29 Kasım 2006 Çarşamba

Samsun Dağlarında Bir Şâki; Hekimoğlu

Hekimoğlu Dediğin O da Vuruldu 
Cumhuriyet Meydanı Fatsa/ORDU    26 Nisan 1913

Ünlü Eşkıya Hekimoğlu İbrahim İle İlgili Yeni Bilgiler

Başbakanlık Osmanlı Arşivi belgelerine dayanarak en geniş araştırma Ayhan YÜKSEL tarafından yapılmış olup, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sayı 3 (İstanbul 2000), s. 103-114.) de yayınlanmıştır.

Hekimoğlu İbrahim, Fatsa'nın Yassıtaş Köyü'nden yoksul bir köylüdür. Hekimoğlu, 1900'lü yıllarda Gürcü Sefer Ağa'nın değirmeninde çalışmaktadır. Sefer Ağa'nın Fadime adında güzel ve narin bir kızı vardır. Bir gün Hekimoğlu, Fadime ile konuşurken Fadime'nin nişanlısı olarak bilinen Gürcü Beyi Seyyid Ağa'nın yeğeni Yusuf onları görür ve konuşmaya başka bir manâ vererek Hekimoğlu'nu Seyyid Ağa'ya ihbar eder. Seyyid Ağa'nın evine çağrılan Hekimoğlu, burada kendisini vurmak isleyen Yusuf'u öldürünce dağa çıkmak zorunda kalır. Seyyid Ağa ile arasındaki husumet daha sonra etnik bir kavgaya dönüşür. Uzun süre dağlarda dolaşan Hekimoğlu, nihayet müfrezeler ve Dadyan Arslan'ın takibinden kurtulamayarak öldürülür. Halk tarafından Hekimoğlu'na ölümü üzerine bir de türkü yakılır.
        
Hekimoğlu İbrahim, halk muhayyilesinde kahramanlık destanlarına, türkülere konu olmuş, "eşkıya" tiplemesine/tanımına Ordu - Fatsa yöresinden verilebilecek anlamlı bir örnektir.

Bugüne kadar Hekimoğlu hakkında yazılanlar bazen kulaktan dolma bilgilere, bazen de 1961 yılında Amerika'dan gönderildiği söylenilen bir fotoğrafa dayanmakta, daha da ilginç olarak kendisine yakılan türküden yola çıkılarak, hayalî bir Hekimoğlu ortaya konulmaktadır. Hekimoğlu'na ideolojik amaçlı değişik kimlikler verilmeye çalışılması ise pek çok halk kahramanı için söz konusu olan bir tavırdır1.

Bu incelemede Hekimoğlu İbrahim ile ilgili kısa biyografik bilgiler ele alınırken, ilk defa kullanılan Osmanlı arşiv belgelerinin konuya çok değişik boyutlar kazandıran bilgilerine yer verilmektedir. Hekimoğlu'nun dağa çıkma sebebi hakkındaki resmî makamların düşünceleri, kanlı bir mücadeleye dönüşen hâdiselerin devlet ve halk tarafından ne şekilde görüldüğü, onun Hıristiyan olduğuna dair yerel makamların iddiaları, af talebinin getirdiği gelişmeleri ile Hekimoğlu'nun öldürülmesini ayrıntılarıyla ve kesinleşen tarihiyle birlikte aktaran bilgileri bunlar arasındadır.

Hekimoğlu İbrahim, Fatsa'nın Yassıtaş Köyü'ndendi. Yassıtaş Köyü, yerli halkın yaşadığı bir Türk köyü idi. Bu ünlü eşkıya hakkında bir kitap yazmış olan Murat Sertoğlu'nun halk ağzından derlediği ve doğruluğu genel kabul gören bilgilerine göre Hekimoğlu İbrahim, Fatsa'da 1900'lü yıllarda 1293 (1876) Harbi muhacirlerinden Gürcü Sefer Ağa'nın değirmeninde çalışır.

Sefer Ağa'nın Fadime adında güzel ve narin bir kızı vardır. Bir gün Hekimoğlu ile Fadime konuşurken Fadime'nin nişanlısı olarak bilinen Gürcü beyi Seyyid Ağa'nın yeğeni Yusuf onları görür ve bu konuşmaya başka bir manâ vererek Hekimoğlu'nu Seyyid Ağa'ya ihbar eder. Bu konuyu görüşmek için Seyyid Ağa'nın evine çağrılan Hekimoğlu, burada kendisini vurmak için silâhına davranan Yusuf'u daha atik davranarak öldürür.

Yeğeni öldürülen Seyyid Ağa'nın ve muhacirlerin kendisinden intikam alacağını bilen Hekimoğlu soluğu dağda alır. Dağa çıktıktan   sonra  kendisine  yeğenleri  Büyük  ve   Küçük  Mehmet  ile çocukluk arkadaşı Gedik Halil katılır2.

Bir süre sonra Gürcü Seyyid Ağa ile Hekimoğlu'nun kan davası etnik bir kavgaya dönüştü. Ünye ahalisinden Müderris Yusuf ve on beş imzalı 2 Kanûn-ı Evvel 1324 (15 Aralık 1908) tarihli, Dahiliye Nezâreti'ne çekilen telgrafnâmede Hekimoğlu'nun şekaveti yüzünden Gürcüler'le Türkler arasında meydana gelebilecek bir kanlı çarpışma tehlikesinden bahsedilmekteydi3. Böylece Hekimoğlu, Gürcü muhacirlerin hasmı durumuna geldi, Gürcüler'e karşı Türkler'i kollayan ve koruyan bir kişi olarak tanındı4.

Hekimoğlu, kendisini ele geçirmeye çalışan muhacirlerden Tahmasoğlu Hulusi Ağa'yı da bir çatışma sırasında âdeta kendisiyle bütünleşen "aynalı martiniyle" tek kurşunla vurarak öldürünce daha da ünlendi.

 Seyyid Ağa'nın yeğenini öldüren Hekimoğlu'nun muhacirlerin baskısıyla jandarma ve gönüllüler tarafından takibine çıkıldı ve tenkiline çalışıldı. Ancak, Hekimoğlu kendisini ele geçirmeye çalışan kuvvetleri epeyce meşgul ederek kendisini yakalatmamayı uzun süre başardı. Yine genel kabul gören görüşlere göre bunun da sebebi Hekimoğlu'nun ırza, namusa çok düşkün, ahlâklı bir kimse olması, bir de kendisine yardım eden ve barınma imkânı veren Türk köylerinin bulunmasıydı5.            Belgelere göre "Senelerden beri Trabzon ve Sivas Vilâyetleri dâhilinde dolaşarak, hükûmeti ara sıra işgal ve ahâlîyi dûçâr-ı havf eden" ve bir türlü ele geçirilemeyen Hekimoğlu İbrahim, hükûmetten af talebinde bulundu.

Sivas Vâlisi Nâzım, Tokat Mutasarrıflığı'na atfen, bu konuda Dâhiliye Nezâreti'ne çektiği 5 Teşrîn-i Sânî 1325 (18 Kasım 1909) tarihli telgrafta Hekimoğlu'nun, Ünyeli bir şahıs aracılığıyla Niksar Kaymakamlığı ile Redîf Binbaşılığı'na bir "varaka" gönderdiğini ve vilâyet dahilinde bulunan kaza kaymakamlıklarından birine teslim olmak arzusunda olduğunu bildiriyor, "hukûk-ı şahsiyye" saklı kalmak isteğiyle birlikte, Hekimoğlu'na teminat verilerek af isteğinin kabulünün uygun olacağını belirtiyordu6.

Sivas Vilâyeti'nden alınan telgraf üzerine Dâhiliye Nezâreti'nden Sâdaret'e 9 Teşrîn-i Sânî 1325 (22 Kasım 1909) tarihli bir arz gönderilerek "şakî-i şehîr" yani meşhur eşkıya Hekimoğlu İbrahim'in af isteğinin kabulünün uygun olacağı bildirildi ve yapılacak işlem için talimat istenildi7.

1910 yılına gelindiğinde de Ordu, Fatsa ve Ünye kazalarında kargaşanın ve bir bakıma anarşinin en üst düzeyde olduğu anlaşılmaktadır. Muhacir Gürcüler'le, "ahâlî-yi kadîme" olarak nitelendirilen Türkler arasında kavga şiddetlenerek devam etmekteydi. Asayişsizliğin hüküm sürdüğü bu kazalardaki durumu bizzat takip ve alınacak tedbirleri yerinde tespit etmek için vâli bu yöreye gitmiştir.

 Yörede incelemede bulunan Trabzon Vâlisi Mustafa, yerinde tespit ettiği hususları Fatsa'dan çektiği 4 Kanûn-ı Sânî 1325 (17 Ocak 1910) tarihli bir telgrafla Dahiliye Nezâreti'ne rapor etti. Trabzon Vâlisi'ne göre, Ordu, Fatsa, Ünye ve Niksar kazalarında iskân edilen Kafkasya Gürcüleri, eski yurtlarındaki huylarını, yaşama tarzlarını, âdet ve an'anelerini aynen devam ettirmekte, adam öldürme, mal gasp etme, meskene tecavüz gibi suçlan burada da işlemekte; etrafa tecavüzleri gittikçe artmaktaydı.
Türkler'e karşı eskiden beri yaptıkları sataşmaların sona ermediği cinayet defterlerinin tetkikinden de anlaşılmaktaydı. Gürcüler'den cinayet işleyenler etnik duygularla komşu kazalara yerleşen Gürcüler tarafından da himaye görmekte, kendilerine yardım edilmekteydi. Bu nedenle, Ordu, Fatsa ve Niksar kazalarında tedbir olarak lüzumu halinde "Çeteler Kanûnu"nun uygulanması gerekmekteydi8.

Ancak, Trabzon Vâlisi'nin bu raporundaki isteği Dâhiliye Nezâreti'nin 7 Kanûn-ı Sânî 1325 (20 Ocak 1910) tarihli telgraf müsveddesine göre, "Çeteler Kanûnu"nun her vilâyette uygulanmasının memlekette asayişin olmadığı anlamına geleceği görüşü dile getirildi ve Ordu, Fatsa ve Niksar kazalarında da uygulanması talebi "mezkûr kanunun oraca tatbikini icâb edecek ihtîyâc-ı hakîkî mevcûd olmadığı" gerekçesiyle kabul görmedi9.

 Samsun ve Trabzon Vâlisi Mustafa imzalı, Dâhiliye Nezâreti'ne çekilen 8 Kanûn-ı Sânî 1325 (21 Ocak 1910) tarihli telgrafta, diğer eşkıyaların10 yanında yine söz konusu olan Hekimoğlu İbrahim'di ve Sivas Vilâyeti'ne bir yazı yazılarak müfrezelerin "meşâhir-i eşkıyadan" Hekimoğlu ve avenesinin takibine çıkarıldığı bildiriliyor. Fatsa'da Adliye Teşkilâtı'nın henüz tam anlamıyla teşekkül etmediği ve işlerin, yetkileri sınırlı hâkim ve müstantik elinde kalmış olması sebebiyle, Adliye Teşkilâtı'nın bir an evvel tam anlamıyla icraat yapar hale getirilmesi gerektiğine işaret ediliyordu11.

Hekimoğlu İbrahim'in af talebinin Sivas Vilâyeti idarecilerinin gündeminden hiç düşmediği anlaşılmaktadır. Sivas Vâlisi tarafından Dahiliye Nezâreti'ne çekilen ve Hekimoğlu'nun af isteğinin bildirildiği telgraftan yedi ay sonra Sivas Vâli Vekili Şûrâ-yi Devlet Riyâseti'ne 7 Mayıs 1326 (20 Mayıs 1910) tarihli bir mektup göndermiştir.

Burada Hekimoğlu'nun Gürcüler'le arasında meydana gelen soğukluk yüzünden dağlara çıkmış olduğu, bir takım Gürcü eşkıyasının sataşmasından rahatsız olan yerli ahali tarafından bu nedenle korunduğu ve takip müfrezelerine izinin gösterilmediği, bunun için de takiplerden bir netice alınamadığı belirtiliyor, af kabul edilmediği takdirde Hekimoğlu'nun Trabzon ve Sivas Vilâyetleri'ne bağlı köylerde dolaşacağı, peşinde dolaşan Gürcü eşkıyasının da köylerdeki ahaliyi huzursuz edeceği ve zarar vereceği belirtiliyor, "olunacak mu'amelenin emr u iş'ârı" bekleniyordu12.

Özellikle Niksar ve çevresinde dolaştığı ve asayişi ihlâl ettiği için Hekimoğlu'nun af edilmesi konusunda ısrarlı olan ve konunun takipçisi görünen Sivas Vilâyeti, Vâli Mehmed Emîn imzasıyla bu defa 24 Mayıs 1326 (6 Haziran 1910) tarihinde Dâhiliye Nezâreti'ne şifreli bir yazı gönderdi. Bu şifrede de yine Hekimoğlu'nun Gürcü eşkıyasının sataşmasından rahatsız olan yerli ahali tarafından korunduğu bildiriliyor, başkaları tarafından "icrâ-yi şeka­vet" edilerek yapılan kötülüklerin Hekimoğlu'nun üzerine atılacağına dikkat çekiliyor, bu yüzden de ahalinin bundan zarar göreceği belirtiliyordu.

Vâli Mehmed Emîn Tokat'taki incelemeleri sırasında bu bilgilere ulaşmış ve bunun önlenmesi için Hekimoğlu'nun "emniyet-i memleket ve ahâlî nâmına afat muvâfık-ı mizâc-ı maslahat" olacağını yazıyordu13. Ardından Dahiliye Nezâreti de Hekimoğlu'nun affı konusunu 27 Mayıs 1326 (9 Haziran 1910) tarihli arz ile Sadaret Makamı'ndan tekrar sormuştur14.

Nihayet, Hekimoğlu'nun affıyla ilgili olarak beklenen Şûrâ-yi Devlet kararı ortaya çıktı ve Şûrâ-yi Devlet Reîsi'nin imzasıyla, 2 Haziran 1326 (15 Haziran 1910) tarihinde Dâhiliye Nezâreti'ne bildirildi. Buna göre, karar için önce Mülkiye Dairesi'nde Sivas Vilâyeti'nden alınan tezkire müzakere edilmiş, tezkirede affa esas teşkil edecek izahat bulunmadığı hükmüne varılmış, daha da önemlisi affın kabulü halinde emsaline bir bakıma kötü örnek teşkil edeceği, "sû'-i sirayeti mûceb" gerekçesiyle Hekimoğlu İbrahim'in af talebi kabul edilmemişti15. Şûrâ-yi Devlet'in bu kararı, Dâhiliye Nezâreti'nden Sivas Vilâyeti'ne 5 Haziran 1326 (18 Haziran 1910) tarihli tahrirat müsveddesinde de belirtilmektedir16.

Hekimoğlu'nu takibe çıkanlardan birisi de Niksar Jandarma Bölük Kumandanlığı'nda görevli Hacı Nuri Çavuş'tu. Hacı Nuri Çavuş hakkında Hekimoğlu'nu takip için gittiği köylerde "devr-i istibdâdda" olduğu gibi halka zulüm ettiği, halktan içmek için içki istediği, ambarlan boşalttığı şeklinde şikayetler de yer almaktaydı. Halk, "eşkıyalardan zor ile, vicdansız me'mûrlardan resmen zulüm görmekle artık tahammülsüz hale geldik" demekteydiler17.

Ancak, Hacı Nuri Çavuş hakkındaki bu iddiayı hükûmet kabul etmemiştir. Olaya bu cepheden bakıldığında Hacı Nuri Çavuş ve maiyetindekiler kanun dışı bir harekette bulunmamakta idiler. Bir görüşe göre böyle bir dedikodu ve şikayet Hekimoğlu'nu korumak, takibi amacından saptırmak için metropolit vekili Hanyeri Papazı Yorgi Efendi'nin kandırmasıyla Kıllıgeriş Papazı Konstantin ve Dirama Efendiler tarafından çıkarılmaktaydı. Rum tebaasından köylüler bu yüzden metropolitin kışkırtmasıyla Hacı Nuri Çavuş'u şikayet eden dilekçeler vermekteydiler18.

Asıl önemlisi, Niksar kaymakamlığı tarafından Hekimoğlu hakkında çok önemli bir ithamda bulunulmuştu : Bu da Hekimoğlu'nun tenassur ettiği, yani din değiştirerek hıristiyan olduğu iddiasıdır. Bu ihbar, Niksar Kaymakamlığı'nın 9 Teşrîn-i Sânî 1327 (22 Kasım 1911) tarihli telgrafıyla hükûmet merkezine bildirilmiştir. Telgrafta Hekimoğlu'nun tenassur edip Hacı Nikola ismini aldığının takibe çıkan müfreze tarafından ele geçirilen evrakın tetkikinden anlaşıldığı bildirilmektedir.

Hekimoğlu'nun ailesinin Kıllıgeriş Köyü'nde muhafaza edildiği, eşyasının da köy papazının ve diğer hanelerden çıkarıldığı, Hekimoğlu'nun bir köylüden takas yoluyla aldığı bir atın da metropolit tarafından satın alındığına değinilmektedir. Yine telgrafa göre Hekimoğlu'nu ele vermemek için her türlü yalan ve iftiraya başvuran Kıllıgeriş Köyü'nde Hekimoğlu'nun beş nüfustan ibaret ailesi de ikamet etmektedir ve Hekimoğlu'nun bir hayli hayvan ve eşyası müfreze tarafından bulundukları evlerden çıkarılmıştır.

Hekimoğlu'nun din değiştirdiği iddiası hakkında bir yorum yapılamamakla birlikte Gürcüler'den ve hükûmet kuvvetlerinden saklanmak için bir Rum köyü olan Kıllıgeriş'te davranışlarını bu yönde ortaya koyduğu düşünülebilir.

Daha sonra Hekimoğlu'nun izini sürme işinde olay farklı bir boyuta taşınmıştır. Takipten bir netice alamayan hükûmetin, Hekimoğlu'nu ortadan kaldırmak için mahkûmlardan bir tetikçi bulduğu anlaşılmaktadır. Belgeye göre bulunan tetikçi şayet başarılı olursa, yani Hekimoğlu'nu öldürürse kamu hukuku dolayısıyla aldığı cezadan af edilecekti. Hekimoğlu'nun bu şartlar dahilinde ortadan kaldırılması için Trabzon Vâlisi Mehmed Ali imzasıyla Dahiliye Nezâreti'ne 28 Mart 1329 (10 Nisan 1913) tarihli şifreli bir telgraf çekildi. Bu telgrafta aynen şöyle denilmekteydi :

"Erbâb-ı cürm-i cinayetten olup Sivas, Trabzon, Samsun sancakları dahilinde pek çok efâl-i şekavet-kârane irtikâp eden ve senelerden beri ta'kîp edildiği halde der-dest edilemeyen Fatsah Hekimoğlu nâm şeririn izâle-i vücûdu içün adem-i mahsûs bulunmuş ise de husûl-i muvaffakiyyât halinde hukûk-ı umûmiyyeden afv edilmek üzere te'mîn edilmesi lâzım geleceği Jandarma Alay Kumandanhğı'ndan ifâde olunmağla icrâ-yi icâbı ile neticesinin emr ü iş'ârı ma'rûzdur"19.

Dahiliye Nezâreti, Trabzon vilayetinden aldığı bu şifreli telgraf üzerine 30 Mart 1329 (12 Nisan 1913)'da Adliye Nezareti'ne gizli ve acele kaydıyla yazı yazmış ve görüş istemiştir. Ancak, bu konuda ne tür cevap alındığı ve ne yapıldığı hakkında bir bilgiye sahip değiliz20.

Bu zamana kadar yayınlanan bütün çalışmalarda Hekimoğlu'nun 1910 yılında arkadaşı Alanlı Osman ile birlikte vurulduğu yazılmakta, kaynak olarak da o yıllarda Fatsa'da bulunan Yunanistanlı misyoner Jan tarafından çekilen ve Fatsa Belediyesi'ne gönderilen fotoğraf gösterilmekte ise de yayınladığımız belgeler Hekimoğlu'nun bu yıllarda yaşadığını açıkça göstermektedir.

Murat Sertoğlu'na göre Hekimoğlu, yeğenlerinin vurulduğu Korgan'ın Tepealan Köyü'nde arkadaşı Gedik Halil ile birlikte muhtarın ihbarı üzerine takip müfrezesi ve kendilerine katılan Gürcü Dadyan Arslan21 ve Tahmasoğlu Yusuf tarafından çıkan çatışmada öldürülmüştür22. Osmanlı arşiv belgeleri bu sayılan rivayetlerin doğru olmadığını, Hekimoğlu'nun asıl öldürülüş şeklini ve tarihini ortaya koymaktadır.

İlk kez burada yayımlanan, Canik Mutasarrıfı Necmî imzasıyla Dahiliye Nezareti'ne çekilmiş 14 Nisan 1329 (27 Nisan 1913) tarihli telgrafa göre, Hekimoğlu 13 Nisan 1329 (26 Nisan 1913) gecesi sekiz saat süren bir çarpışma sonunda kendi köyü olan Yassıtaş'ta vurularak öldürülmüştür. Canik mutasarrıfı Necmî, Hekimoğlu'nun ölü olarak ele geçirilişini şöyle bildirmektedir :

"Niksar, Fatsa, Ordu kazaları dâhilinde icrâ-yi şekâvet-i vahşiyyât ederek bu havali sekenesini bizar eden ve iki seneden beri Tokad ve Fatsa müfrezeleri tarafından ta'kîp edilmekte bulunan şakî Hekimoğlu nâm şeririn üç gün evvel hanesine gelerek ihtîfâ eylemekte olduğu haber alınmasıyla kuvve-i ta'kîbiyye tarafından abluka edilerek gece sekiz saat devam eden müsademede şakî'-i merkum ile avenesinden bîrinin maktûlen der-dest edildiği ve diğer rüfâkasmın da şiddetle ta'kîp edilmekte bulunduğu Fatsa Kaim-makamhğından iş'âr olmağla berâ-yi ma'lûmat ma'rûzdur"23.

Belgede Hekimoğlu'nun yanında ölü olarak ele geçenin Alanlı Osman mı, ya da Gedik Halil mi olduğuna dair bilgi bulunmamaktadır. Fakat, Hekimoğlu'nun tenkilinde bulunanların Jandarma Süvari Müfreze Kumandanı Şâkir Onbaşı ile dokuz nefer olduğu yazılıdır. Üç ayı aşkın bir zamandan beri müfrezeye kılavuzluk ederek Hekimoğlu'nun ele geçirilmesinde hizmetleri görülenler ise Fatsa'nın Saca24 Köyü'nden Keşişoğulları'ndan Todor ve Yorika isimli iki şahıstır. Canik mutasarrıflığı, Fatsa Kaymakamlığı'nın teklifi üzerine Hekimoğlu'nu ölü ele geçiren Şâkir Onbaşı ve dokuz nefer ile kılavuzluk yapan Todor ve Yorika'nın münasip bir miktar para ile taltifini Dahiliye Nezâreti'nden talep etmiştir25.

Uzun yıllar Fatsa, Ordu, Tokat, Niksar, Samsun dağlarında hüküm süren, halk arasında mertliği, yiğitliği ve yardımseverliğiyle şöhret yapan, yöre halkı "ahâlî-yi kadîme" tarafından sevilen Hekimoğlu'nun vurularak öldürülmesi üzerine bir türkü yakılmış ve yakılan türkü dilden dile söylenerek bugüne kadar gelmiş ve radyo repertuarına da girmiştir26.

Hekimoğlu  Türküsü
Hekimoğlu dediğin bir küçük uşak
Bir o yandan bir bu yana sırmalı fişek
Hekimoğlu'nun anası o kanlı karı
Eridi kalmadı dağların karı

Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım kendi nefsime
Bohça ağaç dibinde kaymak yedin mi
Hulûsi'yi vuran Hekimoğlu odur dedin mi

Gelme Hulûsi gelme vururum seni
Al kanlar içinde koyarım seni
Evlerinin önü arpa sergisi
Hekimoğlu İbrahim ayva sarısı

Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu İbrahim aslan yürekli
Konaklar yaptırdım döşedemedim
Dadyan Arslan ile baş edemedim

Aynalı martinimiz Gürcü seçmesin
Muhacir milleti burdan geçmesin
Ünye Fatsa arası Ordu kuruldu
Hekimoğlu İbrahim o da vuruldu.


/Ayhan YÜKSEL

KAYNAKÇA :
1) Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında bir tür halk kahramanı sayılan eşkıyalıklarıyla şöhret yapan isimlere bazı yazarlar tarafından devrimci bir kimlik verilerek işlendikleri görülür. Bu eserler içinde en ünlüsü Yaşar Kemal'in İnce Memet romanıdır. Kemal Tahir ise bu anlayışa karşı çıkarak eşkıyanın hırsızdan ayrılmasının, hele ona devrimci bir tavır verilmesinin doğru olmadığını savunmuştur. Bu görüşle yazdığı Rahmet Yolları Kesti isimli eseri bu açıdan tartışmalara sebep olmuştur. Bk. "Eşkıya ve Eşkıyalık", Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (=TDEA), III, 113; Bu bakış açısı Hekimoğlu için de söz konusudur. Hekimoğlu, ağadan toprak istemiş, ağa bunu reddedince aralarında bir kavga başlamış, Hekimoğlu ağayı "kazma küpüsü" ile, yani kazma sapı ile dövmüş ve sonra da dağa çıkmıştır. Bk. Salih Turhan-Kubilay Dökmetaş-Levent Çelik, Notalanyla Türkülerimiz ve Hikayeleri, Ankara 1966, s. 145-146; Ayrıca bk. "Hekimoğlu Derler Benîm Aslıma", Kafkasya Yazıları, sayı: 6 (İlkbahar 1999), s. 61-63.

2) Hekimoğlu'nun hayatıyla ilgili kısa bilgiler Murat Sertoğlu'nun " Kahramanlar Kahramanı Hekimoğlu, İstanbul 1983" kitabından özetlenmiştir; Mehmet Bayrak ise Hekimoğlu hakkında ayrıca şu bilgilere yer vermekledir: Yörede sözü geçen bir Gürcü beyi vardır. Bu Gürcü beyi Ayşe adında güzel ve narin bir kızla sözlüdür. Kız, Gürcü beyini sevmemiş, Hckîmoğlu'na gönül vermiştir. Bunu duyan bey Hekimoğlu'na düşman olmuş ve Hekimoğlu'nu hesaplaşmaya çağırmıştır. Buluşma yerinde Hekimoğlu ile beyin adamları arasında çıkan çatışmadan Hekimoğlu çemberi yararak kurtulmuş, sonunda da Mehmet adlı iki amca oğlunu yanına alarak dağa çıkmıştır. Çıkış o çıkıştır ve Hekimoğlu artık dağlardadır. (Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri, Ankara 19S5, s. 173-175)

3) BOA, Dahiliye Nezâreti-İdare (=DH. İD), nr. 124-3/13, lef. 2. Telgrafta imzası bulunan diğer şahıslar şunlardı: Çavuldur Kadı-zâde Hakkı, Karaman Ağa-zâde Rahmi, Mahir Efendi-zâde Halid, FeyzulJah Efendi-zâde Rüşdi, Gazi-zâde Şükrü, Hazincdâr-zâde Âsaf, Kadı-zâde Sırrı, Celâl Efendi-zâde Haşim, Müfti-zâdc Remzi, Sogomoparyan, Kaklidisi, Lcftcryaris, Ohosinoryan, Hacı Hasan-zâdc İbrahim, Uzun Hacı-zâde Osman.
4) BOA, Dahiliye Nezâreti- Mütcnevvia ( = DH. MTV), nr. 55/48, lef. 4.
5) Eşkıya, genellikle sarp dağlarda yuvalanırdı. Bu durumda belli bir gücün desteğine ihtiyaç duyulurdu. Zira, yiyecek temini, haber alma, lojistik destek gibi uzun süreli faaliyetleri için bu gerekliydi. Kendilerine bazen köylüler, bazen de bulundukları yörenin zengin ağası yardımcı olur ve bunlar "yatak" adıyla anılırdı. Yatağı olmayan eşkıyanın uzun müddet barınması mümkün değildi. Ehl-i örfün halkı ezdiğini gören eşkıya zulmünü daha arttırırdı. İki ateş arasında kalan köylü tehlikenin daha çok geldiği eşkıya tarafına meylederdi. Böylece birçok eşkıya grubu taşrada köy ağalan, şehirlerde ise zabit ve idarecilerle iş birliği içine girerdi. Halk eşkıyaya para, yiyecek ve barınak vermek zorunda kalırdı. Osmanlı döneminde eşkıyaya yardım ve yataklık yapan halk "nezir akçesi"ne bağlanarak para cezasına çarptırılabilirdi. Ek. Mücteba İlgürel, "Osmanlılar'da Eşkıyalık Hareketleri", Diyanet İslâm Ansiklopedisi (=DİA), XI, 467-468.
6) BOA, Dahiliye Nczâreti-Muhâberât-ı Umûmiye İdaresi (~DH. MUİ), nr. 36-2/29, lef. 3.
7) BOA, DH. MÜİ. nr. 36-2/29, lef. 4.
8) BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/3, lef. 2.
9) BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/3, lef. 1.
10) 1910'lu yıllarda Fatsa'da yakalanan eşkıyalar arasında Balak Mehmed, kayınbiraderi İbrahim, Karakaşoğlu Ahmed, Pelidoğlu Salih'in isimleri geçmektedir. (BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/11, lef. 2).
11) BOA, DH. MUİ. nr. 17-4/11, lef. 3.
12) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 11.
13) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 8.
14) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 7.
15) BOA, DH. MUI. nr. 36-2/29, lef. 12. Kararda "...istîmâmn adem-i kabulü halinde Sivas ve Trabzon vilayetlerine merbut karyelerde dolaşacağı cihetle merkûm ile pîşinde bulunan Gürel eşkıyasının ahâlîyi ızrar ve hükümeti işgal edeceği gösterilmiş ise de merkumun kabûl-i istîmâm emsaline sû'-i sirayeti mûceb olacağı melhuz bulunmuş olduğundan vesâit-i hükümetin sûret-i müessirede tatbik ve ifasıyla emr-i istîsâli zımnında valî-i lahika tebligat icrası hususunun savb-ı âlîlerine iş'ân ifâde kılınmış ve evrâk-ı mezkûre leffen irsal kılınmış olmağla ifâ-yî muktezâsma himem-i aliyye-i nezâret-penâhîleri masruf buyrulmak babında emr ü ferman hâzret-i men lehü'l-emrindir" denilmektedir.
16) BOA, DH. MUİ. nr. 36-2/29, lef. 10.
17) BOA, DH. MTV. nr. 22-1/55, lef. 4.
18) BOA, DH. MTV. nr. 22-1/51, lef. 5.
19) BOA, DH.H. nr. 68/21, lef. 2.
20) BOA, DH.H. nr. 68/21, lef. 1.
21) Trabzon Vâlisi Mustafa imzalı 6 Nisan 1325 (19 Nisan 1909) tarihli, Dahiliye Nezareti'ne çekilen telgrafta Dadyan Arslan "âsâyiş-i mahalliyeyi ihlâl edenlerden" biri olarak gösterilmektedir. (BOA, DH.MUİ. nr. 17-4/11, lef. 4).
22) M. Sertoğlu, aym eser, s. 142; M. Bayrak, kaynak göstermeden Hekimoğlu'nun amca oğlunun öldürüldüğü Çitlice Köyü'nde vurulduğunu yazıyor. Bayrak'a göre Hekimoğlu Çitlice Köyü'nde muhtarın evine gidiyor. Muhtar, Hekimoğlu'ndan yana görünüyor ise de gerçekte beyin adamıdır ve onunla işbirliği içindedir. Nitekim, adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunuyor ve Hekimoğlu muhtarın oyunu yüzünden jandarmalar tarafından kıstırılıyor. Büyük bir çatışma çıkıyor ve Hekimoğlu bir rivayete göre çemberi yarıyorsa da fazla uzaklaşamadan aldığı yaralar yüzünden ölüyor. Bir başka rivayete göre ise Hekimoğlu, Ordu'ya kadar gelebiliyorsa da karnından aldığı yaralar yüzünden burada ölüyor. Türküde Çitlice muhtarından "Çitlice muhtarı puşttur pezevenk/Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek" diye söz edilmektedir (M. Bayrak, aynı eser, s. 174).
23) BOA, D//. MTV, m. 55/48, lef. 2.
24) Metinde Saca olarak geçen bu köy bugün de varolan Sayaca köyü olmalıdır. (BOA, DH. MTV, nr. 55/48, lef. 5).
25) BOA, DH. MTV. nr. 55/48, lef. 1,3, 4, 5.
26) Ümit Tokcan'ın Kadir İnanır'dan derlediği Hekimoğlu Türküsü'nü, Tuncer İnan notaya almıştır. (TRT Repertuar no. 110).



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder