14 Ekim 2006 Cumartesi

Bağımsızlık ve Çağdaşlaşma Önderi -II

I. IX Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa Samsun’da
Mustafa Kemal  Paşa 19 Mayıs 1919’da Pazartesi günü sabah 07:00 dolaylarında Samsun’a çıktığında ülkenin durumu karanlıktır.

Savaşı kazanan devletler, savaş içinde aralarında yapmış oldukları gizli anlaşmalarda öngörülen yerleri işgale başlamışlardır. Her gün bir yurt köşesi işgal edilmektedir. Galipler kendilerini ateşkes anlaşmasıyla bağlı görmüyorlar. Musul, İskenderun, Çukurova, Antep, Maraş, Urfa, Konya, Antalya, Akşehir, Fethiye, Afyon, Marmaris, Burdur, Bodrum, Milas, Kuşadası, Samsun, Merzifon, Eskişehir, İzmir çevresi  yabancı askerlerin çizmeleri altındadır. Birest-Litovsk Antlaşmasıyla geri alınmış olan Kars, Ardahan ve Batum boşaltılmıştır. Mondros’taki İngiliz delegasyon şefinin verdiği güvenceye rağmen, İstanbul’da yabancı askerler kol gezmekte, galip devletlerin temsilcileri her şeye müdahale ile ülkeyi fiilen yönetme durumuna gelmişlerdir.

Yıllarca cepheden cepheye koşan ordu terhis edilmekte, elinden silâh ve cephanesi alınmaktadır.
Daha önce belirtildiği gibi, doğuda, hudutları mümkün olduğunca geniş bir Ermenistan, Kuzeyde Sinop’tan Batum’a kadar uzanacak bir Pontus – Rum devleti, Güneydoğuda da İngiliz himayesinde bir Kürdistan Devleti kurulması projeleri üzerinde gayretle çalışılmaktadır. Batıda ise Magali İdea’nın amacı olan “Eski Bizansı” “Büyük Yunanistan’ı” ihya etme faaliyeti fiilen başlamış bulunmaktadır. Bu maksatla İzmir ve çevresi Yunan Ordusu’nun insafına terk edilmiş bulunmaktadır.

Yakın doğu düzeninin mimarı olan Büyük Britanya’nın Başbakanı Lloyd George, Grek ve Venizelos hayranıdır. Yunanlı milyarder Zaharof’un dostudur. Türklere karşı önyargılıdır. Amacı Yakındoğu’da İngiliz çıkarlarının bekçiliğini yapacak güçlü bir Yunanistan yaratmaktır. İzmir’i kana bulayan Yunan ordusu bu amaçla, müttefik donanmasının desteğinde Anadolu’ya salınmış, gidebileceği yerler için bir sınır çizilmesi de unutulmuştur!

Bu karanlık tablo karşısında, devlette birinci karar sahibi olan Vahidettin’in tutumunun ne olduğu daha önce açıklanmıştı. Bu politika boyun eğme, mesele çıkarmama, İngilizlerin her dediği yapılarak onların teveccühünü kazanma ve böylece ne kurtarılabilirse onu kurtarma politikasıdır. Parlâmento dağıtılmıştır. Padişahın kurduğu hükümetler aynı görüşü izlediklerinden millî hakları koruyamaz hale gelmişlerdir.

Bu manzara karşısında, çeşitli parti mensupları ve fikir çevrelerinde ülkenin bütünlüğünü korumak için iki hâkim görüş belirmiştir:
1) İngiltere himayesine girmek
2) Amerikan mandasını istemek.
Bu görüşleri benimseyenlerin ortak noktaları şunlardır: Bir defa ilke olarak İngiltere, Fransa ve İtalya gibi düvel-i muazzama devletleri karşımıza alınmayacak, onlara husumet gösterilmeyecekti; ikincisi Padişah ve Halifeye canla başla bağlı kalınacaktı. Bunların dışında üçüncü bir akım da yöresel kurtuluş çaresi arayanlara aittir. Bunlar Osmanlı Devleti’nin dağılacağını bir emrivaki olarak görmekte ve kendi başlarının çaresine bakmakta idiler. 75b

Bu görüş ve düşüncelerin ışığında Mustafa Kemal’in görüşü nedir? Bu bakış açısının dayanağı nelerdir? Uygulama stratejisi nedir? Soruları konuyu netleştirecektir.

Mustafa Kemal Paşa, daha ateşkesin ilk günlerinden itibaren görüşünü medenî cesaretle açık açık ortaya koymuştur. Düşmanların her dediğine kayıtsız şartsız boyun eğmenin yanlış olacağını felâketlere yol açacağını, askerî hiyerarşiye pek de uygun olmayan biçimde dile getirmişti. İstanbul’a geldikten sonra da, kendisinin de içinde bulunduğu güçlü, tehlikeyi bilen muktedir bir hükümetin duruma hâkim olabileceğini düşünmüştür. Ancak bu gerçekleşmemiştir. İşbaşına gelen hükümetler aciz, işbirlikçi, direnme ile bir şey yapılamayacağı, galip devletler memnun edilerek siyâsi maharet gösterilerek, müttefikler arasındaki çekişmelerden medet arayan bir nitelik taşımaktaydılar. Mustafa Kemal, her şeye boyun eğmekle millî bağımsızlığın yok olacağını görmüş, devletin varlığını muhafaza etmesini ancak millî haklara sahip çıkmak ve bir varlık göstermekle kabil olacağını saptamıştır. O, “Hak verilmez, alınır.” , “Kuvvet ve kudretten mahrum olanlara itibar edilmez”  inancındadır. Ona göre “Türk milleti hakkını düşmana yaranmakla değil, direnmekle, millî bağımsızlığı savunmakla elde edecektir.” Anadolu’da bu maksatla görev almıştır.

Acaba bu mümkün müydü? Nasıl bir değerlendirme sonucuydu?
Karşımızda I. Dünya Harbi’nin galipleri, süper devletler vardı. Bunlar ve bunların uyduları olan Yunanistan ve Ermenistan ile parasız ordusuz, mevcut hükümete de karşı çıkarak başarı nasıl sağlanacaktı?

Mustafa Kemal, görünürdeki sıkı işbirliği havasına rağmen, millî direnme arttığı nispette, müttefikler arasında çıkar çatışmalarının kaçınılmaz olacağı kanısındaydı. Bunlardan İtalya, İzmir’in Yunanistan’a verilmesinden harp sonrası meselelerde ikinci plâna itilmekten kırgındı. Fransa, Suriye ve Lübnan’a el koymakla Yakındoğu’da bir dereceye kadar tatmin edilmişti. Fakat onun için hayatî olan mesele, kendi Doğu sınırlarının güvenliği, yani Almanya barışının Fransa’nın görüşleri doğrultusunda gerçekleşmesidir. Bu konuda İngiltere ile tam bir görüş birliği olduğu söylenemezdi. Dolayısıyla Yakındoğu’da İngiliz siyaseti paralelinde sonuna kadar gideceği şüpheliydi. Ortada Yunanistan’ı Anadolu macerasında destekleyecek güç olarak İngiltere kalıyordu. Fakat İngiliz halkı harp yorgunudur. Yeni bir savaş macerasına karşıdır. Barış hedeflerine Yunan ordusunu kullanarak ulaşmak hesabı içindedir. Dolayısıyla Yunan ordusu yenilgiye uğratılırsa Türkler arzu ettikleri âdil barışa erişebileceklerdir. Mustafa Kemal derin sezişi ile bunu görmüş ve mücadele stratejisini buna göre yürütmüştür.

Mustafa Kemal Millî Mücadele’nin yürütülmesinde Türk Halkının yurtseverliğine güvenmektedir. Bu halk yorgun ve yoksuldur. Fakat toprağına bağlı ve gurur sahibidir. Yabancı egemenliği görmemiştir. Her şeyden önce istiklâline âşıktır. Adil bir barış yerine, kan, gözyaşı, yabancı boyunduruğu geldiğini görmüş ve her yerde silâha sarılmıştır. İşte Mustafa Kemal bu halkla mutlu sonuca ulaşacağı inancındadır.

Bunun için önce mevcut askerî birliklerde görüş birliği sağlamak, halkı örgütlemek, İstanbul’la ilişkileri buna göre aşamalı olarak yönlendirmek düşüncesindedir.

A) İstanbul İle İlişkiler: 19 Mayıs 1919 – 8 Haziran 1919
Mustafa Kemal Paşa Samsun’a gelir gelmez yoğun bir faaliyete girişti. Zira Samsun çevresi, yabancı müdahalesine kılıf hazırlamak isteyen Pontus Rum çetelerinin yarattığı huzursuzluk içindeydi. Mutasarrıf pasif bir tutum izlemekteydi. İkinci bir İzmir faciasına meydan verilmemeliydi. Dolayısıyla Mustafa Kemal Mutasarrıfın âcilen değiştirilmesini önerdi ve geçici olarak 3. Kolordu Komutanı Refet Bey’i bu işle görevlendirdi. Sadaret aynı gün verdiği cevapta (21 Mayıs 1919), bu girişimi ve mutasarrıflık için Mustafa Kemal’in önerdiği Hamit Bey’in atanmasını onayladı76.

Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında, şehirde İngiliz işgal kuvveti vardı. Bunlar daha iki gün önce 100 kişilik bir takviye kuvveti almışlardı. Ordu Müfettişi 20 Mayıs 1919 tarihli raporunda: “İngilizler ateşkese uymuyorlar. İstedikleri yere asker çıkarıyor ve içerilere gönderiyorlar. Bu hal, asayişi sağlama görevimi zorlaştırmakta ve halkın güvenini sarsmaktadır. Ateşkes hükümlerine ve millî haklara aykırı olan bu durumun önlenmesini” istedi. Keza aynı gün sadaret makamına: “İzmir’in işgali olayının milleti ve orduyu tarifsiz derecede içten yaraladığını, ne millet ve ne de ordu varlığına karşı yapılan bu haksız tecavüzü kabul edemeyeceklerini, bu sebeple Padişah ve hükümetin milletin hukukunu korumak için en kesin girişin ve icraatta bulunacaklarına inanıldığını” belirtti.

Damat Ferit verdiği cevapta: “Asker çıkarılmasının ateşkesin 7. Maddesine dayandırıldığı, ancak gerekli girişimlerin yapılmasının tabiî olduğunu” bildirdi77.

Mustafa Kemal birkaç subayını Samsun’daki İngiliz işgal kuvvetleri karargâhına gönderdi. Bu subaylar asayiş durumu, İzmir’in Yunanlılarca işgal edilmesi olayı etrafında İngiliz subaylarla fikir teatisinde bulundular, özellikle Türklüğün yabancı idaresine tahammülü olmadığını vurgulamaya özen gösterdiler.

Mustafa Kemal Paşa’nın esas görevlerinden biri bölgesindeki asayişsizliğe yol açan nedenleri saptamak ve bunları önlemek için gerekli önlemleri almaktı. Samsun’a varışından 4 gün sonra bu konudaki görüşlerini şu şekilde dile getirir.78a

“... Seferberlik başlangıcında, asker kaçaklarıyla Rumlar, Ermeniler ayrı ayrı çeteler halinde faaliyete geçerek bir süre  politika ile ilgili olmayan haydutluklar yaptılar. Daha sonra bunlar siyasî tutum içine girdiler. Rus istilâsı ile destek buldular. Mütarekeden sonra din adamlarının da ön ayak olmasıyla, Pontus Devleti kurmak için açıktan açığa harekete geçmişlerdir. Bugün Samsun civarında 40 kadar Rum Çetesi vardır. Bunlar tamamen siyasî bir nitelik kazanmışlardır. Liva’nın bütün Rumları çetelerle beraber Samsun’daki Rum komitesi ve özellikle Rum metropoliti Yermanos tarafından yönetilmektedir. Bunların siyasî amaçlarla yaptıkları tecavüzler yüzünden müslüman halk telaş ve heyecan içindedir. Ahali kendini, para ile Müslüman çetesi temin etmek suretiyle korumaya çalışmaktadır. Rum çeteleri İslâm halkını tehdit altına almış ve onları ortadan kaldırmaya girişmiştir. İslâmlar savunmadadır. Meydana gelen İslâm çeteleri düzenli bir programa sahip değildirler. Liva dahilinde ezici bir çoğunluğa sahip olan Müslümanlar ürkek bir vaziyette, mal ve canlarından endişe içindedirler. Rumlar Müslümanları huzursuz eden siyasî emellerinden vazgeçerlerse, şekavet derhal kalkacaktır... durumun gerektirdiği bütün tedbirler alınmaktadır78b.

Mustafa Kemal, görevli olduğu bölgenin asayiş ve güvenliğinin sağlanabilmesi için Samsun Livası ve Amasya bölgesinde jandarma ve nizamiye kuvvetlerinin yetersiz kaldığını belirterek bölgede bir miktar efradın silâh altına alınarak, bunlardan elverişli olanların jandarmaya ayrılmasını, Doğuda Ermeni saldırılarına karşı 15. Kolordu mevcudunun gerekirse artırılmasını önerdi. Bundan başka bir tedbir olarak asayişi sağlamakla görevli olduğu bölgelerden en hassasının Samsun Livası olduğunu bu sebeple eşkıya takibi, komitelerin faaliyetlerini gizleme, çarpışmalarda yararlık gösterenlerin ödüllendirilmesi için örtülü ödenekten âcilen mahallerine ödenek gönderilmesini teklif etti.

Hükümet silâh altına yeni asker alınmasını, siyasî sakıncası nedeniyle, uygun görmedi. Ama, jandarma maaş ve tahsisatının artırılması dolayısıyla gönüllüler yoluyla, jandarmanın takviye edilmesini onayladı. Ayrıca örtülü ödenekten gereken miktarın mahallerine âcilen gönderilmesini kararlaştırdı. Kurul ayrıca, Harbiye Nezaretinin teklifi üzerine, Mustafa Kemal Paşa ve maiyetine, ödenek ve yolluklarının yanısıra, eşkıya takibi dolayısıyla seyyar olduklarını göz önünde tutarak maaşlarının % 50’si kadar zam yapmayı da 1 Haziran’da karara bağladı79.

Samsun işgal altındaydı. Çevrede Rum çeteleri kol gezmekteydi. Dolayısıyla Mustafa Kemal, güvenlik açısından burada kalmayı uygun görmedi. 6 günlük bir ikametten sonra, iç bölgeyi teftiş ve kaplıcalarından yararlanmak gerekçesiyle, 25 Mayıs’ta Havza’ya geldi. Havza’da işgal kuvvetlerinin uzağında, daha rahat hareket imkânı vardı. Nitekim Paşa, gelir gelmez Havzalılara içinde bulunulan durumu:

“Düşman bizi öldürmek niyetinde değildir. Düşmanın niyeti bizi diri diri gömmektir. Şimdi çukurun tam kenarında bulunuyoruz. Son bir gayretle kendimizi kurtarmamız mümkündür. Zaten başka bir imkân yoktur.” sözleriyle uyardı. Vatanı kurtarmak maksadıyla halkı direnmeye ve millî haklara sahip çıkmaya davet etti. Hemen bir miting düzenletti. Mustafa Kemal Samsundayken orduda görüş ve eylem birliğini sağlamak için 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve Ankara’da 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ile temasa geçmiştir. 27 Mayıs’ta Ali Fuat Paşa’dan Afyon’da bulunan 23. Tümenin gücünü ve görevini sordu. Aynı gün Konya’daki Yıldırım Orduları Müfettişliğinden de aynı konuda bilgi istediği gibi, Konya’da bir “Vatan Ordusu” kurulduğuna dair olan haberler hakkında bilgi rica etti. Ali Fuat Paşa, verdiği cevaplarda, 23. Tümenin mevcudunun ancak 970 kişiyi bulduğunu, Manisa’nın da işgal edildiğini haber verdi. Konya’dan gelen cevapta, Manisa ve Aydın’ın işgal edildiği, Afyon’daki tümenin takviye edildiği, Rum olan mutasarrıfın değiştirildiği, asayişi muhafaza ile her türlü işgal olayına her türlü vasıtayla karşı konulacağını bunun için hazırlık yapıldığı bildiriliyordu.

Mustafa Kemal görev alanında bulunan kolordu ve idare adamlarıyla komşu illerdeki komutan ve idarecilere, 28 Mayıs tarihli bir genelgeyle Manisa ve Aydın’ın işgal edildiğini, yurt bütünlüğünün korunması için, dört gün süreyle büyük ve coşkulu mitingler yapılmasını, büyük devlet temsilcilerine, Babıâli’ye tesirli telgraflar çekilmesini, Hristiyanlara karşı düşmanca hareketlerden kaçınılmasını istedi.

Diğer taraftan millî direnmeyi organize etmek için 15., 3. ve 20. Kolordulara 29 Mayıs’ta gizli bir genelge gönderdi. Bu genelgede özetle:

“İtilâf devletlerinin millî bağımsızlığımızı yok etmek istedikleri ortaya çıkmıştır. İzmir, Manisa, Konya ve Antalya’da olduğu gibi. Samsun ve Trabzon için de hazırlık halinde oldukları anlaşılıyor... Ermenistan hayalini gerçeğe dönüştürmeleri, millî hayatımıza öldürücü bir darbe olur. Merkezi hükümet adeta esir vaziyettedir... Milletin esaretten kurtulması, kendi topraklarında egemen ve bağımsız yaşayabilmesi, ancak azimli ve namuslu ellerin, milleti kısa ve doğru yoldan haklarını ve bağımsızlığını savunmaya yönlendirmesiyle mümkün olacaktır. Güvenilir sivil memurlarla el ele vererek bağımsızlığımızı savunacak teşkilâtın, dışarıdan sezilemeyecek bir yolla kurulmasını zorunlu görüyorum... İhtisasımız gereği bu görev biz askerlere düşmektedir.” denildikten sonra bölgenin işgali ve alınacak tedbirler üzerinde önemle durulmaktadır.

Mustafa Kemal, Doğu illerinde işgalin iki türlü olabileceği görüşündedir. Ya Karadeniz sahilindeki Rum ahali isyan ederek Cumhuriyet ilân edecek... veyahut sahile yabancı kuvvetleri çıkarılacaktır.... Bunların ülkeyi ele geçirmelerine karşı halk ve asker birlik halinde silâhla karşı koyacaktır. Bu ayaklanmalarla birlikte, Doğu’dan Ermenistan ve Gürcistan yönlerinden gelecek saldırılara karşı gerilla şeklinde savunulması için şimdiden silâh, cephane, techizat ve sıhhi malzeme sezdirilmeden içeriye nakledilecektir. Halkın köyünü savunması ve civardaki birliklere katılımı ve her türlü ihtiyaçları saptanacaktır. XX. Kolordu’nun Batıdan Doğuya, XII. Kolordu’nun da Adana’dan Doğuya gelen yönleri güvenli duruma getirmesi gerektiğini belirterek, komutanların bu konudaki düşüncelerinin bildirilmesini istedi80.
(…)

B. İngilizler Devrede: Mustafa Kemal’in Dönmesi İsteniyor
Daha önce belirtildiği gibi, Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişliğine tayin edilirken İstanbul’daki İngiliz görevlileri herhangi bir engelleme yapmamışlardı. Onun Enver Paşa, İttihatçılar  ve Almanlarla takışmış olması, padişahın güvenini kazanmış bulunması ve İngiltere yanlısı Damat Ferit Hükümetince bu göreve tayin edilmesi, İngiliz makamlarınca güvenlik bakımından yeterli sayılmıştı.

Bununla beraber İngilizler atamadan sonra tamamlayıcı bilgi istemeyi lüzumlu gördüler. Onun Samsun’a vardığı gün İngiliz Karadeniz Orduları Komutanı General Milne 9. Ordu Müfettişliği kurulmasını ve müfettişin geniş bir kurmay heyetiyle gönderilmesinin sebeplerini sordu.

Osmanlı hükümeti 24 Mayıs tarihli cevabında: Mütareke hükümlerinin denetimini sağlamak için müfettişlik kurulmuştur. Müfettiş geniş bir bölgeye yayılan askerî birlikleri denetleyecek, çevredeki silâh, top kaması... v.s.’nin süratle gönderilmesini sağlayacak, asayişsizliği önleyecektir” denilmekteydi90.

Samsun işgal makamlarından gelen ilk raporlar da İngilizleri önce teskin etti. Ancak Mustafa Kemal’in Havza’daki faaliyetlerinden sonra, İngilizler de ciddi şüpheler uyandı. İstanbul’daki İngiliz Ataşesi General Deeds, Samsun’daki İngiliz Yardım Subayının dikkatini Mustafa Kemal’in görevinin niteliği üzerine çekti. Havza’daki piskoposun Samsun Rum Metropolitini uyarması ve onun da İngiliz Yardım Subayını ikaz etmesiyle, Yüzbaşı Hurst Havza’ya gelip 2 Haziran’da Mustafa Kemal ile görüştü.

Raporlarında, bölgedeki durumun Rumlar aleyhine geliştiğini, bu hareketi Ferit Paşa tarafından iyi niyetle oraya gönderilen Mustafa Kemal Paşa’nın örgütlediğini, İstanbul’dan sert emirler verilmesi halinde patlamanın önüne geçilebileceğini, Mustafa Kemal’in çağrılması gerektiğini, İngiltere’nin ya Samsun’a asker çıkarması, ya da mevcut subaylarını bölgeden çekmesi gerektiğini bildirmekteydi91.

Muhtemelen başka kaynaklardan da bilgi edinen  İngiliz işgal makamları, 6 Haziran 1919 tarihli bir nota ile

Seçkin bir generalin kurmay heyetiyle birlikte memleket içinde dolaşması, umumi efkârı tedirgin etmektedir. Askerlik bakımından bu generalin iş görmesini gerekli görmüyorum. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa ile kurmay heyetinin derhal geri çağırılmasını” istediler.

Harbiye Nezareti “Mustafa Kemal’in tayinine sebep 21 Nisan 1919 tarihli İngiliz notasıdır. Bu tayine İngilizler karşı çıkmamışlardır. Mustafa Kemal Ordu Komutanı değil, müfettiştir. Böyle bir müfettişin vilâyetleri dolaşmasının kamuoyunu rahatsız mı veya tersine teskin mi edeceğinin takdirini, memleketin tecrübeli bir askeri ve sorumlu bakanı olarak kendisine bırakılmasını” istedi92.

Bu girişimin bir yararı olmadı. Zira Amiral Calthorpe, 8 Haziran notasıyla aynı talebi yineledi:

“Samsun ilinde bazı kötü eğilimli kimseler karışıklık yaratmak istemekte olup bunların başında Mustafa Kemal gelmektedir... Karadeniz Orduları Başkomutanı General Milne tarafından Mustafa Kemal’in görevinden alınması için Harbiye Nezaretine emir verilmiştir. İçteki karışıklıklar ırklar arası dinî bir hal alırsa ciddî sonuçlar doğuracaktır. Dolayısıyla bütün sivil memurlara bölgelerindeki karışıklıklardan şahsen sorumlu tutulacakları duyurulmalı ve Samsun ilindeki durumdan bana sürekli bilgi verilmelidir.”93a

Aynı gün Sadrazam Vekili Mustafa Sabri, Mustafa Kemal’in sadarete gönderdiği bir yazıyı İngiliz Ataşesine okuyor ve onun geri çağırılmasını istedikleri için Ataşeye teşekkür ediyor ve Anadolu hareketinin arkasında Harbiye Nezareti’nin bulunduğunu söylüyordu93b.

İngiliz baskısı üzerine, Harbiye Nezareti, 8 Haziran 1919’da Mustafa Kemal’den İstanbul’a dönmesini rica etti. Mustafa Kemal Harbiye Nazırı Şevket Turgut Paşa’dan “davet sebebinin lütfen açıklanmasını istedi.” Bakanlıkça hazırlanan cevapta “... O bölgedeki memuriyetlerini uygun görmeyen İngilizler İstanbul’a çağrılmanızı istediler. Memleketin geçirmekte olduğu hal, Nezareti bu İngiliz isteğini yerine getirmek zorunda bıraktı.” denilmekteydi. Fakat Bakan bu ifadeyi onaylamadı. Mustafa Kemal’e 15 Haziran tarihinde “İstanbul’a davetiniz Hükümet-i Seniyeye’nin kararı neticesidir.” şeklinde cevap verdi. Ancak aynı soruya muhatap olan Genel Kurmay Başkanı Cevat Paşa, aralarındaki özel şifreyle “Zatıaliniz gibi değerli bir generalin halen Anadolu vilâyetlerinde dolaşmasının kamuoyu üzerinde iyi tesir bırakmayacağı gerekçesiyle İngilizler istedi.” şeklinde cevaplandırdı94.

Fakat Mustafa Kemal İstanbul’a dönmemeye kararlıydı. O daha mütarekenin ilk günlerinden düşmanlara kayıtsız şartsız boyun eğmenin felâketi ancak çoğaltacağını görmüş, ilgilileri ısrarla uyarmıştı. O, Türk milletinin payidar olabilmesi için, Anadolu’da gücünü halktan alan, millî iradeye dayalı bir yönetim oluşması gerektiğine inanıyordu. Mustafa Kemal “Hak verilmez alınır” görüşündedir. Buna göre, Türk Milleti hakkını düşmana yaranmakla değil, ancak direnmekle elde edebilir. Bunu sağlamak için Anadolu’da görev almıştır. Amacı yurt bütününü kapsayan bir örgütlenme ile millî haklara sahip çıkmak ve devleti uçuruma düşmekten kurtarmaktır. Geniş yetkileri, bu düşüncesini uygulamasına yardımcı olmaktaydı. Bu sebeple resmî görevinden mümkün olduğu kadar yararlanmak maksadıyla, İstanbul’u oyalamaya bu arada Anadolu’da ordu ve halkı toparlama faaliyetlerine hız verdi.

11 Haziran’da 4 tümenli 15. Kolordu Komutanı  Kazım Karabekir’e amacının “Milletin hukuk ve istiklâlini sağlama yolunda milletle beraber çalışmak” olduğunu, bu gayeyle “milletin sinesine iltica” edeceğini, bunun aynı fikir ve kanaatte bulunan arkadaşların desteğiyle mümkün olabileceğini belirterek , bu konuda görüşlerinin bildirilmesini istedi. Kâzım Karabekir 16 Haziran tarihli cevabında, Mustafa Kemal’in görüşlerine katıldığını, lüzumlu gördüğünde mıntıkasına gelmesinden memnun olacağını bildirdi95.

Mustafa Kemal Anadolu’daki durumu ve çağrılmada ısrar edilmesi halinde, sine-i millete döneceğini padişaha 11 Haziran tarihli bir telle özetle şu şekilde bildirdi:

“... Bugünkü tehlikeli durumdan, ülkenin bölünmesi ve yabancı baskılarından ancak millî ve kutsal kudretin haykırışı kurtarabilir. Her taraf bu görüşte birleşmiştir. İstanbul’dan ayrılırken, üzücü İzmir olayları ertesinde, saraya çevrilmiş düşman gemilerinin toplarını göstererek “milletin bu durumdan hem kendini ve hem de sizi kurtarabileceğini” söylemiştiniz. Bu gönül dileğinizden doğan ilham ile görevime devam ediyorum... Bu bir aylık dönemde Anadolu’nun bütün vilâyet ve kazalarını, bütün kumandan ve memurları “Hissiyat ve icraatına vukuf ve nüfuz hasıl ettim ve anladım ki millet baştan aşağı uyanıktır. Devlet ve milletin bağımsızlığını, Saltanat ve Hilafetin haklarını teyit için azimli ve inançlıdır.” dedikten sonra İstanbul çevresinin kokuşmaya elverişli ahlâkından yararlanmasını bilen yabancıların devlete hizmet edenleri ortadan kaldırmaya çalıştıklarını belirterek kendisinin geri çağrıldığını, ancak Ali İhsan ve Y. Şevki Paşa’ların akıbetine uğramamak için dönmeyeceğini, zorlanırsa istifa ederek, sine-i millet’e kalarak vatanî görevine daha açık bir şekilde, millet bağımsızlığına kavuşuncaya kadar devam edeceğini, bildirdi96.

Havza gerisinde İngiliz birlikleri olması ve Amasyalıların davetini dikkate alan Paşa, Havza’yı 12 Haziran’da terk ederken millî hareketi düzenleme faaliyetlerine açık bir şekilde devam etmek kararındadır. Havzadan sivil kıyafetle ayrılırken “Bu gün artık bir üniforma sahibi değilim. Size evvelce bildirdiğim gibi bir millet adamıyım.” demiştir.

Paşa, Amasya’da Müftü Hacı Tevfik Bey olduğu halde, sıcak bir şekilde karşılandı. Müftü “Paşam bütün Amasya emrinizdedir, gazanız mübarek olsun.” sözleriyle heyete kucak açtı. Paşa Amasyalılara

“Padişah ve hükümet itilâf devletleri elinde esirdir. Memleket elden gitmek üzeredir. Bu kötü vaziyete çare bulmak üzere sizlerle işbirliği yapmaya geldim. Düşmanlarımızın Samsun’dan yapacakları herhangi bir çıkarma hareketine karşı, ayaklarımıza çarıklarımızı çekerek, dağlara çekilecek, vatanımızı en son kayasına kadar müdafaa edeceğiz.” sözleriyle halkı mücadeleye davet etti.  Hemen ertesi gün Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti oluşturuldu. Kurucular ve halk millî harekete maddî destek de sağladılar.
(…)

Mustafa Kemal, Amasya görüşmeleri çerçevesinde, İstanbul’da etkili kimselere kararların niteliğini belirten yazılar göndererek desteklerini istedi.

Amasya Genelgesinin sonuçlarından biri de Mustafa Kemal’i İstanbul’a getirme faaliyetlerinin yoğunluk kazanması oldu. Zaten İngilizler 6 Haziran’dan beri Mustafa Kemal’in görevden alınması için devamlı baskı yapıyorlardı. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 17 Haziran 1919’da, Anadolu’nun 10 askeri bölgeye ayrılarak her birinin başına bir general atama projesini kabul etmeyeceklerini, Mustafa Kemal’in Samsun’a gönderilmesinin üzücü sonuçlar verdiğini ifade ederek onun ve arkadaşlarının biran önce İstanbul’a çağrılmalarını istedi101. 22 Haziran’da İngiliz yetkililer (İngiliz ateşesi Deeds ile  siyasî danışman ve Baştercüman Ryan) sadrazam vekilinden 3. Ordu müfettişinin görevden alınması isteğini tekrarladılar. 30 Haziran’da ise İngiliz Karadeniz Orduları Başkumandanı Milne, Mustafa Kemal’in azledilmesini, 6 Haziran’da Harbiye Nezareti’nden istediklerini, 8 Haziran’da verilen dönüş emrine rağmen Mustafa Kemal’in görevden alınmadığını belirterek Anadolu’daki direniş hareketlerinin önlenmesi için Mustafa Kemal ve Cemal Paşaların çekilmeleri konusunda Osmanlı Dışişleri nezrinde girişimde bulunulmasını Amiral Calthorpe’den istedi. Amiral 2 Temmuz 1919 tarihli nota ile, Sivas ve Konya’da İtilâf çıkarlarına karşı kışkırtmalarda bulunan, Mustafa Kemal ve Cemal Paşaların derhal ve kayıtsız, şartsız İstanbul’a çağrılmalarını ve bir sureti İngiliz hükümetine sunulan bu nota hakkında ne gibi işlem yapıldığını derhal bildirilmesini talep etti102.
(…)

Gerginliği tırmandıran diğer önemli olay, İngilizlerin Batum’dan tahliye ettikleri 150 Hintli askeri Samsun’a çıkarmalarıdır. Paşa 7 Temmuz’da başbakanlığa gönderdiği bir yazıyla durumu bildirmiş ve daha 1000 kişi getirileceğini belirterek, bunun yurt güvenliğini kesinlikle engelleyeceğini dolayısıyla olayın protesto edildiğini, çıkanlardan başka bir tek askerin daha kasabaya ayak basmasına müsaade edilmeyeceğini ve sahilden içeriye hiçbir kuvvetin hareketine izin verilmeyeceğinin kesin bir şekilde İngilizlere iletildiğini duyurmuştur. Mustafa Kemal Paşa yazının sonunda şöyle demektedir:

“Her konuda gerekli tedbirler alınmış ve askerî hazırlıklar yapılmıştır. Teşebbüsleri halinde meydana gelecek üzücü sonuçlardan doğrudan doğruya kendilerinin sorumlu olacaklarının bildirilmesi lâzımdır. Bu hususta son derece azim ve şiddet gösterilmesi ve başka bir surette harekete imkân bulunmadığını arz ederim.” 115.

Bu tel hükümeti ve İngilizleri harekete geçirdi. Millî Savunma Bakanı 3. Kolordu Komutanından İngilizlerin asker çıkarmasına katiyen karşı koyulmamasını, bunun fayda değil zarar getireceğini, Mustafa Kemal’in dönmesi işinin bir ecnebi meselesi haline geldiğini, paşanın gelmemekle yurdun bölünmesine yol açtığını ileri sürüyordu 116.

Millî Savunma Bakanı bir taraftan da Mustafa Kemal ile telgrafla haberleşmesine devamla, Paşa’yı dönmeye ikna etmeye çalışıyordu. Paşa, İngilizlerin tutuklanmayacağı yolunda verdikleri güvenceye inanmanın saflık olacağını, heyecan içindeki Doğu halkı arasından çıkıp gelmek hususunda, şahsî iradesini kullanmaktan manen, maddeten mahrum olduğunu açıklıyor ve Bakana “bulunduğunuz makam vatan ve milletin selâmetini temin imkânı vermiyorsa, o makamı terk ediniz” diyerek onu istifâya çağırıyordu. İstanbul’da Dışişleri Bakanlığı, Calthorpe’nin 2 Temmuz tarihli notasını cevaplandırmak için Bakanlar Kurulu’nun kararını bekliyordu. 8 Temmuz’da Padişah adına Saray Başkatibi Ali Fuat (Türkgeldi) devreye tekrar giriyor 8 Temmuz tarihli telde: “Hükümet üzerinde şiddetli baskılar yapılmaktadır... Vatan menfaati düşüncesiyle yaptığınız teşebbüsler devletin esas menfaatlerini bozacak ve ülkeyi büyük tehlikeler içine atacaktır. İngilizlerle yapılan temaslardan şahsınıza karşı onur kırıcı hiçbir muamelede bulunmayacaklarına söz verdiklerinden İstanbul’a dönmeniz... Buraya geldiğinizde ya diğer münasip bir yere tayininiz yahut duruma göre Erzurum’a dönmeniz etraflıca düşünülecektir...” denilmekteydi. Ancak Mustafa Kemal bu tele cevap vermeye fırsat bulamadı.

Zira Bakanlar Kurulu 8 Temmuz 1919 tarihli bir tutanak ile Mustafa Kemal’in memuriyetine son verilmesine, padişahın onayına sunmaktaydı. Tutanağa göre: “Mustafa Kemal görevli olduğu bölgede islâm halkını, diğer unsurlar ve yabancılar aleyhine kışkırttığından, İstanbul’a getirilmesi İngiltere fevkalâde komiserliğince ısrarla istenmiş ve güvenliğin bozulacağı yerlere asker gönderilme zorunluluğu hasıl olacağı önemle bildirilmiştir. Durumun önemi ve nezaketi Harbiye Nezaretince defalarca telgrafla açıklanmış ve görevinden istifâ ile dönmesi istenmiştir... Yapılan tebliğleri dinlemediği gibi, kışkırtmalara devam etmekte olduğu her gün mahallerinden gelmekte olan resmi yazılardan ve bizzat kendisinden gelen telgraflardan açıkça anlaşılmaktadır. Halen Ordu Müfettişi sıfatıyla tehlikeli emirler vermektedir. 5 Temmuz’da Samsun’a çıkarılan ve bir işgal mahiyetinde olmadığı yabancı temsilciler tarafından garanti edilen İngiliz askerî birliğine karşı, adeta savunmaya geçilmesi hususunda komutanlara emirler vermiştir. Bu Mustafa Kemal meselesi İngiltere ile mühim anlaşmazlıklara sebep olacak derecede tehlikeli sonuçlara yönelmektedir. Dolayısıyla adı geçenin müfettişlik görevinden biran önce alınması gerekmektedir”117.

Tutanaktan anlaşıldığı gibi, Mustafa Kemal’in geri alınmasında esas faktör, olarak İngilizlerin ısrarlı baskısı ve İngiltere ile silâhlı bir çatışma çıkması ihtimali ön plânda görünmektedir. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkarılan İngiliz askerî birliğine karşı aldırdığı tertibat, hükümeti dehşete düşürmüştür. Bakanlar Kurulu kararını padişahın da onaylaması ile Paşa ile İstanbul arasında ipler kopmuştur.

Nitekim 8 Temmuz gece 10:30 civarlarında Mustafa Kemal Paşa telgrafhaneye çağrılmış, Padişahın bugünkü telini alıp almadığı sorulmuş, şifrenin çözülmekte olduğu cevabı alması üzerine, “Yüksek memuriyetinize durum icabı son verilmiş olduğundan vakit geçirmeksizin İstanbul’a dönmeleri Padişah hazretlerinin kesin emirleri gereğidir.” tebligatı yapılmıştır118.

Bu iradenin alınması üzerine Mustafa Kemal sine-i millette bir ferdi mücahit olarak hizmet etmek amacıyla sadece görevinden değil, pek sevdiği askerlik mesleğinden de istifâ ettiği karşılığını vermiştir119.

II. Sine-i Milletten Liderliğe Giden Çetin Yol
9 Temmuz Çarşamba gününden itibaren Mustafa Kemal 25 yıllık askerlik hayatına son vermiştir. Artık resmî bir unvan ve görev sahibi değildir. Bundan sonraki mücadeleyi bir halk adamı olarak yürütmesi gerekecektir.

Artık sivil şahsiyet olan Mustafa Kemal, ilk aşama olarak 9 Temmuz’da millete hitaben bir beyanname yayınlar:” çalı“Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak, Yunan ve Ermeni emellerine kurban etmemek için millî mücahede uğrunda milletle beraber çalışmaya askerî ve resmî sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu kutsal gaye için milletle beraber nihayete kadar çalışmaya mukaddesatım namına söz vermiş olduğum için, pek aşıkı bulunduğum askerlik mesleğine bugün veda ve istifâ ettim. Bundan sonra mukaddes gayemiz için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere, sine-i millete bir ferd-i mücahit suretiyle şacağını duyurur. Yazının bir sureti Erzurum Valiliğine, Harbiye Nezaretine ve Kolordu Komutanlıklarına gönderilir120.

Yürütülecek Millî Mücadelenin başarısı, doğru karar veren, verdiği kararı sarsılmaz bir irade ile uygulayan, yürekli ve üstün zekâlı bir şefin yanı sıra; bu lideri arkalayacak asker ve halk desteğine bağlıydı.

Halbuki daha istifânın ertesinde kendisinin Kurmay Başkanı, görevden affını istemekteydi. Bunu başkalarının da izlemesi mümkündü.

Bu hassas dönemde Rauf (ORBAY) Bey ve bilhassa Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın desteği tereddütleri ortadan kaldırdı. Kâzım Karabekir “Kolordum ve ben bundan önce olduğu gibi emrinizdeyiz Paşam” sözleriyle Mustafa Kemal’e desteğini dile getirmiş. 13 Temmuz tarihli bir yazıyla bunu pekiştirmişti121.
XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat (CEBESOY) Paşa da istifâdan dolayı üzüntülerini belirtmiş, Millî Mücadelede kendisinin izinde olacakları teminatını vermiştir122. II. Ordu Müfettişliğine vekâlet eden Albay Selahattin de istifâ dolayısıyla üzüntülerini bildirmiş, başarı dileklerini ulaştırmıştır123.

Amasya’dan itibaren Mustafa Kemal ile beraber olan Hamidiye Kahramanı, Bahriye Eski Bakanı Rauf (ORBAY) Bey de ayrı bir beyanname yayınlayarak “Vatan ve milletin istiklâli ve kurtuluşu, saltanat ve hilâfet makamının masuniyeti sağlanıncaya kadar, Mustafa Kemal ile beraber çalışmaya and içtiğini” açıkladı124. Bu genelgeler her tarafa ulaştırıldı.

İstifadân sonra, ilk halk desteği Erzurum’dan geldi. 10 Temmuz’da Vilâyat-ı Şarkîye Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye Cemiyeti Erzurum Şubesi “Vatanı parçalanmaktan millî hâkları ve saltanat ve hilâfeti çiğnenmekten kurtarmak emeliyle açılan Millî Mücadele’ye bir ferd-i mücahit sıfatıyla katılmaları” nı gösteren yazının alındığını bildiriyor, Yönetim Kurulu adına Faal Heyeti Başkanlığını Mustafa Kemal’in, İkinci Başkanlığı da Rauf Bey’in kabul etmelerini istiyordu125. Böylece Mustafa Kemal ile Rauf Bey’in kongre çalışmalarına şahsen katılmaları sağlanıyordu.

Mustafa Kemal’in askerlikten istifâ ederek “Sine-i millette bir ferd-i mücahit olarak” hizmet etmek kararı, Erzurum’da yayınlanan Albayrak Gazetesinde 14 Temmuz 1919’da şu coşkulu ifadelerle halka duyuruldu: “Mustafa Kemal’in askerlikten istifâsı bir azim ve iman vesikasıdır. Millette henüz eski   kanın   sönmemiş olduğunu gösteriyor Anafartalar kahramanını Millî Mücadele’nin başında görmek mutluluk verici bir manzaradır... Millet Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında parlak bir hale teşkil ediyor. Böyle temiz ve fedakâr ruhların  birleşmesinden milletin hamiyet ve istiklâl gibi iki mukaddes nurunun doğacağı şüphesizdir.”126.

İstanbul Hükümeti, Mustafa Kemal’in istifâsı ile yetinmedi. Samsun’a yeniden asker çıkarılması veya iç kısımlara işgal kuvveti gönderilmesi halinde, silâhla karşılık verilmesini emreden 3. Kolordu Komutanı Albay Refet (Bele) Bey’in de görevine son verdi. Refet Bey komutayı İstanbul’dan gönderilen ve maksata uygun çalışacağını ümit ettiği, Albay Salâhattin (KÖSEOĞLU) Bey’e devretti ve İstanbul’a istifâ dilekçesini gönderdi. 3. Kolordu Komutanının değişmesi, yerine atanan komutanın tutumunun ne olacağı konusunda tereddütler, Refet Bey’in durumu  gibi meseleler, Mustafa Kemal’î ciddi bir şekilde meşgul etmekte, bu gibi durumlara karşı tedbirler almaya yöneltmekteydi.

Bu sırada Canik Mutasarrıfı Hamit Bey’in de görevden alınacağı duyuruldu. Hamit Bey durumu Mustafa Kemal’e duyurdu. Emir gelince İstanbul’a gideceğini bildirdi. “Mühim bir noktada kendisinden fedakârca hizmet beklenen” bir idare adamının sanki normal bir zamandaymış gibi hareket etmesi gibi, Mustafa Kemal’i üzmüştü. Hamit Bey’e İstanbul’a gitmesi halinde, tutuklanıp Malta’ya gönderileceğini, dolayısıyla Refet Bey’le beraber, Sivas’a gerekirse, Erzurum’a gelmesini istedi. Hamit Bey, Padişaha bir tel çekilerek “48 saat içinde milletin güvenliğine layık bir hükümet kurulamaz ve bir kurucu meclis toplanmazsa, padişah ve hükümet tanınmasın“  önerisinde bulundu. Mustafa Kemal buna “önce hükümete destek olacak bir gücün oluşturulması gerektiğini, bunun da Erzurum ve Sivas Kongreleriyle gerçekleşeceği” cevabını verdi 127.

II.Ordu Müfettişinin görev yerinden ayrılması, Refet Bey’in kumandayı halefine terk etmesi, Amasya kararlarına ve Mustafa Kemal’in 7 Temmuz’da yayınlamış olduğu genelgeye ters düşmekteydi. Bu genelgede müfettiş ve kumandanların görevden alınmaları halinde, yerlerine gelen kişi işbirliğine elverişli ise görev teslimi yapılması, aksi halde kumandanın asla terk olunmaması, öngörülmüştü. Mustafa Kemal komutanların İstanbul’a gitmelerinin sakıncalarını bir kez daha hatırlatmak zorunda kaldı128.

/ PROF. DR. ABDURRAHMAN ÇAYCI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder