23 Kasım 2006 Perşembe

Çarşambalı Süleymanzade Hazinedaroğlu

Ünye Hazinedaroğlu Konağı, İç Avlu Görünümü.
La résidence des Hazinedaroglu à Unye, vue de la cour intérieure.
Les dessins de Jules Laurens (1825-1901) - La côte de la Mer noire - 14 Ağustos 1847


XIX. Yüzyılın Başlarında Karadeniz
Bölgesi ve Âyan - Devlet Perspektifinden
Trabzon Vâlisi Hazinedârzâde Süleyman Paşa

 1. Giriş ve Kaynaklar
Osmanlı toplumu, özellikle XVII. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa kıtasında değişen ve gelişen teknik ve lojistik ilerlemeler karşısında bocalama içine girmiştir. Ancak yerleşmiş devlet geleneği ve toplumun sınıfsız yapısı, devlet örgütündeki çözülmelerin peşi sıra gelmesini kısmen de olsa engellemişti. Özellikle Avrupa'da savaş teknolojisinde ortaya çıkan gelişmeler, doğal sınırlarına ulaşmış bir imparatorluğu askerî güç yönünden oldukça sarsmıştır. Bu bakımdan klâsik silâhlarla teçhiz edilmiş Osmanlı askerî kuvvetlerini, eskiden olduğu gibi birkaç düzenleme denemeleri ile yeniden Orta Avrupa cephelerine sevk ve idare etmek güçleşmişti. 


Zihniyet dünyası başta olmak üzere, bütün Avrupa kurumlarında ortaya çıkan değişim, ordulara da yansıyınca, bunun sonuçlarının Osmanlı devlet sistemi başta olmak üzere mahallî birtakım sorunları doğuracağı kısa sürede kestirilemedi. Özellikle Avrupa'daki gelişmelere paralel olarak, klâsik Osmanlı toprak sisteminin bozulmaya başlaması, beraberinde sosyal, ekonomik, askerî ve idarî birtakım yeni problemler ortaya çıkardı.1 

 XVII.2 ve XVIII. yüzyılın en önemli mahallî sorunlarından birisi, yerel güçlerin kısa süre sonra bölgelerinde önemli bir güç durumuna gelmeleri olmuştur. Devletin, Batı sınırlarında Avusturya ve Rusya gibi iki güçle büyük sorunlar yaşadığı XVIII. yüzyılda, bir de iç gaile olan yerel güçlerin olumsuz tavırları ve isyanları, Osmanlı devlet yapısını ve toplumun iç dinamiklerini temelden sarsmıştır. 

XVIII. yüzyılın sonlarında ve XIX. yüzyılın başlarında Rumeli'nin birçok yerinde olduğu gibi, Anadolu'da da yerel güçlerin hâkimiyeti söz konusu idi. Anadolu'nun birçok sancağı ve kazasının yönetimi, şu ya da bu şekilde güçlü âyan ve hanedanların eline geçmişti. Aynı dönemde Orta ve Doğu Karadeniz'de de âyanlaşma eğilimleri en üst düzeye yükselmiş, birçok sancak ve kaza, yerli âyan ve hanedan mensubu ağa ya da paşalar tarafından idare edilir olmuştur. 

Bu çalışmada XIX. yüzyılın başlarında Canik'ten (Samsun) Trabzon'a etkili bir ağa olan ve daha sonra vezaret rütbesi ile Trabzon Eyaleti Vâliliği uhdesine verilen Hazinedârzâde Süleyman Paşa'nın görevleri ve faaliyetleri üzerinde durulacaktır. Hazinedârzâde Süleyman Paşa üzerine yapılmış özgün bir çalışma yoktur. Burada Paşa'nın ağalık yıllarından itibaren paşalığa yükselinceye kadar aldığı görevler üzerinde bazı bilgiler verilerek, daha detaylı bir biyografi çalışmasının temelleri oluşturulmaya çalışılmıştır. Paşa ile ilgili malûmat, kaynaklarda detaylı değildir. Münir Aktepe'nin makalesinde, Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın isyanını bastırması sürecindeki faaliyetleri ele alınmıştır. Diğer kaynaklarda ise, birer cümle ile paşanın aldığı görevler üzerinde durulmuştur.
Çalışmanın ana kaynakları 1755 Numaralı Samsun Şer'iye Sicili, 1951 Numaralı Trabzon Şer'iye Sicili, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümâyûn ve Cevdet tasniflerinden bazı belgelerdir. Bunun yanında Mahmut Goloğlu'nun, "Fetih'ten Kurtuluşa Kadar Trabzon Tarihi", Münir Aktepe'nin "Tuzcuoğulları İsyanı" adlı makalesi başta olmak üzere, bazı tetkik çalışmalardır. 

2. XIX. Yüzyılın Başlarında Karadeniz Bölgesi'nde Yeni Bir Âyan Yönetici Profili :Hazinedârzâde Süleyman Ağa
XIX. yüzyılın başlarında Trabzon bir eyalet, Trabzon merkez sancağı ise, eyaletin merkezi yani "Paşa Sancağı" idi. Trabzon Vâlisi, Sadrazam'ın teklifi üzerine doğrudan doğruya Padişah tarafından atanıyordu.3 Paşa, herhangi bir sebepten dolayı (başka bir görevde olduğundan) görev yerine gitmiyorsa ya da gidene kadar, eyalet işlerini yürütecek bir mütesellim atanırdı.4 Meselâ Ocak ortaları 1810 (H. Zilhicce ortaları 1224) tarihli bir belgeye göre, Trabzon Eyaletinin yönetimi vezir Hacı Ali Paşa'ya verilmiştir. Ancak Paşa, devletin verdiği başka bir görevde bulunduğu için, yerine Şatırzâde Osman Ağa Trabzon mütesellimliğine atanmıştır.5 Aynı dönemde ileride görüleceği üzere Süleyman Ağa da, çeşidi zamanlar Trabzon Mütesellimliği görevinde bulunmuştur.6 


XIX. yüzyılın başlarında (1820 öncesi) Trabzon Eyaleti'ne, Trabzon Merkez ile birlikte Gönye sancağı bağlı bulunuyordu.7 XIX. yüzyılın ortalarına doğru ise, Trabzon Eyaleti; Canik, Ordu, Karahisâr-ı Şarkî (Şebinkarahisar), Gümüşhane, Trabzon ve Gönye olmak üzere 6 sancaktan oluşuyordu.8
 XVIII. yüzyılın ikinci yarısından XIX. yüzyılın ortalarına kadar Trabzon Eyaleti, genellikle ağa kökenli Canikli Ali Paşa ve onun sülalesinden gelen paşalar ile Hazinedârzâde Süleyman Paşa ve oğullan tarafından idare edilmiştir. Bu paşalar, Trabzon Eyaleti ya da başka bir sancağın yönetimini üzerlerine aldıkları zaman, aynı zamanda Canik Sancağı'nın da muhassılı idiler. Bazen de bu paşalara, Hazinedârzâde Süleyman Paşa'ya verildiği gibi, ilâve olarak Karahisar-ı Şarkî ve Gönye gibi bazı sair sancakların idaresi de, devlete hizmet etmek şartıyla verilmekte idi.9 

Trabzon Vâlileri, genellikle Kafkasya'da devletin muhafazasında görev almışlardır. Yani Faş'tan Anapa'ya kadar Kafkasya'nın kıyı şeridinde olan kalelerin ve iskelelerin, Rus saldırılarına karşı muhafazası ya da tekrar ele geçirilmesi için, Şark Ordusu bünyesinde mücadele etmişlerdir. Birçoğu daha sonra Paşa olan Karadeniz kökenli ağalar ise, yine ya Şark Ordusu içinde görev yapmışlar, ya da Kafkasya'daki herhangi bir kalenin muhafızlığı ile görevlendirilmişlerdir. Diğer taraftan eyalet ve sancaklannda bulundukları zamanlarda da, Kafkasya'daki Osmanlı iskele ve kalelerinin (Faş, Anapa, Gelincik, Soğucak vs.) muhafazası için talep edildiğinde, bölgeye asker ve mühimmat sevk etmişlerdir. Merkezden asker ya da mühimmat isteği bölgeye ulaştığı zaman, bunu bölge sancakları kazalarının kadı ve naibleri başta olmak üzere, ileri gelenlerine buyruldularla duyurmakta ve gerekli emrin serian ve acilen yerine getirilmesini sağlamakta idiler.10 

Canikli Ali Paşa'nın hazinedarı Ordulu Behram Ağa'nın oğlu olan Hazinedârzâde Süleyman Ağa, Caniklizadeler paşalarının şu ya da bu şekilde bölgedeki etkinliğinin ortadan kalkmasından sonra, bölgede söz sahibi olmuştur. Hazinedârzâdeler sülalesi, babalarının Ali Paşa'nın hazinedarı olmasından ötürü bu unvan ile anılır olmuşlardır. Süleyman Ağa, Canikliler gibi nüfuzunu ilk önce Canik ve çevresinde kurmuş, daha sonra bütün Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi'nde etkili olmuştur. Bölgede halk tarafından sevilen, saygı duyulan ve değer verilen biri olarak tanınan Ağa, genellikle halk ile iyi ilişkiler içine girmiştir. Halkın kendisine değer vermesinin bir diğer sebebi de, Canik bölgesinde eşkiya ve mütegallibe gürûhuna karşı giriştiği mücadelelerdir.   
        
Bölge halkı, bölgesel şiddet ve baskıdan korunmak için, Ağa'yı kurtarıcı olarak görmüştür. Ağa, bölgedeki kapu halkı ile eşkıya, serseri ve mütegallibe takımını barındırmamış, çoğunu pasifize etmiş, bir çoğunu da ortadan kaldırmıştır. Gerek Canik muhassıllığı, gerekse Trabzon mütesellimliği ve vâliliği yaptığı dönemlerde halkın korunmasını, rencide, remide ettirilmemesini ve inciltilmemesini vurgulayan buyruldular irad etmiştir. Fakir ve fukaradan kanûn-ı kadîm ve örf haricinde hiçbir mühimmat, eşya ve para talep edilmemesini emreden Ağa, kanunsuz iş görenlere fırsat verilmemesini, eğer gören varsa hakkından gelinmesini de çoğu zaman emretmiştir.11
           
Hazinedârzâde Süleyman Ağa, bölgesinin etkili bir âyanı olarak ilk önce "dergâh-ı 'âli kapucubaşı" rütbesi ile çok defa Canik Sancağı Muhassıllığı yapmış, 1810 ve 1811'de Faş muhafızlığı ve Trabzon Eyaleti mütesellimliği, 1812 ila 1818 yılları arasında da Trabzon Vâliliği yapmıştır. Vezirlik rütbesi ile paşalığa terfi ettirilen Paşa'ya, Trabzon Eyaleti'nin yönetimi ile birlikte, "ber-vech-i ocaklık" olarak Canik Sancağı Muhassıllığı, ilâve olarak Gönye ve Karahisâr-ı Şarkî Sancakları'nın yönetimleri de verilmiştir.12 Trabzon Vâliliği ve Canik Muhassıllığı'ndan azl edildikten sonra, Alâiyye Sancağı Mutasarrıflığı kendisine verildiği sene, yeni görevine gidemeden, 1818'de Çarşamba'da (Samsun) vefat etmiş ve orada defnedilmiştir.13 


3. Hazinedârzâde Süleyman Paşa'nın Ağalık'tan Paşalığa Hizmet Alanları 

3.1. Ağalık Yıllarındaki FaaliyetleriCanik Sancağı, tersâne-i amire hazinesine bağlı olarak geliri "ber-vech-i ocaklık" olarak ağa, vâli ve diğer başka görevlilere ihsan edilmiştir. Bu bakımdan XVIII. yüzyılın sonundan XIX. yüzyılın başına kadar, Canik Sancağı Muhassıllığı yapan Paşa ya da ağaların atanma ve görevde kalma süreleri yaptıkları hizmetlere göre değişmiştir. Hazinedârzâde Süleyman Ağa, XVIII. yüzyılın sonlarında Canik'e muhassıl tayin edilmesine rağmen, genellikle sancak, Caniklizadeliler ailesi paşaları tarafından vâliliklerine ilâve olarak "ber vech-i malikane" olarak idare edilmiştir. XIX. yüzyılın ilk yıllarında da Mahmut Tayyar Paşa ile varlıklarını sürdüren Canikliler, bu paşanın isyanı ile bölgede etkisizleştirilmişlerdir. 

Bundan sonra, çoğu zaman Canik Sancağı'nın hakimi Süleyman Ağa olmuştur. 1795, 179614, 179715, 180016, 180117, 180718, 180819, 181020, 181121 ve 181222 yılları olmak üzere fasılalarla bu görevde bulunmuştur. 1812'de Paşa olup Trabzon Vâliliği'ne atandıktan sonra da, yine genellikle bu sancağın idaresi "ber-vech-i ocaklık" ya da "ber-vech-i emanet" olarak uhdesine verilmiştir. Vâliliği sırasında, çoğu zaman Rus akınlarını püskürtmek için Şark Ordusu ya da kale ve iskelelerin muhafazasıyla görevlendirildiğinden, Canik Muhassıllığı'na oğlu Osman Ağa'yı "Muhasssıl Vekili",23 Trabzon Mütesellimliği'ne de kayınbabası Hasan Ağa'yı "Mütesellim Vekili" olarak bırakmıştır.24
           
Süleyman Ağa, Karadeniz kıyı şeridi sancak ve kazalarında sevilen bir âyan ağa idi. Kendisi Karadenizli olduğundan, bölge halkının yapı ve özelliklerini iyi tanıdığı ve görev yaptığı süre içinde de halka iyi davrandığı anlaşılmaktadır. Bunu göstermesi bakımından, Ağa'nın 1809'da Canik Sancağı'na muhassıl olarak atanmasını incelemek gerekecektir. Canik Sancağı yönetimine belirli süreler atanan muhassıllar, görevleri bitince ya bu görevden ayrılmakta ya da azl edilmektedir. Süleyman Ağa da, görevi bittikten sonra ya da azl sebebiyle bu görevden çeşitli defalar ayrılmış, başka görevliler Canik'e muhassıl olarak atanmışlardır. Ancak bunların halk ile iyi geçinemediği, fakir ve fukaraya olmadık işkence yaptıkları, kanun haricinde külliyetlü mal ve para talep ederek, halkı perişan ettikleri anlaşılmaktadır.           

Çünkü Canik Sancağı halkı, Süleyman Ağa haricindeki muhassılların yaptıklan eşkıyalık hareketleri ve zulmünden bıkmış ve bu sorunun acilen çözülmesi için arzuhal yazıp Sultan'a ulaştırmışlardır. Sancak ahalileri "Cânik Sancâğı'nın bi'l-cümle 'ulemâ ve sûlehâ ve emânetullah olan ahâli-i fukâraları" olduklarını ifade ederek başladıkları arzuhallerine şöyle devam etmişlerdir : "Ötedenberû sancâğımız tersâne-i 'amireye merbut olmağın sefâyin-i hümâ­yûnların levâzım-ı a'zâm-ı külliyesinden olan tel ve kendir ve ecnâs kerâste sancâğımıza mahsûs olduğundan kat' ve nakilleri tedârik ve îsâli Canik muhasssıllannın nezâretleri ve vücûh-ı beldenin ittifak ve ma'rifetleriyle rû'yet ve hidemât-ı lâzîmeyi ifa ede gelür iken ve hidemât-ı şahanede ve tekâlîf-i sâ'irede mesmû' kusurumuz yok iken", sancağımızın muhassıllığı dışarıdan birine ihale edilmiştir demektedirler.
           
Bu durum karşısında zor duruma düştüklerini, hariçten atanan muhassıllardan baskı gördüklerini ve beldelerinin karışıklığa duçar olduğunu açıklayarak, kendilerinin razı olduğu bölgenin kadîm hanedanlarından Hazinedârzâde Süleyman Ağa'nın, Canik Sancağı'na yeniden muhassıl atanmasını istemektedirler. Yapılan inceleme sonucu, sancağın ileri gelenlerinin belirttiği sorunun doğru olduğu, halkın diğer muhassıllardan baskı ve zulm gördükleri, özellikle muhassıllığı ele geçiren Tayyar Paşa kethüdası Lütfullah Ağa'nın çok zulm yaptığı anlaşılmıştır.25 Bu durumda halkın isteği doğrultusunda Süleyman Ağa, 29 Temmuz 1809 (H. 16 Cemâziyelâhir 1224) tarihinde yazılan atama emri ile, tekrar Canik Muhassılı olmuştur.26 Yine 28 Aralık 1809 (H. 21 Zilkade 1224) tarihli bir belgeye göre, Canik Sancağı'nın Ağa'ya "ber-vech-i emanet" olarak ihale edildiği ve sancak bedeli olarak istenen meblağ ile tel ve kendirin, 1810 (H.1225) senesine mahsuben, zamanında gönderilmesi emredilmekte idi.27 

Süleyman Ağa, Canik Muhassılı olduğu dönemde sancağın birinci derecedeki idarî, askerî ve malî yöneticisi idi. Her ne kadar bu dönemde kadı ya da naibler hâlâ önemini koruyor iseler de, Canik gibi yerli güçlerin egemen olduğu bölgelerde, çoğu zaman yönetim erkinin uygulamalarına uymuşlardır. Bu dönemde de, merkezden taşraya giden emir ve buyruklar; sancakların, kaza kadı ve naiblerine, vâli, muhassıl, mutasarrıf, voyvoda vb. gibi görevliler ile bölgedeki ileri gelen âyan, zabitan ve iş erlerine hitaben gönderilmiştir. Canik Sancağı'na gelen emirlerin gerekli yerlere ulaştırılması ve istenen işin yerine getirilmesi için, kadı ya da naib ve muhassıl başta olmak üzere, diğer ileri gelenler nezaret etmekte ve emirler şer'iye siciline geçirilmekte idi.   
        
Meselâ, 01 Ekim 1795 (H.17 Rebi'ülevvel 1210) tarihli Samsun naibi Ali Efendi'den gönderilen ilâma göre, Rumili vâlisi Muhammed Paşa maiyyetine Canik Sancağı kazalarından gönderilen asker ve bunların ulufeleri konu edilmektedir. Emre göre, 1500 mirilü piyade askerine acilen ihtiyaç olduğundan, bunların Canik Sancağı'ndan tertip edilerek, Muhammed Paşa'nın maiyyetine gönderilmeleri gerekmektedir. Askerlerin ulufe ve tayinatlarının ödenmesi için ise, İstanbul'dan bu işe mübaşir tayin edilen hassa hasekilerinden Hacı Abdulkadir Ağa ile hazineden gönderilen meblağ, "Canik muhassılı ser- bevvâbin-i dergâh-ı 'ali Süleyman Ağa'ya" teslim edilmiştir. Askerler gemilere bindirildiğinde ulufe ve tayinatlan, Süleyman Ağa'nın katılımıyla ve mübaşir Osman'ın marifetiyle kendilerine teslim edildiğim havi ilâm düzenlenmiştir.28           

Yine 03 Ekim 1795 (H. 19 Rebi'ülevvel 1210) tarihli bir başka ilâm ise, Canik Sancağı'ndan tertib edilen 1500 adet bu askerlerin Ünyeli Kalyoncu Mehmed Reis, Ünyeli Yazıcı ve Abdullah Reisler, Samsunlu Said Ağa sefinesi ve Ünyeli Süvaroğlu zımminin kaptanları olduğu beş adet sefine ile gönderildiği ve 10 bin Kuruşluk taşıma ücretlerinin Süleyman Ağa yedinden reislere ödendiğini havidir.29 Yine 26 Mayıs 1796 (H. 19 Zilkade 1210) tarihli bir başka ilâma göre, Rumili vâlisi Hacı Muhammed Hakkı Paşa'nın maiyyetine, Canik Sancağı'ndan 1000 adet piyade askeri ve 500 nefer de tüfenkçiyân taifesine mensup asker, Hacı Abdülkadir Ağa'nın nezaretinde, muhassıl Süleyman Ağa, cümle ulema, suleha, agvat, ihtiyaran ve ahali-i fukara muvacehelerinde, merasimle Canik Sancağı'ndan uğurlanmıştır.           

Sancağın "bin nefer askeri taifesi bulunub beşyüz nefer dahi rençber taifesinin güzidesinden tertîb ile emr-i ferman buyrulduğu üzere", bin nefere Samsun âyanı Hacı İshak Ağa başbuğ, beşyüz nefere de Genç Ağa biraderi Hasan Ağa tüfenkçi paşa tayin edilerek, ulufelerinin kendilerine ödenmesi şartıyle, 22 Mayıs'ta (15 Zilkade) Samsun iskelesinden sefinelere bindirilmiş ve vezir Muhammed Hakkı Paşa maiyyetine gönderilmiştir. Ancak bu gönderilen askerler neticesinde Canik Sancağı'nda "askerî taifesi" kalmayıp, 500 nefer de rençberlerden asker tertib edildiğinden, bölgede rençber taifesi de azalmıştır. Bu durum sancağın tel ve kendir ve sair tekaliflerine halel getirmektedir.  
         
Canik Sancağı'nın hatip, ihtiyar, fukara, acîze olmak üzere bilumum ahalisi bu durumdan müzdariptir ve 500 nefer askerin avf edilerek, sancağa geri dönmesini istemektedirler. Bu arzularını kadı ilâmı ile merkeze arz etmişler ve gerekenin yapılması konusunda emir beklemişlerdir.30 Yine 10 Ağustos 1800 (H. 19 Rebi'ülevvel 1215) tarihli bir ilâm, Muhammed Hakkı Paşa'nın maiyyetine Canik'ten gönderilen 500 nefer tüfenkçiyân askerine verilmek üzere, Canik muhassılı Süleyman Ağa'nın zimmetinde bulunan muaccele-i miriden 5000 Kuruşun gönderildiği ve muhassıl ağa da bu meblağın "neferat-ı tüfenkçiyân yedlerine tamamen teslim eylediğini" havidir.31           

Ocak sonlan 1800 (H. Evahir-i Şaban 1214) tarihli bir başka belgeye göre, Canik Muhasssılı Hazinedârzâde Süleyman Ağa, sancağın bağlı olduğu kazaların kadı ve naibleri ve asker tertibi ile görevlendirilen müfettiş, âyan ve zabıtana hitap edilmekte ve asker istenmekteydi. Özellikle hassaten Süleyman Ağa'ya hitap ile, bölgeyi savunacak ve düzeni sağlayacak askere herhangi bir halel gelmemek şartıyla, Canik Sancağı'nın "havi olduğu kazalardan güzide ve tav'an yüzkırk nefer asker tertîb ve başbuğ ma'iyyetiyle aceleten" gönderilmesinin, daha önce gönderilen bir emri şerifle istendiği hatırlatılmıştır.           

Devamla mevsim gün be gün kötüye gittiğinden, istenen askerin seri bir şekilde, Erzurum vâlisi ve Şark canibi seraskeri Behram Paşa maiyyetine ulaştırılmasına gayret gösterilmesi gerekirken, hala ulaşmadığı, ancak bir gün evvel ulaştırılması istenmekte idi. Bu asker "farz olan gaza ve cihâd içün müretreb emr-i ehm dinde a'mâz ve rehaveti irtikâb" etmez bir husus olduğundan fermanın hilafına, bu konunun bir gün dahi ertelenmemesi gerektiği vurgulanarak, Süleyman Ağa'nın, bu hususa çok daha fazla dikkat ve ihtimam göstermesinin gerektiği ve aykırı herhangi bir yol tutulmaması emredilmekte idi.32    
       
Süleyman Ağa'nın bölgede sevilen ve saygı duyulan biri olduğu daha önce ifade edilmişti. En azından Ağa'dan korkan eşkıya ve sergerdeler, Canik'de çok fazla karışıklık çıkaramamakta ve halka zarar verememektedir. Bu durum da halkın memnuniyetine sebep olmaktadır. Süleyman Ağa, karışıklığın baş gösterdiği kazalara çoğu zaman emirler göndererek, halka iyi davranılmasını öğütlemektedir. Meselâ, 27 Mart 1808 (H. 29 Muharrem 1223) tarihli Canik muhassılı vekili Süleyman Ağa, kazalara gönderdiği bir emirle, halka adalet üzere davranılmasını emretmektedir. Samsun, Bafra, Alaçam, Kavak kadılarına, müderrislere, hatib ve imamlara, mütesellimlere, söz sahibleri, bölükan, agvat, köy ihtiyarları ve bilcümle iş erlerine hitap eden Süleyman Ağa, fukara ve züefanın emniyet ve istirahatleri için hareket edilmesi gerektiğini vurgulayarak, - ona göre şu ana kadar sancak kazalarında fukarayı rencide edecek herhangi bir zulm ve teaddi olmamasına rağmen - kanunsuz bir işin yapılmaması ve insanların boş yere incitilmemesi gerektiğini açıklamıştır.
          
 Ağa, hangi  mahalde herhangi bir dava ve eşkıyalık olayı meydana gelir ise, gereği gibi mahkemede hakim ve müftü efendiler huzurunda mahkeme edilmesi, kim suçlu ise suçuna göre habs ve terbiye  edilmesi yoluna gidilmesini istemektedir. Eğer herhangi bir ceza gerekmez ise, hiçbir akçe talep edilmemesi ve boş yere eziyet olunmaması da emirleri arasındadır. Eğer, bazı fesat güruhu nefsi arzuları için iftira ederlerse, durumun iyi tahkik edilmesi ve boş yere insanların cezalandırılıp, incitilmemesini belirtmektedir. Kız ve dul kadın meselelerinde iki tarafın rızasına göre nişan ve nikah olunması ve eskiden olduğu gibi resmî tezkere ve izin verilirse, bu mesele için gerekli resimden başka bir şey alınmamasını da isteyen Süleyman Ağa, bölükbaşı ağalarının da bu konulara dikkat etmeleri ve zabitlerinin emri olmadıkça memleket meselelerine müdahale etmemelerini de tembihlemekte idi.           

Ona göre, hakimler de şer'-i şeriften başka bir yol tutmayarak, kusur ve hatanın yapılmasına müsaade etmeyeceklerdir. Zabıtan ve ağaların da kanunsuz bir işe girişmemesi ve izin olmadıkça hiçbir kimsenin habs edilmemesi de emir gereğidir. Yine köy ve sancaklarda bulunan bazı şer'siz kimselerin Müslüman olsun olmasın komşularından sorulması ve örfe göre terbiye muamelesinin yürütülmesi, gereksiz yere zabitlerin bu işlere müdahale etmemeleri konusunda uyanlarda bulunarak, "zabit ve hâkim vesâir iş görür ise ma'bût-ı bârî icrasında asla ağmaz etmem sonra cevaba kadir olamazsın ve bir mahalde şer'siz bir iş zuhur eder ise, zabit hatırı ve falan hatırı deyû gizlenmeye ve 'ala eyv-i halin tarafınızdan haber verile ve zulm olduğunu bilüb de tarafımıza haber vermeyen olur ise, dünya ve ahret günâhını bilüb de haber vermeyen çeksin buna göre 'amel edesiz" demektedir.33 

3. 2. Hazinedârzâde Süleyman Ağa'nın Kafkasya'daki Faaliyetleri ve Faş Kalesi Muhafızlığı
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Trabzon vâliliği ve Canik muhassıllığı yapan ağa ve paşaların Kafkasya'daki faaliyetleri bilinmektedir. Rusya'nın Güney'e inme politikasının bir ayağı olan Kafkasya bölgesi, özellikle Kırım'ın elden çıkmasından sonra peyderpey Rus tehdidi altında kalmıştır, Canikli Ali Paşa ile başlayan Karadeniz bölgesi paşalarının Kafkasya kale ve iskelelerini muhafazası, paşanın oğulları Battal ve Mikdad ve torunu Mahmud Tayyar Paşalar'ın faaliyetleri ile devam etmiştir. Canikliler'den sonra Hazinedârzâde Süleyman Ağa da, Canik muhassılı ve Trabzon mütesellimliği yaptığı dönemde, Faş Kalesi'nin seraskerliğine atanarak, bölgedeki etkili savunma harblerine katılmıştır.           

Ruslar'ın Kars, Çıldır ve Erzurum başta olmak üzere Doğu sınırlarına inmesini önlemek için, XIX. yüzyılın başlarında Kafkasya'nın tahkimi meselesi, Osmanlı devleti tarafından oldukça önemli görülmüştür. Bu yüzyılın başlarından itibaren, genellikle Şark ordusunun asker ve mühimmat ihtiyacının karşılanması için gönderilen emirlerin çokluğu, Şark'ta Rus tehlikesinin vehametini göstermektedir. Süleyman Ağa da, Kafkasya'da devletin verdiği görevleri en iyi şekilde yerine getirmek için mücadele etmiştir.    
        
1786'da Devrikli Köse Mustafa Paşa vezirlik rütbesiyle Trabzon Eyaleti'ne vâli oldu ve Soğucak tarafının muhafazasına gönderildi. Bu dönemde Osmanlı Devleti de, bölgedeki aşiretleri yanına çekmek için, onların desteğini kazanmanın yollarını arıyordu. Hem devletin yazdığı emirleri hem de Çerkeş kabile reisleri için hazırlanan eşya ve hediyeleri, o zaman dergâh-ı Ali kapucubaşı payesi ile taltif edilmiş olan Hazinedârzâde Süleyman Ağa, 70.000 Kuruş para ile birlikte, 1786 yılının sonunda Kafkas kabile reislerine götürmüştür.34           

1806 - 1812 yılları arasında meydana gelen Osmanlı - Rus savaşında Doğu cephesinde Yusuf Ziya ve Ferhat Paşalar, Şark Seraskeri olarak görev yapmışlardır. Ferhat Paşa, Kars'a giderken Faş Kalesi'ne Rus hücumunun ortaya çıkacağı anlaşılmış ve Batum limanının korunması için tedbirler artırılmıştır. Süleyman Ağa, 1809'da, Trabzon vâlisi ve Anadolu sahilleri komutanı Şerif Mehmed Paşa'dan Batum'a gitmesi emrini aldı. Aynı zamanda Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın da, Trabzon ve civarı ağalan vasıtasıyla toplanan külliyetlü asker ile, 1809'da Faş'a gitmesi emredildi. Ancak bu yıl içinde, Şark seraskerlerinin hatalı tavırları sebebiyle, Faş Kalesi Rusya tarafından istila edildi. Diğer yıllarda olduğu gibi bu yıl içinde de, bölgeye özellikle Karadeniz şehirlerinden asker ve erzak sevk edilmekte idi. Meselâ 20 Eylül 1809 (H. 10 Şaban 1224) tarihli bir fermana göre, Faş'a merkezden gönderilen mühimmat konu edilmekte ve bölgede bulunan Trabzon vâlisi Şerif Mehmed Paşa'nın bulunduğu mahalle varıncaya kadar yol üzerinde bulunan kazaların; kadı ve naibleri, âyan, zabitan, iş erleri ve Süleyman Ağa'ya hitap edilmekte ve şöyle denilmektedir :
           
"Paşâ-yı müşârü'n-ileyh tarafın­dan bu defa der-'aliyyeme varid olan tahrîrâtın 'asker-i vafîre ile bi'z-zât Trab­zon'dan hareket ve Faş tarafına 'azimet etmiş olduğundan 'azimetinde mühimmat ve bâ-husûs barût-ı siyah olmadığından bahisle mikdârü'l-kifâye kurşun ve barut i'tâsını tahrîr ve inha eylediği", bu sebepten "yüz kantar barut-ı siyah ve sâ'ir ecnâs mühimmatı cebehane-i 'amirem mevcudundan ifraz ve ocak tarafından ta'yîn olunan" mübaşir vasıtasıyla İstanbul'dan Trabzon iskelesine gönderildiği ve mühimmatın iskeleye ulaşdığında sefineden indirilerek hayvanlar ile "kaza bi-kazâ", Paşa tarafına ulaştırılmasına dikkat edilmesi emri verilmekte idi.35    
       
Ekim ortaları 1809 (H. Ramazan ortaları 1224) tarihli bir başka belgeye göre, gönderilen yukarıdaki erzak ve mühimmatın kötü hava şartları sebebiyle, Anapa serhaddine ulaşamamış olduğu görülmektedir. Anapa muhafızı Seyyid Hüseyin Paşa, İstanbul'dan gönderilen malzemeler ile bazı kabilelerin gönderdiği asker, topçu ve cebehane vb. mühimmatın da kendisine ulaşmamış olduğunu merkeze yazmıştır. İstanbul'dan gönderilen mühimmatın, kötü hava şartlan sebebiyle Trabzon kıyılarında denize düştüğü anlaşılmış, bu hususda eğer sefine kaptanının bir kusuru varsa, derhal gerekenin yapılması emri verilmekte idi.36 
          
Hazinedârzâde Süleyman Ağa, 1810 yılının sonunda Faş muhafızlığına atandı ve Rus işgaline uğramış olan Faş'ın kurtarılması için görevlendirildi. Trabzon Eyaleti'nde bulunan alay beyleri, sancaklarında bulunan eşkinci ve tımarlarıyla birlikte Süleyman Ağa'nın emrine girdiler.37 Aynı zamanda Ruslar'ın Karadeniz'e çıkarma yapacaklan ihtimaline karşı Sinop ve kıyı kalelere kuvvetler sevkedildi.38 Soğucak'a da mühimmat sevkedildi. Aynca, Süleyman Ağa'dan, havâlisinden toplanmak üzere 4000 nefer asker tertip etmesi emredildi.39 Ekim 1810'da (H. Ramazan 1225) Süleyman Ağa ve civarın sayılı önemli ağalarına yazılan fermanlarda, Cengiz büyüklerinden Nogay kabileleri mutasarrıfı Murad Giray Sultan'ın bu kabilelere serasker ve Selamet Giray Sultan'ın da Başbuğ tayin edildiği duyurulmuştur.40  
         
28 Ocak 1811 (H. 03 Muharrem 1226) tarihli bir belgeye göre, Hazinedârzâde Süleyman Ağa; yine Canik muhassılı, Karahisâr-ı Şarkî Mutasarrıfı, Faş Seraskeri ve Trabzon Mütesellimi olarak görev yapmaktadır. Ağa, Trabzon kadısı, paye-i mîrahûr-ı sânı dergâh-ı 'alî kapûcubaşlanndan âyan Kalıcızade Memiş Ağa, yeniçeri zabiti ve Trabzon mütesellim vekili Hasan Ağa, bilcümle ağalar ve ahalilere hitaben irâd ettiği buyrulduda, Faş kalesinin muhafazası ve tahkimi için görevlendirildiğini bildirmekte ve Ordu'dan bu buyrulduyu gönderdiği ve gerekli tertibatın alınmasını emretmekte idi.41 Yine 19 Temmuz 1811 (H. 27 C 1226) tarihli bir belgeye göre Süleyman Ağa; Canik, Trabzon, Gümüşhane ve Gönye'den toplanan ağa ye askerlerle birlikte hareket ettiğini ve Şatırzade Osman Ağa ile de müşaverede bulunacağını belirterek, Faş Kalesi'nin kurtarılmasına gayret sarf edileceğini duyurmaktadır.42

Ruslar'la savaşın sona ermesinden sonra imzalanan 1912 Bükreş Anlaşması'nda, Hazinedârzâde Süleyman Paşa, vezaret rütbesi ile Trabzon Vâlisi'dir. Rus sınır generalleriyle Paşa arasında yapılan görüşmeler sonunda 1813 yılında Sohum, Anafra, Kemhal kaleleri yerli halkıyla birlikte Osmanlı Devleti'ne iade edilmiştir.43

Bolaman Kalesi Üzerine Kurulu Konak 

Trabzon Paşası görevine getirilen (1811) Çarşambalı Süleymanzade Hazinedaroğlu tarafından XIX. yy.'ın başında yaptırılmıştır. Bir Bizans şapelinin çokgen apsiti, kalenin Doğu duvarından dışarı taşar. Kalenin üzerine kurulu ev, 1811'de Trabzon Paşası görevine getirilen Çarşambalı Süleymanzade Hazinedaroğlu tarafından on dokuzuncu yüzyılın başında yaptırılmıştır. Şapel on üç veya on dördüncü yüzyıllara tarihlenir, kale ise muhtemelen Bizans Dönemi'nin başlarından kalmadır.

3.3. Süleyman Ağa'nın Vezirlik Rütbesi İle Paşalığa Yükseltilmesi : Trabzon Vâliliği ve Bölgedeki Faaliyetleri
Trabzon Eyaleti, Caniklizadelerin hüküm sürdüğü dönemde genellikle bu sülaleden gelen paşalar tarafından yönetilmiş, kimi zaman da devletin bünyesinde görev yapan diğer paşalara ihsan edilmiştir. Meselâ Hazinedârzâde Süleyman Paşa'nın Trabzon Vâlisi olduğu 1811 yılının sonuna kadar Trabzon Eyaleti, birçok Osmanlı paşası tarafından idare edilmiştir. 1791'de Koca Yusuf Paşa, 1795'de Bicanzade Ali Paşa, 1798'de Yusuf Ziya Paşa, 1799'da affedilen Canikli Battal Hüseyin Paşa, 1801'de Canikli Mahmud Tayyar Paşa, 1805'de ikinci defa Yusuf Ziya Paşa, 1807'de Kaptan-ı Derya Hacı Salih Paşa, 1809'de Seyyid Osman, Ahıskalı Şerif Mehmet ve Halil İbrahim Paşalar, 1810'da Çarhacı Ali Paşa ve 1811'de Çavuşbaşı Ahmed Aziz Paşa bu görevde bulunmuştur.44 Aynı yılın sonlarında ise, Süleyman Paşa Trabzon Vâlisi olmuştur.
           
Bu süreç şöyle gerçekleşmiştir : Süleyman Ağa, devletten vezaret ile Trabzon Vâliliği umuyor ve bunu sağlayacak faaliyetler içinde bulunuyordu. Bu sebeple, devletle Ağa arasında çoğu defalar yazışmalar olmuş ve küskünlükler baş göstermiştir. Cevdet Paşa'nın aktardığına göre, Rikab-ı hümayunda kethüda olan ve Trabzon Vâliliğini bekleyen Morali Osman Efendi,45 13 Ocak 1810 (7 Zilhicce 1224) tarihinde İstanbul'a davet edilmiş ve Kaymakam Paşa ile görüşmüştür. Kaymakam Paşa, kendisine vaad edilen vezirlik mansıbı sisteminin değişmiş olması sebebiyle, Hazinedaroğlu'nun küskünlük gösterdiğini söylemiştir. Yine Kaymakam Paşa, Osman Efendi ile konuşmasında, Hazinedaroğlu'na Trabzon Vâliliği'nin tevcih edileceğini bildirmiştir. Osman Efendi bu duruma çok üzülmüş ve kendisinin hiçbir görev almayacağını bildirerek, görevinden istifa etmiştir. Kaymakam Paşa, bunun Padişahın iradesi olduğunu söyleyince, Osman Efendi, yaşlılığını ileri sürmüş ve çekip gitmiştir. Durum, Padişah II. Mahmud'a bildirildiğinde istifadan dolayı çok üzülen Sultan, Hatt-ı Hümayun çıkartarak Osman Efendiyi Limni adasına sürdü. Evvelce Çavuşbaşı olan Ahmed Aziz Efendi Bab-ı Ali'ye çağrılarak vezirlik rütbesiyle, 1811'de Trabzon Vâliliği'ne atandı. Sultan, bu görev değil de kendisine kethüdalık ya da defterdarlık verilseydi ihtiyarlığını gündeme getirmez kabul ederdi diyerek, Osman Efendi'ye kızgınlığını ifade etmiştir.46

Süleyman Ağa, 1809'da Canik muhassıllığını tekrar uhdesine aldıktan sonra kendisini ehil görerek aynı zamanda vezaret rütbesi ile Trabzon Eyaleti'nin idaresini istemektedir. Bu durum gerek merkezde idare erkânı ve gerekse bölgedeki ağalar arasında iyice bilinir olmuştur. Sadrazam Paşa, Süleyman Ağa'ya, Faş'ın kurtarılmasına gitmesi şartıyla vezirlik verilmesini istemektedir. Ancak merkezde yapılan müşaverede Süleyman Ağa'nın, eğer Faş'ı kurtarırsa ya da 15 bin askerle Kırım'a giderse, gemiye bindiği anda kendisine vezaret verileceğine karar verilir.47 Doğal olarak bu karardan, Ağa hoşnut olmamıştır.
           
İşte bu andan itibaren merkez ile Ağa arasındaki gerginliklerin dozu artar. Ancak Ağa, devletle yazışmalarını sürdürmeye devam eder. 16 Ağustos 1810 (H. 15 Recep 1225) tarihli bir belgeye göre, Süleyman Ağa, Kırım seferinden bir netice hasıl olmayacağını, bu sebepten buraya gönderilmekten affını dileyen bir yazıyı merkeze gönderir. Ağa, ya maiyyetinde bulunan asker ile Rumiline geçmek veya Kars veyahut da Faş muhafazasına tayin edilerek, devlete hizmet görmek istediğini, bu görevlerden birinin kendisine vezaretle verilmesini arzu ettiğini bildirmektedir.48
           
Sonuçta, 04 Mart 1812 (H. 19 Safer 1227) tarihli hatt-ı hümayuna göre, Trabzon Eyaleti, Canik muhassılı Süleyman Ağa'ya rütbe-i vezaretle tevcih edilmiştir. Aynı zamanda Paşa, Tiflis Kalesi'nin de zabtına memur edilmiştir. Sadrazam Ahmed Paşa'dan Kaymakam Paşa'ya yazılan atama emrini, Sultan II. Mahmud onaylamıştır.49
           
Süleyman Paşa, Trabzon Vâlisi olduktan sonra eyaletin iç işleriyle ve adalet meseleleriyle meşgul olmaya ve asayişi sağlamaya devam etmiştir. 24 Eylül 1815 (H. 19 Şevval 1230) tarihli Süleyman Paşa'nın, Trabzon Eyalet Divanı'ndan gönderdiği buyrulduya göre, Canik sancağı dahilindeki bazı kazalardaki asayiş ve tütün esamileri sorunlarına dikkat çekilmektedir. Buna göre; Terme, Akçay, Arım ve Ökse, Samsun, Kavak, Alaçam ve Bafra kazaları tütün esamilerinin Ordulu Hacı Kahramanzade Ahmed Ağa ile Çarşamba müftüsü Muhammed Efendi vasıtasıyla yeniden deftere kayd edileceği bildirilmektedir. Paşa, Hacı Kahramanzâde'ye hitap ederek, bazılarının, kendilerinin salyaneden muaf olduklarına dair tezkere elde etmiş olduklarını, ağvat ve bölükbaşı himayesinde bulunmuş olanların ise salyane vermemek için bir bahane uydurduklarını belirterek, salyaneleri genelde fakir - fukaranın verdiğini vurgulamaktadır.
           
Bu sebepten halkta takat kalmadığını ve perişan olduklarını yazan Paşa, görevlilerin kazalara gidip, "balada zikr olunan ve salyaneden kendünü kurtaran kimesneler her kimlere müte'allik olur ise olsun semt ve etraf gözetmeyerek ve bu babda hatıra ve gönüle bakılmayarak cümlesini tahrîr ve esami defterine kayd ve idhal olunub ve hanedanlık taslayub ve salyane vermemek içün kendüyü hanedan zümresine katmış olanları dahi kemâ-yenbaki tecessüs ve taharri" olunmasını emretmekte idi. Emir alındıktan sonra meşru daire içinde "azgın ve bermüdar o makule himayede bulunmuş ve tezkere ve ilhak ve hizmetkar tayin olunmuş ve handanlık taslamış kimesneleri bilcümle defter ve esami defterine dere ve tahrir" edilmesini emrediyordu.50
          
Haziran sonları 1815 (H. Evahir Cemâziyelâhir 1230) tarihli bir başka emr-i 'alî suretine göre, Süleyman Paşa ve adı geçen sancakların kadı ve naibleri, müftileri, zabıtan, âyan-ı vilayete hitap edilmektedir. Emre göre, bölgedeki fukara ve zuemanın mezalimden ve zulümden emin ve rahat olmalarına çaba gösterilmesi gerekmektedir. Hiç kimse gerektiğinden fazla olarak kesinlikle para ve mal talep etmeyecektir. Hakimler, harc-ı defter ve imza olarak kuruş başına bir pare alacaklar, devletin ve sancakların mühim işleri hususunda merkeze arz ve ilâmlarından başka hare almak ve tevzi defterlerine bir akçe katmayacaklardır. Yine bazı davalardan hakimlerin resmî adiden başka ücret taleb etmeleri, askerî ve gayri askerî mevtaların terekelerinden teçhiz ve tekfin işleri karara bağlandıktan sonra, terekeden ücret-i kassamiye, katibiyye ve huddamiyye olarak kararlaştırılan kassam ücreti, 1000 Kuruş'ta 25 Kuruş'tan (yani 1/40) başka bir ücret taleb edilmemesi, nafaka ve vasiyyet hüccetlerinden de hare alınmaması ve terekelerden hakim taraflarından meta ve eşya iştira edilmemesi, yine yetimlere intikal eden hane ve mallardan defter-i kasssama bedel namiyle hiçbir şey yazılmaması ve yetimlerin mallarının korunması emredilmekteydi.
          
Kanun üzere alınması gereken harçlar dışında, hakimlerin, Rumeli ve Anadolu sancaklarında fazla ücret talep ettiklerini, bundan vazgeçilmesi gerektiği de emredilmekte idi. Yine paşaya hitap edilerek, idaresindeki sancaklarda bu hususa riayet edilmesi gerektiği, emrin hilafına bir işin tutturulmaması, eğer emir mugayiri hareket eden olur ise, bunların da isim ve unvanlarıyla merkeze yazılması, bu konulara gerekli ihtimam ve dikkatin gösterilmesi emri verilmekte idi.51 Bu emri aldıktan sonra Süleyman Paşa, Canik muhassılı vekili oğlu Osman Bey'e aynı emri açıklayan bir buyruldu göndermiş ve hakimlerin davalardan ne kadar ücret talep edeceklerini etraflıca açıklayarak, konuya ihtimam gösterilmesi, fakir ve fukaranın rencide edilmemesini emretmiştir.52
           
Süleyman Paşa, yine 25 Temmuz 1815 (H.17 Şaban 1230) tarihli, Canik muhassılı vekili Osman Bey ve bilumum sancak görevlileri ve ileri gelenlerine bir buyruldu göndermiştir. Buyruldusunda, Faş Kalesi muhafazasında bulunmasından ötürü, Canik Sancağı bölgesi ile pek fazla ilgilenemediğinden, o bölgelerde emir ve fermanlara aykırı olmak üzere bazı kimselerin tevzi defterlerine kanunun hilafına çok fazla salyane saldıkları ve kendi dertlerine düştükleri, halkı rencide ettikleri ve perişaniyetlerine sebep oldukları, halkın fazla vergi ile üzülmemesi gerektiği konusunda tenbihlerini yinelemiştir. Süleyman Paşa, bu emri aldıktan sonra tevziat ve salyane söz konusu olduğunda, her bir kazanın hissesine düşen meblağdan başka, kendi nefisleri hesabına deftere hiçbir şey yazılmamasını emretmekte idi. Bu emirden sonra, yine külliyetli salyane salan olur ise, mürasele ile uyarılması, kanunlara aykırı harekete devam edilirse, zabit tarafından mübaşir tayin edilerek, şer'i-i şerife uyulmasının gerçekleştirilmesini istemekteydi.
          
Müslüman olsun zımmi taifesi olsun, kızlarını birine verecekleri zaman da zabitler tarafından müdahale edilmemesi, şer'-i şerife uygun olarak tezkere harcı alınması (bakireden 10 kuruş, seyyibeden 5 kuruş) gerektiğini vurgulamıştır. Diğer taraftan, kaza dahilindeki câmi ve mescidlerde görev yapan imam ve hatib ve sıbyan mektebi hocaları görev yapmazlar ise, ilâm olunub uygun olanlara tevcih edilmesi ve insanların Ezan-ı Muhammedi okunduğu zaman, cemaatle namaza iştirakleri, mekteblerde çocuklara Kur'an-ı Kerîm okumasının öğretilmesini de emretmekteydi. Emrine devam eden Paşa, bundan böyle "zerre mikdarı hilâf-ı halet vukû'a gelür ise... te'hire cevaz gösterilmeyerek... son pişmanlık fâ'ide etmeyeceği meczûmunuz oldukda ana göre amel ve hareket eylemeniz babında te'kîden ve tenb'ihen ve ifhâmen ve ikâzen işbu buyruldu-i adalet-i İslâmiyye divân-ı Trabzon ve Gönye ve merhale-i Batum'dan tahrîr ve isdâr ve gerektir ki ber-minvâî-i muharrer ber-mûceb buyrudu amel ve hareket ve hilafından gâyetü'l-gâye hazer ve mücanebet eyleyesiz"53 demektedir.

3.4. Hazinedârzâde Süleyman Paşa'nın Karadeniz Bölgesi'nde Huzuru Sağlaması ve Âyanlarla Mücadelesi : Tuzcuoğlu Memiş Ağa
XVIII. yüzyılın sonlarında ve XIX. yüzyılın hemen başlarında Canik (Samsun) bölgesinde Caniklizadeler ve özellikle Canikli Ali Paşa, oğulları Battal ve Mikdad Paşalar ile torunu Mahmud Tayyar Paşa'nın devlete karşı isyanları ve mücadeleleri bilinmektedir. Bu aile, özellikle Çapanoğullannın yardımları sayesinde etkisizleştirilmişlerdir. Yine Caniklizadeler'den sonra, Canik'ten Trabzon'a Tuzcuoğlu Memiş Ağa ile Hazinedârzâde Süleyman Paşa'nın hakimiyeti söz konusudur.
           
Hazinedârzâde Süleyman Paşa ile Tuzcuoğlu Memiş Ağa'nın54 birbirleriyle mücadeleleri ve kıskançlıkları bölgede âyanlar arası temel sorunlardan birini oluşturmuştur. Cevdet Paşa, Süleyman Paşa ile Memiş Ağa arasında bir borç meselesi yüzünden sorunların gerginleştiğini ve bu sebepten, Memiş Ağa'nın kendisine kin bağlayan Süleyman Paşa tarafından devlete âsi gösterildiğini nakletmektedir.55 Ancak yine Cevdet Paşa, Memiş Ağa'nın bölgede halka zulm yaptığını ve onları borçlandırıp, kendisine muhtaç ettiğini de aktarmaktadır.56
           
Hazinedârzâde Süleyman Paşa ile Memiş Ağa arasındaki sorunların temelini, aslında aralarındaki nüfuz mücadelesi oluşturmaktadır. Başlarda kapıcıbaşılık rütbesi ile aynı unvanda olan bu iki kişiden, Süleyman Ağa'nın vezaretle Trabzon Vâliliği'ne yükseltilmesi, sorunların ana kaynağını oluşturmuş olmalıdır. Eskiden rütbe bakımından aynı seviyede olan iki Ağa'dan biri diğerinin âmiri durumuna yükseltilince, bölgede asayiş ve hakimiyet sorunu, sonuçta da kıskançlık ortaya çıkmıştır.57 Bu aşamadan sonra, zaten devletin bölgesel anlamda en büyük görevlisi durumuna gelen Hazinedârzâde Süleyman Paşa, Sultan II. Mahmud'un Anadolu sancaklarını baskıcı ağa ve âyanlardan temizleme ameliyesinin, Karadeniz'deki sorumlusu olmuştur. Rize ve civarında Memiş Ağa'nın şekavetleri konusunu defalarca dile getiren ve Ağa'nın idamına hüküm isteyen Süleyman Paşa, bir süre sonra isteğine mazhar oldu. Sultan II. Mahmud "birkaç defadır vâli bu şekilde yazıyor. Eğer bir garaze mebni ise, günahı onun boynuna olsun. İdam ve izalesi içün emir yazılsın" diyerek Ağa'nın idamını onaylamıştır.58 Hazırlanan idam fermanı Hamâmizade Mehmet Emin Efendi ile Süleyman Paşa'ya gönderilmiştir.  
        
Ancak durumu haber alan Memiş Ağa, bölgedeki diğer ağaları da bünyesinde toplayarak isyan etmiş ve üç ay boyunca, 18 Ağustos 1816'dan itibaren Trabzon'da hüküm sürmüştür. Daha sonra Süleyman Paşa, durumun vahametini merkeze yazarak yardım istemiş, merkezden birkaç parça donanma gönderilmiştir. Memiş Ağa, yanında bulunan isyancı ağaları da gerekli görevlere atamış ve Trabzon'da devlet başkanı gibi hareket eder olmuştur. Trabzon kaymakamı Hasan Paşa'nın gayretleri sorunun çözümüne yetmeyince, Devlet, bu sorunun çözümünü ve bölgenin tamamen eşkıyadan temizlenme işini, bizzat Süleyman Paşa'ya havale ederek, hem merkezden yeni donanma ile desteklemiş, hem de sair sancaklardan asker tertibi ile kuvvetlendirilmesine çalışmıştır.
           
Sonuçta yapılan baskılar sonucu ağaların çoğu dağılmış, Memiş Ağa da, Rize'ye sığınmıştır. Burada tutunamayarak, Aralık 1816'da daha sarp olan Of'a kaçmıştır. Bu arada Rus sorunu tekrar gündeme gelmeye başladığından, Memiş Ağa ile anlaşma yolları arandı. Ancak bir sonuç elde edilemedi. Mayıs 1817'de yeniden başlayan mücadeleler sonunda, 26 Ekim 1817'de Memiş Ağa yakalanarak idam edildi.59 Bölgenin çoğu isyancı ağalardan temizlendi. Bölgenin hakimi, tamamen Hazinedârzâde Süleyman Paşa oldu. Ancak orada onun hakimiyeti de uzun sürmedi. Devlet, bölgede yeni karışıklıklara meydan vermemek için, Süleyman Paşa'yı da Trabzon Vâliliği ve Canik Muhassıllığı'ndan alarak; Alâiye Sancağı Mutasarrıflığı'na atadı. Bu atama ile Paşa da, bölgeden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır (Şubat 1818).60

3.5. Alâiyye Sancağı Mutasarrıflığı'na Atanması ve Ölümü
Süleyman Paşa, çektiri denilen on çifte kayıkla Moloz İskelesi'nden yola çıktı. Fakat nefes darlığı hastalığı vardı ve deniz yolculuğu bu rahatsızlığının daha da artmasına sebep oldu. Ünye'ye ulaştığında hastalığı şiddetlendi ve karaya çıkmak zorunda kaldı. Çarşamba'daki evine istirahata çekildi ve orada da vefat etti.61 Ölümünden sonra Süleyman Paşa'nın muhallefatının mirice zabtı için, Trabzon Vâlisi Muhammed Hüsrev Paşa'ya emirler gönderildi.62 Daha sonra da, Paşa'nın terekesi varisleri arasında paylaştırıldı.63

4. Sonuç
Bu çalışmada 18. yüzyılın sonlarından 19. yüzyıla Orta ve Doğu Karadeniz Bölgesi'nde idarecilik ve muhafızlık yapan Hazinedârzâde Süleyman Paşa'nın faaliyetleri üzerine bazı bilgiler verilmiştir. Paşa'nın görevleri, atamaları, vazifeleri esnasında bölgesindeki faaliyetleri, devletin verdiği görevleri ustaca yerine getirmesi vb. gibi konular işlenmeye çalışılmıştır. Süleyman Paşa'nın faaliyetlerini içeren özgün bir çalışmanın olmaması sebebiyle, başlanan bu çalışma ile bazı noktaların aydınlatılmasına gayret gösterilmiştir.
           
Bu anlamda, Karadenizli ağa kökenli paşaların, bölge tarihçiliğinde oynadığı rolün önemi, kendiliğinden ortaya çıkar. XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile 19. yüzyılın başları, Karadeniz bölgesinde âyanlık hareketlerinin arttığı ve bölgesel ağaların söz sahibi oldukları bir dönemdir. Bu açıdan bu dönemin aydınlanması, bölgesel iç dinamiklerin, devletin üzerinde oynadıkları nüfuz, bunların halledilme yöntemlerinin daha ayrıntılı bilinmesi, Karadeniz bölge tarihçiliğine yeni katkılar sağlayacaktır.
           
Sonuç olarak Süleyman Paşa, özellikle Canik Sancağı'nda olmak üzere Trabzon ve Kafkasya'da devletin verdiği önemli görevleri yerine getirmiştir. Kendisi bölge halkı tarafından sevilmektedir. Aynı zamanda gönderdiği buyruldulara bakılırsa, dindar bir kişidir. Diğer taraftan vakfiyyesi incelendiğinde görülecektir ki, Paşa birçok yerin gelirini vakıf olarak hayır işlerine adamıştır.
http://www.sams55.8m.com/kultur1.htm

           
KAYNAKÇA :
            1 Osmanlı toprak düzeni ve bu düzenin bozulması için bakınız, Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, istanbul 1985; Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi (XVIII. yüzyıldan Tanzimat'a Malî Tqrih), İstanbul 1986, s. 27 - 71.
            2 XVII. yüzyıldaki Celâli İsyanları'nın temelinde yatan en önemli saiklerden birisi de, belki, çeşitli iç ve dış faktörler sonucu Osmanlı mahallî uygulamalarının temelden sarsılması ve timar sisteminin bozulması idi. Âyanlığın oluşumunu kolaylaştıran şartlar için bakınız, Mustafa Akdağ, "Osmanlı Tarihinde Âyanlık Düzeni Devri, 1730 - 1839", AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, C.VIII - XII, Sayı : 14 - 23, Ankara 1975, s. 51-61; Aynı yazar, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Ankara 1973; Aynı yazar, Türkiye'nin İktisâdi ve İçtimaî Tarihi, II. Cilt, Ankara 1971; XVIII. yüzyıl için bkz. Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğu'nda Âyânhk, Ankara 1977.
            3 Musa Çadırcı, Tanzimat Dönemi Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Ankara 1991, 3.15.
            4 Tuncer Baykara, Anadolu'nun Tarihî Coğrafyasına Giriş I, Anadolu'nun İdarî Taksimatı,
Ankara 1988, s. 36; Trabzon Şer'iye Sicili, Defter No. : 1951, Varak No. : 41a, Belge No. : l
(Bundan sonra TŞS 1951, 4Ia/I şeklinde gösterilecektir.
            5 TŞS 1951, 4Ia/l.
            6 TŞS 1951, la/l; 3a/l; 3b/l; 2b/l.
            7 T, Baykara, aynı eser, 118. XVIII. yüzyılın ilk yarısında Trabzon Eyaletİ'nin idarî taksimatı konusunda bakınız, Orhan Kılıç, "XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon Eyaleti'nin İdarî Taksimatı ve Tevcihatı", Trabzon Tarihi Sempozyumu Bildirileri (6 - 8 Kasım 1988), Bildiriler, 2. Baskı, Trabzon 2000, s. 179 - 191. Buna göre Trabzon Eyaleti, 1701 - 1702 yılında Paşa Sancağı Trabzon - Batum ve Gönye ile birlikte iki, 1722 - 1730'da Paşa Sancağı Trabzon, Gönye, Batum ve Kal'a-i Soğucak olmak üzere dört, 1732 - 1740'da ise Paşa Sancağı Trabzon, Gönye ve Batum (Ocaklık) olmak üzere üç sancaktan müteşekkildi. 1701 - 1702 tarihinde Trabzon ile birlikte Batum, Paşa sancağını oluşturmakta idiler. O. Kılıç, aynı yer, 181.
            8 T. Baykara, aynı eser, 129. 1857 tarihi itibariyle Trabzon Eyaleti'nin sancakları ve kazaları için bakınız. Baykara, aynı eser, s. 249 - 251.
            9 TŞS 1951, 27a/1; 3b/1.
          10 TŞS 1951, 25a/2.
          11 Samsun Şer'iye Sicili, Defter No.; 1755, Belge No. : 85 - A/l (Bundan sonra SŞS 1755, 85-A/1 şeklinde gösterilecektir). Ayrıca bu Şer'iye Sicili'ndeki belgelerin ayrıntıları için bakınız, Mehmet Beşirli, XIX. Yüzyılın Başlarında Samsun Şehri (1755 Numaralı Şer'iye Sicili'ne Göre, M. 1785 - 1840), II CiIt, Samsun 1993, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Eğitimi Anabilim Dalı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
          12 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet Maliye, No. : 434 (Bundan sonra BOA, Cevdet Maliye,
434 seklinde gösterilecektir), Cevdet Dahiliye, 4749 ve TŞS 1951, 3b/l.
          13 Mahmut Goloğlu, Fetihten Kurtuluşa Kadar Trabzon Tarihi, Ankara 1975, s. 148-149.
          14 SŞS 1755. 45-B/5.
          15 SŞS 1755. 47-A/3.
          16 SŞS 1755. 68 - A/1 ve 68 - B/1.
          17 SŞS 1755. 46-A/4.
          18 SŞS 1755. 64-A/1.
          19 SŞS 1755. 67-B/1.
          20 Ahmel Cevdet Paşa. Tarih-i Cevdet. Cilt 5. İstanbul 1984. S. 2423 - 2424.
          21   1811 yılının başında Süleyman Ağa. Canik muhassılı. Karahisâr-ı Şarkî mutasarrıfı, Faş-seraskeri ve Trabzon mütesellimi idi. TŞS 1951. 27a/1.
          22 SŞC 1755, 41-A/1.
          23 Meselâ, 25 Temmuz I8I5 (H. 17 Şaban 1230) tarihli bir buyrulduya göre, Süleyman Ağa'nın oğlu Osman Ağa Canik Sancağı'nda nıuhassıl vekili idi. SŞC 1755. 104-A/1.
          24 Meselâ, 1810 tarihinde Hasan Ağa, Trabzon mütesellim vekili idi. TŞS 1951. 3a/2.
          25 BOA, Cevdet Maliye, No. : 434. Canik Sancağı ahali ve fukaralarının Sultan'a muhassıl tayini ve mütegallibeden korunmalarını içeren arzuhalleri.
          26 BOA, Cevdet Maliye, 434.
          27 BOA, Cevdet Dahiliye, 4749.
          28 SŞS 1755, 46-A/2.
          29 SŞS 1755, 46-A/3.
          30 SŞS 1755, 45-B/5.
          31 SŞS 1755, 46-A/4.
          32 SŞS 1755, 68-B/1.
          33 SŞS 1755, 67-B/1.
          34 Cemal Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Kafkasya Siyaseti. İstanbul 1979, S. 142.
          35 TŞS 195I, 42b/l. Bu belge 3 Mart 1810 (26 Muharrem 1225) tarihinde şer'iye siciline kaydedilmiştir.
          36 TŞS 1951, 41b/2.
          37 A. Cevdet Paşa, aynı eser, 5, 2400; C. Gökçe, aynı eser, 205.
          38 A. Cevdet, aynı eser, C, 2400.
          39 Aynı eser. C.5, 2401.
          40 Aynı eser. C.5, 2401.
          41 TŞS, 1951, 3a/1.
          42 BOA. HH, 41305.İ.
          43 BOA. HH, No. : 34665 - 50329 - 42056 aktaran C. Gökçe, aynı eser, s. 207.
          44 M. Goloğlu, aynı eser, s. 124 - 138.
          45 Rikab-ı hümayunda kethüda olan Osman Efendi, azledilip İstavroz'da ikamete mezbur edildi ve yerine kardeşi Yusuf Agah Efendi kethüda oldu. Daha sonra da affedildi ve Bab-ı Aliye gidip gelmesine müsaade edildi. A. Cevdet, aynı eser, 5, 2423.
          46 A. Cevdet, aynı eser. 5, 2423 - 2424.
          47 BOA. HH, 41514.
          48 BOA. HH, 41650. Hazinedârzâde Süleyman Ağa ile devlet arasında vezaret verilip verilmemesi konusunda birçok defalar yazışmalar olmuştur. Bu konuda hatt-ı hümayun tasnifinde birçok belge mevcuttur.
          49 BOA. HH, 23530.
          50 SŞS, 1755, 8I-A/1.
          51 SŞS, 1755, 102-A/1.
          52 SŞS, 1755, 102-B/1.
          53 SŞS, 1755, 104-A/1.
          54 Tuzcuoğlu Memiş Ağa, Hopa'da doğmuştur. Bu şehrin ileri gelenlerinden Hamdi Bey'in oğlu ve Erzurum Vâlisi Ahmed Paşa'nın yeğenidir. 26 Ekim 1817 tarihinde idam edildiğinde 100 yaşını geçmiş bir durumda idi. Rize ve Hopa dolaylarında güçlenmiş ve ün salmıştır. Ancak çoğu zaman devletin verdiği görevleri de yerine getirmiş, isyan edene kadar genelde bölgede pek sıkıntı yaşanmamıştır. 1809'da Faş Kalesi'nin kurtarılmasında Trabzon Vâlisi ve Anadolu sahili seraskeri Şerif Mehmed Paşa'nın yanında yararlık göstermiş, bunun üzerine 1810'da kendisine kapıcıbaşılık tevcih edilmiştir. Bir müddet de kendisi Faş Kalesi muhafızlığında bulunmuş ve Mart 1812'de kendisine Hazinedârzâde Süleyman Ağa'dan boşalan Gönye sancağının idaresi Batum kalesi muhafızlığı şartıyla verilmiştir. Memiş Ağa'nın bölgesel faaliyetleri için bakınız, M. Münir Aktepe, "Tuzcuoğulları İsyanı", İstanbul Üniv. Edebiyat Fak. Tarih Dergisi, İstanbul 1953, C. III, Sayı:5-6, s.21-32.
          55 A. Cevdet Paşa, aynı eser, 5, 2610.
          56 Aynı eser, C. 5, 2592.
          57 M. Aktepe, aynı makale, 23 - 24.
          58 Aynı makale, 25.
          59 Aynı makale, 26 - 33.
          60 SŞS, 1755, 106-B/1.
          61 M. Goloğlu, aynı eser, 148 - 149.
          62 SŞS, 1755, 106-B/I; 107-A/2.
          63 SŞS, 1755, 107-B/l; 110-A/1.

/Assis. Prof. Dr. Mehmet BEŞİRLİ
Gaziosmanpaşa Üniversitesi/Tokat
Fen - Edebiyat Fakültesi/Tarih Bölümü Öğretim Üyesi

ALINTI KAYNAĞI : M. Ufuk MİSTEPE – Aydınlık Ufuklar Sitesi / http://unyezile.com/hazinedar.htm 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder