Yolculuğumuzun birinci safhası bizi eskiden İris Nehri diye bilinen Yeşilırmak deltası üzerinden Samsun'un Doğu’suna götürüyor. 34 kilometrelik bir araba yolculuğundan sonra Çarşamba'da ırmağın üzerinden geçiyoruz.
Çarşamba'yı 21 kilometre kadar
geçince ulaştığımız deltanın Doğu ucunda küçük liman kasabası Terme var, Terme
Suyu diye bilinen nehrin ağzına kurulmuş. Kasabanın ve nehrin isimleri eski
isimlerinden türemiş: Terme'ye Themiskyra, Terme Suyu'na Thermodon denirmiş
eskiden.
Bütün yazarlar, Themiskyra ve Thermodon'un
üstündeki ovaların ve onların üstündeki dağların Amazonlara ait olduğundan söz
etmişlerdir. Amazonlar yılın on ayını çift sürmekle, tarım ve hayvancılıkla,
özellikle de at eğitmekle geçirirlerdi, ama en gözü kara olanları ava çıkar,
savaş idmanı yapardı. Sağ ellerini her işi yaparken, özellikle mızrak atarken
rahat kullanabilmeleri için sağ göğüsleri bebekken dağlanırdı. Ok, yay ve hafif
kalkanlar kullanırlar, vahşi hayvan postlarından miğfer, giysi ve kemer yaparlardı.
Terme'nin otuz kilometre ilerisinde, Ünye'ye
varmadan hemen önce, deniz kıyısındaki Aynikola Köyü çıkar karşımıza. Yerli
denizcilerin koruyucusu olan Aziz Nikolaos'tan almıştır adını koy, denizciler
karaya bir geçitle bağlanan bir adacık üzerine onun adına bir kilise
yapmışlardır.
Antik Oinoe şehrinin üzerine kurulu küçük bir liman
kasabası olan Ünye'ye geliyoruz. Eski Oinoe şehrinden geriye hiçbir şey
kalmamış ama kıyıda, körfezin en korunaklı yerinde, bir Ortaçağ kalesinin
harabesi var, muhtemelen Bizans İmparatoru I. Andronikos Komnenos (1183 - 85)
tahta çıkmadan önce yaptırılmış.
Ünlü bir Bizans kalesi olan tarihi Oinoe
Kalesi'nin, 560 no.lu Ünye - Niksar karayolunun beşinci kilometresindeki
Kaleköy'de bulunan Çaleoğlu Kalesi olduğu tespit edilmiştir. I. Andronikos
Komnenos 1183'te Konstantinopolis'te tahta çıkmadan önce kısa süreliğine bu
kaleyi tımar olarak elinde tuttu, imparator olduktan iki yıl sonra tahttan
indirilip öldürüldü, oğlu ve veliahtı David de aldığı korkunç yaralar sonucu kısa
sürede öldü.
David'in iki küçük oğlu Aleksios ve David
Konstantinopolis'ten kaçırıldı ve halaları Gürcistan Kraliçesi Tamar'ın yanında
korumaya alındı. 1204'te Konstantinopolis Latinler’in eline geçtiğinde Aleksios
ve David Komnenos ile Gürcü yandaşları Trabzon'u ele geçirdiler ve Pontos'la
Paphlagonia'da bağımsız bir krallık kurdular.
Böylece Trabzon İmparatorluğu doğdu, Aleksios ve
David Komnenos bu imparatorluğu ortaklaşa yönetiyorlardı, kurdukları hanedan
iki buçuk asır sürecek, Konstantinopolis'te tekrar kurulan Bizans
İmparatorluğu'ndan sekiz yıl daha uzun ömürlü olacaktı. David, Büyük Komnenos
diye bilinirdi, 1214'te öldükten sonra bu unvan kardeşine geçti, ondan sonra da
Trabzon'daki Komnenos hanedanının diğer imparatorlarına.
Latinler Konstantinopolis'i fethettikten sonra
Partitio Romaniae adında bir belge hazırladılar, bu belgede bölünen Bizans
İmparatorluğu'nun Venedikliler ve Dördüncü Haçlı Seferi şövalyeleri arasında
bölüştürülecek muhtelif parçalarının bir listesi vardı. Partitio Romaniae'dc
sözü edilen Bizans mülklerinin en Doğu'da olanı Oinoe'ydi ama bu liste
yapıldığı sırada Aleksios ve David Komnenos ile Gürcü birlikleri kasabayla,
kalesinin yönetimini ele geçirmiş, burayı da Trabzon İmparatorluğu'na
katmışlardı.
Çaleoğlu Kalesi aynı zamanda efsanevî Atmaca
Kalesi'dir, edebiyatta ilk olarak, Jean d'Arras'ın yazdığı on dördüncü yüzyıl
romansı Mélusine'de görülür. Mélusine, hem Kıbrıs'ı hem de Kilikia Ermeni
Krallığı'nı yöneten hanedandan Lusignan kontu Raimondin'in karısıydı. Efsaneye göre,
Mélusine'in kız kardeşi prenses Merlier, kıyamete kadar bu kalede mahpus
tutulmaya mahkûm edilmişti. Gardiyanı bir atmacaydı ama aynı zamanda kalenin
etrafında şövalyeler de nöbet tutuyordu. Şövalyelerin görevi atmacayı uyanık
tutmak ve yemeden, içmeden, uyumadan, sohbet etmeden üç gün boyunca kalenin
dışında beklemekti.
Ödül olarak mahpus prenses, 'maddî' olmak kaydıyla,
her dileklerini yerine getiriyordu ama ondan 'vücudunu ya da evlilikle veya
başka yollarla aşkını talep edemiyorlardı.' Uygunsuz isteklerde bulunan
şövalyelerin dokuz nesli bahtsızlıktan kurtulmuyordu. Bir Ermeni kralı nöbetini
tuttuktan sonra prensesi istemiş, ceza olarak da o ve torunları kendilerini
bitmeyen bir savaşın içinde bulmuşlardı.
(…)
Terme'nin 30 kilometre
Doğu'sunda, Ünye'ye varmadan önce Aynikola denilen birkaç evden meydana gelen
bir kıyı köyüne geldik. Burası adını, anakaraya dar bir yolla bağlı bir adacık
üstünde adına bir küçük kilisenin vakfedildiği yerel gemicilerin Pîr'i olan
AZİZ NİKOLA'dan almıştır.
/John FREELY
The Redhouse Guide to THE BLACK SEA COAST of TURKEY
Çalışmanın Tamamı: http://unyezile.com/freely.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder