25 Aralık 2006 Pazartesi

Düşmanın Hedefi Karadeniz


Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Hayati Aktaş, Osmanlı'dan Türkiye'ye uzanan süreçte oynanan oyunları ilk kez belgeleriyle açıkladı.

Aktaş, üç yıldır başta ABD olmak üzere Avrupa'nın en önemli şehirlerinin kütüphaneleri ve üniversitelerinde yaptığı araştırmaları belgeleriyle anlattı. "Karadeniz düşerse Türkiye" düşer, diyen Doç. Dr. Aktaş, ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılı sürecin geçmişte de aynı şekilde yaşandığını ve aynı senaryoların yeniden sahneye konulmaya çalışıldığını söyledi. Aktaş, Karadeniz Bölgesinin stratejik önemine değindiği önemli açıklamalarında, "Amaç, Karadeniz Bölgesi üzerinde Pontus ve Ermenileri hakim hale getirmek. İşte her şey buraya dayanıyor. Oysaki geçmişte Osmanlılar tarafından yapıldığını iddia ettikleri soykırım veya başka türlü eylemlerin olmadığı kendi arşivlerinde yazılı. Bunu tarih söylüyor, kendi tarihi arşivleri yazıyor, biz sadece gittik, araştırdık ve gerçekleri gün yüzüne çıkardık" dedi.

Aktaş, Fransa Parlamentosunun aldığı son kararın ise bilimsel açıdan çürütülmeye çalışılmasının boşuna olacağını, zira konunun boyutunun tamamen siyasi olduğunu dile getirerek, "İç politika malzemesi olarak bunu yapıyorlar" açıklamasını yaptı. İşte Doç. Dr. Aktaş'ın uzun süren araştırmaları sonucu belgeleriyle elde ettiği gerçekler:

TANZİMATTAN BAŞLAYAN SÜREÇ
Bütün mesele Tanzimat'a kadar devam ediyor. Tanzimat ve ondan sonraki Islahat Fermanı, yani bütün yenileşme hareketleri, aslında azınlık haklarını koruma bahanesiyle Osmanlı'nın içişlerine karışma... Bu şimdi de böyle, Türkiye'nin içişlerine karışma... Bu tarihteki olgusu böyle. Türkiye'deki Katolikler genellikle Fransa, İtalya ve Avusturya, Protestanlar İngiltere, Almanya, Amerika, Ortodokslar da Ruslar tarafından himaye ediliyordu. Bu, tarihte böyle. Böylece Osmanlı'daki gayrimüslimler büyük devletler tarafından kendi gizli amaçları için paylaşılmış oluyordu. Avrupa ülkeleri kilise inançları doğrultusunda bunları paylaşmıştı. Rusya ise İstanbul, boğazları ve Doğu Anadolu'yu ele geçirmek için Ortodoks ve Gregoryanları kullanıyor. Dolayısıyla İngiltere, Ortadoğu, Mısır ve Irak, Arabistan'daki etkisini koruyup yaymak için Protestanları alet ediyor. Fransa ise Çukurova, Suriye ve Lübnan'daki çıkarları için Katolik ve Gregoryanları kullanıyor. Osmanlı'da uzun bir süre böyle devam ediyor. Büyük devletlerin bu şekilde bazı azınlıkları himaye etmeleri, azınlıkların haklarını koruma bahanesiyle Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışma fırsatı veriyordu. Halbuki büyük devletler gerçekte bu imparatorlukta etki sağlamak için veya Avrupa'nın hasta adamı olarak tarif edilen Osmanlı'nın ölünce mirasına konmak için birbirleriyle yarış ediyorlardı. Zaten 1919'daki Paris Barış Konferansında bütün görüşmeler bu doğrultuda. İngilizler başka, İtalyanlar başka, Fransızlar başka teklif getiriyor. Amerikalılar devreye giriyor. Bütün mesele Osmanlı'nın paylaşılıp parçalanması. Bu çöküşü hızlandırmak için de devletin içindeki bazı milletleri kışkırtarak milliyetçilik akımını teşvik ediyorlar. Bunlar 1800'lü yıllardan beri devam etmiştir.

YIL 2006 VE DEĞİŞEN HİÇBİR ŞEY YOK  
Bütün mesele aslında Karadeniz'in öneminden kaynaklanıyor. Çünkü şimdi ABD başta olmak üzere bütün Avrupa devletleri Karadeniz üzerine yoğunlaşmış durumda. Geçmiş yıllara baktığımız zaman Trabzon'da onlarca ülkenin konsolosluğunun olduğunu görüyoruz. Şimdi günümüzde bunlar tekrar açılmaya başladı, yakın gelecekte ABD ve İngiltere açarsa şaşmayalım. Karadeniz'de Pontus ve Rum iddialarına gelince; bütün mesele Yunanistan'ın kışkırtmasıdır. Bu tarihte de böyle. Geçtiğimiz yıl 6 Eylül'de Yunanistan AB görüşmelerinde bir teklif getirdi masaya ve bu kabul edildi ancak Ekim başında bu geri çekildi. Konu Türkiye'nin sadece Ermenilere değil bu bölgedeki Rumlara ve Süryanilere soykırım yaptığı iddiasının kabul edilmesi, bunu Yunanistan ve Rum delegeleri ve Avrupa ülkeleri bunu kabul ediyorlar.

ÜÇ YILLIK ARAŞTIRMA  
Üç yıldan beri ben bu çalışmanın içindeyim, son iki yıl da İngiltere'de milli arşiv ve kütüphanelerde araştırma yaptım. Bütün belgelerin hemen hemen hepsine de baktım. Aynı şekilde ABD'deki belli başlı üniversitelerde, milli arşivinde ve İsviçre'de hemen hemen bütün belgeler var. Buradaki olay şu: 1919 yılında Birinci Dünya Savaşı bitiminde Paris Barış Konferansı başlayınca herkes bir hak iddia ediyor, konu da Osmanlı'nın paylaşılması... Büyük devletler bu paylaşım konusunu tartışırken, küçük azınlıklar da bir şeyler çıkarmanın hesaplarını yapıyorlar. Mesela, Ermeniler bağımsız bir Ermenistan içinde Karadeniz Bölgesi'ni ve Doğu Anadolu'da bir sürü yeri katarak kendimize bir pay çıkaralım diyorlar, Karadeniz Bölgesi'ndeki Rumlar da bağımsız Rum Pontus Rum Cumhuriyeti kurmak iddiasıyla gündeme geliyorlar. Ve Barış Konferansına delegasyon gönderiyorlar. Özellikle de Rum Metropoliti Hrisantos. Rumların temsilcisi olarak delegasyon başkanı olarak gidip, azınlıkta olduklarını ve kendilerine zulüm yapıldığını, perişan olduklarını söylüyor ve bağımsızlık istiyorlar.

YUNANİSTAN ÇOK FAAL  
Yunanistan'da bir miting düzenliyor. Bu mitingde Rusça, İngilizce ve Rumca olarak broşür dağıtıyorlar. Burada özellikle, Türkiye bu soykırımı kabul etmeli, diyorlar. Pontus'taki iddiaları var. Pontus Hellenizmin soykırımı diyor. 1916-1923. 19 Mayıs Milli Hatırlama Günü. Bu, 19 Mayıs Atatürk'ün Samsun'a çıktığı gün özellikle seçilmiş. Ve 1994'te Yunanistan Parlamentosunda bu 19 Mayıs'ın Soykırımı Anma Günü kabul ediliyor, o gün bugün de kutlanıyor, orada dağıtılan posterler var elimizde. Geçtiğimiz yıl Atina'da yapılan mitingde dağıtılan haritada Karadeniz Bölgesi'nin Sinop'tan İnebolu'ya kadar Pontus olduğunu iddia ediyorlar. Bunlar bu şekilde başlıyorlar. Avrupa'da bunların çalışmaları yapılıyor zaman zaman. Onlarla ilgili olarak da elimizde belgeler var.

TÜRK TARİH KURUMU'NUN BAŞARISI  
Bir-iki belgeden aktarmak istiyorum. Dikkat edilirse, Türkiye'de bu konular, Ermeni de, Pontus Rum konusu da uzun yıllardır zaman zaman gündeme geliyor. Ancak özellikle Türkiye'nin elinin güçlendiği dönemde oluyor bu. Türk Tarih Kurumu'nun bunda büyük katkısı var. Özellikle son dört yıldan beri Ermeni konusunda yapılan çalışmalar -ki kitap halinde de basılıp dağıtıldı- dünyanın da dikkatini çekmiştir. Çünkü bu çalışmalar kendi Osmanlı ve Türk belgeleriyle değil, tamamen Avrupa'nın orijinal, İngilizce, Fransızca ve Almanca belgelerine dayanılarak yapıldı. Ve onların belgeleriyle konuşuldu, dolayısıyla bu çok dikkat çekti. Bana göre, bu gibi konularda kurumsallaşmak lazım. Yani tek başına bir bilim adamı çıkıp bir şeyler söylediği zaman o havada kalıyor, ama bir kurum adına yani derli toplu bir şey olursa o zaman değişiyor ve bu çok ses getirdi. Ve bunlar biraz telaşa düştüler, çünkü bütün belgeler ortada. Bunu hükümet de zaman zaman dile getirdi Tarih Kurumu'nun söylemleri nedeniyle.

PARİS KONFERANSI'NDA HER ŞEY BİTMİŞTİ 
Pontus meselesine gelince... 1919 Paris Barış Konferansı sırasında İngiltere, ABD, İtalya, Fransa bunların hepsi komisyon gönderdi Karadeniz Bölgesi'ne araştırma yapmak için. Yüksek komiserlikler kurdular, araştırmalarını yaptılar, döndüler, raporlarını sundular. Bunlar orada tekrar masaya yatırıldı, tartışıldı, konuşuldu ve konu kapandı. Hiçbir sorun yok,bu görüşmelerin hiçbirinde, Pontus Rumlarına soykırım yapıldı Karadeniz'de bir takım cinayetlerin işlendiği, katliamların olduğu yönünde hiçbir şey yok. Bu konu burada bitiyor. Lozan'da da 1923'de tamamıyla bu mübadele karşılıklı insan değişimine geldiği zaman bölgedeki Rumlar Yunanistan'a gidiyor, ordakiler Türkler buraya geliyorlar. Bütün Avrupa devletlerinin kabul ettiği bir anlaşmayla kabul ediliyor ve kapanıyor olay bitti.

BELGELER YALAN SÖYLEMEZ
 1919 yılına gelindiğinde, bu görüşmeler yapıldığında bütün bunlar masaya yatırılıyor ve bölgenin ne Rumlara ne de Ermenilere ait olduğu zaten kararlaştırılıyor. Bütün Avrupa ülkeleri buna karar vermiş. Komiserlerini göndermişler, araştırma komisyonlarını kurmuşlar, ve uluslar arası anlaşmalar yapılmış bitmiş. Bütün bunlar ne için yapılıyor denecek olursa, Yunanistan için bölge çok önemli. Hem tarihi geçmişi var, hem günümüzdeki önemi, liman kenti olması; Trabzon'un, Karadeniz'in Kafkaslar'a, Orta Asya'ya açılma noktasında bulunması... Benim en çok hayret ettiğim konu, şu anda İstanbul'da hala bunların vakıfları, kiliseleri var, keza İzmir'de de öyle. Karadeniz'de bir tane yok. Bir tane faal halde olan veya adı Rum olan bir Rum Derneği, Rumuz diyen ne bir vatandaş ne de bir kimse var. İstanbul'da var ama oradaki Rum nüfus olmasına rağmen bu bölgeyi kışkırtıyorlar. Bölgeyle ilgili iddialar gündeme geldiği zaman AB'nin mevcut ülkeleri Paris Barış Konferansındaki taraf ülkelerdi. 1919 görüşmelerinde özellikle Trabzon'un bu bağımsız Ermenistan'a katılması gündeme geldiği zaman, özellikle belgeler diyoruz, bunun siyasi olduğu, bölgeyle ilgili olduğu apaçık ortadadır. Fransa'nın yaptığı tamamen kendi iç politikasına dönük eylemlerdir. Fransa'da yaşayan Ermenilerin oylarını alabilmek için tamamen siyasi olarak düşünülen ve o şekilde hareket edilen bir durum bu. Yoksa bununla bilimsel anlamda mücadele etmek veya bazı şeyleri ispatlamaya çalışmak tamamen boşunadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder