29 Nisan 2006 Cumartesi

Sosyal Vakalar



Editörün Notu: Maksadımız ideoloji propagandası yapmak değildir. Ülkemizin atlattığı bâdirelerin anılarda taze tutulması açısından, bölgemizin yakın tarihine ışık tutacak niteliğe sahip bir yazı olduğu için bütünlüğüne dokunulmadan alıntılandı.



70’LERE DOĞRU; KÖYLÜLÜĞÜN  MÜCADELESİ GELİŞİYOR
1960’lı yılların sonu hemen tüm ülkede mücadelenin geliştiği yıllardır ve çoğu yerde ağırlıkla gençlik çerçevesindedir. Karadeniz de bu dönemde mücadelesiyle öne çıkmıştır. Karadeniz’de gelişen mücadelenin bir farklılığı ise, gençlikten çok yoksul köylülüğün, üreticilerin mücadelesinin öne çıkmış olmasıdır. Bu nedenledir ki, bu süreçte THKP-C de Karadeniz’e özel olarak yönelmiş, orayı stratejik bir alan olarak değerlendirmiştir.

Fatsa köylüleri, 1967 Temmuz’u ve Eylül’ünde düzenledikleri iki ayrı yürüyüşte banka borçlarının ertelenmesini isteyerek, tefeciliği, soygun düzenini lanetlediler.

Çorum’un temizlik işçileri aynı dönemde işten atılmalarına karşı Çorum’dan İstanbul’a kadar yürüdüler.

1968’de köylülerin eylemleri yaygınlaşırken, Samsun Tekel Müdürlüğü’nde işçiler, iş güvenliği talepleriyle eylemler yaptılar.
Mücadeleleri yalnız hakları için de değildi. Anti-emperyalist mücadele de Karadeniz’de yankısını buluyordu; 1968’de Fatsa’nın 24 köyünün muhtarı "Amerika’ya İlk İhtar" ve Samsun’a bağlı 15 köy halkı da "Amerika Seni İstemiyoruz" başlıklı bildiriler yayınladılar.

1969, Çorum’da Alpagut Linyit İşletmelerinde çalışan işçiler, ücretlerinin verilmemesi nedeniyle ocağı işgal ettiler. İşgali 34 gün boyunca sürdüren işçiler bu sürede yönetime el koyarak madeni işletmeye devam ettiler.

Perşembe’de Fındık Satış Kooperatifi’nde kadın işçiler, fındık kırma atölyelerini işgal ettiler.

Ereğli Demir-Çelik işletmelerinde çalışan 4600 işçi, idarenin "böl-yönet" uygulamalarına karşı greve başladılar.

Fatsa köylüleri "Fındık fiyatları ve demokratik haklar" için mitingler düzenlediler.

Tokat’ın Uzunburun köylüleri hazine topraklarını işgal ettiler.

1970 yılı boyunca da Karadeniz’de halkın çeşitli kesimlerinin eylemleri devam etti:
Zonguldak Karadon bölgesi kömür işçileri, haklarının gasbedilmesine karşı grev ve işgaller yaptılar. Doğu Karadeniz’de çay üreticileri, çay fabrikalarını ve Tekel İdaresi’ni işgal ederek siyasi parti binalarını tahrip ettiler.

1970 yılının yazında Giresun, Ordu, Fatsa, Bulancak, Tirebolu, Espiye, ve Vakfıkebir’de fındık üreticileri tefeci-tüccar sömürüsüne karşı mitingler düzenlediler. Ordu’da AP’li bir tüccarın yürüyüş yapan köylülerin üzerine ateş açması sonucu, Şahin Çavuşoğlu adlı yaşlı bir köylü öldü.

1970 Ağustos’unda AP iktidarının Amerika’nın talimatıyla haşhaş ekimini sınırlaması üzerine binlerce köylü, Merzifon ve Çorum’da mitingler düzenleyerek emperyalizmi ve bağımlılığı protesto ettiler.

1971 yılının başında Eşme’de, Alaçam’da tütün mitingleri düzenlendi. Alaçam’da köylüler, Tekel idaresini işgal ettiler.
12 Mart’a doğru Amasya TİP Başkanı Şerafettin Atalay, gericiler tarafından katledildi.

KARADENİZ, DEV-GENÇ ve THKP-C
1970’de THKP-C’yi kuran kadrolardan birçoğu, Türkiye İşçi Partisi’ (TİP)in değişik örgütleri içinde yer almış, çalışmalar yürütmüşlerdir. TİP içindeki ideolojik mücadeleye bağlı olarak, TİP’in çeşitli örgütlerinde yeralan kadrolar DEV-GENÇ’in görüşlerini benimsemişlerdir. Bu örgütlenmelerden biri de Karadeniz Ereğlisi TİP örgütüydü. TİP’in bu ilçe örgütünde yer alan Sina Çıladır, Necmettin Giritoğlu ve çevresindeki devrimciler, 1969’da DEV-GENÇ görüşleri doğrultusunda yayın yapan "Çıkış" dergisini yayınlamaya başladılar.

Tüm ideolojik ve pratik mücadelelerini Türkiye devriminin yolunu netleştirmeye paralel olarak yürüten geleceğin THKP-C önderleri, stratejik öngörüleriyle Karadeniz’deki çalışmalara büyük önem verdiler. DEV-GENÇ’liler, bölge açısından belli bir ağırlığı olan Zonguldak ve çevresindeki TİP Merkez yönetiminin etkinliğine son vermek için seferler oldular. Mahir ÇAYAN, Çıkış dergisine yazılar yazdı.

TİP Milletvekilleri Sadun Aren ve TİP’li Senatör Fatma H. İşmen’le Mahir Çayan arasında 9 Haziran 1969’da TİP Karadeniz Ereğlisi İşçi Örgütü lokalinde yapılan tartışma, önemli siyasi sonuçları olan "ünlü" bir tartışmadır. Bu toplantı sonucunda pek çok işçi tavırlarını DEV-GENÇ’lilerden yana koyarlar.

Mart ‘70’de DEV-GENÇ imzalı "Zonguldak Halkına" başlıklı bildiriyi dağıtan DEV-GENÇ’lilerden bir kısmı polis tarafından gözaltına alınır. Devletin tüm keyfi baskılarına, oportünizmin yalan ve demagojilerine rağmen DEV-GENÇ’liler Karadeniz’de giderek artan bir siyasi ağırlık kazanırlar. Büyük bir enerjiyle o ilçeden ilçeye, o mitingden mitinge, köylülerle, işçilerle, emekçilerle birlikte sömürü düzenine karşı eylemler, gösteriler örgütlerler. Siyasi eğitim çalışmaları yürütürler.

TİP ORTA KARADENİZ BÖLGE TOPLANTISI:
Ocak 1970’de yapılan Fatsa Kongresi öncesi TİP’in Orta Karadeniz Bölgesi örgütleri yöneticilerinin büyük bir çoğunluğunun katılımıyla bir toplantı yapılır. Toplantıda yapılan tartışmalar sonucunda Milli Demokratik Devrim görüşünü destekleyen kararlar alınır. Kararların altında imzası bulunanların arasında İsmet Öztürk (Çarşamba İlçe Başkanı), Mustafa Eydi (Ordu Kumru İlçesi Başkanı), Fikri Sönmez (Fatsa İlçe Başkanı), Ahmet Atasoy (Fatsa TİP Üyesi), Şekip Kurt (Samsun İl Üyesi), Ahmet Kaya (Çarşamba İlçe Sekreteri), Sulhi Kutucu (TİP Samsun İl Başkanı), Ziya Yılmaz (Fatsa Üyesi) da vardır. Bunların büyük çoğunluğu daha sonra THKP-C örgütlenmesi içinde yeralacaklardır.

DEV-GENÇ KARADENİZ’DE

 1970 Ocak’ından itibaren DEV-GENÇ’liler Karadeniz Bölgesine daha fazla ağırlık verirler.

Mahir ve bir grup DEV-GENÇ’li, 1970 Mart’ının başında Karadeniz Bölgesine giderler. Fatsa’da "Yeşil Fatsa" Gazetesi sahibi Ziya Yılmaz’ın ve Fikri Sönmez’in de aralarında bulunduğu bir grupla toplantılar yapılır. Benzer toplantılar daha birçok yerde tekrarlanır. Bir çok yeni insanla tanışıp, onlara Türkiye devriminin yolunu anlatırlar. DEV-GENÇ’lilerin militan yapıları, devrimci pratikleri ve bunların bütünlüklü görüşleri birçok kişiyi ikna etmeye yeter. DEV-GENÇ’liler köylülerle de içiçeydiler. Çeşitli köylü eylemlerine öncülük yaparlar, düzenlenen mitinglere katılırlar.

Karadeniz’de gelişmekte olan kitle hareketi geniş bir potansiyeli kucaklıyordu. Bölgede aylarca kalan Parti-Cephe kadroları olduğu gibi, seyyar ekipler ve bölgenin yerleşik insanları da vardı. Tüm hazırlıkları kurulacak Partiye güçlü bir kitle tabanı ve bunun içinden genç kadrolar yaratmaya yönelikti. Bunun için geceli gündüzlü Zonguldak’tan Samsun’a, Fatsa’dan Rize’ye kadar tüm Karadeniz’i il il, ilçe ilçe, köy köy dolaştılar.

Mahir, Alaçam Mitingi sonrası Samsun’da TİP bölge teşkilatlarından insanların da yer aldığı bir grupla toplantı yapar. 1970 Nisan’ında Mahir’in de aralarında bulunduğu DEV-GENÇ’liler Rize’de çay üreticileri içindedirler. Çay ürecilerini kapsayacak bir sendika kurabilmenin koşullarını araştırırlar. Aynı sürede Karadeniz’in pek çok bölgesinde bildiri dağıtmalar, toplantılar, mitingler sürdürülür.

1969-’70’lerde köylü mücadelesinin doruğa çıkmasında hiç kuşkusuz DEV-GENÇ’in ve THKP-C’nin büyük rolü vardır. Yukarıda sıralanan eylemlerin pek çoğunda doğrudan örgütleyici olarak yer almışlardır. Bu çalışmaları yürütürken birçoğu gözaltına alınıp işkencelere uğramış, içlerinde tutuklananlar olmuştur.

NEDEN KARADENİZ’ E ÖNCELİK?
Mahir’i ve yoldaşlarını Karadeniz’e çeken şey neydi?
Öncelikle Karadeniz bölgesindeki potansiyel diğer bölgelerden daha ileri bir noktadaydı. Karadeniz’de çarpık kapitalist ilişkiler, üreticilerin, köylülerin sömürüsü diğer bölgelerden daha açık ve çarpıcıydı. Tütün ve fındık üreticileri adeta emperyalist tekeller için üretim yapıyorlardı. Sömürü çıplaktı. Bu durum onlara sınıf çelişkilerini göstererek mücadeleye yöneltmekte, devrimci saflara çekmekte bir avantajdı. Sorun bu durumun iyi değerlendirilmesi noktasında düğümleniyordu.
Ayrıca bölgede NATO’ya ait askeri üslerin, tesislerin varlığı ve ürün fiyatlarının belirlenmesinde emperyalist tekellerin açık müdahalesi, halkta anti-emperyalist bir tepkinin maddi koşullarını oluşturuyordu.

Öte yandan TİP’in Karadeniz’de yaygın bir örgütlülük ağı vardı. Ve TİP içinde yeralan ama önce DEV-GENÇ, sonrasında da THKP-C düşüncelerini savunan bölge insanlarının varlığı da THKP-C için diğer bir avantaj olarak değerlendirilebilirdi. Devrimci bir anlayışla yayın yapan yerel gazeteler vardı. Örneğin Trabzon’da "Savaş", Ordu’da "Uyanış", Fatsa’da "Yeşil Fatsa" ve "Köylü", Samsun’da, "Çatlı", Alaçam’da "Alınteri" adıyla çıkan gazeteler Parti-Cephe’nin halkla yakın ilişkiler kurmasında etkin birer araç olmuşlardır.

Bunların yanı sıra Samsun Ondokuz Mayıs Fikir Kulübü, Alaçam Köycülük Derneği, Fatsa Köycülük Derneği, Sinop’ta Savaş-İş Sendikası da THKP-C’ye yakın insanların yönlendiriciliğinde veya etkinliğinde demokratik örgütlenmelerdi.

Mahir ÇAYAN, bölgedeki örgütlenme çalışmalarında bizzat yer alır. Devrimci saflara kazanılan insanların birçoğu kısa sürede gelişme kaydederler ve Karadeniz’de Parti-Cephe adına örgütlenme faaliyetlerinin kadroları haline gelirler. Karadeniz’de örgütlü yapı kısa sürede diğer bölgelerden daha ileri noktaya taşınır.

Karadeniz bölgesi arazi yapısının dağlık, ormanlık olması nedeniyle de gerilla savaşı açısından THKP-C’lilerin öncelikle tercih ettikleri bir bölge olmuştur. Mahir ve Hüseyin CEVAHİR Fatsa ve çevresindeki coğrafi yapı üzerine bizzat incelemelerde bulunurlar. Gerilla savaşının ön hazırlıkları oluşturmak bölgedeki çalışmanın önemli bir ayağıdır ve bölgeye gelen DEV-GENÇ’lilerin içinde Filistin’de gerilla eğitimi görenler de vardır. Mahir’in yanısıra, Kızıldere’de şehit düşen Parti-Cephe kadrolarından Sabahattin Kurt, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan ve Hüseyin Cevahir de Karadeniz’deki çalışmalarda, sürekli halkla birlikte olmuşlardır.

Sabahattin Kurt, Çarşamba’nın köylerinde üreticilerin içinde çalışma yürütürken, Hüseyin Cevahir de benzer şekilde birçok il ve ilçeyi dolaşarak Parti-Cephe örgütlenmesi içinde kimlerle nereye kadar hareket edebileceklerini netleştirir. Karadeniz’in birçok yerinde "Köylü Birlikleri" kurmaya çalışırlar.

Merzifon’da bulunan Hava Birliği içinde de Parti-Cephe’nin görüşlerini savunan, kurulacak Partinin içinde yeralacak devrimci subaylar bulunuyordu. Hatta bunlar kendi aralarında bir örgütlülük de yaratmışlardı. Bu devrimci subayların başında bulunanlardan biri de Kızıdere’de şehit düşenlerden teğmen Saffet Alp’ti.

MALTEPE FİRARI SONRASI KARADENİZ: THKP-C ve THKO önder kadrolarının 1971 Kasım’ında İstanbul Maltepe Askeri Hapishanesinden gerçekleştirdikleri firar sonrası, önlerine koydukları temel hedeflerden birisi de Karadeniz’e geçip cuntaya karşı gerilla savaşını başlatmaktı. Karadeniz’in gerilla savaşı, barınma, toparlanma için uygunluğunu daha ‘70’de tespit etmişlerdi. Cunta öncesi yaratılan ilişkilerin genişliği de Karadeniz’i öncelikli kılan bir başka nedendi.

Firar sonrası Karadeniz’deki ilişkilerden bazıları İstanbul’a ve Ankara’ya çağrılıp gerillanın Karadeniz dağlarına çıkışı için hazırlıklara başlamaları söylenir. Karadeniz’deki gerilla mücadelesine katılacakların başında da Mahir vardır.

Firar sonrası Mahirlerin temel gündemlerinden biri de THKO önderleri Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam edilmelerini engelleyebilecek güçlü eylemler yapmaktı. Bunun için değişik eylem planları hazırlanır. Bu planlardan biri de Ordu Ünye’de bulunan İngiliz Radar Üssü’ndeki İngiliz ajanların kaçırılmasıdır.

15 Mart 1972’de Mahir, Cihan, Ömer Ayna ve birkaç THKP-C’li Ankara’dan Karadeniz’e hareket ederler. Ünye’deki kaçırma eylemi öncesi Fatsa’nın Yapraklı köyünde saklanırlar. Mahirlerin Ankara’da oldukları dönemde başlayan polis operasyonları Fatsa’ya da sıçrar. Polis, Fatsa’da Terzi Fikri Sönmez’i ve bazı THKP-C taraftarlarını gözaltına alır. Polisin hedefi Mahirlerdir.
26 Mart 1972’de Ünye’de İngiliz teknisyenlerin kaldığı evi basan Mahirler, üç İngiliz teknisyeni de yanlarına alarak Ünye’den uzaklaşırlar. Yönleri Tokat’ın Niksar ilçesine doğrudur. Oligarşinin militarist güçleri, kontrgerilla timleri hemen harekete geçerler. Oligarşi telaş ve panik içindedir. Çankaya köşkünde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay başkanlığında MGK toplanır. Hükümet, Ordu ve çevresindeki halka çağrı yaparak, kendilerine yardımcı olmalarını ister. Bölgeye askeri birliklerin yanısıra Mehmet Eymür’ün de içinde bulunduğu MİT’çilerle kontrgerilla ekipleri seferber edilir. Genelkurmay, İngiliz teknisyenlerin bulunmasına yardımcı olacaklara para ödülü verileceğini açıklar. Faşist cuntanın İçişleri Bakanı yanında ordudan üst düzey generallerle birlikte Ünye’ye gider.

29 Mart’ta operasyonun yönü Tokat Niksar’a ve giderek Kızıldere köyüne kayar. Bu sırada Mahirler ve rehineler Kızıldere köyünde muhtarın evindedirler.

Bir süre sonra ev kuşatılır. Kızıldere’de 30 Mart 1972’de kanlarının son damlalarına kadar savaşan, teslim olmayan, faşizmin eli kanlı cellatlarıyla çatışan, THKP-C ve THKO önder savaşçıları vardır. Orada, onların kanlarıyla tarihe Kızıldere Manifestosu yazılır. Karadeniz böylesi bir tarihi olaya tanıklık eder.

12 MART SONRASI KARADENİZ’DE DURUM

THKP-C’nin 12 Mart öncesi Karadeniz’de yarattığı geniş ilişki ağı, pek çok Parti-Cephe kadrosunun tutsak olması ve bir kısmının da Kızıldere’de şehit düşmesiyle belli bir dağınıklık yaşar. 1973’de, düzenin demokrasicilik oyunu kaldığı yerden devam eder. CHP, örgütsüz sol potansiyeli, halk kitlelerini yanına çekebilmek için atağa geçer. İnönü’nün yerine parti başkanlığına getirilen Bülent Ecevit, "Ne ezen, ne ezilen hakça düzen" gibi demagojik sloganlar kullanır. Bu politikası da ona 1973’de hükümet kurabileceği kadar oy kazandırır. Ancak CHP’nin MSP’yle kurduğu koalisyon hükümetinin ömrü uzun olmaz. Oligarşi ekonomik, siyasi krizini aşmak için 1975 başlarında I. Milliyetçi Cephe Hükümetini kurdurur. Bu süreç aynı zaman MC dönemlerinin başlangıcıdır. 1980’e kadar kesintilerle süren MC hükümetleri dönemlerinde ülkenin bütününde faşist kadrolaşma ve terör tırmandırılacaktır.

1973 sonrası solun da toparlanmaya çalıştığı bir süreçtir. Solun yeniden toparlanmasının ve özellikle de silahlı mücadelenin gelişmesinin önünü daha baştan kesmek için oligarşi, sivil faşist çeteleri devrimcilerin, halkın karşısına çıkartır. 1975’den itibaren devlet güdümlü sivil faşist çeteler okullardan, işyerlerinden, mahallelere kadar her alanda devrimcilere, halka yönelik katliamlara giriştiler. Amaçları halkı ve devrimcileri sindirmekti. Sivil faşist terör Karadeniz’de de oldukça yaygın biçimde gündeme geldi.

1974’lerden itibaren yeniden THKP-C potansiyelini toparlamak ve devrimci çizgiyi hayata geçirmek için genç DEV-GENÇ kadroları harekete geçtiler. Aynı çaba Karadeniz’de de vardır. Özellikle THKP-C’yi savunuyorum, onun mirasçısıyım diyen örgütler ‘74 sonrası Karadeniz bölgesinde kısa sürede geniş bir potansiyeli etraflarında toplamışlardır. Buna en çarpıcı örnek Devrimci Yol ve Kurtuluş (KSD)’dir. Gerçekten Karadeniz’deki Parti-Cephe potansiyeli çok güçlüydü. Bu potansiyeli etkileyebilmek için THKP-C anlayışıyla yakından uzaktan ilgileri kalmayanlar bile halka karşı THKP-C’yi savunur göründüler.
Bu ve benzer grupların THKP-C’yi savunmakla bir ilgilerinin olmadığı bir süre sonra görülmüştür. Ancak bunun ortaya çıkarılması Karadeniz’de daha geciken bir süreçte mümkün olabilmiştir. Devrimci Yol tasfiyeciliğine tavır alındığı 1978’de, tasfiyeci DY, her türlü tartışmanın, Devrimci Sol’un ayrılık nedenlerinin bilinmesinin önüne geçmeyi bir ölçüde başarmıştır. Bu anlamda Karadeniz ilk anda uzanılamayan bir bölge olarak kalmıştır.

Bundan dolayı bu bölgedeki THKP-C potansiyeli DY’nin, KSD’nin kontrolü ve yönlendirmesi altında kalmıştır. Fakat, DY’nin etkinliği halkın önünde, yanında ve omuz omuza faşizme karşı mücadele etmekten çok, Ankara’dan, Devrimci Yol dergisi sayfalarından "Yerel Yönetim", "Direniş Komiteleri" gibi modeller önermekten öte gitmemiştir. Böyle olduğu için 12 Eylül faşist cuntası daha gelmeden Karadeniz’de DY’nin "kalesi" olan Fatsa’ya yapılan "Nokta Operasyon"larda halk sivil faşist ve resmi kontrgerilla timleriyle karşı karşıya ve savunmasız bir şekilde kalmış, DY’nin çarpık meşruluk çizgisi, operasyonlara karşı gerekli direnişin örgütlenmesinin önünde engel olmuştur. Böyle olunca da Karadeniz’in büyük bölümünde anti-faşist mücadele, çeşitli kesimlerde etkin olan siyasi hareketlerin sağ, pasifist çizgisi nedeniyle, hep gerileyen bir çizgide seyretmiştir. Pek çok yer faşist işgal altına girerken, bazı bölgelerde de faşist terörün kitleler üzerinde yarattığı demoralizasyonun önüne geçilememiştir.

DEVRİMCİ SOL  KARADENİZ’DE
Devrimci Sol, ayrılık döneminin dezavantajına, tasfiyeciliğin silahlı saldırılara varan engellemelerine rağmen, Karadeniz’de örgütlenmeye önem vermiştir. Hem anti-faşist mücadele açısından, hem de stratejik bir alan olma özelliğiyle Karadeniz ihmal edilemezdi. Bölgedeki çalışmada, bir yandan halkın anti-faşist mücadelesini örgütlemeye çalışılırken, demokratik alanda da mücadele edilmiş, aynı zamanda gerillayı yaratmaya yönelik bir perspektifle hareket edilmiştir.

1978 sonbahar aylarında tasfiyeciliğin ve devletin tüm baskı ve kapatmalarına rağmen Dev-Genç’liler önce Samsun Kültür ve Dayanışma Derneği (SKDD) ve daha sonra Samsun Devrimci İşçi Köylü Gençlik Derneği (Samsun DEV-GENÇ)’i açtılar.

1978’in sonundaki Kahramanmaraş katliamı, Samsun, Ordu, Giresun, Aybastı, Ünye, Gölköy gibi örgütlü olunan yerlerde gösterilerle, forum ve boykotlarla, yürüyüşlerle protesto edildi.

1979 sonunda köyleri basılan, erkekleri dipçiklenip dövülen Aybastı köylüleri kaymakama şikayette bulunmak, "komünistleri ezeceğine" yeminli faşist teğmenin değişmesini istemek üzere konvoylarla Aybastı’ya giderek bir miting düzenledi. Miting sırasında jandarma ve polis halka ateş açtı. Ateşe rağmen dağılmayan halk teğmenin ve polislerin üzerine yürüdüler. Mermileri biten jandarma ve polis, jandarma karakoluna sığındılar. Ünye, Giresun ve Gölköy’den jandarma birlikleri, Ordu ve Samsun’dan polis ekipleri gelinceye kadar dışarı çıkamadılar. Aynı gün "Faşist Teğmen Defol", "Kahrolsun Faşizm", "Devrimci Sol Yoksul Halkın Yanındadır" sloganlarıyla şehirde gösteriler yapıldı. Okullar -İmam Hatip dahil- askerler gidene kadar boykot yaptı.

1979 sonu faşist saldırıların da tırmandığı bir dönemdi. Kalabalık bir faşist grubun en tehlikeli yer saydıkları Ordu-Fidangöl’e saldırmaları üzerine devrimciler faşistleri püskürterek kovaladılar.

1979’da Maraş katliamının yıldönümünde devrimci hareket Karadeniz’de artık daha örgütlüydü. Faaliyetleri yaygınlaşmıştı. Katliamı protesto kampanyası boyunca, Ereğli (Zonguldak), Bolu, Kıbrısçık, İnebolu, Küre, Garze, Samsun, Aybastı, Merzifon, Ordu, Espiye, Beşikdüzü, Trabzon’da bildiri dağıtımı, kahvelerde halkın katıldığı toplantılar, korsan gösteriler, köylerde toplantılar, liselerde işgaller, forumlar, yüksek okul olan çeşitli yerlerde işgaller, afiş asma, yazılama, pankart asma, bazı yörelerde işçilerin yemek boykotu ve iş bırakmaları, bankalara, faşist işyerlerine ve evlere yönelik basma ve dağıtma eylemleri, polis ve faşistlere ait arabalarının yakılması, tahrip edilmesi ve faşistlere yönelik cezalandırmalarla anti-faşist mücadele geliştirildi.

16 Şubat 1980’de Aybastı’da devrimcilerin önderliğinde yoksul halkın, köylülerin çoğunluğunu oluşturduğu bir mitingle faşizm, zamlar ve ABD ile ikili anlaşmalar protesto edildi.

1980 Temmuz’unda "İşkencecilere ve Faşist Teröre Karşı Mücadele Kampanyası" çerçevesinde Zonguldak, Ereğli, Karabük, Kastamonu, Küre, İnebolu, Bolu, Kıbrısçık-Yılgılca, Gerede, Trabzon, Tokat, Samsun, Gerze, Ordu, Aybastı ve Merzifon’da yazılamalar, pullama yapıldı, afişler yapıştırıldı, el ilanları dağıtıldı, faşistlerin işyerleri, otoları, bankalar bombalandı, duvar gazeteleri ve pankartlar asıldı, yollar trafiğe kesilip pankartlar asıldı, Ordu’daki faşist Ülkü Bir binası tahrip edildi. Ordu Emniyet Müdürlüğü bombalandı. Merzifon’da DY’li Demokrat gazetesi muhabirinin öldürülmesinden sonra yedi faşist meskenin taranması, Ülkücü Esnaflar Derneği örgütlenmesinin engellenmesi ve dağıtılması, burada üstlenmeye çalışan faşistlerin kovulması gibi eylemler gerçekleştirildi.

1980 Temmuz-Ağustos’unda Zonguldak-Karabük’te devrimci mücadelenin yükseltilmesi için çalışma yürüten Devrimci Sol taraftarları, kampanyayla birlikte faaliyetlerini daha da yoğunlaştırarak faşistlerin cezalandırılması, faşist odakların dağıtılması, halkın can güvenliğinin sağlanması ve ajitasyon propaganda çalışmalarını çok yönlü örgütlü biçimde hayata geçirmeye çalıştılar.

Merzifon’da Alevilerin yoğun olduğu mahallelere faşistlerin genç-yaşlı demeden saldırıya geçmeleri üzerine Devrimci Sol taraftarları halkın can güvenliğini sağlamak için faşistlere yönelik cezalandırmalar gerçekleştirdiler.

FAŞİST TERÖRE KARŞI DEVRİMCİ DİRENİŞ:
‘80 öncesi faşist örgütlenmenin zayıf olduğu kentlerden biri de Samsun’dur. Faşistler Samsun’un tam merkezindeki Mecidiyeköy mahallesinde ve dış mahallelerinden Sanayi, Cezaeviüstü, Çarşamba ve Cedit mahallelerinde belli bir örgütlenmesi vardır. 1979’da bütün dış mahallelerden içe doğru devlet destekli sivil faşist saldırılar yoğunlaşır. Bunun karşısına halkın örgütlü mücadelesiyle çıkılır ve saldırganlar püskürtülür. 1977 yılında Samsun’a gelen faşist Türkeş, şehre sokulmaz.

Devletin 1980’de sindirmeye çalıştığı yerlerden biri de Ordu’nun Aybastı ilçesiydi. Yalnız Aybastı’da değil Karadeniz’in büyük bir bölümünde devrimcilerin halkla birlikteliği ve oluşturduğu örgütlenmeler vardı. Artvin, Rize, Espiye, Bulancak, Ordu, Fatsa, Aybastı, Samsun, Zonguldak, Sinop, Çorum, Gümüşhacıköy, Merzifon, Amasya, Turhal vb. yerlerde çeşitli siyasi hareketlere mensup devrimciler etkindi.

12 Eylül öncesi Ordu’nun bu küçük ilçesi Aybastı’da devrimcilerin halkla kurduğu sıcak bağı dağıtmak için devlet bu ilçeye dışarıdan sivil faşistleri getirip çeteler oluşturdu. Bu çeteler halka saldırdılar. Devrimci Sol militanlarla bu faşist teröre karşı kararlı bir direniş tavrı sergilediler. Devrimci hareketin halkla kurduğu sıcak bağları engelleyemeyen faşistler, 19 Mayıs ‘80’de Devrimci Sol militanı Aykut Kaynar’ı Aybastı’da bir tuzakta katlettiler. Aynı ay içinde (5 Mayıs 1980’de) Aybastı’da bir köyde faşistlerin kurduğu bir tuzak sonucunda çıkan çatışmada ise Devrimci Sol’un Doğu Karadeniz Bölge Sorumlusu Ercan GÜNDOĞDU katledildi. Aykut ve Ercan’ın katledilmesi de devrimci hareketin bu ilçedeki kararlı mücadelesini engelleyememiştir. 12 Eylül’den kısa bir süre önce Aybastı merkezi ve köylerine yönelik MHP destekli devlet teröründe artış olur. Yapılan operasyonlarda insanlar işkencelerden geçirilir, tutuklanır, katledilir. Bu terör 12 Eylül sonrası da sürmüştür.

Karadenizli köylüsü, işçisi, genciyle bir bütün olarak ‘80 öncesi ağırlıklı olarak devrimci örgütlere sempatiyle yaklaşmıştır. Devlet, devrimcilerle halk arasındaki bu bağları koparabilmek için her türlü provokasyona, yalana, demagojiye başvurmuş, katliamlar düzenlemiştir. Gün olmuş mitingden dağılan halkın üzerine jandarma tarafından otomatik silahlarla ateş açılmış, insanlar katledilmiş, gün gelmiş devrimcilerin evleri, kahvehaneler bombalanmış, okul çıkışı öğrencilerin üzerine ateş açılmıştır. Bunun için yaygın gözaltılara başvurulmuş, işkence, tutuklama veya katliamlarla gözdağı verilmeye, halk örgütsüzleştirilmeye çalışılmıştır. Oligarşi gün gelmiş bölgede halkı Alevi-Sünni, Türk-Laz-Ermeni diye birbirine karşı kışkırtıp, düşman etmeye çalışmıştır. Ancak egemenlerin her türlü baskı ve vahşetine rağmen Karadeniz halkı devrimci mücadele geleneğine sarılmış, bunu sürdürmüştür.

Özellikle 1980’de sivil faşist çetelerin, kontrgerillanın katliamları iyice tırmanır. Buna karşı başından beri devrimci şiddet temelinde bir pratik sergileyen devrimci hareket, faşist odakların beyin takımına yönelir, faşistlerin ülke çapındaki saldırı planları bozulmaya çalışılır. Demirel azınlık hükümetinin içinde yeralan Gümrük ve Tekel Bakanı MHP’li Gün Sazak cezalandırılır. Şeflerinin cezalandırılması üzerine faşistler birçok yerde karşı saldırılara girişirler, ancak bu arada MHP’nin planı da bozulur. Faşistlerin bu saldırıları Karadeniz’e de yansır. Merzifon’da birçok dükkan faşistler tarafından yağmalanırken, Trabzon Akçaabat, Giresun Görele gibi yerlerde CHP dahil birçok demokratik kitle örgütünün, sendikanın binaları bombalanır.

ÇORUM’DA ANTİ-FAŞİST DİRENİŞ:
 Faşist terörün bir hedefi de Çorum olur. İktidarın amacı ikinci bir Maraş katliamı gerçekleştirmekti. Bu açıdan Çorum bilinçli seçilir. Çünkü Maraş’ta olduğu gibi Çorum’da da Alevi ve Sünni halk yanyana yaşamaktaydı. Bu açıdan mezhep ayrımını körükleyip, provokasyon yaratılarak katliamın başarılabileceğini hesaplıyorlardı. Katliamın arkasında bizzat CIA’nın olduğu, provokasyondan önce bazı ABD’li ajanların kente geldiği dönemin basın organları tarafından yazılmıştır.

Çorum’da Alevilere ve devrimcilere yönelik ilk saldırı girişimi, faşist Gün Sazak’ın cezalandırılmasından hemen sonra, 28-29 Mayıs’ta gerçekleştirilir. Faşistler sol görüşlü, sosyal-demokrat, Alevi emekçi halkın evlerini, dükkanlarını hedef seçerler. Fakat bu saldırı püskürtülür. Ancak bu ilk denemedir. İktidar faşist çetelere her türlü uygun koşulları yaratır ve Temmuz ‘80’de faşistlerin saldırıları tekrar yoğunlaşır. 2 Temmuz’da Çorum’da sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Bununla da kalınmaz. Polis ve asker emekçi halkın oturduğu mahalleleri abluka altına alır. Bu mahallelere operasyonlar düzenlenerek, halka önderlik yapan birçok devrimci gözaltına alınıp faşistlerin amaçlarına daha kolay ulaşmalarına yardımcı olunur. Pratikte sokağa çıkma yasağı halka ve devrimcilere yöneliktir. Çünkü faşistler sokaklardadır. Bu ortamda saldırıya geçen faşistler çok sayıda işyerini ateşe verirler. Bombalama ve silahlı saldırılarla terörlerini artırırlar. Kaçırdıkları insanları en barbarca işkenceleri yaptıktan sonra katlederler. Tüm bunları yaparken aradan provokasyonu genişletip "Komünistler Camileri yakıp, yıkıyor" söylentileriyle Sünni halkı tahrik etmeye çalışırlar.

Çorum halkı faşist saldırılara karşı devrimcilerin öncülüğünde, barikatlar kurarak direnir. Devrimcilerin önderliğinde saldırılara karşı "Mahalle Komiteleri"kurulur. Bu komiteler barikatların sağlamlaştırılması, nöbet işlerinin düzenlenmesi ve halkın diğer ihtiyaçlarının karşılanmasıyla görevlidirler.

Sonuçta, kontrgerilla tarafından planlanan olaylar sonucu 50’ye yakın insan katledilir. Yüzlerce ev, işyeri yakılır. Bir o kadar insan da yaralanır. Çorum’da tüm bunlar yaşanırken dönemin AP’li İçişleri Bakanı "Çorum olaylarını devlete karşı solcular çıkardı, devleti destekleyen sağcılar, solculara karşı mücadele etti" diyerek bir kez daha faşist çetelere nasıl kol kanat gerdiklerini gösterir. Yine dönemin Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı Demirel, Çorum’daki katliamı soran gazetecilere sinirlenerek "Siz Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın" diyordu.

Ancak kontrgerilla saldırısı amacına ulaşamaz. Çorum halkı sindirilemez. Bu, devrimcilerin eylem birliği içinde halkla birlikte yürüttükleri devrimci direnişin sonucudur. Bu birlik, devletin halkı teslim almasına, katletmesine, sindirmesine karşı güçlü bir barikat olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder