27 Eylül 2006 Çarşamba

Gebi, Çebi, Çebni, Çelebi



Çebi niçin Çebni olarak çevrilmiş? Orta Asya dillerinin çevirisi çok zor bir çeviri dilidir. Yabancı tarihçiler bu konuda daha hassas davranmaktadırlar. Örneğin Sovyet yazar Lev Gumilev Orta Asya Türk Tarihi konusunda Dünya’da bir otorite olarak kabul edilmektedir ki kitabında Çebi-Han’ı tam olarak tercüme etmiştir. Çebiler, Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesinde en mühim rolü oynamışlardır. Yukarı Kelkit boylarından, Bursa ve Kocaeli’ne kadar geniş bir sahada yayılmışlardır.



Prof. Dr. Y. Nurettin İsmailçelebioğlu’nun yapmış olduğu araştırmaya göre Çebilerle ilgili en eski bilgi şu şekildedir. En başta İsmail Çelebi (veya Çebi) isimli kişi bulunmaktadır. İsmailçebi`ler soyunun atası olarak kabul edilen bu kişi, Konya`dan Rize`nin Hemşin İlçesi Cimil köyü’ne gelmiş burada bir müddet kalmış ve 3 çocuğu olmuştur (buraya çocukları ile de gelmiş olabilir). Çocuklarından biri Ayvaz Hüseyin (mezarının Sürmene’de Berdoz Köyünde bulunduğu), diğeri Kel Ali (mezarının Ünye’de), bir diğeri de Kumbasar (mezarı Rize’de) dır. Kumbasarlar halen Rize`nin Çamlıhemşin İlçesinde yaşamaktadırlar. Çebilerin yaşadığı bu tarihler yaklaşık 1650 yıllarına denk gelmektedir. Bu bilgiler daha sonra elde ettiğimiz bilgilerin yanında sönük kalmaktadır. Aşağıdaki açıklamalardan köklerimizin çok daha derinlere gittiği görülecektir.

(…)

Ünlü romancımız Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi isimli kitabının 40. sayfasında Çebi obasından bahsetmektedir. Bu konunun detayını Yaşar Kemal’in daha sonraki kitabından öğreniyoruz. ( Yaşar Kemal kendisini anlatıyor, Alain Bosguet ile görüşmeler Yapı Kredi Yayınları 1990 s. 150)

“Osmanlı çağında 1865 başkaldırısından sonra olacak, aşiret koşulları değişip de yerleşmek için can attıkları günlerde olacak Çebi Aşireti ustası bir kılıç yapıp padişaha götürüyor. Padişah da bu güzel kılıcı o kadar beğeniyor ki o aşirete Aydın ovasını veriyor. Bu olay doğru ya da yanlış aşirette biliniyor. Üstelik Çebi Aşireti demircisi kökten sürme bir usta değil, daldan eğme, yani çıraklıktan yetişme, kutsallığı olmayan bir kimsedir. Haydar ustaysa kökten sürme” gibi.

Aydın ovasında da Osmanlı döneminde Çebiler’in varlığından haberdar oluyoruz. Daha önceki bilgilerimizden bu obanın bizim soyumuzla bir ilgisi olup olmadığını bilemiyorduk ama yeni öğrendiğimiz bilgilerden bu olasılığın kuvvetli olduğu anlaşılmaktadır. Burada Yaşar Kemal Çebilerin ustası Rüstem Ustanın kökten sürme olmadığını söylüyor. Burada yanıldığını şu andaki bilgilerimizden anlayabiliriz. Orta Asya steplerinde ilk I. Hakanlık döneminde ilk Türk Hanı Bumin Han, Ju-jan hanı Anahun!a elçi göndererek kızıyla evlenmek istediğini söylüyor. Han, Bumin-han’ın talebini reddettiği gibi “sen benim dökümcümsün, bana karşı böyle bir isteğe nasıl cüret edersin “diyerek-o dönemde Türkler Ju-Janlara demir dökerlermiş- kızgınlığını ifade ediyor. Bumin Han 552 yılının kışında Ju-Janlarla savaşarak onları yenerek ağır bir mağlubiyete uğratıyor. Anahun bu yenilgiyi hazmedemeyerek intihar ediyor. Bumin Han İl han unvanını alıyor ve 552 yılında ölüyor. (L. N. Gumilev, Eski Türkler s. 44 Selenge yayınları 2002) Çebilerin atası Çebi han’ın da Bumin han’ın torunlarından Kat-İl han döneminde yaşadığını öğreniyoruz. Atalarımızın, demir-çelik ve dökümcülük konusunda ne kadar deneyimli olduklarını da bu bilgilerden anlıyoruz.

Dr. Çakıroğlu’nun listesinde; Batı Anadolu’daki Yörük Oymaklarına dair 30.sıradaki Çebni (Çebi) Oymağının (XIX. Yüzyılın II. Yarısında) önemli bir oymak olduğu ve Aydın Vilayeti’nin her tarafına yayıldığı yazılmaktadır. (Prof. Dr. Faruk SÜMER, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy teşkilatları-Destanları Türk Dünya Araştırmaları Vakfı İstanbul 1999 s.437).
(…)

Ünlü Türk Tarihçisi Prof. Dr. Faruk Sümer, Çapa Diş Hekimliği Genel Sekreteri Namık Çebi’ye kendi el yazısıyla yazmış olduğu yazısında-Namık Çebi bu yazıyı çerçeveletip duvarına asmıştır-Çebiler’in atalarının ünlü Oğuz Boylarından Çebni Boyu olduğunu ifade etmiştir. Zaten Çebiler’in yaşam kültürü, yaşadıkları yöreler, savaşçı ve atak karakterine bakılırsa bu dayanağın doğru olduğu görülür. Burada Prof. Dr. Faruk Sümer’in, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy teşkilatları-Destanları isimli kitabındaki Çebnileri, Çebi olarak düzelttiğimizde soyumuzun derin tarihi de ortaya çıkmaktadır.

XIII. yy.ın ikinci yarısının ortalarında kalabalık bir Çebi grubunun Sinop yöresinde yaşadığı görülmektedir. Çebiler, 1277 yılında bölgedeki karışıklıklardan yararlanarak Sinop’u almak için kadırgalarla Sinop’a gelen Trabzon Rum İmparatoruna karşı şehri başarı ile müdafaa edip geri dönmeye mecbur bırakmışlardır. İmparator II. John zamanında (1280-1297) Ünye (Halibiya) yöresini ele geçiren Türklerin Sinop Çebileri olabileceği düşünülmektedir. 16 Ağustos 1297’de Limnia’da (Çarşamba Bölgesi) ölen Trabzon Kralı Kaloionnes Kommenos zamanında Çebiler Ünye bölgesini zaptetmiş, bölgenin dağlık kesiminde yer alan otlaklar ve bol yaylalar kısa sürede Çebiler tarafından işgal edilmiştir. Bölgeyi işgal eden Türkmenlerin lideri Bayram Bey idi.

1313 yıllarında Çebilerden olduğu tahmin edilen Bayram bey ile buyruğundaki Çebiler kurulmuş bir pazarı ele geçirmişlerdir. Ordu Vilayeti’ni fetih eden ve orada beylik kuran Bayram Bey’in (Bayramlı Beyliği) 1322 yılında çok sayıda askerle Palaio Matzuka’ya (Hamsi Köy) kadar geldiği ve ağır kayıplar vererek geri döndüğü bildirilmiştir. Osmanlı Tapu tahrir defterlerinde Ordu Bölgesi “Kaza-ı Bayramlu” olarak kaydedilmiştir. (Sürmene, Sürmene Belediyesi Kültür Yayınları s.104 1999)
(…)

Ordu bölgesinde ortaya çıkan Hacı Emirli Beyliği’nin de Çebiler tarafından kurulmuş olması gerekir. (Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Türk Dünyaları Vakfı İstanbul 1999, s. 185) Hacı Emir Bey 1386 yılında ağır derece hastalanıp hayatından ümidini kesince büyük oğlu Süleyman’ı beyliğin başına geçirmiştir. Süleyman Bey daha sonra Niksar-Çarşamba yörelerinin hakimi Tacettin Çelebi’yi yenilgiye uğratmış, bunun üzerine Sultan Kadı Burhanettin, Reşadiye’yi (İskefsir) Süleyman Bey’e vermiştir. Süleyman bey daha sonra 1396 yılında Trabzon Rum İmparatorluğuna ait Giresun Kalesi’ni fethederek dirayetli bir bey olduğunu göstermiştir. Bayram Bey’in ölümü bilinmemekle birlikte Bayramlı Beyliği’nin Halbiya da denilen Ordu yöresi ile Giresun’u fethederek oralarda yoğun bir Türk nüfusunun yurt tutmasını sağlamıştır. Bu Türk nüfusu; başta Çebiler olmak üzere Oğuz boylarından Eymür, Avşar, Karkın, Bayındır, Yüreğir, Ala Yuntu ve İğdir boylarına mensup obalar tarafından meydana getirilmiştir.

Yukarı Kelkit vadisinde de kalabalık bir Çebi kimliği vardı. Bu Çebi’ler XI. yy.da Harşit Çayı boylarında Trabzon Rum Devletleri’nin kuvvetleri ile çarpışa çarpışa Karadeniz’e ulaştılar ve Trabzon’un batısı ve güney batısı ile Giresun yöresine yerleştiler.

Trabzon bölgesi 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından alınmak suretiyle Karadeniz’in fethi tamamlanmıştır. Trabzon’un fethinden sonra Hıristiyan’ların bir kısmı İstanbul’a gönderildi. Kentte kalanlar kale dışına çıkarıldı. Trabzon’a Amasya, Niksar, Tokat, Ladik, Bafra, Çorum vb. yerlerden Türk-Müslüman aileler yerleştirildi. XIV. yy. sonlarından beri Giresun-Torul-Görele bölgesindeki Çebiler’in bir bölümü Trabzon yöresine göç ettirildi. (Yurt Ansiklopedisi, 10. Cilt s. 7249 1982-1983-1984)

Çebi’lerden bir bölük Uzun Hasan Bey zamanında Ak-Koyunlu hizmetine girmiştir. Bu Çebiler’in başında İl-Aldı Bey bulunuyordu. Hasan Bey’in 1468-1469 yıllarında Bitlis’in fethine gönderdiği emirler arasında İl-Aldı Bey’de vardı. İl-Aldı Bey’in dirliğinin Doğu-Anadolu olduğu bilinmektedir. Ak-Koyunlular’ın halefi Safeviler’in hizmetinde de Çebiler vardır ki bunlarda aynı Çebiler’den başkası değildir.

Kanuni’nin, Nahcivan seferinden sonra (1548) bazı hadiseler yüzünden Çebiler’in askeri hizmetlerde bulunmaları yasaklanmış, daha evvel askere alınanların da askerlikten çıkarılmaları emredilmiştir. (Mühimma defteri LX, s. 130)

Önemli askeri bir güç olduklarını gösteren Çebi’ler daha sonra Samsun’un doğusundan Giresun’a kadar uzanan ve Canik denilen bölgenin fethinde mühim bir rol oynadılar. Daha sonra doğuya doğru ilerleyerek Trabzon devletinin topraklarına girip orada fetih hareketlerine giriştiler.

1748 yılında Erzincan hakimi Ahi Ayna Bey, Bayburt hakimi Mehmet Bey, Akkoyunlu Tur Ali bey ve ona refakat eden Kuzey Suriye’deki en tanınmış Türkmen Beylerinden Boz Doğan ile Çebiler Trabzon’a saldırmış, müttefikler üç gün savaştıktan sonra geri dönmek zorunda kalmışlardır. Bu sefere katılan Çebiler’in yoğun bir şekilde yukarı Kelkit boylarında yaşadıkları anlaşılıyor.

Rize şehri ile köylerinde Türkçe konuşulması, Türk yerleşmesinden ileri gelmiştir. Rize yöresinin önemli bir kesiminin ünlü Oğuz Boyu Çebiler tarafından iskan edildiği bilinmektedir. Çebi’lerin yanında Halaç’larında Karadeniz kıyılarındaki Türk yerleşmelerinde önemli rol oynadıkları ortaya çıkmıştır.

Sonuç olarak Oğuz Boyu’ndan Çebiler Sinop-Batum arasındaki uzun şeritte yerleşmek suretiyle bölgenin Türkleşmesinde başlıca rolü oynadılar.

16. yy da Anadolu’da Çebiler’e ait 44 yer adı görülmektedir. Aynı yy’da bu boya mensup oymaklar şunlardır : Trabzon Bölgesi Çebileri : Ulu-Yörük Çebileri:  Halep Türkmen Çebileri,  Dulkadirli Çebileri:  Boz-Ok Çebileri ; Adana Çebileri :  At Çeken Çebileri:  Koç Hisar (Şerefli) Çebileri :  Hamid Çebileri : Çorum Çebileri  (Prof. Dr. Faruk SÜMER, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy teşkilatları-Destanları, Türk Dünya Araştırmaları Vakfı İstanbul 1999

Bu bilgilerden Çebiler’in tarihimizde en önemli rol oynamış Oğuz boylarından biri olduğu da ortaya çıkmıştır.

En son öğrendiğimiz bilgiler de takdire şayandır ve Çebilerle ilgili çok değerli bilgilerdir. Bu bilgilerden Çebilerin, yaşayan Türk tarihi içinde en eski ve en köklü bir yapıya sahip olduğu da ortaya çıkmıştır.

Ünlü Türkolog Sovyet yazar Lev Nikolayeviç Gumilev (1912 Petersburg doğumlu) Eski Türkler isimli kitabında -Bu kitap aynı zamanda yazarın doktora tezidir- Çebi Han’dan bahsetmektedir. Çebi Han, Açina Hanedanlığına bağlı, Doğu Hakanlığı Hanlarından (550-640) Bumin Han’ın torunu Kat İl Han döneminde ülüş sahibi prenslerden biriydi ve “küçük” han unvanını almıştı. 630 Hezimetinden sonra ordusıyla birlikte kuzeye kaçmış, kendisini adım adım takip eden Seyatonların elinden kurtulmayı başararak Altaylar’ın doğusundaki dağlık bir vadiye yerleşmiştir. Tang-Shu’da Çebi-Han’la ilgili şunlar yazılıdır;

“Çebi, Altın Tağ’ın (Altaylar’ın) kuzey taraflarına geldi. Altın Tağ’ın üç tarafı sarp kayalarla çevrilidir ve sadece dördüncü tarafı atların, arabaların geçişine elverişlidir. Arazi düz olduğu için Çebi oraya yerleşti. Çebi-Han’ın yerleştiği bölge Töles Gölü ile Katun Nehri arasındaydı ve muhtemelen doğuda Kobdo havzasının bir kısmını işgal etmişti. Batıda Ko-lo-lu (Karluklar) ve kuzeyde Ch’i-ku (Kırgız) ları itaat altına aldı. Ordusunun asker sayısı 30 bindi. Kuzeyde Kırgızları, batıda Karluklar’ı itaat altına almıştı ve yine doğuda Seyatonlar’la sürekli savaşıp durmuştu. Çin hanedanı T’ai-tsung, General Kao Kan’ı Uygur ve P’u-kular’dan mürekkep bir orduyla 649’da Çebi_han’ın üzerine sevk etti. Savaşı kaybeden Çebi-Han, Ch’ang-ana getirildi. Fakat affedilerek yüksek askeri rütbelerle taltif edildi. Tebaası ise Seyatonların kılıçtan geçirilmesinden sonra boş kalan doğu Hangay’daki Ötüken yaylasına yerleştirildi. (L. N. Gumilev, Eski Türkler s. 288, 289 Selenge yayınları 2002)

Tölesler’in Telengitler’le birleşmesi ancak XIII. Yüzyılın ortalarında gerçekleşti. Çünkü Oyratlar’ın tebaası olan Telengitler batı Moğolistan’daki Mançurlar’dan kaçarak Altaylar’a geldiler. Bunun sebebi ise İmparator Ch’ien Lung’un Oyratlar’ın son ferdine kadar kılıçtan geçirilmesini emretmesiydi. Zamanla Telengit’ler VII. Yüzyılda Türk kelimesinin ve bağımsızlığının son müdafi Çebi-Han’la birlikte bu bölgeye gelerek idame-i hayat eden Töles’lerle kaynaştılar. (L. N. Gumilev, Eski Türkler s. 324 Selenge yayınları 20)

Bu bilgiler bize göstermektedir ki Çebiler’in tarihi, Oğuzlar’ın tarihinden de eskidir.
(…)

Vizara’daki köy mezarlığımızda Av. Cengiz Çebi ile yaptığımız incelemede, Cami Hocası Yılmaz Hoca`ya, Çebi’lere ait en eski mezarları sorduk. Yılmaz Hoca`da Vizara Cami yanındaki, üzeri eğrelti otları ile kaplı, başlıkları mermerden yapılmış ve üzeri Arapça yazılı 4 mezarın, atalarımıza ait en eski mezarlar olduğunu söyledi. Bu mezarları görmek istediğimizi söyledik. Hoca’nın evden getirdiği kerenti ile otları keserek mezarları ortaya çıkardık. Mezar başlıklarını Yılmaz Hoca’ya tercüme ettirdiğimizde Atalarımızın soyadlarının Çelebi olarak yazıldığı dikkatimizi çekti.

Soyadımızdaki bu Çelebi olayını Av. Cengiz Çebi’nin babası Osman Efendi’nin Ömer Hoca`ya sorduğumuzda bize şu şekilde bir açıklama yaptı; Eskiden Osmanlı döneminde, Mermer Başlıklı Mezar Taşlarını ancak varlıklı ailelerin yaptırabildiğini, mermer başlıkların da İstanbul’da yaptırılarak oradan da kayıkla Trabzon’a getirildiğini ve mezar taşını yazan mermer ustalarının da Çebi’yi o dönemde çok yaygın olan Çelebi soyadı ile karıştırdığını, aslında sülalemizin eskiden beri Çebi soyadını kullandığını bana izah etti.
(…)

Bu konuya ilgi duyan ve bilgi toplayan kişilerin bu bilgileri tarafıma ulaştırması durumunda Soy Ağacımız eksiksiz tamamlanacaktır. 15 Eylül 2003
/Hakan Yılmaz Çebi - Kurtuluş Savaşında Çebiler 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder