik hareketleri yapmış olmasını normal bulan yazar da, bütün resimlerin Mevlânâ'ya benzediği, aksi takdirde Gürcü Sultan'ın onları bir sandıkta Kayseri'ye götürmeyeceği tespitinde bulunuyor.

O resimlerin kaybolmasını 'kıskançlık' ile açıklıyor Ülker Erke; "Mevlana'nın eserlerini ve onunla ilgili belgeleri imha edenler olmuştur." Ona göre gerçeğe en uygun Mevlânâ minyatürü, vaktiyle İstanbul Belediye Kütüphanesi'nde gördüğü; ama şimdi nerede olduğunu bilmediği minyatür. Düşünürü, kollarını önde kavuşturmuş, başı hafif öne eğilmiş gösteren bu çalışma, en aşina olduğumuz minyatür aynı zamanda.

"Her aralık ayında krizim tutar." diyor Ülker Erke. Mevlânâ'nın düğün gecesi, aradan geçen 732 yıla rağmen onu heyecanlandırıyor. Geleneksel sanatların üstadı Süheyl Ünver'den icazet aldığı 1958 yılından bu yana, her aralık ayında Mevleviliğe ilişkin bir minyatür çalışan Erke, şimdilerde 'Son Selamlaşma'yı renklendiriyor. Sema ayinini, şeyhin girişini, semazenlerin hırkalarını bırakıp semaya açılmalarını ve selamlaşmalarını neredeyse yarım asır önce 41 parçadan oluşan bir sergiyle tanıtan sanatçı, "Bütün detaylarıyla minyatüre taşınmış bir Mevlevilik sergisi o devir için yeni bir şeydi. Sergi bitti; ama benim aşkım hiç bitmedi." diyor.

Ülker Hanım'ın Türkiye, Ortadoğu ve Balkanlar’da birçoğu harap durumdaki Mevlevihaneleri kâğıt üzerinde belgeleme merakı da yine Süheyl Ünver'den miras. Hocasının kendisine emanet ettiği defterdeki çizimler, fotoğraflar ve notların ilhamıyla çalışmaya başlayan Erke, sadece Anadolu'da değil, Kahire, Kudüs, Halep, Şam, Saraybosna, Filibe, Üsküp gibi şehirlerde şimdi çok farklı işlevleri olan Mevlevihaneleri de tespit etmiş. Kıbrıs'taki ve Saraybosna'daki Mevlevihaneler müze, Girit'teki çocuk yuvası, Filibe'deki ise lokanta olarak kullanılıyor. Terk edilenlerin ömrü ise çok kısa oluyor. Samsun Mevlevihânesi yola kurban gidince geriye 'Mevlânâ Yolu' tabelası kalmış; ancak Tokat'taki müze, Kütahya'daki ise Dönerler Camii olarak yaşamaya devam ediyor.

Dostlarının ve öğrencilerinin gönderdiği fotoğraflarla aslına bire bir uygun çizdiği Mevlevihanelerin sayısı 48'i bulmuş; ama sanatçının kulağı dünyanın herhangi bir köşesinde yeni keşfedilmiş bir Mevlevihane haberinde. Niyeti, Mevlevihaneleri çizimler ve tanıtıcı metinlerle kitaplaştırmak. "Son şeyhlerin hikâyelerini yazıyorum." diyor Ülker Erke; "Metinlerde sadece bir ibadethane değil, felsefenin, şiirin, müziğin merkezi olan bu yapıların şehir hayatı üzerine etkisi de yer alacak. Mevlevihaneler dönemlerinin güzel sanatlar akademisiydi aynı zamanda. En büyük kat'ı sanatçıları buralardan çıktı. Dede Efendi, Galip Dede Mevlevidir. Mevlana'dan büyük feylesof var mı? İnsanlar onun öğretilerine göre hayatlarına yön vermeye çalışıyor hâlâ."

ANADOLU ATEŞİ’Nİ İZLER GİBİ SEMA AYİNİ İZLİYORLAR
Ülker Erke, geçen sene Konya'da yapılan bir araştırmada Mevlana'nın tam olarak tanınmadığının ortaya çıkmasına hiç şaşırmamış. Ona göre uzunca bir süredir Şeb-i Arus törenleri de bir gösteriden farksız; "Bundan 10 yıl önce Konya'daki törenlere çok heyecanlanarak gitmiştim; ama tam bir hayal kırıklığı yaşadım. Âdaba göre önce Şems ziyaret edilir sonra Mevlana. Oysa bizim gruptaki hanımlar ilk önce bir yatıra gidip taşlarla dilek tuttular. Belediye memuru karları eşeleyip taş çıkarıyor, sosyetenin hanımları da o taşları toplayıp İstanbul'a dönüyor. Tek yaptıkları Konya'nın taşlarını bitirmek. Sema ayininde de bir görevli, 'Bu ibadettir, lütfen alkışlamayın' diye uyardığı halde her gösteri sonunda alkış yükseldi. Türbe ziyaretleri, itiş kakış, herkes elini bir yerlere sürmeye çalışıyor. Belediye memurları 'Yürüyün hanımlar, beyler' diye bağırıyor. Hâsılı tam bir fiyaskoydu." Ülker Hanım, 1950'lerde herkesi dilin tutulmuş gibi izlediği sema ayinlerinin günümüzde bir şova dönüşmesinden de rahatsız. "Aksi bir kadın mı oldum nedir?" diyor sanatçı, "İzleyiciler daha edepliydi o zaman. Şimdikiler, Anadolu Ateşi'ni nasıl izliyorlarsa sema ayinini de öyle izliyorlar. Ayin, para karşılığı yapılmaz, semazen yemek yenen yerde çatal bıçak sesleri arasında dönmez. Bu işin ciddiyeti var."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder