28 Kasım 2006 Salı

Yerel Tarih Araştırmaları İçin Kılavuz -I

I.GİRİŞ   
II.         TARİHTE YERELLİK, YEREL TARİH VE YURTTAŞLIK BİLİNCİ
a. Yerel Tarihin Türkiye Açısından Genel Önemi
b. Yerel Tarih ve Yurttaşlık Bilinci
c. Yerel Tarih ve Toplumsal Entegrasyon
d. Yerel Tarih ve Küreselleşme
III.        SİYASAL TARİH, TOPLUMSAL TARİHÇİLİK VE YEREL TARİH
IV.        YEREL TARİH İNCELEMELERİ İÇİN TEMEL METODOLOJİ
a. Proje Konusunun Belirlenmesi
b. Kaynaklar
1. Kaynakların Niteliği (Yerellik-Merkezilik)
 2. Kaynak Türleri
c. Proje Çalışmasının Sorunsal Çerçevesini Oluşturma
1. Bilgi Altyapısını Oluşturma
2. Soru Kataloğu
d. Birinci Elden Kaynakların Kullanımı
1. Kaynakların Temsil Kabiliyeti
2. Kaynakların Tarihsel Bağlamı
3. Sözlü Kaynaklar
4. Görsel Kaynaklar
5. Kaynak Olarak İnsan Yapısı Nesneler ve Yaşam Mekânı
e. Projenin Tamamlanması
Olası Bir Yerel Tarih İncelemesi Örneği
Yerel Futbol Kulübünün Tarihi
V.         PRATİK NOKTALAR
VI.        KAYNAKÇA    
   
II. TARİHTE YERELLİK, YEREL TARİH VE YURTTAŞLIK BİLİNCİ
"Tarihte yerellik" ifadesinin farklı iki anlam içerdiğini söyleyebiliriz. İlk olarak, bir yörenin, bir bölgenin veya bir ülkenin tarihinin sahip olduğu "kendine özgü" nitelikler. Bu "kendine özgülük" öyle bir boyuttadır ki diğer bölgelerin, ülkelerin veya uygarlıkların tarihleriyle ortak özellikler, karşılaştırabilecek noktalar bulmak mümkün olmayacaktır. Bir ülkenin kendi tarihinin bu tarzda algılanması, o tarihin "benzersiz bir tarih" olduğu anlamına gelir. Bu tarz bir anlayışla yazılan tarih eserlerinde kendi geçmişinden aşırı bir memnuniyet, bir gururlanma söz konusudur. Böylesi bir anlayış çerçevesinde tarihsel olguların anlamlı analizini yapmak zorlaşır. Zira bu "aşırı yerel" veya "taşralı" tavır kendi içinde iki tutuma dayalı olarak ortaya çıkmaktadır. Öncelikle, araştırmacı incelediği olguları veya kurumları, kendisine nakledilen biçimde veya geleneklerin aktardığı tarzda olduğu gibi kabul etmekte, belirli bir akıl, mantık, sağduyu süzgecinden geçirerek anlamlı bir açıklama girişiminde bulunmamaktadır. Bu tutum dolayısıyla da anlamlı bir eleştirel tavırdan yoksun kalmaktadır. Diğer taraftan, bu "aşırı yerel" tavır dolayısıyla incelenen olgunun veya kurumun başka ülkelerin veya uygarlıkların benzer örnekleriyle karşılaştırmalı olarak ele alınması söz konusu olmayacaktır. Bu anlamda "tarihte yerelliğe" aşırı vurgunun varacağı bir uç nokta, insanlık tarihi gibi bir kavramı veya evrensel bir tarih anlayışını reddetmek olabilir. Sözü edilen nokta kaçınılmaz olarak tarihsel bakışta bir taraftan incelenen sorunu hakkıyla anlayamamayı beraberinde getirecek, öte yandan ise "geneli yakalayamayan", "bütünseli göremeyen" ve dolayısıyla da "dar" bir anlayışı temsil edecektir.

Bu kısır anlayış bir yana bırakılacak olursa, "tarihte yerellik" ifadesinin zihnimizde yarattığı çağrışım, yerel tarih araştırmalarına ağırlık vermeye ilişkin genel bir tutumu yansıtmasıdır.

a. Yerel Tarihin Türkiye Açısından Genel Önemi
Ciddi ve derinlemesine yapılan yerel tarih araştırmalarının ülke tarihinin ana yapı taşlarını oluşturacağı açıktır. Yerel tarih incelemeleri olmaksızın bir ülke tarihi eksik ve güdük kalmaya mahkûmdur. Özellikle yerel kökenli araştırmacıların yapacakları araştırmalar kendi yerel alanlarını ve kültürünü yetişme dönemlerinden itibaren az veya çok özümsemelerinden dolayı araştırdıkları bölgeyle "hemhâl olarak", empati halinde gelişecek ve meyvesini verecektir. Bu anlamda yapılan yerel tarih araştırmalarının getireceği yerel sesler ve yerel tarihsel yorumlar, ulusal tarihin tek taraflı merkezi bakışına ve önyargısına yapıcı bir eleştiri ve alternatif bir yaklaşım niteliğine sahip olacaktır. Derinlemesine ve analitik tarzda yapılan yerel tarih araştırmalarıyla zenginleşen, çok sesli hale gelebilen ve akılcı bir nitelik kazanan ulusal tarih veya ülke tarihi topluma çeşitli olumlu katkılar sağlayabilir.

İlk etapta akla gelen yerel tarihlere dayalı olarak yeniden şekillendirilmiş bir ülke tarihinin günümüzde ortaya çıkan birçok ekonomik, toplumsal veya siyasal sorunların geçmişe giden temellerinin ve nedenlerinin anlaşılmasında ve bu sorunlara ilişkin olarak akılcı ve gerçekçi çözüm önerileri hazırlanmasında sağlayacağı yapısal katkıdır. Yerel tarih araştırmalarının henüz oldukça düşük düzeyde olduğu ve merkezci önyargıların halen önemli oranda biçimlendirdiği ülke tarihimiz, bu anlamda henüz bu tür yapısal katkıları sağlamaya hazır durumda değildir. Dolayısıyla analitik özellikli ve normatif olmayan, yani "gönlümüzün arzuladığını", "olması gerekeni" ve isteneni değil, hoşumuza gitmeyecek olgularla karşılaşmayı göze alan, olumlu olumsuz özellikleriyle gerçekleşmiş olayları inceleyen ve anlamaya çalışan yerel tarih araştırmalarına, deyim yerindeyse, muhtacız. Tarih incelemelerinin geçmiş olayları araştırıp ders çıkarma amaçlı olduğu görüşü bize belki ilk başta geleneksel ve basmakalıp geliyor olabilir. Ne var ki içinde yaşadığımız toplumsal bunalım ortamı ve bu bunalımların sürekli tekrarlanması ve buna derinlikli analiz ve yorum getirmekte genel olarak yetersiz kalışımız esasında derinlikli bir ulusal tarih bilincinden yoksunluğumuzun, bir anlamda toplumsal olguların anlaşılmasına ilişkin genel hafıza körlüğümüzün belirtisidir. Genel olarak içinde yaşadığımız bu zihinsel acz halinden, düşünsel durağanlık halinden çıkmamızı sağlayabilecek önemli araçlardan birisi herhalde ciddi ve derinlemesine yerel tarih araştırmalarıyla zenginleştirilmiş ve farklılaştırılmış, çok sesli bir ülke tarihi olsa gerektir.

b. Yerel Tarih ve Yurttaşlık Bilinci
Yerel tarih çalışmalarının özellikle Türkiye'deki toplumsal yaşam açısından diğer bir önemi, yurttaşlık bilincinin ve sivil toplum bilincinin gelişmesiyle bağlantılıdır. Dar anlamda geleneksel tarih anlayışının, toplumsal hayattan ve yerellikten uzak olması dolayısıyla güncellikle de ilintisi olmamaktadır. Çocukluktan üniversite çağına kadar sadece kahramanlıkları konu alan tarih bilgilerini ezberlemek zorunda bırakılan kuşakların gözünde tarihin toplumsal bir anlamı yoktur. Bundan dolayı, Cumhuriyet kuşaklarında sıklıkla rastlanan yüzeysel ve yetersiz tarihsel bilinç, bu ülkede patlak veren siyasal ve toplumsal bunalımların derinlemesine tahlil edilip ülkenin koşullarıyla da uyumlu yapıcı ve uzun vadeli çözümler üretilmesi karşısında bir engel olarak durmaktadır. Ne var ki toplumlar, kültürleriyle, kurumlarıyla, davranış biçimleriyle, alışkanlıklarıyla, zihniyetleriyle, esasında kendi geçmişlerinin dolaysız ürünleridirler. Güvenilir bir toplumsal tarih bilgisi, genç kuşakların kendi toplumları hakkında daha etraflı bilgi edinmelerini, toplumsal olgulara derinlemesine nüfuz edebilmelerini ve böylelikle de ülkeye ilişkin daha sağlıklı ve etraflı, yapıcı bir biçimde fikir yürütmelerini sağlayacaktır. Etraflı ve nüanslı düşünüş, olumlu anlamıyla eleştirel bir zihniyete yol açar ki bu insanların siyasal yobazlığa, dogmalara ve aşırılıklara körü körüne kapılmalarını, belki tamamen önleyemese bile, oldukça zorlaştırır.

Kapsamlı bir toplumsal tarih bilgisi, halihazırda önümüzde verili duran ve geçmişten geleceğe pek de değişmez gibi görünen kurumsal yapılanmaların esasında hiç de "böyle gelmiş böyle gider" cinsinden olmadıklarını ve pekala da değiştirilebilir, düzeltilebilir olabileceklerini genç kuşaklara gösterebilir. Bu konu şu açıdan önemlidir ki halihazırın, şu anın üzerimizdeki egemenliğinin içimizde yol açtığı yetersizlik duygusu günümüzde, insanlarda yurttaşlık sorumluluğunu, sivil girişimcilik isteğini kırmakta ve giderek artan oranlarda hepimizin az çok yaşadığı, toplumsal sorumluluklardan soğuma ve uzaklaşma sürecini beraberinde getirmektedir. Toplumsal tarih bilgisi ve kültürünün bireylere sunacağı kapsayıcı toplum perspektifi insanların, yapıcı bir eleştirelliğe dayalı bir gelecek projesi oluşturmalarına olanak tanır. Bu ise, sivil inisiyatiflerin kendi içinde daha tutarlı ve kalıcı bir biçimde gerçekleştirilmesine yol açar ve vatandaşlık bilinci de güçlenir, ki bu son aşamada sivil toplumun Türkiye'ye sahip çıkması anlamına gelir.

c. Yerel Tarih ve Toplumsal Entegrasyon
Yerel tarihçiliğin sivil inisiyatif bilinci açısından sağlayacağı katkıya ilişkin diğer bir örnek, Türkiye'deki kentleşme problematiği bağlamında da görülebilir. Son 40 yıldır süregelen köyden şehre göç olgusu sonucunda Türkiye'deki şehirli nüfusun toplam ülke nüfusuna oranı neredeyse % 70'e dayanmıştır. Bu %70'lik oranın büyük bir bölümü, geçtiğimiz 20-30 sene içinde şehirlere yerleşmiştir. Esas olarak daha iyi geçim koşulları umuduyla şehirlere yığılan bu insanlar, içinde bulundukları gecekondu ve varoş ortamı dahilinde gerçek anlamda şehirli bir nüfusa dönüşememektedirler. Bir yandan kırsal toplumsal değerlerini büyük ölçüde yitiren, ancak öte yandan kentsel yaşam biçimiyle gereği gibi tanışamayan ve uyum sağlayamayan bu vatandaşlar, içine düştükleri toplumsal anomi, değersizlik ve yabancılaşma şartlarında şehirli kimliklerini geliştiremediklerinden dolayı toplumsal aidiyet arayışı içinde ya bölgesel kimliklerine sarılmakta ve bölgecilik dayanışmasını geliştirmekte ya da aşiret, din, mezhep kaynaklı kimliklere eğilim göstermektedirler. Bu insanlar açısından şehirler dar anlamıyla bir kazanç ve tüketim kapısı kimliğine sahip olup, gelip yerleştikleri kentlere genellikle anlamlı bir kültürel bütünlük gözüyle bakmamaktadırlar. Bu bağlamda, Türkiye'nin büyük kentlerindeki nüfusun çoğunluğunu oluşturan gecekonduluların ve varoşluların içinde bulundukları şehre bir anlamda yabancı kaldıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Böylelikle karşımıza bir toplumsal ve kültürel entegrasyon problemi çıkmaktadır.

Şehre ailesiyle birlikte henüz küçük yaşta gelenler ile gecekondu ve varoşlarda doğan ikinci ve üçüncü kuşak kırsal kökenli şehirlilere kentli kimliği kazandırmanın yollarından biri hiç şüphesiz ki, bu kişilerin bulunduğu kenti benimsemesini, sevmesini, kendini o kente ait olarak hissetmesini sağlamaktan geçecektir. Kendini bir yere ait olarak duyumsamak, ancak o yeri kültürel özellikleriyle ve geçmişiyle tanıyıp sevmekle mümkün olabilir. Yetiştiği kentin yerel ve toplumsal tarihini bilen bir birey açısından içinde yaşadığı mekân çok farklı anlamlar taşıyacaktır; eğitim gördüğü ve geçimini sağladığı kent onun için daha anlamlı ve estetik bir kültürel bütünlük olarak görünecektir. Bu tür bir bakış kazanan bireyler, içinde yaşadıkları şehri daha kolaylıkla benimseyecekler ve kendilerini o şehrin bir hemşerisi olarak hissedeceklerdir. Öte yandan bu bakış değişimi, o bireylerin hepsinde olmasa bile hiç olmazsa bazısında, bulunduğu kentin tarihi ve estetik dokusunu koruma bilincini geliştirecektir. Bu tür bir kentlilik duygusu, vatandaşlık ve yaşanan ortama sahip çıkma bilincinin altyapısını teşkil etmektedir.

d. Yerel Tarih ve Küreselleşme
İçinde bulunduğumuz küreselleşme sürecinin beraberinde getirdiği küresel kültürün gündelik yaşantımız dahilinde giyimimizde, tavırlarımızda, maddi ve kültürel tüketimimizde, "fast food" türü yiyeceklerde, dilimize giren İngilizce deyimlerle hayata ve dünyaya bakışımızda kendini hissettirdiğini biliyoruz. Küresel kültür bir taraftan dünya insanlarına bir küresel üst kimlik kazandırırken, öte yandan bu üst kimliğin belirli bir entelektüel, düşünsel ve kültürel derinliğinin bulunması, yüzeysel olmayıp kişilikli olması esas olarak yerel tarihlerle zenginleştirilmiş, akılcı ve çok sesli bir ulusal tarihin ilkokuldan üniversiteye değin gençlere ve ayrıca yetişkin kuşaklara mâl edilmesiyle mümkündür. Üstelik, giderek küçülen bu yerkürede artan oranlarda bütün dünya toplumlarını aynı anda etkileyen ve belirleyen siyasal, toplumsal ve çevresel olguların "küresel bir biçimde" ortaya çıkması, bu ülkenin sakinleri olarak bizlere de dünyadaki değişim ve dönüşümlerle bağlantılı olarak daha fazla sorumluluklar yüklemektedir. Böyle bir sorumluluk bilincinin daha çok yerellikle evrenselliği bilinç düzeyinde yapıcı bir biçimde bütünleştirip içselleştirebilen bireylerde ortaya çıkabileceğini söylememiz olasıdır.

III. SİYASAL TARİH, TOPLUMSAL TARİHÇİLİK VE YEREL TARİH
Yerel tarih çalışmalarının Batı dünyasında ortaya çıkışı nispeten yeni sayılır. 20. yüzyıl öncesinde tarih çalışmaları ağırlıklı olarak siyasal ve hukuksal ağırlıklıydı. Tarih yazımının akademik bir disiplin halinde ortaya çıktığı Almanya ve İtalya, ilginçtir ki ulusal birliklerini diğer Avrupa ülkelerine göre geç gerçekleştirmişlerdi. Bundan dolayı sözü geçen ülkelerde yeşeren ulusal tarihçilik anlayışı, merkezi devletin siyasal ve ekonomik etkinliklerine ağırlıklı tarihsel önem yüklemekteydi. Söz konusu bakış açısına bağlı olarak geçerli bir tarih araştırması ancak devlet arşivlerindeki belgelere dayanılarak yazılabilirdi. Ne var ki resmi belge incelemelerini esas alan ulusal tarihçi yaklaşımının sakıncalı sayılabilecek bir sonucu, tarihsel inceleme perspektifinin resmi belgeler tarafından tek taraflı olarak şekillendirilmesi şeklinde kendini göstermiştir. Daha somuta inmek gerekirse, sadece resmi yazışmaların muhatap kabul ettiği taraflar ve bir de varlıkları resmi belgelere yansıyabilen kesimler tarihin öznesi olabilmekteydiler. Örneğin; yönetici kadroların mensupları, onlarla yakından ilişkide bulunan ruhban sınıfı ve ekonomik güç odaklarının temsilcileri resmi yazışmalara yansıdıkları oranda tarihin öznesi olmuşlardır. Buna karşın isimleri resmi belgelere normal koşullarda pek yansıması mümkün olmayan veya toplumsal bir kesim olarak kendilerine bir atıfta bulunulmayan köylüler, ırgatlar, şehrin mütevazı ve fakir kitleleri, emekçiler, kadınlar ve çocuklar "saygın" ve "ciddi" bir tarihsel araştırmanın öznesi olarak görülmüyorlardı.

Tarih araştırmalarında resmi arşiv belgelerine tek başına bağlı olmaksızın toplumsal kesimlerin tümünün ele alınıp incelenmesi yaklaşımı, iki büyük toplumsal araştırma geleneğinin katkısı sonucunda gelişebilmiştir. İlk olarak, Marksist düşünce ekolünün izleyicileri toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilere ve ekonomik üretim sürecinin kültürel ve tarihsel anlamdaki belirleyici önemini vurgulamışlar ve köylülük ile emekçi kesimini temel alan geniş kapsamlı ekonomik ve siyasal tarih araştırmalarına yol açmışlardır. Diğer taraftan, Auguste Comte'un başlattığı ve Emile Durkheim'in geliştirdiği toplumbilim disiplini toplumsal davranışlar, aile yapısı, demografik hareketler gibi toplumun bütününü belirleyici olguların istatistiksel yöntemler kullanarak analiz edilmesine yol açmıştır, ki bu yaklaşımın özellikle Fransa ve ABD'de geçerliliği olduğunu biliyoruz. Durkheim'den etkilenen tarihçiler Annales tarih ekolünü kurmuşlar ve tarihsel olgular nicel yöntemlerle incelenmeye başlanmıştır.

Sözünü ettiğimiz bu toplumbilimsel yaklaşımlar sonucunda halk kitleleri, yerel nüfus, köylülük giderek tarihin bilinçli öznesi olarak ele alınır olmuştur. Böylelikle de toplumsal tarih denen araştırma alanının temelleri atılmıştır. Başlangıçta daha ziyade ekonomik veya demografik ağırlıklı araştırmalarla ortaya çıkan toplumsal tarih, kısa sürede daha farklı ve çeşitli alanlara el atmaya başlamış ve evlilik, eğitim, kadın, çocuk, cinsellik, din, spor, marjinal gruplar, moda, giyim, mutfak, gelenekler, zihniyet gibi insanların gündelik yaşamlarının ayrıntısını oluşturan öğeler toplumsal tarihin araştırma nesnesi durumuna gelmiştir.

Belirtilen bu özellikler çerçevesinde toplumsal tarih incelemeleri aynı zamanda yerel tarih araştırmalarını da kapsamaktadır. Hatta coğrafi alanı dar bir çevreyle sınırlanmış bir toplumsal tarih araştırmasını yerel tarihten net bir biçimde ayırt etmek mümkün değildir. Toplumsal yaşamın her yönünü ve ayrıntısını kendine araştırma nesnesi yapabilen toplumsal tarih bu anlamda kaçınılmaz olarak yerel olmak zorundadır da. Bu anlamda, yapılacak yerel tarih incelemelerinin, özünde bir toplumsal tarih çalışması olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

IV. YEREL TARİH İNCELEMELERİ İÇİN TEMEL METODOLOJİ

a. Proje Konusunun Belirlenmesi
Yerel tarih incelemesi aynı zamanda bir toplumsal tarih araştırması demek olduğundan, yerel tarihe ilişkin proje konusunun toplumsal yaşamın sonsuza yakın zenginlikteki ayrıntılarından seçilmesi de kaçınılmazdır. Yerel tarih konusu olarak seçilebilecek konular, yanıbaşımızda bulunan mikro düzeydeki olgular ve geleneklerden başlayarak içinde yaşadığımız yörenin genelini kapsayacak toplumsal ve kültürel kurumlara değin geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. En mikro ve dolaysız düzeyden başlayarak daha genel bir düzeye doğru aşağıda belirtilen konular akla gelebilir :

- Aile tarihi
-  İkamet edilen binanın tarihi
-  Şehirdeki mekânsal ortamların, yani tarihi yapıların (cami/kilise/havra), caddelerin, kamusal kurumların (muhtarlık, okul) veya ekonomik birimlerin (işletme, dükkân, pastane, kahvehane, hamam, basımevi, yerel gazete vs.) incelenmesi
-  Şehirdeki derneklerin (güreş kulübü, Rizeliler Yardımlaşma Derneği vb.) tarihi
-  Şehirdeki insan topluluklarının (köyden şehre göçenler, eski yerliler, farklı kültürel gruplar vs.) araştırılması
- Yerel gelenek ve göreneklerin incelenmesi

Yukarıda sayılanlar, proje olarak seçilebilecek pek çok olası konunun içinden sadece bir kaçıdır. Diğer taraftan her bir proje konusunun ele alınabileceği farklı düzlemler (fiziksel özelliklerin incelenmesi, toplumsal ilişkilerin niteliği, ekonomik özellikler, kültür, din gibi) mevcuttur. Görüldüğü üzere, yerel tarih araştırmasına girişenler toplumsal yaşamın zenginliği oranında birbirinden oldukça farklı proje konularından biri veya birkaçını seçmek durumunda kalacaklardır.

Bu noktada proje konusunun nasıl veya neye göre seçileceği sorunu karşımıza çıkıyor. Proje konusunun seçimi, yerel tarih araştırıcısı veya araştırıcılarının öznel tercihlerine bağlı olacaktır. Burada tercihin gerçekten de öznel olması kanımca çok önemlidir; zira bir araştırma ancak araştırmacının proje konusuna içten bir merak ve ilgi duymasıyla, yani proje çalışmasından "zevk almasıyla" birlikte yürüyebilir. Kişinin kendi çevresindeki bir toplumsal olguyu anlamlı bir tarihsel çerçevede ele alması, ancak konuyu bir biçimde problematize etmesiyle mümkün olabilir. Bir konuyu problematize edici bir yaklaşıma sahip olmak demek, en azından araştırıcının içinde bulunduğu toplumsal ortama ilişkin bir ayrıntının değişimi veya ortadan kalkmasına yönelik bir huzursuzluk, bir rahatsızlık hissetmesi ve bu değişimin nedenlerini açıklamak ihtiyacını içten içe duyumsaması demektir. Ancak böylesi bir içten rahatsızlık duygusu araştırıcıda samimi bir araştırma dürtüsüne yol açabilir. Diğer yandan içten gelen bir ilginin yokluğu durumunda, seçilen proje konusunun da bir geleceği yok demektir. Bu nedenle de yerel tarihe ilişkin bir yerel grup oluşturulduğunda seçilecek proje konusu ile ilgili olarak grup içinde bir oybirliğine varılması veya varılamıyorsa bile hiç değilse üyelerin çoğunun içine sinebilecek ve ortak yönleri olan bir konu üzerinde anlaşmaya varmak önemlidir.

b. Kaynaklar
1. Kaynakların Niteliği (Yerellik-Merkezilik)
Proje konusunun belirlenmesi sürecinde dikkate alınması gereken bazı noktaları belirtmek gerekir. Yerel tarih araştırıcısı veya araştırıcı grubu tarafından seçilecek proje veya projelere ilişkin birinci elden orijinal kaynakların ulaşılabilirliği önemlidir. Esasen yerel tarih araştırıcıları seçtikleri proje konusuna ilişkin birinci elden kaynakları ikamet ettikleri yörelerde bulabilmelidirler.

Birinci elden kaynak, araştırılacak olgu veya kuruma ilişkin bilgileri ilk elden aktaran aracı nesne veya öznedir. Girişilecek bir yerel tarih araştırmasında sözünü ettiğimiz bu aracı nesne veya öznelerin niteliği önem kazanmaktadır. Bu çerçevede, yerelliği mümkün olduğu kadar yansıtan kaynaklara ağırlık verilmesi ve yerellikten uzaklaşan orijinal kaynaklardan ise imkân ölçüsünde uzak durulması gerekmektedir. Zira orijinal kaynak dediğimiz şey, tarafsız bir aracı değildir. Daha önce de belirtildiği üzere devlete ait belgelerin kullanılması durumunda ağırlıklı olarak devletin yerele dair görüş açısı öğrenilir, ama yerelin kendi sesi duyulamaz. Bunun gibi, yerelliği yansıtmayan ve daha ziyade merkezi yansıtan kaynaklardan elden geldiği kadar uzak durmak temel bir zorunluluktur. Merkezin bakışını yansıtan kaynaklar dediğimizde sadece devlet arşivindeki belgeleri değil, ulusal basını temsil eden gazeteleri, merkezi temsil eden kişilerin anılarını da eklemek gerekir.

Erişilebilen yerel kaynaklar olduğunca tüketildikten sonra, eğer olanak da varsa belki karşılaştırma amacıyla merkezi temsil eden orijinal kaynaklara başvurulabilir. Ama konumuz yerel tarih araştırmaları olduğundan, ağırlıklı olarak yereli yansıtan kaynakları kullanmalıyız.

Burada karşımıza çıkan olası bir zorluk, siyasal başkent olan Ankara ile Türkiye'nin ekonomik ve kültürel merkezi olan İstanbul'da ne tür bir "yerel tarihçilik" yapılabileceğidir. Ankara'nın varlığı genel anlamıyla devlet kurumlarının varlığına bağlı olduğundan Ankara açısından devlet kurumlarından tamamen bağımsız bir yerel tarih çalışması yapmak kolay değildir. Ancak, yerel tarih çalışmasının aynı zamanda bir toplumsal tarih incelemesi olduğu saptamasından yola çıkacak olursak Ankaralı yerel tarih gruplarının toplumsal öğeler içermesi koşuluyla devlet kurumlarına değinen "yerel tarih" çalışmaları yapabilecekleri düşünülebilir, ki buna ilişkin örnekler de var. Ayrıca, Ankara'da semt tarihi çalışmalarına verilecek ağırlık, belirtilen bu sakıncaları da ortadan kaldırabilir. Aynı durum İstanbul için de geçerli olup semt girişimleri örneklerinden de gördüğümüz üzere başarılı çalışmalar yapılmakta.

2. Kaynak Türleri
Ağırlıklı olarak yereli yansıtan orijinal kaynakların kullanılması gereğini vurgularken, bu tür kaynakların neler olabileceğine de değinmek gerekir. Yerel nitelikli orijinal kaynakları içerikleri yönünden öznel ve nesnel kaynaklar olarak ikiye ayırabiliriz.

Öznel kaynaklardan anlaşılan, belirli bir tarih veya toplum görüşünü gelecek kuşaklara az çok bilinçli olarak aktarmak isteyen kaynaklardır. Yerel gazeteler, yerel ünlülerin hatıraları, şiirler-cönkler, şarkılar, röportaj kaynaklı sözel tarih ürünleri bu kategoriye dahildir. Bu tür kaynaklar öznel karakterleri ve belirli yorumları aktarmaya yönelik içerikleri dolayısıyla büyük oranda yerelin sesi niteliğindedirler; yerelin görüşünü taraflı olarak yansıtırlar. Bu noktada dikkatli olmak gerekmektedir ve yerel tarih araştırıcıları sözü edilen tür kaynakların taraflı ve öznel karakterinin fazlasıyla bilincinde olmalıdırlar. İncelenen kaynakların öznel niteliğinin araştırıcıyı etkilemesi doğal ve kaçınılmazdır. Ancak, araştırıcı bu öznelliği değerlendirirken mümkün olduğunca aklını ve sağduyusunu kullanarak kaynağın aktaracağı taraflı bilgileri sınamak zorundadır. Bu öznel nitelikli kaynaklar ancak aklın ve sağduyunun eleştirel ve şüpheci bakışından geçtiği oranda yerel ve toplumsal tarih açısından değer kazanırlar.

Nesnel kaynaklara gelince, bunların özelliği araştırıcıya belirli bir tarih yorumunu taraflı ve bilinçli bir biçimde aktaramayacak objektif aracılar olmalarıdır. Tarafsız nitelikli belgeler (okul diploması, sertifika gibi), belki kısmen yerel gazetelerin sadece haber aktaran sayfaları, yayınlanmamış kişisel mektuplar, eski resimler ve fotoğraflar, mimari yapılar, teknik araç-gereçler, plastik ve estetik objeler (kitap kapağı, elbise, ayakkabı vb.), kültürel gelenekler (yerel deyimler, atasözleri, yerel örf ve adetler) araştırıcı açısından nesnel nitelikli yerel orijinal kaynakları teşkil eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder