28 Kasım 2006 Salı

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Halk Sağlığı




Samsun Frengi Hastahanesi Hekim ve Hemşireler Yıl 1933



Osmanlı’dan Cumhuriyete Geçiş ve Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye Halk Sağlığı
/Dr. Osman Gümüşçü*
Bu çalışmamda, 1920’lerde hazırlanan “Türkiye’nin Sıhhi-İçtimai Coğrafyası” dizisi esas alınarak, 1920-30 arasında Türkiye’nin halk sağlığı ve sorunları ele alınacaktır. Osmanlı’nın son yılları ile Cumhuriyet’in ilk yıllarına karşılık gelen bu dönem, hem Osmanlı’dan alınan mirası görmek hem de bugün gelinen mesafeyi anlamak açısından oldukça ilginçtir.

1911’den beri süregelen savaşlar içinde kalan Türkiye, birçok açıdan olduğu gibi, sağlık açısından da, Osmanlı’dan kötü bir mirası devralmak zorunda kalmıştır. Bu nedenle 1920’de kurulan TBMM hükûmeti, sağlık konusuna özel bir önem vermiştir.

Yukarıda adı geçen dizi ve dönemin diğer kaynaklarına göre Türk halkının içinde bulunduğu sağlık şartları şu şekilde özetlenebilir: Geçmiş yılların eğitim sistemi ve uzun savaşları yüzünden halk, okur-yazarlık, okul ve öğretmen bakımından oldukça fakir, dolayısıyla cehalet ve bilinçsizlik içindeydi. Sağlık da dahil olmak üzere birçok konuda batıl inançlara sahip bulunuyor ve bu yüzden modern tıbba itibar etmiyordu. Şehirlerde bile, hastane, dispanser, doktor, hemşire, eczane ve ilaç gibi modern tıbbi imkânlar ya yoktu ya da çok azdı.

Beden ve çevre temizliğine önem verilmiyor ve çok ihmal ediliyordu. Şehirlerde belediye hizmetlerinin yetersizliğinden kaynaklanan su ve kanalizasyon sorunları vardı. Şehirlerin yakınındaki göl ve bataklıklar sıtmanın yaygınlaşmasında, halkın temizliğe önem vermemesi kadar etkiliydi. Beslenme ve çalışma şartları da iç açıcı olmadığından; bulaşıcı hastalıklar ülkenin her tarafında önemli bir sorun oluşturuyordu. Başta sıtma ve verem olmak üzere frengi, çiçek, difteri, kolera, dizanteri, tifo, trahom. barsak hastalıkları ve diğer bazı hastalıklar halk sağlığını tehdit eden en önemli problemlerdi.
(…)


Hastalıklarla Mücadelenin Yetersizliği
Başta sıtma ve frengi olmak üzere verem, çiçek, difteri, lekeli humma, kolera, veba, dizanteri, tifo, tifüs, trahom, barsak hastalıkları ve diğer bazı bulaşıcı olan/olmayan hastalıklar halk sağlığını tehdit eden en önemli problemlerdendi.65 I. Dünya Savaşı’nda ordu sağlık kuruluşlarının araştırmaları yurdun her yerinde sıtmanın varlığını göstermiştir.66 Dr. Ekrem Hayri Bey tarafından Antalya civarında yapılan araştırmada; 1921 yılında nüfusu 200.000 tahmin edilen bu vilayette sıtmalı sayısının 172.000’e yaklaştığı ve altı ay içinde Söke, Koçarlı, Burdur, Yenipazar, Bağarası ve diğer yerlerde sağlık kuruluşlarına müracaat eden hastaların % 70’inin sıtmalı olduğu belirtilmektedir.67 Aslında bulaşıcı hastalıklar ve özellikle sıtma ve frengi, daha önceki yıllarda da olmasına rağmen özellikle “harb-i umumiden” sonra yaygınlaşmıştır. 1916-17 yıllarında Ankara’da sıtma oranı pek fazla değilken, savaşla birlikte oldukça fazla oranlara yükselmişti.68 Üstelik sadece şehirlerde değil köylerde de aynı süreç yaşanmıştı.

Millî Mücadele dönemi ve takip eden yıllarda halk sağlığını olumsuz etkileyen en önemli hastalıklardan biri sıtma belasıydı. 1924 yılında dönemin sağlık bakanlığının topladığı bir komisyon, sıtma mücadelesinin cumhuriyetin yapacağı ilk iş olduğunu ilan ediyor ve 1925 yılında toplanan I. Millî Türk Tıp Kongresi’nin en önemli konusunu da sıtma oluşturuyordu.69 Böyle büyük bir tehlike olan sıtmaya karşı sadece bu yıl içerisinde halka, en fazla İzmir (125 kg), Konya (118 kg) ve Adana (107 kg) olmak üzere dönemin 71 vilâyetinde toplam 2.274 kg “kinin” dağıtılmıştı.70 1930 yılı devlet yıllığında İstanbul’da Kadıköy’den Pendik’e kadar olan sahada, Ankara şehri civarında, Adana, Aydın, Bursa ve Samsun’da yapılan sıtma mücadelesi anlatılmaktadır.71 1939 yılında hazırlanan bir eserde, Türkiye’de 17 sıtma mücadele bölgesinin olduğu ve 1925 yılından 1938 yılı sonuna kadar 1.161.215 m uzunluğunda kanal açılarak toplam 66.375 hektar bataklığın kurutulduğu belirtilmiştir. Ayrıca sadece 1938 yılında 4.238 köyde 2.514.282 kişi muayene edilerek 9.075 kg kinin dağıtılmıştı.72

1922 yılında Bayezid vilâyetinde, Iğdır ve Kulp kazalarının ova kısımları tamamen malaryadan dolayı sıkıntılıdır. Köylerde, akarsulardan sulama amaçlı faydalanılan yerlerde de sıtma görülüyordu. Aynı sahalarda konar-göçer yaşayan aşiretler ise, yazın Ağrı ve civardaki dağlara çıktıklarından sıtma probleminin olmadığı belirtilmiştir.73 1922 yılı Karaman kazası için hazırlanan bir eserde, Karaman şehri çevresindeki Suğla, Çavuşlu ve Kayagöl ve bataklıklarından dolayı, Karaman şehrinde ve çevresindeki köylerde sıtma iniltisi olmayan ev olmadığı vurgulanmaktadır.74 Dr. Nazmi Selcen de aynı konuya temasla, 1.200 dönümlük Çavuş, 1.500 dönümlük Kaya ve 30 dönümlük Suğla bataklıklarından söz ederek, sıtma kaynağı olduğunu bildirmektedir.75 1931 yılında hazırlanan bir eserde, irili ufaklı olmak kaydıyla Sivas vilayetinde tam 23 ayrı yerde bataklıkların bulunduğu belirtilmektedir.76 Fakat, bu kadar fazla bataklığa rağmen Sivas’a sıtma hastalığı 1929 yılında demiryolu yapımında çalışan işçiler tarafından getirilmiş, daha doğrusu yaygınlaştırılmıştı.77 1934 yılında bile, Diyarbakır vilayetinde nüfusun % 10 kadarı sıtmalıydı ve 1929-30 yıllarında Diyarbakır şehrinin üç km çevresinde sıtma mücadelesi yapılmıştı.78

Dönemin en önemli sorunlarından biri olan frengi ve fuhuş da, halk sağlığını olumsuz etkileyen faktörlerden biriydi. Diğer kaynaklarda79 olduğu gibi Dr. M. Safved de, frenginin, “harb-i umuminin memleketimize bıraktığı en mühim bir bela” olduğunu söylemektedir. Ayrıca, “bir zamanlar Kastamonu vilayeti frenginin menbaı iken maalesef bugün Anadolu’nun hemen her tarafında hatta en ufak bir köyünde bile tesadüf edildiğini” yazmaktadır.80 1340/1924 yılı frengi hastalığı için hazırlanan bir Türkiye haritasına göre, Güneydoğu Anadolu bölgesi en az frengi hastasının bulunduğu saha iken, en fazla frengili, on binde yüz civarında frengi hastasının bulunduğu Zonguldak, Sinop ve Tokat illeri ve takiben, on binde elli ile Kastamonu, Samsun, Ordu ve Giresun illeridir.81 Kastamonu sıhhiye müdürü,1922 yılında Kastamonu’da 40 senedir frengi mücadelesinin olduğunu belirttikten sonra uzun uzun bu hastalıktan bahseder.82 S. Hasan Hüseyin, 93 harbinden sonra Karaman kazasına gelen frengi hastalığının son 20-25 seneden beri mevcut olduğunu, ve eğer mücadeleye başlanmazsa eski Kastamonu’yu bastıracağını83 endişeyle belirtmektedir. Muğla sancağında, özellikle seferberlikle baş gösteren zaruret ve sefalet nedeniyle frenginin arttığı ve fuhuş yapan kadınların muayene edilmemelerine bağlı olarak da artmaya devam ettiği vurgulanmaktadır.84 Kırşehir vilayetinde frengi hastalığına yakalananların, vilayetin toplam nüfusunun % 8.5’i ve Urfa vilayetinde ise % 4’ü oranında olduğu bildirilmektedir.85

S. Hasan Hüseyin’e göre fuhuş, savaşlarda ve seferberlik döneminde çoğalmıştır. Bu konuda müellif aynen şöyle der: “Başlıca amil tahsildar ve jandarma ve iaşe memurlarıdır. Çünkü erkek namına kimsesi kalmayan genç gelinler maaş çıkartmak, maaş almak, zahire koparabilmek, firar kocasını saklamak için bu memurlara tabasbus (yaltaklanma) ve müdahaneye (dalkavukluk) mecbur idi. Hükümet ya resmi umumhane açmalı yahud şiddetle mücadele etmelidir”.86 Dr. M. Safved de benzer ifadelerle, Ankara’da köylerinde de fuhuş yapıldığını dile getirir.87

Cumhuriyetin ilk yıllarında önemli bir sorun olan verem hastalığı ile mücadele ilk olarak 1923 yılında İstanbul’da açılan verem savaş dispanseri ile başlamıştır. Daha sonra yapılan çalışmalarla her geçen yıl mücadele hızlanmış ve 1927 yılında ilk BCG aşısı uygulanmıştır. 88 1920 yılında körlükle karşı karşıya olan 3 milyon trahom hastası varken 1925 yılında başlatılan planlı bir çalışma89 ile zamanla bu sayı süratle düşmüştür. Sadece 1928 yılında yapılan trahom mücadelesinde Adıyaman’da 5.687, Malatya’da 7.853 hastanın tespiti yapılarak bazı merkezlerde trahom dispanserleri açılmıştır.90

Gelibolu vilayetinde, önemli bir bulaşıcı hastalık olmamasına rağmen, Balkan harbi ve Harb-i Umumi’de zuhur eden tifüs salgını meydana gelerek ölümlere yol açmıştır.91 Niğde sancağında kolera hastalığının varlığını, Kızılırmak nehri ile demiryolu vasıtasıyla geldiğini ve sadece 1332 /1917 yılında 69 kişinin ölümüne yol açtığını Dr. Mehmed Hayri bildirmektedir.92

Buraya kadar anlatılan şartların çok kötü olmasına rağmen, o dönemde nüfusun da az olmasına bağlı olarak birkaç doktorun bile büyük bir kazada yeterli olacağı dönemin müellifleri tarafından belirtilmiştir. “(Karaman) Kazada iki doktor çok mühim işler görebilir. Hükümet ve belediye, (doktorların) yol gezilerine yol tahsisatı verecek olur ise marız ve zaif köyleri dolaşub emraz-ı sariye, gayr-i sariye ile mücadele ederek beş senede Karaman her şeyden kurtulur”.93

Sonuç
Buraya kadar görüldüğü ve dönemin sağlık bakanlığı tarafından hazırlattırılan Sıhhi-İçtimai Coğrafya dizisine göre, 1920-1930 yılları arasında halk sağlığı oldukça zor ve ağır şartlar içindeydi. Ortalama ömür beklentisi ve çocuk ölümleri de halk sağlığı açısından önemli olmasına rağmen, yukarıda sayılan faktörlere sıkıca bağlılığı yüzünden burada ayrıca ele alınmamıştır. Sadece sıhhi-içtimai coğrafya dizisinde değil, dönemin diğer resmi ve özel bütün kaynaklarında aynı bilgilerin verilmesi, Türk halk sağlığının ne durumda olduğunu güzel bir şekilde yansıtmaktadır.

Cumhuriyetin ilanından önce, TBMM hükümeti tarafından özellikle ele alınan sağlık konusu, kısa sürede eskisine göre oldukça iyi bir seviyeye gelmiştir. Öncelikle büyük bir eğitim-öğretim seferberliğine başlanmış, halkın sağlık açısından da bilinçlendirilip aydınlanması sağlanmaya çalışılmıştır. Daha önceki dönemde sadece tedavi edici sağlık hizmetleri sunulurken, 1920 yılından itibaren, özellikle Dr. Refik Saydam’ın öncülüğünde “koruyucu hekimlik ve halk sağlığı” hizmetleri verilmeye başlanmıştır.94 Cumhuriyetin ilk yılından itibaren halkın sağlık bilgisini iyileştirmek amacıyla çok sayıda afiş, broşür, kitap ve dergi bastırılarak dağıtılmıştır. 1923 ile 1948 yılları arasında 730.000 afiş basılıp 700.000’i dağıtılmış, 5.150.000 broşür basılıp 5.000.000’u dağıtılmış ve 146.000 kitap ve dergi basılarak dağıtılmıştır.95 Halkın sağlık eğitimi için çeşitli propagandalar yapılarak kapalı mekanlarda bazı eğitici filmler gösterilmiştir. Mesela Sivas vilayetinde gösterilen filmlerin; sıtma, çocuk bakımı, sinek tehlikesi, ihmalin cezası, uzun ve afiyetle yaşamanın çaresi, nezlenin ehemmiyeti, sıhhi su, veremin erken teşhisi ve tedavisi, frengi, malarya mücadelesinde yeni usuller, anne sütünün kıymeti, senin ağzın, Tomi’nin dişi96 başlıklarını taşıdığına bakılırsa o dönemin halk sağlığı ve sorunlarının bir bakıma özeti olduğu da görülebilir.97

Mümkün olduğunca memleketin her tarafına ilkokul, ortaokul ve lise gibi eğitim-öğretim kurumları açılarak, halkın eğitim seviyesi yükseltilmeye çalışılmıştır. Bu sayede cehalet ve batıl inançlarla savaş açılarak, bu türden inançların yok edilmesine gayret gösterilmiştir. Hastane, dispanser vb sağlık tesisleri kurularak, bu tesislerde görev yapacak doktor, hemşire, ebe gibi sağlık personeli yetiştirilmesine önem verilmiştir. Başta sıtma ve frengi olmak üzere bütün bulaşıcı hastalıklarla sürekli bir mücadeleye başlanmış, diğer taraftan da koruyucu sağlık hizmetleri artırılarak yoğunlaştırılmıştır. Nihayet “24 Nisan 1930 tarihinde bugün bile en önemli sağlık kanunu olan Umumi Hıfzısıhha Kanunu kabul edilerek”98 halk sağlığı kesin bir şekilde kanunen güvence altına alınmıştır.

1930 devlet yıllığında “bütün vilayetlerin “sıhhi ve içtimai” coğrafyalarının yeknesak bir tarzda ve yeniden ve her türlü tafsilatı cami olmak üzere yazılmasını temin maksadile ihzar ve tamim program mucibince tabı ve neşri mukarrerdir” 99 denilerek, daha önce yapılan uygulamanın yeniden ve daha geniş bir şekilde yapılması kararlaştırılmıştır.

Böylece Cumhuriyet yönetiminin, diğer bir çok konudan önce başlattığı “sağlıkta değişim ve dönüşüm” süreci, kısa zamanda meyvelerini vermiş ve bütün yapılanların sonucunda bugüne ulaşan halk sağlığımızın temelleri atılmıştır.

* Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü -
- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 55, Cilt: XIX, Mart 2003

Makalenin Tamamı İçin;

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder