30 Aralık 2006 Cumartesi

Pontus Meselesi ve Yunanistan'ın Politikası -I

Doç. Dr. Yusuf Sarınay*
GİRİŞ
Pontus veya Pont Euxim, eski Yunanlıların Karadeniz’e verdikleri bir isimdir. Pontus adı genellikle Doğu Karadeniz sahilleri için kullanılmakla beraber, tarif ettiği alan zaman zaman değişiklik göstermiştir. Yeşilırmak, Kızılırmak ve Kelkit havzası Pontus sayıldığı gibi, bu alan daha da genişleyerek, Doğu’da Kafkasya’dan bütün Karadeniz kıyıları boyunca Sinop ötesine kadar yayılmıştır. Yakın devirlerde ise bu bölge Samsun ve Trabzon sahiliyle hinterlandından ibaret sayılmıştır1.

Bu bölgede tarihi Pontus Krallığı da M.Ö. 301de Pers menşeli Mithridates Sülalesi tarafından kurulmuştur. Pont devleti olarak da bilinen bu devlet yaşadığı çağda (M.Ö. 301-63) Doğuda Roma İmparatorluğu’nun rakibi olabilecek bir güce erişmiştir. Ancak M.Ö. 66’da Roma orduları tarafından üç parçaya bölünen bu krallık M.Ö. 63’de ortadan kaldırılmıştır. Daha sonra Doğu Karadeniz bölgesinde, Doğu Roma’nın, yani Bizans’ın zayıflaması. ile Trabzon Devleti (1207-1461) kurulmuştur. Bizans Prensi Aleksi Komnen tarafından kurulan bu devlet ile önceki Pont Krallığı arasında herhangi bir ilişki mevcut değildir2 .

Bölgenin yerli halkını da genellikle Kafkasya ve Anadolu’nun içlerinden gelenler oluşturmaktaydı. Bu sebeple eski çağlarda bölgede ırk bakımından mensubiyetlerinin tesbiti imkânsız bir takım kavimler yaşamıştır3. Bunların bir kısmının Gürcülerin soyundan geldikleri belirtilmektedir4. Goloğlu ise Fransız kaynaklarına dayanarak, daha Pontus Krallığı’nın kurulduğu dönemde bölgede oturmakta olan halkın üç bölüm olduğunu, bunların; İranlılar, kıyı şehirlerinde Yunanlılar ve bölgenin asıl yerli halkı olan Turanlılar olduğunu ileri sürmektedir5. Diğer taraftan bölgede Hıristiyanlığın yayılmasından önce Greeklerin ve Fenikelilerin kıyı şehirlerinde koloniler kurdukları bilinmektedir. Bölge halkı Roma hakimiyetine girmesine paralel olarak Hıristiyanlaşmaya başlamıştır. Trabzon Devleti döneminde buraya bir kısım Bizans soyundan gelen aileler de yerleşmiştir6. Bölgenin bu kanşık sosyal yapısından dolayı Hıristiyanlığı kabul eden Ortodokslarm tamamının Greek asıllı olduklarını söylemek mümkün değildir. Çünkü bölgedeki Ortodoks halk Elenceye benzer bir dil konuşmakla beraber, yerel bir dialekt kullandıkları ve kendilerine özgü pek çok âdetlerinin bulunduğu bilinmektedir7. Bu sebeple bölgedeki Hıristiyan olan halkın 1071’de dahi İstanbul’la pek bağlantıları yoktu.8

XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da yeni bir devir başlamıştır. Öncelikle Orta Asya’dan Orta Avrupa’ya kadar geniş bir bölgeye yayılan Kıpçak Türkleri 1080 yıllarından itibaren Kafkasların güneyine geçerek, Azerbaycan, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinin kuzey kesimlerine inmişlerdir. Diğer taraftan Moğol baskısının önünden çekilen Türkmen grupları da bölgeye gelmeye başlamışlardır. Böylece daha Trabzon devleti yıkılmadan, bölge geniş ölçüde Türkleşmiştir9 . Nihayet 1461 yılında bölgenin Osmanlılar tarafından fethini müteakip Bizans’ın son kalıntıları da ortadan kalkmıştır. Bundan sonra bölgeye yoğun bir Türk iskânı yapılmıştır. Hıristiyan unsurlara da geleneksel Osmanlı hoşgörüsü ve millet sistemi içinde dini, kültürel ve ekonomik alanda her türlü haklar tanınmıştır.

Doğu Karadeniz bölgesinin gerek siyasi tarih, gerekse sosyal yapı açısından Yunanlılarla ciddi anlamda bir ilişkisi olmamakla beraber, bölgede kurulan ilk Pont Krallığı ile, 1207’de kurulan Trabzon devletini birbirine karıştıran Yunanlılar, ortaya bir Rum Pontus devleti çıkarmışlar ve bu temele dayanarak 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bu devleti tekrar diriltme iddiası ile Doğu Karadeniz kıyılarında Rum Pontus devleti kurma hayaline kapılmışlardır.

1. PONTUS DEVLETİ KURMA FİKRİNİN DOĞUŞU VE İLK HAZIRLIKLAR:
Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan Hıristiyan Ortodoks nüfus, 19. yüzyılın başından itibaren Rum Ortodoks Kilisesi ile gelişmekte olan Rum burjuvazisinin birlikte yürüttükleri faaliyetlerin etkisi alfana girecek ve kökeni ne olursa olsun Anadolu’da yaşayan Türkçe veya Elence konuşan bütün Ortodoks Hıristiyanlar, Yunan toplumuna ait olma duygusunu benimsemeye başlayacaklardır. Bölgedeki Hıristiyan halk üzerinde Yunanlılık bilincinin yerleşmesi ve gelişmesinde Fatih Sultan Mehmet’in geniş yetkiler vererek canlandırdığı İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin büyük rolü olmuştur10.

Doğu Karadeniz kıyılarında bir Pontus Rum devletinin kurulması fikrinin, Filik-i Eterya’nın kuruluşu ve Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanması başlangıç yıllarını oluşturmaktadır. Zira Doğu Karadeniz Bölgesi Pontus adıyla Megali İdea’nın hedeflerinden biri olarak ortaya konulmuştur11. Nitekim bağımsız Yunanistan’ın kurulduğu 1830’dan sonra Doğu Karadeniz bölgesine olan ilgi artmıştır12. 1870’den sonra da özellikle Yunanistan’dan gelen Rumların sayısı artmış, Atina’da yetişmiş siyasi kişiler Samsun’u merkez yaparak çalışmaya başlamışlardır13. Bu konuda Yerasimos, Samsun ve Trabzon gibi şehirlerdeki Rumların ticaret sayesinde oldukça zengin olduklarını, ekonomik gücün ister istemez siyasi istekleri harekete geçirdiğini belirtmekte ve 1870de İstanbul’da yayınlanan Pontus’la ilgili bir kitaba dayanarak bölge Rumlarında milli Hellen ideallerinin hayli kökleştiği görülür demektedir14. Pontusçuluk konusunda siyasi bir hareketin mümkün olabileceği fikri de 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanından sonra açıkça ortaya atılmaya başlamıştır15 . Bölgede ilk silahlı çeteyi de Amasya Metropoliti Germanos 1908 yılında Samsun’da kurmuş, Yunanlı bir şirketin gemisiyle getirilen 50 civarında Manlieher marka tüfek ile bunları silahlandırmış, hatta çetelerden 20 kadarını Balkan Savaşlarında Yunan ordusunun yanında savaşmak üzere cepheye göndermiştir.16 Trabzon’daki Yunan Konsolosluğu da 18 Ekim 1912’de Trabzon Metropolitine bir tezkere yazarak, Yunan Kralı I. Yorgi’nin isim günü olan 23 Nisan’da Aya Gregoriyos Kilisesi’nde tören yapılmasını istemiş ve böylece konu tamamen bir Yunanlılık konusu haline gelmeye başlamıştır17.

Diğer taraftan, Yunanistan’ın Megali İdea’yı gerçekleştirmek üzere, Etnik-i Eterya’dan Mavri Miraya kadar kurdurduğu birçok cemiyete paralel olarak Türkiye’de Pontus Cemiyetleri de kurulmaya başlamıştır. Türkiye’de ilk Pontus “İçtimagâhı” İnebolu’da halkın Manastır olarak adlandırdığı bir yerde Amerika Rum göçmenlerinden rahip Klematyos tarafından tesis edilmiştir18. Pontus Cemiyeti’nin temelinin de 1904 tarihinde Merzifon Amerikan Koleji’nde atıldığı, bu kolejin 16 Şubat 1921’de aranması üzerine ele geçen belgelerden anlaşılmıştır19. Bundan sonra kolej bine yakın Rum gencini Pontusçuluk için yetiştirmiştir20. 1908 yılında Samsun’da “Müdafaa-i Meşrute” daha sonra da “Mukaddes Anadolu Rum” cemiyetlerinin kurulması ile Pontus teşkilatı genişletilmiştir. 1909 yılında Trabzon Metropoliti vasıtasıyla Atina’daki “Asya-i Suğra” cemiyetinin emri altına giren21 Pontus Cemiyeti metropolit ve papazların öncülüğü ve çalışmaları sayesinde Batum’dan İnebolu’ya kadar Karadeniz bölgesinde şubeleri açılmış, ilk Pontus risalesi de 1910’da yayınlanmıştır22.

Pontus Cemiyeti’nin amacı, Trabzon, Ordu, Giresun, Samsun sahil vilayetleri ile, Kastamonu, Gümüşhane, Erzincan ve Sivas vilayetlerinin bir kısmını içine alan yerleri, yani Batum’dan İnebolu’ya kadar olan bölgede başkenti Samsun olmak üzere ileride Yunanistan’la birleştirmek üzere eski Font devletini tekrar dirilterek bağımsız bir “Pontus Cumhuriyeti” kurmaktı23. Bu amacı gerçekleştirmek isteyen Pontus Cemiyeti, bölgede kurduğu çetelerle faaliyetlerine başlamıştır. I. Dünya Savaşı’nda Rus ordularının Trabzon’u işgal etmeleri üzerine Pontusçuluk faaliyeti bir ivme kazanarak açıkça ortaya çıkmıştır. I. Dünya Savaşı başladığı zaman seferberlik emrine karşı çıkan veya askerden kaçan Rumları Pontus Cemiyeti ve Metropolitlikler örgütleyerek çeteler teşkil etmişlerdir. Bizzat Rusların 2000 tüfekle silahlandırdıkları ilk çete reisleri Vasil Usta ve Dimitrios Haralambidis, başta olmak üzere Rusların yardımları ile Türkleri öldürmeye ve Türk köylerini yakmaya başlamışlardır24 . Savaş içinde Pontus çetelerinin en önemli hedefleri, Türkiye’yi zayıf düşürmek, Türk ordusunu meşgul ederek düşmana dolaylı destek sağlamak, Türk ordusunu arkadan vurmak ve sonuçta bölgedeki Rum varlığını ispatlayarak Türkiye’nin yenilmesi halinde emellerini gerçekleştirmekti25.

Diğer taraftan 1917 Ekim’inde Kafkasya’daki Pontuslularla Doğu Karadeniz’den oraya giden birtakım Pontuslular 12 bin kişilik bir ordu kurmuşlar ve bu sayıyı 50 bine çıkarmak için çaba sarfetmişlerdir. Rus makamları bunu destekleyerek, Rus ordusunda ve donanmasında görevli olup da Pontus Kafkas birliğine katılmak isteyen Pontuslulara izin vermiş ve bu birliğe gerekli olan silah ve cephaneyi sağlamıştır. Oluşturulan bu Pontus birliğine Rus ordusunda subay olan Rum asıllı Albay Ananias ve Nikiforakis ile Rus üniversitesinde Profesör Spiliotis komuta etmekteydi26. Pontus Cumhuriyeti’nin kurulması amacıyla Trabzon ve çevresine çıkarılmak üzere hazırlanan bu birlik Bolşeviklerin Kafkasya’yı işgalleri üzerine dağılmış, bir kısmı kaçarak Türkiye’deki çetelere katılmışlardır27. Rusların 1916’da Trabzon’u işgal etmeleri üzerine Vali Cemal Azmi Bey’den şehrin yönetimini devralan Metropolit Hrisantos, Rusların bölgeyi boşaltması üzerine onların bıraktıkları silahlarla çeteleri donatmıştır28. Bölgedeki Rumlardan yaklaşık olarak 80 bini Rus ordusu ile birlikte Kafkasya’ya göç etmişti29.

Rusların çekilmesinden sonra bölgede faaliyet gösteren Pontus çeteleri ise, Türk hükümetinin aldığı tedbirlerle kontrol altına alınmış, ancak Bafra civarındaki Nebyan bölgesinde faaliyet gösteren D. Haralambidis’in yönettiği Ayıtepe çetesi kurtarılmış bölge oluşturmuş, çatışmaya devam etmiştir30 . Genel olarak bölgede devlet hakimiyetinin tesis edilmesine paralel olarak Pontusçuluk faaliyeti gizli kabuğuna çekilmiş, kilise, okul ve kulüplerde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.

Doğu Karadeniz bölgesindeki Osmanlı devletinin hakimiyeti yeniden tesis etmesinden sonra, Pontusçuluk faaliyetleri; Rusya, Yunanistan, Avrupa ve Amerika’da hızlanmış ve uluslararası bir boyut kazanmaya başlamıştır. Nitekim 5 Mayıs 1917’de Tiflis’te “Yunanistan Kafkaslar Kongresi” yapılmış, 1917 Ekim ayı ortalarında Atina’da Karadeniz kıyı şehirlerinde yaşayan Pontusluların temsilcilerinin katıldıkları, bölgedeki Rumları bağımsız bir devlet içinde birleştirmeyi amaçlayan önemli bir kongre yapılmıştır31 . Gene Ekim 1917’de Paris’te “Pontus Milli Merkezi” kurulmuş32 ayrıca ABD’nde de aynı amaçla özel bir komite teşkil edilmiştir33. Eylül 1917 tarihinden itibaren de Paris’te Fransızca olarak Journal Des Hellenes, Mediterranee Orientale, Londra’da Esperia ve Atina’da yayınlanan çeşitli gazete ve bültenlerle yoğun bir propaganda başlatılmıştır34 .

Diğer taraftan bu dönemde yapılan en önemli kongre 4 Şubat 1918’-de Giresun eski belediye başkanının oğlu Konstantin Konstantinides tarafından Marsilya’da yapılmıştır. Konstantinides kongreyi açış konuşmasında; Kafkasya ve Trabzon başta olmak üzere, dünyanın çeşitli yerlerindeki hemşehrilerine kongreye katılmaları için yetkili temsilcilerini göndermeleri için yazılar yazdığını belirtmekte ve sadece Rusya ve Trabzon’dan temsilci gelmediğini, zamanın kısıtlı olması ve “Yüksek yetkili dostluk çevrelerinin uyarılan” üzerine kongreyi onlarsız başlatmak zorunda kaldığını vurgulamaktadır. Ayrıca, Paris ve Londra ziyareti sırasında Nice’de Venizelos ile görüştüğünü planlarını bütün yönleri ile tasvip ettiğini ve cesaret verdiğini belirtmektedir35. Bu kongrenin en önemli icraatı Sovyet Dışişleri Komiseri Troçki’ye bir telgraf çekerek yardım istenmesidir. Troçki’ye çekilen telgrafta; Rus birlikleri çekildikten sonra tekrar Türk egemenliği altına girmemesi için Pontus’un kendi kaderini tayin hakkını savunması rica edilmekte ve Rus sınırından Sinop ötelerine kadar olan topraklarda bağımsız bir Pontus Cumhuriyeti kurulması için etkili bir şekilde müdahalede bulunması istenmektedir36. Temmuz, 1918de Pontus’un bağımsızlığının ve 1. Dünya Savaşı’nda Kafkaslara giden Rumlar’ın tekrar eski vatanlarına dönme arzularının dile getirildiği bir başka Pontus Kongresi de Baku de toplanmıştır37. Nihayet 1918 Ekim’inde Pontus Milli Merkezi Batum’da kurulmuştur. Sonuçta 30 Ekim 1918de Mondros Mütarekesi imzalandığı zaman Türkiye dışındaki Pontus organizasyonu büyük oranda tamamlanmıştır.

2. MONDROS MÜTAREKESİ VE PONTUSÇULUK FAALİYETLERİNİN HIZLANMASI
Bilindiği gibi, I. Dünya Savaşı’ndan yenik olarak çıkan Osmanlı devleti ağır hükümler ihtiva eden Mondros Mütarekesini 30 Ekim 1918’de imzalamak zorunda kalmıştı. Mütareke gereği ordu ve donanması terhis edilen Osmanlı devletinin stratejik bölgeleri itilaf devletleri tarafından işgal edilmeye başlanmıştır38.

Mütarekenin Türkler üzerinde yarattığı moral çöküntüsüne karşılık, geleceğin artık kendilerine ait olduğu duygusuna kapıları Rumlar faaliyetlerini artırmışlardır. Bu çerçevede Yunanistan ve İtilaf devletlerinin teşvik ve yardımları ile Doğu Karadeniz bölgesinde Pontusçuluk faaliyetleri de çok yönlü bir şekilde hızlanmıştır. Nitekim Mütarekeden sonra Pontuslu Rumlar bir taraftan dipolmatik çabalarını yoğunlaştırmışlar, diğer taraftan bölgede nüfus üstünlüğünü sağlamak amacıyla dışardan göçmen getirmeye çalışırken, içeride de yoğun bir şekilde çetecilik faaliyetlerine yönelmişlerdir.

a) Diplomatik Faaliyetler
Mondros Mütarekesinden sonra, Pontus meselesi Paris Barış Konferansı’nın gündemine sokulduğundan bu konu ile ilgili diplomatik çabaların ağırlık merkezi Avrupa’ya kaymıştır. Avrupa’da Pontus konusundaki siyasi faaliyetleri ile dikkati çeken K. Konstantinides 1918 Kasım sonlarında Marsilya’da ikinci bir kongre toplamıştır. Bu kongrede Pontus konusunda belirlenen talepler, Kongre başkanı sıfatıyla Konstantinides tarafından 2 Aralık 1919 tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na gönderilmiştir. Bu taleplerde; itilaf devletlerinin 1.500.000 Ortodoks Pontuslu Rum’u himaye etmesi isteniyor ve Rus sınırından Sinop un batısına kadar uzanan kıyı bölgesinde eski Trabzon devletinin ihya edilerek bir Pontus Cumhuriyeti kurulması talep ediliyordu39. Bu taleplere, o sırada İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nda görevli olan Arnold Toynbee, “Bu muhtırada ileri sürülen istatistikler ve sınırlar hayal mahsulüdür. Pontus Rumları mandater bir devletin idaresinde bulunacak olan Ermeni devletine bağlanacak, böylece Pontus Rumlarını tatmin edici bir “milli yurd” sağlamış olacak” şeklinde not düşerek40 İngiltere’nin bu sıradaki politikasını ortaya koymaktadır.

Gerçekten Paris Barış Konferansının hazırlıklarının yapıldığı sıralarda itilaf devletlerinin genel görüşü Giresun - Sivas - Mersin hattının doğusunda kalan toprakları Ermenistan’a vermekti. Dolayısı ile Trabzon’u da denize çıkış kapısı olarak Ermenistan’a bırakmaktı41. İşte böyle bir konjonktür içinde Venizelos 30 Aralık 1918’de Paris Barış Konferansı’na resmen verdiği ve Yunanistan’ın toprak isteklerini toplu olarak ifade eden muhtırası, şüphesiz Pontusçuları hayal kırıklığına uğratmıştır. Batı Anadolu üzerinde sınırsız emeller besleyen Venizelos, müttefiklere karşı daha inandırıcı olabilmek için Pontus konusunda fedakârlık göstermiş, Trabzon’u denize çıkış kapısı olarak Ermenilere bırakmayı kabul etmişti42. Venizelos aynı tavrını 3-4 Şubat 1919’da konferansta yaptığı konuşmada da sergileyerek Pontus devletinden sözetmemiştir43. Batı Anadolu üzerindeki amaçlarına ulaşmak isteyen Venizelos tecrübeli diplomat kurnazlığı ile Kıbrıs, İstanbul ve Pontus üzerinde hak iddia etmekten şimdilik vazgeçmişti44. İleride üzerinde duracağımız gibi, bu durum Venizelos’un giriştiği siyasi bir manevradan ibarettir.

Venizelos’un Barış Konferansı’ndaki bu politikası Pontus faaliyetlerinde herhangi bir duraklama ve yavaşlamaya yol açmamış, aksine O’nu tepkiyle karşılayan diğer Pontus temsilcileri daha aktif bir politika takip etmeye başlamışlardır. Nitekim Konstantinides 28 Ocak 1919’da Atina’daki Pontuslular komitesine gönderdiği mektupta Yunan hükümetini davalarına ilgi göstermemekle suçlamış45, Paris’teki Pontus Milli Merkezi Başkanı Socrate Deconomou Şubat 1919’da Le Temps Gazetesine yazdığı bir yazıda, Venizelos’un Trabzon vilayetini Ermenilere bırakan politikasını protesto etmiştir46. İstanbul Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi de 1 Şubat 1919’da Venizelos’a bii telgraf çekerek durumu protesto ettiğini bildirmiştir47. Bu arada 4 Mart 1919’da İstanbul’da yayınlanmaya başlayan Pontus Gazetesi’nin baş makalesinde Trabzon vilayetinde Rum Cumhuriyetinin kurulması amacıyla yayınlandığı açıkça ilan olunmuştur48.

Venizelos’un politikasına karşı girişilen bu protestolara paralel olarak, Konstantinides ile Oeconomou Paris Barış Konferansına verdikleri ortak muhtırada; Kafkasya’dan Sinop’un batısına kadar uzanan topraklarda bağımsız bir Pontus Cumhuriyeti kurulmasını istemişlerdir49 . Avrupa’daki Pontusçuluk faaliyetlerinin öncülüğünü Konstantinides yaparken, Türkiye içindeki faaliyetleri de Patrikhane ile birlikte Trabzon Metropoliti Hrisantos yürütüyordu. Nitekim Şubat 1919’da İstanbul’da Patrikhane tarafından düzenlenen Pontus Kongresi’nde, kendi kaderini tayin, bağımsızlık ve daha sonra Pontusun Yunanistan’a ilhak edilmesi kararlaştırılmıştır50. Bu kongrede Paris Barış Konferansına Türkiye Rumlarının isteklerini sunmak üzere Patrik vekili Droteos başkanlığında bir heyet seçilmiş, Hrisantos’da bu heyete dahil edilmiştir51.

Bu karar, üzerine Paris’e gitmek üzere 28 Mart 1919’da Trabzon’dan ayrılan Hrisantos İstanbul, Atina ve Marsilya üzerinden Paris’e giderken birçok Pontus dernek ve yöneticileri ile görüşerek, hem fikir alışverişi, hem de temsil yetkisini artırarak 29 Nisanda Paris’e varmıştır. O’nun Paris’e gelişi Pontus meselesinde bir dönüm noktası teşkil edecektir52. Hrisantos Paris’te Venizelos ile birkaç kez görüştükten sonra O’nun fikirlerine karşı çıkarak 2 Mayıs 1919’da Barış Konferansına Pontus’la ilgili muhtırasını vermiştir. Bu muhtıra da; Trabzon’un tamamı, Sivas ye Kastamonu vilayetlerinin bir kısmı, Amasya, Sinop ve Karahisar sancaklarını kapsayan Pontus bölgesinin 600 binden fazla Rum’u barındırdığı, bu sayıya Güney Rusya ve Kafkasya’ya göç etmiş olan 250 bin Rum’u da dahil edildiği zaman Pontus’daki Rum sayısının 850 bin olacağı, aynı bölgede 836 bin farklı kökenden gelen Müslümanın yaşadığı belirtilmektedir. Rusların Trabzon’u işgali öncesinde Vali Cemal Azmi Bey’in şehrin yönetimini kendisine teslim ettiğini, bu bölgede ancak 78 bin Ermeninin yaşadığını belirten Hrisantos, bu şartlar altında Pontus’un bağımsız bir devlet olması gerektiğini vurgulamaktadır53.

Paris Barış Konferansı nezdinde Doğu Karadeniz bölgesi için verilen nüfus istatistiklerinin farklı ve abartılarak verildiği dikkati çekmektedir. Bunun en önemli sebebi bölgede Rumların hiçbir yerde çoğunluğu teşkil edememeleridir. Gerçekten 1914 tarihli Osmanlı resmi istatistiklerine göre; Trabzon54 Sivas ve Kastamonu vilayetlerinde 3.263.396 Müslüman nüfusa karşılık 361.750 Rum yaşamaktaydı55. Makkas ise 1919’da Paris’te yayınladığı “Anadolu’nun Yunanlılığı” isimli kitabında belirttiğine göre, Venizelos Pontus’a dair verdiği rakamlarda aynı vilayetlerde 2.735.815 Müslümana karşılık, 477.828 Rum’un yaşadığını söylemiştir56. Daha önce bahsedildiği gibi, Rus ordusunun bölgeden çekilmesine paralel olarak Kafkasya’ya giden Rumlar da düşüldüğü zaman 1919da gerçekte Pontus olarak adlandırılan Trabzon Sinop sahili ile iç Karadeniz bölgesinde 250 bin Rum’a karşılık 2.350.000 Müslüman yaşamaktaydı57. Bölge genelinde yüzde 10 civarında Rum yaşamasına rağmen Barış Konferansı nezdinde iddialarını güçlendirmek amacıyla Patrikhane istatistiklerine dayanarak nüfuslarını abartan Pontuslu liderler, Rum nüfusu oldukça yüksek gösteriyorlardı58. Patrikhane’nin Anadolu’daki Rum-Yunan emellerinin siyasi ve dini merkezi olduğu dikkate alınırsa istatistiklerin gerçekleri yansıtmaktan ziyade propaganda amacına yönelik olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Gerçek durumun farkında olan Pontus liderleri, diplomatik çabalarına paralel olarak bağımsız devlet olma iddialarını güçlendirmek amacıyla dışarıdan yoğun bir şekilde göçmen getirme faaliyeti de yürütüyorlardı.

Patrikhane ve Yunanistan tarafından ortaklaşa yapılan faaliyetler sonucu son 50 yıl içinde Samsun bölgesine 30 bin’den fazla göçmen getirilmişti59. Mütareke döneminde ise, Kafkasya’dan, Rusya’nın güney sahillerinden ve Osmanlı devletinin diğer yörelerinden sistemli ye organize bir şekilde bölgeye göçmen getirilmesine hız verilmiştir. Göçmenler meselesini organize etmek amacıyla Patrikhane ve Yunanistan tarafından “Rum Muhacirleri Merkez Komisyonu” açık adıyla faaliyet gösteren Kordus gizli adını taşıyan bir komite kurulmuştu60. Etniki Eterya’nın devamı durumunda olan Mavri Mira’nın bir şubesi olan bu cemiyetin esas ünitesi Patrikhane merkez komitesi olup, 1919 yılında İstanbul’da faaliyete başlamıştır61. Kordus, merkez İstanbul olmak üzere Trakya, Doğu Karadeniz ve İzmir bölgelerinde Rum nüfus üstünlüğünü sağlamak ve özellikle Rum çetelerini göçmen gibi göstererek Doğu Karadeniz bölgesine gönderme konusunda yoğun bir faaliyet göstermiştir62. Kordus Komitesi Metropolitleri de birer temsilci olarak kullanmıştır. Mesela Başkanlığını Samsun Metropolit vekili Eftimos Zilos’un yaptığı Samsun Rum Göçmenler Cemiyeti Kordus ile ortaklaşa çalışıyordu63. Aynı görevi Trabzon’da Metropolit Hrisantos yürütmekteydi64. Bu cemiyetin organizasyonu sayesinde Samsun ve havalisine binlerce göçmen getirilirken, Mütareke döneminde Temmuz 1919 sonlarına kadar çoğu silahlı çete olmak üzere, Trabzon’a 8 binden fazla Rum getirilmiştir65. Diğer taraftan Batum’daki Pontus komitesi ile işbirliği yapılarak Kafkasya’daki Rumlar’dan 11 bin kadarının Karadeniz kıyılarına göçü sağlanmıştır66 . Bu arada Giresun’a Eylül 1919’a kadar 525 adet göçmen getirilmiştir67 . Daha sonra 25 Mayıs 1920de Giresun limanına gelen Yunan bandralı bir gemi Rusya’dan göçmen getirmiş, bunların sandıklarından silah ve cephane çıkmıştır68. Hrisantos’un Paris Barış Konferansına verdiği muhtıradan da anlaşılacağı gibi, Kafkaslar ve Güney Rusya’dan Doğu Karadeniz bölgesine 25D bin Rum’un iskânı tasarlanmıştı69. Hükümetin göçü engellemeye yönelik tedbirler alması üzerine, kesin sayıları belirlenememekle birlikte, Doğu Karadeniz bölgesinden bir kısım Rum, Batum’da kurulan Rum gönüllü alaylarına katılmaya başlamıştır. Bu alaylar Batum’dan Yunanistan’a oradan da tekrar Anadolu’ya gönderilerek Yunan ordusu ile birlikte savaşmışlardır70.

Hrisantos’un yukarıda bahsedilen muhtırası üzerinden çok geçmeden itilaf devletleri (özellikle İngiltere) İzmir’e İtalyanların yerine Yunanlıları çıkarmaya karar verirler. Böylece İzmir ve Batı Anadolu üzerindeki emellerine ulaşan Venizelos, Pontus meselesine daha ciddi bir şekilde sahip çıkmaya başlamıştır. Nitekim bir taraftan Hrisantos’u kendisine karşı çıkma izni de vererek itilaf devletleri temsilcilerine takdim eder. Pontus temsilcilerine tanınan bu diplomatik özerklik O’na itilaf devletleri nezdinde sorumluluktan kurtulma imkânı verir. Diğer taraftan Atina’ya Pontus kökenli askerlerden oluşan bir birlik kurulması için emir verir71. Aynı zamanda Pontus için çalışan Yunanlı Albay Kateniotis’i Pontus güçlerinin örgütlenmesiyle görevlendirerek İstanbul, Samsun, Batum ve Tiflis’e göndermiştir. Bu arada Patrikhane ve Yunan yüksek komiserliğinin aracılığı ile 6 Temmuz 1919’da Batum’da toplanan Pontus kongresinde önce Pontus’un bağımsız olması, daha sonra da Yunanistan’la birleşmesi kararı alınırken, Paris Barış Konferansı nezdinde yetkili temsilciler olarak, Hrisantos, Konstantinides ve Oeconomou’nun atanmasına karar verilmiştir72.

Böylece temsil gücünü de artıran Hrisantos, Pontus’un bağımsızlığını temin etmek üzere 8 ay kaldığı Avrupa’da, Banş konferansının Yunan işleri sorumlusu Jules Cambon, Wilson, Cletnenceau, İngiliz heyetinden Harold Nicholson ve Amerikalı General Harbord ile görüşmelerde bulunmasına rağmen arzu ettiği desteği sağlayamamıştır73. Hrisantos bu görüşmelerinde, İngiliz ve Amerikan yetkililerine bölgeye çıkarma yapmaları halinde, oluşturulan Pontus birliklerinin kendilerine yardımcı olacaklarını vaadetmiş, oluşturdukları birliklerin İngiltere’nin tasvip etmeyeceği bir harekette bulunmayacağını da taahhüt etmiştir74. İstediği politik desteği elde edemeyen Hrisantos Ekim 1919’da geldiği İstanbul’da, bir yandan Kateniotis, Yunan Yüksek Komiseri Kanellopulos ve Metropolit Germanos ile esas gayesi için çalışırken, diğer taraftan Türkiye genelinde kurulacak bir manda yönetimi altında Türk ve Rum toplumlarının bir federasyon temelinde birlikte yaşamaları için İstanbul hükümeti yetkilileri ile görüşmelere girişir75 . Zaten Ocak 1919’da İstanbul’da kurulmuş bulunan Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti, Pontus Rumları ile federasyon kurulması amacıyla İstanbul’daki Pontus merkezi ile temasta bulunmaktaydı76.

İstanbul’da sürdürülen bu temaslar Yunan yönetiminin baskısıyla kesilmiştir. Çünkü Yunanistan genel politikası gereği Türklerle ilişkiye girilmesine karşı çıkıyor, Anadolu’daki milli harekete karşı başarılı olabilmek için Rum-Ermeni işbirliğini sağlamaya çalışıyordu. Nitekim Venizelos daha sonra 5 Ekim 1920’de Lloyd George’a çektiği telgrafta da Rusya’nın güneyine yerleşenlerle birlikte 800 bin nüfusa sahip olan Pontuslu Rumların bağımsız bir devlet olmasını, bu devletin Ermenistan ve Gürcistan ile işbirliği yaparak İslam ve Rus emperyalizmine karşı kesin bir set oluşturacağını bildirir ve İngiltere’nin bu konuda siyasi ve maddi desteğini ister77.

Venizelos’un öncelikli amacı Anadolu’daki milli hareketi iki ateş arasında bırakarak, işgalleri kolaylaştırmak olduğu için, Pontus temsilcilerini Ermenilerle anlaşmaya zorlamaktaydı. Bu politika gereği nihai tahlilde bağımsızlıktan vazgeçmeyen Pontuslu liderler Ermenilerle bir konfederasyon kurabileceklerini açıklamışlardır78. İşte böyle bir politik atmosferde, yolculuğunu yeni Vali Haydar Bey’le birlikte yapan Hrisantos, 9 Kasım 1919’da Trabzon’a dönmüştür. Hrisantos Trabzon’da bulunduğu süre içinde mevki kumandanı ve vali ile yaptığı resmi görüşmelerde, Türklerle Rumların işbirliği yapmaları ve dost geçinmeleri gerektiğini belirtmiştir79. Ayrıca İstikbal Gazetesi başyazarı Faik Ahmet (Barutçu) ile yaptığı görüşmede; Trabzon’da bir Ermeni yönetiminin kurulamayacağını, Türk ve Rumların birlikte yaşamalarının gerçek menfaatleri açısından gerekli gördüğünü vurgulanmıştır80. Pontus davası için istediği desteği Avrupa’da bulamayan Hrisantos; Ermeni isteklerini ön plana çıkararak, Rum emellerini gizlemeye, demeç ve davranışları ile de Türklerin güvenini kazanmaya çalışmıştır. Bunda da kısmen başarılı olmuştur. Zira Hürriyet ve İtilaf taraftarları O’na inanarak işbirliği yapmışlardır81.Ancak Harbiye Nezareti ve Emniyet Müdürlüğü ile bölge halkında güven uyandırmamış, Hrisantos’un davranışlarındaki değişiklik kuşkuyla karşılanmıştır82 .

Gerçekten Hrisantos’un politikasındaki bu değişiklik, güven telkin etmekten uzak bir politik manevradan ibaret olduğu çok geçmeden anlaşılacaktır. Çünkü aylarca Avrupa devletleri nezdinde Pontusçuluk için çaba sarfeden, bölgede çete faaliyetleri organize eden bir kişinin, Batı Anadolu’da Rumların cüretkâr bir şekilde Yunan politikasının emrinde çalıştığı bir sırada, O’nun Anadolu’nun bir başka köşesinde barışsever bir hava içerisinde kardeş gibi yaşama prensibini savunmaya girişmesi Yunanistan, Patrikhane ve Pontus teşkilatlarından aldığı bir direktif gereği olmalıydı83 .

Nitekim aynı dönemde; Atina’da teşkil edilen Pontus birliklerinin Doğu Karadeniz bölgesine nakledilmesi için İngiltere’ye müracaat yapılmış, Venizelos’da Barış Konferansı’na Pontus’un büyük devletlerden birinin mandasına verilmesini teklif etmiş, Konstantinides ve Oeconomou 15 Kasım 1919’da Barış Konferansı’na verdikleri yeni bir ortak muhtırada; Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Hristiyanların katledildiğini belirterek, Pontus’un Türk hükümetinden kurtarılarak Pontus Cumhuriyeti’nin kurulması ile asayişin sağlanabileceğini vurgulayarak bu konuda büyük devletlerin yardımlarını istemişlerdir 85.

Bu teşebbüslerden haberdar olmaması mümkün olmayan Hrisantos, güya; Karadeniz kıyılarında bir Pontus devleti kurmak için çalışmalarına devam eden Batum’daki Pontus komitesini fikrinden vazgeçirmek ve Müslümanlarla birleşmeleri için nasihatta bulunmak gerekçesi ile 14 Kasım 1919’da Batum’a gitmiştir. Hrisantos’un Batum’da bulunduğu sırada 18 Aralık 1919’da Batum’da Pontus Rum hükümetinin kurulmuş olması Onun gerçek amaç ve niyetlerini ortaya koymaktadır86. Batum’daki Pontus hükümetinin Anonefteris Pontus (Serbest Pontus) isimli bir yayın organı vardı. Bu gazete Batum Yunanistan Konsolosu Kuzis tarafından idare ediliyordu. Ayrıca bu hükümet Trabzon kıyılarına silah ve cephane çıkarıyor, Pontus Cumhuriyeti adına Rum yolculara pasaport veriyordu87.

Batum’dan Tiflis ve Erivan’a geçen Hrisantos, Venizelos’un talimatı gereği Ermenilerle federasyon görüşmelerine katılmıştır. Hrisantos ve Katheniotis ile Ermeni temsilciler Hatissian ve Terminassian arasında cereyan eden görüşmelerde; Rumlar iki eşit federasyonun oluşturacağı bir konfederasyon kurulmasını isterken, Ermeniler, Rumların bir federe devlet olarak Ermenistan’a katılabileceğini savundukları için bu konuda anlaşma sağlanamamıştır88 . Ancak Hrisantos’un başlattığı bu görüşmeler Ocak 1920’de Yunan-Ermeni Anlaşması ile sonuçlanmıştır. Yunan subayı ve Pontus davasının öncülerinden Katheniotis ile Ermenistan temsilcisi General Terminassian arasında imzalanan bu anlaşma ile müttefiklerin veya Yunanlıların bölgeye askeri yardım göndermesi kararlaştırılmıştır89. Böylece 1918’de Cenevre’de “Türkiye’de zulme uğramış milletler birliğinin” kurulması ile başlayan Rum -Ermeni90 işbirliği Venizelos’un stratejisi gereği bir ittifakla sonuçlanıyordu. Çünkü, Venizelos, Anadolu’daki milli hareketi iki ateş arasında bırakarak, güçlenmesini engellemek için Doğu’da Rum-Ermeni-Gürcü ittifakının güçlü bir set oluşturacağına inanıyordu. Bolşevizme ve Türk milliyetçilerine karşı büyük bir engel olarak görülen bu işbirliği müttefikler tarafından da tasvip edilmekte idi91. Sonuçta Anadolu’daki milli hareket Batı’daki Yunan ordusuna karşı mücadele ederken, aynı zamanda Kuzey Doğuda Pontus-Ermeni komplosuyla karşı karşıya kalıyordu92.

İşte böyle önemli bir işbirliğinin temellerini atan Hrisantos Trabzon’a dönüşünde Rumlar tarafından büyük gösterilerle karşılanmıştır. Bu gelişmeler üzerine Batum Pontus Derneği Samsun ve Trabzon’daki Rum çete örgütlerinin güçlendirilmesi için Yunanistan’a müracaat ederken, Venizelos, Hrisantos’u tekrar Paris’e davet etmiştir. Bu sırada Barış Konferansı nezdindeki Ermeni temsilci Bogos Nubar’la görüşen Venizelos; Rum-Ermeni işbirliğini geliştirmek amacıyla O’nu Trabzon konusundaki isteklerinden vazgeçirmeye çalışır. Bu sırada 27 Şubat 1920’de Barış Konferansının Trabzon’u ileride kurulacak Ermeni devletinin sınırları dışında bırakması üzerine, Pontus adına hareket eden Yunan temsilci Katheniotis İngiltere’ye Yunan mandası altında ve Yunan ordusu tarafından korunacak bir Pontus devletinin kurulmasını teklif etmiş, ancak olumlu cevap alamamıştır93. Aynı dönemde Londra’ya gelen Hrisantos, Konstantinides ve Oeconomou ile birlikte Barış Konferansı’na, Pontus’un bağımsız bir devlet olarak ilan edilmesini isteyen bir muhtıra vermişlerdir. Ancak 22 Mart 1920’de İngiliz temsilci Vansittart bölgede 312 bin Rum’a karşılık 1 milyon 830 bin Müslümanın yaşadığını belirterek bu isteğe karşı çıkar ve meselenin Konferansın gündeminden düşürülmesini ister94. Barış Konferansının San Remo görüşmelerini takip eden Hrisantos ve Konstantinides 30 Nisan 1920’de hazırlanmakta olan Sevr’de kurulacak Türkiye bünyesinde Pontus’ta ayrı bir idari birim kurularak, bu birimin basma Cemiyet-i Akvam tarafından bir vali atanmasını talep eden yeni bir istekte bulunurlar, ancak sonuç alamazlar.

Venizelos’un diplomatik alanda Pontus konusunu ağırdan alır gibi görünmesinin temelinde hazırlanmakta olan Sevr Anlaşmasının netleşmesini beklemesi yatmaktadır. Nitekim 22 Haziran’da Lloyd George’un Venizelos’a Türkiye’ye Sevr’i askeri yoldan dayatma görevini vermesi üzerine Pontus meselesinin çetecilik ve askeri cephesi canlanacaktır. Yunanistan bir taraftan bölgedeki çeteleri güçlendirmeye çalışırken, diğer taraftan Doğu Karadeniz bölgesine askeri müdahale yaparak amacına ulaşmaya çalışacaktır.
-Devam Ediyor-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder