20 Aralık 2006 Çarşamba

Samsun Halkevi 1936

Halkevlerinin Toplumsal ve Kültürel İşlevleri

13 Eylül 1920 tarihli Halkçılık Programı, Türkiye'de anayasa düzeni ve sosyal siyasa açısından önemli bir metindir. Üstelik, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın toplumsal boyutuna ilişkin tarihsel bir belgedir. Halkçılık prensibi ise, Halkçılık Programı'nın açılımı, uzantısı ve Atatürk'ün toplumsal demokrasi düşüncesinin mihveridir. 1932'de kurulan Halkevleri, onları takiben 1940'ta kurulan Halkodaları Atatürkçü halkçılık düşüncesinin teoriden pratiğe konulduğu kurumlardır. Bu kurumlar ulusal kültür, sosyal dayanışma, ulusal bilinç ve benzeri alanlarda yaptıkları çalışmalarla ülkemizin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Bu kurumlar bünyesindeki faaliyetler sayesinde halkımızın uluslaşması alanında önemli mesafe alınmıştır. Atatürkçü halkçılık ilkesi de ulusal değerler arasında mümtaz yerini almıştır.
(…)

Halkevlerinin Kuruluşu, Çalışmaları ve İşlevleri
Halkevlerinin kuruluşunu hazırlayan gelişmeler dönemin siyasi ve sosyal koşullarıyla yakından ilişkilidir: 1929 yılında ortaya çıkan dünya iktisat buhranı ve 1930 yılındaki çok partili siyasi hayat deneyimi. Bu iki olayın Türkiye'yi yeni arayışlara yönelttiği ve Halkevlerinin kuruluşu üzerinde etkilerde bulunmuş olduğu görülmektedir. Atatürk, Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kapandığı gün (17 Kasım 1930) üç aylık bir yurt gezisine çıkmış ve bu geziden ülkemizin içinde bulunduğu iktisadi ve toplumsal bunalımdan çıkabilmesine yönelik bazı çözüm yollarıyla başkente dönmüştür. Halkevlerinin kurulacağı da bu gezi sırasında kamuoyuna duyurulmuştur. Atatürk, 2 Ocak 1931'de İstanbul'da gazetecilere "Halkevleri" kurulacağı haberini vermiştir. Bununla birlikte Halkevlerinin resmen kurulma kararı, 10-18 Mayıs 1931 tarihleri arasında yapılan CHF Kurultayı'nda alınmıştır. Bu kurultayda, sekiz yıllık parti programının yerine yeni bir program da hazırlanmıştır. Bu  program, CHF Umumî Kâtibi Recep Peker tarafından 16 Ekim 1931'de Darülfünun'da verilen bir konferansla tefsir edilmiştir.

CHF Programı'nda millet, "dil, kültür ve mefkûre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve içtimaî heyet" şeklinde tanımlanmıştır. Halkçılık ise, "irade ve hakimiyetin kaynağı millettir. Bu irade ve hakimiyetin, devletin vatandaşa ve vatandaşın devlete karşılıklı vazifelerinin hakkiyle ifasını tanzim yolunda kullanılması" şeklinde açıklanmıştır. Recep Peker, Darülfünun'da verdiği konferansta, diğer ilkelerle birlikte halkçılık ilkesini de açıklamıştır. Peker'e göre, ülkenin mutluluğu, vatandaşın vatandaşı ezmesi anlamına gelen sınıflı bir toplumu savunan düşüncenin egemenliği altında yaşamamasındadır. Ona göre ulus ve ulusçuluk kavramlarını benimsemiş "vatandaşların kütleleşmesi" ancak bu kavramların "halkçılık zihniyeti ile saflaşması" sayesinde olanaklıdır. Toplumun kendisini yalnızca bir millet olarak görmesi ve hissetmesi, yeni dönemin ayrılıkçı duygular uyandıran akımlarına (iftirak hisleri uyandıran zararlı cereyanlar) direnmek için yeterli değildir. Buna ilaveten, Peker'e göre Parti, kendi kimliğini tanımlayan halkçı özelliğinde "demokratlık manasını" da görmektedir.

Halkevlerinin kurulduğu sıralarda halkçılık ve devletçilik ilkelerinin etkileşim içine girdiği görülmektedir. Bir başka deyişle, toplumsal politikanın iktisadi yönünün devletçilik, siyasal yönünü de halkçılık ilkesinin oluşturduğu anlaşılmaktadır. İlhan Başgöz'e göre Halkevleri, "Millet Mektepleri'nin çalışmasının tavsamasından doğan gediği kapatmak amacıyla" açılmıştır). Gerçekten de, 1930 sonlarında halkın Millet Mekteplerine devamsızlığı yöneticilerin dikkatini çekmiş ve buna karşı önlemler alma gereği ortaya çıkmıştır. Çünkü Millet Mektepleri, cehalete ve skolastik zihniyete karşı mücadelenin simgesiydi. Füsun Üstel ise, Ocakların faaliyetlerine son verilmesini ve onların yerine Halkevlerinin faaliyete geçirilmesini bir yeni dönem yapılanması olarak değerlendiriyor. 1925 Türk Ocakları kongresinde, Ocakların toplumsal görevlerini saptaması için seçilen komisyon, yönetim kuruluna bir rapor vererek, Ocakların bir kulüpten çok "Halkevleri" olmasını önermiştir. Raporda, "Ocak bir Halkevi telakki edildiği takdirde faaliyeti daha geniş olacaktır" deniyordu. Ancak Ocaklardan Evlere geçiş, tedricî bir şekilde değil, ülkemizin bir değişim ve dönüşüm ortamında 1930 buhranı etkisinde olmuştur.

İlk kez 19 Şubat 1932'de Türkiye'nin çeşitli yerlerinde ve özellikle büyük ve orta büyüklükteki on dört büyük kentte birer Halkevi açılmıştır. Adana, Afyon, Ankara, Aydın, Bursa, Çanakkale, Denizli, Diyarbakır, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Konya, Samsun, Van. Ayrıca, Halkevlerinin örgütlenmesi, yönetimi ve çalışmasıyla ilgili CHF tarafından bir yönetmelik yayımlanmıştır. Bu yönetmelikte Halkevlerinin kuruluş gerekçesi şöyle açıklanmıştır32

"Bu birkaç misal bu sahalarda (millî kültür cemiyetleri) çalışmaya her milletten çok fazla mecbur bulunduğu halde maddî ve manevî vasıtaları maalesef çok eksik olan memleketimizde resmî, gayri resmî kuvvetlerin aynı maksat üzerinde teksifi lüzumunun kıymetini tebarüz ettirebilir. Biz bu vadide başka memleketlere nazaran fazla olarak şimdi tarihe geçmiş müesseselerin cemiyet bünyesinin en derin tabakalarına kadar işlemiş köklerini sökmek, cumhuriyet ve inkılâp esaslarını bütün ruhlara ve fikirlere hâkim mukaddes iman şartları halinde perçinlemek vazife ve mecburiyeti karşısındayız. Menemen hâdisesi ve emsali vakalardan çok uzakta olmadığımız gibi menfi cereyan safhalarını artık biran evvel geçerek tarihe terk etmek zarureti de aşikârdır. Milletlerin hayat yolunda yürüyüş kudret ve sürati, sarfedilen terbiye ve irşat emeği ile mütenasip ve mütevazidir."
(…)

Zamanla Halkevi sayısı arttıkça, başta öğretmenler olmak üzere devlet hizmetindeki herkesin Halkevi çatısı altında etkin görevler almaları yönünde çağrılar yapılmıştır. Halkodalarının Halkevlerine eklenmesiyle, özellikle eğitmen sıkıntısı göz önüne alınacak olursa, halk eğitiminin istenilen şekilde sürdürülmesini zorlaştırmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle "her yörenin en aydın kişileri" göreve çağrılmıştır. Böylece aydın kavramına da yeni anlamlar eklenmiştir. Bundan sonra aydın, daha çok halkın eğitiminde görev alabilecek, halkı yenilikler yönünde eğitebilecek "okumuş insan" olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Bu aşamada, köyün kente, kentin köye tanıtılması, köylere uygarlığın götürülmesi aydınların başlıca görevleri arasına girmiştir.

Bir Batılı gözlemci, Halkevlerinin (People's Houses) bulunduğu bölgenin "kültür merkezi" işlevini gördüğü saptamasında bulunur. Lio Linke, 1936 yılında ülkemizde gerçekleştirdiği uzun seyahatinde Halkevlerini de gezerek buradaki gözlemlerini ayrıntılı şekilde anlatmıştır.

Linke, örneğin Samsun Halkevi'nin bir haftalık faaliyet izlencesini şöyle kaydetmiştir48.

Pazartesi: kadınların iğne işi sınıfı, futbol kulübü toplantısı, tiyatro grubu, yetişkinler okuma-yazma sınıfı, (bedava) avukatlık hizmeti;

Salı: Türk tarihi grubu, satranç oynama, parti üyeleri toplantısı, kitap ciltleme ve elişleri sınıfı;

Çarşamba: çeşitli komitelerin toplantıları, kadınların biçki-dikiş sınıfı, oda müziği sınıfı, Türk tarihi ve sanatı grubu;

Perşembe: askerî bando takımı çalışması, okuma ve yazma sınıfı, kızların jimnastik grubu, müze ve sergi topluluğu;

Cuma: orkestra çalışması, (bedava) sağlık yardımı, köy grubu toplantısı;

Cumartesi: spor kulüpleri, dil sınıfları (ing., fra., alm.).

Halkevleri altı ayda bir rapor göndererek her şubenin faaliyetlerinden rakamlar ve kısa izahlarla haber verirlerdi. Örneğin 1940 yılında Halkevlerinde düzenlenen Türkçe kurslarına 11.430 müdavim katılmıştı. Muhtelif vesilelerle bir yılda Halkevlerine gelenlerin sayısı 8.133.829'u bulmuştur. Vilayet merkezinde, kazada, nahiyede ve köylerde 378 Halkevi faaliyet gösteriyordu. Aynı yılda vilayetlere bağlı kazalarda, nahiyelerde ve köylerde 141 adet Halkodası açılmasıyla (Halkevleri 1940) Halkevlerinin faaliyetleri kapsamlı hale gelmiştir. 1946'ya gelindiğinde Türkiye'de bir elektrik santrali benzeri 408 Halkevi ve 2338 Halkodası faaliyette bulunuyordu49. 1950'de 63 ilde 478 Halkevi ve 4332 Halkodası faaliyette bulunuyordu50. Halkevleri, "resmi daire ve müesseselerin siyasi partilere bedelsiz mal devredemeyeceklerine ve bu daire ve müesseselerle münfesih derneklere ait olup siyasi partilere terkedilmiş olan gayrimenkul mallarla bu partiler tarafından genel menfaatler için yaptırılmış olan binaların sahiplerine ve hazineye iadesine dair" 11 Ağustos 1951 tarihli kanun gereğince, bütün taşınır-taşınmaz emlakıyla hazineye devredilmiştir. Bunun ardından, Atatürk'ün ulusal kültür kurumları Halkevlerine karşı vandalist bir hareket başlamıştır.

Sonuç
Özetlersek, Atatürk ve İnönü devrinde, 1920-1950 yıllarında toplumsal politika açısından Atatürk'ün Halkçılık Programı ile halkçılık ilkesinin ve Halkevleri ile Halkodalarının önemli işlevleri olmuştur. Bu otuz yıllık dönemde, Atatürkçü düşüncede halkçılık prensibi siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik koşullarla da ilişkili olarak sürekli bir değişim, dönüşüm ve gelişim içinde olmuştur. 1950'den sonra halkçılık, ulusal ve küresel şartların da etkisiyle, Halkevleri örneğinde erozyona maruz kalmıştır. Özellikle Halkevlerinin kültürel hayatımıza katkıları ve bu alandaki birikimler ulusal hazinemizde mümtaz yerini almıştır. Fakat bunlar, arkaik değil güncel bir önemi haizdir. Üstelik, henüz layıkıyla incelenmiş ve ortaya konmuş değildir. Ancak, Atatürkçü düşüncenin ulusumuz arasında ve kurumlar bazında yerleşik etkilerini anlamak bakımından bunun gerekli olduğu ortadadır.

Atatürk'ün vefatından sonra da Onun kültür kurumları, dolayısıyla kültürel alandaki fikirleri yayılma alanını genişletmeye devam etmiştir. Onun düşüncelerinin topluma götürülmesi ve halk arasında kökleşmesinde Halkevleri ve Halkodaları önemli işlevler görmüştür. Bu yorumumuzun, kuruluşundan itibaren Halkevlerinin Atatürk Devrimi'nin yerleşmesindeki fonksiyonları dikkate alınacak olursa, biçimsel olmaktan ziyade derinlemesine irdelenecek nitelikte anlamları olduğu görülecektir. Bir diğer ifadeyle, Atatürk'ün vefatından sonra Onun ilkelerinin ve devrimlerinin ihmal edildiği yolundaki iddiaların tamamen geçerli olmadığı, en azından bunun Halkevleri örneğinde sağlamasının yapılamadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Atatürkçü düşünceyi, Onun hayatı ile sınırlamak yerine eserleriyle bütüncül şekilde araştırmak ve incelemek gerekliliği ortadadır.

Sonuç olarak, Atatürk'ün halkçılık ilkesi Halkevlerinin kültürel ve toplumsal faaliyetlerinin mihverini oluşturmuştur. Onun devrimlerini, "halka rağmen, halk için" düsturundan hareketle uygulamaya koyduğu ve başarıya ulaştırdığı dikkate alınırsa, demokratik toplum düzeninin oluşumu açısından irdelemek yerinde olacaktır. Bazı çevrelerin, Atatürk'ün devrimlerini "tepeden inme" yaptığı yollu ifadeleri ise gerçekleri yansıtmaz. Çünkü O, yaptıklarını Kocatepe'den inerek gerçekleştirmiş ve oraya halkı bırakıp saraylara tünemiş olanlara karşı çıkmıştı. Üstelik, Onun zorladıkları halktan değildi, "halkın tepesindeki" zorbalardı51. Dolayısıyla Atatürk, yaptığı ve yapmayı tasarladığı işlerle, ülkemizde sosyal özgürlük yolunu açıyordu ve bunun temelini atıyordu. Kısacası, Halkevleri örneğinde Atatürk ve eserleri millete mal olmuştur.

/Yrd. Doç. Dr. Mustafa Oral*

* Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi -

- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 53, Cilt: XVIII, Temmuz 2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder