24 Nisan 2006 Pazartesi

Uyanın Samsun' lular, Kurtarıcı Geliyor


Tarihe 1000 canlı tanık / 34
1912 yılında Samsun'da doğan Zübeyde hanım Kurtuluş Savaşı yıllarının Samsun'unda büyür. Yedi yaşındayken babası Ali Galip bey öldürülür. Babasının sağlığında var olan servetleri tükenince annesi Nuriye hanım dikiş dikerek büyütür dört çocuğunu. Evin üçüncü çocuğu olan Zübeyde Ülgen ilk, orta tahsilinin ardından Sivas Öğretmen Okulu'na devam eder. Sivas, Simav, Akşehir ve İstanbul'da öğretmenlik yapar. Çok sever öğrencilerini. 40 yıllık hizmetinin ardından 1972 yılında emekliye ayrılır. 1933 yılında Ali Rıza beyle evlenen Zübeyde hanımın bu evliliğinden iki çocuğu olur. Eşini 1957 yılında kaybeder. Emekli öğretmen Zübeyde Ülgen ile İstanbul Kızıltoprak'taki evinde görüştük...

    
"Son sınıftayım. Bahçede dolaşıyorum, Atatürk'ün geldiğini duydum. Hemen koştum, okuldaki kadınlara dedim ki 'Bakın Sivas'a baba geldi, hadi bırakın o bulaşıkları, temizlik yapın'. Temizlik yapmadı kadınlar. Müdüre gittim 'Lütfen vazife verin de temizlesinler' dedim, müdür de bana 'Biz listede yokuz, gelmeyecek buraya' dedi. İşte bahçede dolaşıyorum, olan oldu. Hemen kapılar ardına kadar açıldı, arabalar doldu. Bir de baktım, muhafız alayıymış gelenler. Bütün bahçeye, binanın içine dağıldılar. Peşinden baba inmez mi, okulumuza geldi, benim yanımda Sivas veteriner müdürünün kızları vardı. (Atatürk) Konuşurken ben böyle elektriğe tutulmuş gibi oldum. Geldi, hemen yanımdaki arkadaşıma sorular sordu. Ben çok heyecanlandım o gün. Doğru yatakhaneye çıktı. Herkes şaşkınlık içinde. Yatakta kızlar, kimi yatıyor, kimisi çorapları yamalıyor, istirahat edenler var. Atatürk içeri girer girmez kapının arkasındaki çöpe şöyle ayağını bastı. Bir şey demedi. Sonuç olarak, Atatürk hiç hoş olmayan bir şekilde okulumuzdan ayrıldı. Bir süre sonra gine etütteyiz, müdür içeri girdi, son sınıftayım. 'Yazıklar olsun sizlere, okulunuzu çok pis buldu Atatürk, böyle mi olur kız okulu' dedi. Ben de 'Müdür bey, buradaki hata sizin, ben size gelmedim mi, siz bana hademeleri vermediniz, biz programda yokuz dediniz' dedim. Ve zınk diye kaldı. Bunun dışında Mustafa Kemal'i Samsun'da Latife hanım yanında, üstü açık otomobilde görürdüm. 1938 yılında öldüğünde Akşehir'deydim. Sabahleyin ajansı açtım, böyle televizyon yok, radyoyu açtım. Hasta olduğunu biliyoruz, öleceğini hiç düşünmedim. Ben Ata'yı, yani ne bileyim babamdan çok severdim. Çünkü çok büyük işler yaptı. Yani bunları anlatmaya lüzum yok. Ben o gün hüngür hüngür ağladım, hiç unutmam...

    
Samsun'daki konak gibi olan evimizin en üst katına çıktım. Duvardaki uzun dürbünü aldım, denize bakıyorum. Birden bire dürbünün içindeki Yunan gemileri, sahili bombardıman etmeye başladılar.Yokuşun başında, önünde çiçek bahçesi, arkada meyve bahçesi olan bir evin teras katının uçtuğunu hatırlıyorum. Tellallar bağırıyorlardı sokaklarda, 'Samsunlular, uyanın, köylere kaçın, Yunanlılar içeri girecek' diye. Bu esnada annem, kardeşim kucağında, ben de elinde, akrabalarla yakın bir köye doğru kaçtık. Ama Yunanlılar gelmediler." I. Dünya Savaşı'nın ardından yaşanan bu işgal günlerinde Anadolu'da uyanan direnişi organize etmek üzere Mustafa Kemal Samsun'a gelmek için hazırlanmaktadır. "İşte 1919'da babam Ali Galip bey, 'Samsunlular, kurtarıcı geliyor' diye, onun gelişinin haberini iletmek üzere halkı uyandırıyormuş. Köylere, kasabalara kadar her yere kurtarıcının geleceği haberini iletirmiş. 'Uyanık fikirli' de derlerdi babama. Sonunda babamı öldürdüler. Babam sağlığında, burada saray diyorlar, üç katlı muazzam bir ev yaptırıyor. Annem babamın öldürüldüğü odadan dışarı çıkmıyordu. Hiç unutmam bir gün, dayım ve yengemle birlikte aynı evde yaşıyoruz, yengemden ekmek istedim ama bana fırın o gün yandığı ve her yer ekmek dolu olduğu halde bir dilim ekmek bile vermedi. Bu olay annemin o saray gibi evden ayrılışının sebebi oldu. Ben Samsun çarşı içinde büyüdüm. Okkalarca altını varmış annemin. Babamın ölümünden sonra onları boza boza ağabeyim daha az askerlik yapsın diye askerlik bedelini ödemiş. Babasızlığımızı belli etmemek için elinden gelen bütün fedakarlıkları yapıyordu annem. Fakat öyle bir durum oldu ki, annemin ne altın, ne de mücevherleri kaldı. Eli koynunda kalınca bu sefer hastane dikişleri, doktor gömlekleri dikmeye başladı."

1923 yılına gelindiğinde Kurtuluş Savaşı kazanılmış, cumhuriyet ilan edilmiştir. "Ablam da öğretmendi, ben o zaman ilkokul ikinci sınıftaydım. Kavak'a verdiler ablamı, öğretmen olarak. Kavak'ın ilerisindeki bir tepede davullar, zurnalar çalınıyordu. 'Abla n'oluyor' dedim, 'İzmir kurtuldu' dedi." Cumhuriyetin ilanının ardından Lozan Antlaşması'yla gündeme gelen Büyük Nüfus Mübadelesi ile pek çok Rum Anadolu'dan ayrılır: "Efendim, işte o yıllarda onların hepsi toplanıp atıldı, herkes kendi ülkesine gitti. Hiç unutmam bir gün, dayım askerden hasta geldi. Onun yattığı hastane de kilisenin yanında bir hastane. Etrafta Rumlar oturuyordu. Annem yahut yengem yemek gönderiyordu benimle. Rum çocukları maske giymişler, onların yortuları mı, nedir, hatırlamıyorum üstüme doğru geldiler böyle, 'Anneee' diye bağırdım, çocuğum. Hemen kaçtılar yanımdan, dayımın yanına gittim. Dayım, 'Korkma yavrum onların oyunları böyle işte' dedi. Sonra Rumeli muhacirleri geldi, onların kızlarıyla ortaokulda beraber okuduk."

    
Annemden gizlice
Mahalledeki arkadaşlarının büyük kısmı Kuran kursuna devam ederken annesinin isteğiyle maarif mektebine gitmesine karar verilir Zübeyde Ülgen'in. İlkokulu bitirir. "Samsun'da ilk defa ortaokul açılıyordu. Okula giden arkadaşlarımı görüyordum ama ben okula gidemiyordum. Annem, 'Yavrum takatım yok. Çünkü kitap, defter, kalem, kıyafet lazım, her şey lazım, bunları yapacak durumda değiliz' dedi." Arkadaşları ortaokul birinci sınıftan ikinci sınıfa geçerler bu arada. Annesinden gizli ikinci sınıfa devam etmeye başlar Zübeyde Ülgen. Bu tartışmalar arasında ortaokulu bitirir. Israrlarına dayanamayan annesinin de yardımıyla yatılı öğretmen okulu sınavlarına girer ve kazanır. "Annem devamlı hasta oluyordu, devamlı sıkıntı içindeydi. Maddi durum da zayıflıyor, o yüzden ben öğretmen okuluna Sivas'a gittim. Samsun'a gelip gitmek mümkündü, Sivas çok uzak değildi. Çok zorluk çektik, defterleri silip yeniden yazardık. Yırtılıncaya kadar o sayfalara yazardım."

Sivas öğretmen okulunu 1932 yılında bitirir Zübeyde hanım ve öğretmenlik yapmaya başlar. "Sivas'taki edebiyat hocam durmadan benimle ilgileniyor, hep böyle Sivas'ın tarihi eserlerini gezdiriyordu. Hocam meğer beni incelermiş, benim haberim yok." Edebiyet öğretmeni Zübeyde hanımı Ali Rıza bey ile tanıştırır. "Ali bey Samsun'a geldi. Annem de bizimleydi, kayığa bindik. Lanet olsun Karadeniz hiç belli olmaz. Daha yolu yarılamıştık ki, bir dalga bir dalga, bütün başımızdan aşağı sular geçti. Karadeniz'i sevmiyorum o yüzden. Sütliman deniz kudurdu. Eve geldik hemen annemin çamaşırlarını aldım, 'Anne, kurban olayım şu arkanı değiştir' dedim. O da 'Kurudu yavrum' dedi. Çamaşır değiştirilmemesi annemin ölümüne sebep oldu. Zatürree oldu annem, yatağa düştü. Artık ne yaptıysak annemi kurtaramadık. Ve ben nişanlıyım Ali Rıza bey ile. Nikahımız olduğunda annem hasta yatağındaydı." 1933 yılında Ali Rıza bey ile evlenir Zübeyde hanım.

    
Tayinler ile geçen yıllar

"Eşim Sivas'ta Türkçe öğretmeniyken, Kütahya'nın Simav kazasına tayin ettiler. Ve ben de trenle Kütahya'ya gittim, oradan da otobüsle Simav'a. Simav'da tabiat çok zengindi. İnsanlarını sevdim, onlar da beni sevdiler. Eşim bu arada Akşehir'e tayin edildi. Ben de gittim. Akşehir'in çocukları da çok uyanıktı. O günlerde eşim ağzından bal akar gibi edebi sözlerle beni oyalıyordu ve onun sayesinde annemin acısını unutmaya çalıştım. Sonra eşimi İstanbul'a tayin ettiler.

Öğretmenlik yılları boyunca program vardı elimizde tabii... İlk zamanlar, okula alışsınlar diye hep oyun ve müzikle meşgul ettim öğrencilerimi. Çünkü daha altı yaşını yeni bitirmişlerdi. Anne-baba sevgisini, ayrılığı unutturmak için hep onlarla oynardım, ip atlardım, işte başka oyunlar, koşmaca oynardık, o kadar alıştırdım ki kendime. Onlara daima sevgi gösterdim. O sevgiyle, çocuklarım sınıfta kalmıyordu. Çünkü onları kendi çocuklarımdan ayrı tutmadım. Sevgi her şeyi hallediyordu."

 40 sene çalışır Zübeyde öğretmen. "Ağaçlar ayakta ölür, ben de sınıfta ölmeyeyim dedim. Tam 40 sene, iki ay, 27 gün çalıştım ve sonunda emekliye ayrıldım."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder