23 Kasım 2006 Perşembe

Samsun'da Bitki Adlarının Kullanıldığı Yerler

Yüzyıllardır tabiatla iç içe yaşayan Türkler, tabiatın bir parçası olan bitkilerden çeşitli şekillerde yararlanırken onları duygu, düşünce ve inanışlarının sembolü olarak da görmüşlerdir. Biz bu çalışmamızda bitkilerin düşünce dünyamız ve yaşayış tarzımızdaki yerini bir ölçüde de olsa belirlemeye çalıştık.


1. ADLANDIRMALARDA BİTKİLER

a) Bitkilerin Adlandırılması
Bitkiler, şüphesiz rastgele adlandırılmamışlardır. Türkler, duygu ve düşünce dünyalarında ve sosyal hayatlarında önemli bir yer tutan bitkilere ad verirken, onların çeşitli özelliklerini dikkate almışlar ve isimlendirmeyi buna göre yapmışlardır. Biz bütün bitkileri buraya alamayacağımız için bu konuda birkaç örnekle yetineceğiz.

Kayın (kadın) ağacı, kadının babasının evinden, kocasının evine getirdiği ağaçtır. Bu ağaç koca evinde kök salar. Çocuk veya çocuklar olduktan sonra da kök daha derinlere iner. Onu söküp atmak mümkün değildir. Bugün kullandığımız kayın, kayınbaba, kaynana (kayınana) ifadeleri buradan gelir. Kadın (kayın) ağacı da adını kadın tarafından getirilmesinden alır. Birçok parçanın kabuklar tarafından iyice sarılarak tek bir baş gibi görünmesi, halkın bu bitkiyi sarımsak diye adlandırmasına sebep olmuştur. Sarımsak birçok dişin birbirine sıkıca sarılarak tek vücut olduğu bitkidir.

Divanü Lugat'it-Türk'te şeftali "tülüg" veya "tülüg erük"; kayısı ve zerdali ise "sarıg" veya "sarıg erük" olarak belirtilir. Görüyoruz ki şeftalinin tüyü; kayısı ve zerdalinin rengi, bunların halk tarafından adlandırılmasında rol oynamıştır.

Tutunduğu nesneye iyice sarılan, onun her tarafından saran bitkiye de bu özelliğinden dolayı sarmaşık denmiştir. Bitkilerin görünüşlerine göre adlandırılmasına devetabanı ve balıkağzı örnekleri verilebilir. Biberin "ısıg ot" veya "acı ot" diye adlandırılmasını, yendiğinde ağzı yakmasına ve vücudu ısıtmasına bağlayabiliriz.

Toplumumuzda gelin-kaynana çatışması hep var olmuştur. Bu çatışma, kaktüsün halk tarafından adlandırılmasıyla da dile getirilmiştir: Yassı türü kaynana dili, yuvarlak türü ise kaynana yumruğu. Kaktüsün dikenlerinin nasıl battığı hepimizin mâlûmu.

b) Yerleşim Birimlerinin Adlandırılmasında Bitkiler
Bu bölümde il ve ilçe adlarının bitkilerle ilgili olanlarını belirledik. Çalışmamızda  T.C. Başbakanlık İstatistik Enstitüsü'nün "1990 Genel Nüfus Sayımı İdarî Bölünüş" adlı yayınını esas aldık.
(…)
Acıpayam (Denizli), Afyon, Ağaçören (Aksaray), Alaçam (Samsun), Arpaçay (Kars), Ayvacık (Çanakkale), Ayvacık (Samsun), Beyağaç (Denizli), Çamardı (Niğde), Çameli (Denizli)
(…)
c) Şahıs Adlarında Bitkiler
Çiçekler, güzellik ve zarafet timsalidirler. Onların bu özellikleri, isimlerinin bayan adı olarak da kullanılmasına sebep olmuştur: Açelya, Çiçek, Çiğdem, Gül , Gülay, Gülderen, Gülenda, Gülören, Gülsen, Gülser, Gülseren,Gülşah, Gülşen, Gülten, Lâle, Manolya, Menekşe, Nergis, Nilüfer, Orkide, Yazgülü; çiçek isimlerinden alınmış şahıs adlarıdır. Bunlar yanında Yaprak, Fidan, Selvi, Almıla, Kiraz gibi isimler de yine bitkilerden alınmıştır. Şecere-i Terâkime'de Oğuz Kağan'ın, çürük bir ağaç kovuğunda doğan bir çocuğa, içi boş ağaç anlamına gelen Kıpçak adını verdiği ve Kıpçak boyunun buradan geldiği belirtilir (Han, ... 31).

2. YARGI VE DÜŞÜNCE KALIPLARINDA BİTKİLER
Bitkiler, tecrübelerin en kısa şekilde ifade edilmesinde ve çeşitli durumların değerlendirilmesinde de önemli bir yer alır. Türkler, yaptıkları iyilik karşısında herhangi bir menfaat beklemezler. Bundan menfaat umanlar, karşılık bekleyenler ise "Bir zeytin verir ağzına, bir tulum tutar altına" sözüyle yerilmiştir.

İnsana iyi davranış ve güzel ahlâkın küçük yaşta kazandırılması gerektiği "Kuru ağaç eğilmez, kuru kiriş döğülmez" (Atalay,1985 : I.C.198) sözüyle ifade edilir. Başka bir atasözümüzde ise, büyüklerin hatasının ondan sonraki nesilleri de etkileyeceği, bize yüzyıllar öncesinden bildirilmiştir; "Babası ekşi elma yese oğlunun dişi kamaşır" (Atalay, 1985: II.C.311).

İyilik ve nimetlerden hak edenin yanında hak etmeyenlerin de faydalanabileceği şu atasözü ile ifade edilmiştir. "Buğday yanında karamuk da sulanır" (Atalay, 1985 III C. 240). Atalarımız, işi ehline bırakmamızı, kimin neyi iyi yapıp neye zarar vereceğini iyi bilmemizi tavsiye etmektedir: "Harman dövmek çayır kuşunun işi değil." "Ağılda oğlak doğduğu zaman, yiyeceği ot da arıkta bitip çıkar." sözü bize, Allah'ın, herkesin nasibini vereceğini bildirir.

Düşüncelerini sembollerle gayet ince bir şekilde dile getiren halk, sır tutmayı beceremeyenler için "ağzında bakla ıslanmamak" deyimini kullanır.Toplumda sevilmeyen, iyi bir yeri olmayan anne ve babanın sevilen, takdir edilen çocuklarına karşı duyulan sevgi "Anan turp, baban şalgam, sen içinde gülbeşeker" deyimiyle ifade edilir. Hayatta hiç bir şeyin zahmetsiz kazanılmayacağı "Armudun sapı var üzümün çöpü" deyimiyle anlatılır. Bitkiler, deyimlerimizde ölçü birimi olarak da kullanılmıştır: "Arpa boyu kadar gitmek".
(…)

3. Halk Hekimliğinde Bitkiler
Divanü Lugat'it-Türk'te ot, ilaç; otacı da hekim olarak tanımlanır. Bu da bize halkın çeşitli hastalık ve rahatsızlıklarda bitkilerden deva ummasının sebebini açıklamaktadır. Halk, yüzyıllar öncesinin tecrübesinden hâlâ faydalanmaktadır. Ayrıca "otlar, iyi kötü çatışmasında, daima iyinin yanında yer alan, insanları kötü varlığın fenalığından koruyan varlıklardır. "Andız olsa at ölmez." (Atalay, 1985: I.C.115) ve "Eğir olsa insan ölmez."" (Atalay, 1985: I.C. 54) sözlerinden de hastalıklar karşısında bitkilerin gücüne ne kadar güvenildiği anlaşılmaktadır.

Halk hekimliğinde sarımsak adeta bütün dertlerin devasıdır. Göz ve cilt hastalıklarında, böcek sokmalarında, yaralarda, solunum sistemi hastalıklarında; verem hastalığında, zehirlenmelerde, mide ve bağırsak hastalıklarında, bağırsak parazitlerinde, hemoroitte, sarılıkta, kuvvet ve iştah için, tansiyon düşürmede, damar sertliğinde, sinir ve idrar yolları hastalıklarında, hamile kalmak, çocuk ve eş düşürmek için, şeker hastalığında, vebada, güneş çarpması ve kurbağacıkta ve çeşitli ağrılarda değişik şekillerde kullanılır (Kültür Bakanlığı, 1988: 17-28).

Mut, Gülnar ve Ermenek yöresinde de azak eğiri rizomu (toprak altında silindir şeklinde bulunan etlenmiş gövde) süt çocuklarının gaz sancılarına karşı, itburnu meyvası hemoroit; ebegümeci yaprağı kan çıbanı tedavisinde, maydanoz nefes darlığında; acı yavşan karın ağrılarına, reçine mide hastalıklarına, tere tohumu baş ağrılarına karşı; papatya ise ateş düşürücü olarak kullanılır (Kültür Bakanlığı, 1988: 40-41).

Toroslardaki Türkmen aşiretleri tarafından cin ve periye tutulanlara ise  üzerlik urasası tatbik edilir.

Anadolu'nun çeşitli yörelerinde, azak eğeri ve Trabzon kekiği mide rahatsızlıklarında, babadeşen ve binbirdelikotu yara iyileştirmede, gılaburu mide hastalıkları ve böbrek taşı düşürmekte, çit sarımsağı, ebegümeci ve lâhana iltihap akıtmada, eşekhıyarı romatizmada, servi, sütleğen, çilek ve bamya kan şekeri düşürücüsü olarak, iğde, üvez, ayrıkotu ve karabaşotu böbrek taşı düşürmede, mısır idrar arttırıcı ve böbrektaşı düşürücüsü olarak, nane ve yarpuz mide bulantılarında adaçayı soğuk algınlığında, dağ çayı kalp hastalıkları ve nefes darlığında,  defne egzama için, ökse otu koroner yetmezliğinde, hatmi soğuk algınlığı ve boğaz ağrıları için, haşhaşın taze meyvası keyif verici olarak, yara otu yara iyileştirmede, kan dindirmede, ve çıban iltihabını akıtmada, belge hever yara iyileştirici ve direnç arttırıcı olarak, kiraz ishale karşı, böğürtlen kan dindirici olarak, banotu sersemletme ve diş ağrısı tedavisinde, ıhlamur yatıştırıcı ve balgam söktürücü olarak, büyük ısırganotu idrar yolları enfeksiyonu ve basur tedavisinde kullanılır (Kültür Bakanlığı, 1988: 89).

Ege bölgesinde de ağrı kesici olarak haşhaş, baldıran otu, afyon, soğan veya sarımsak suyu, at kestanesi tohumu, hardal tohumu; ateş düşürmede gül, soğan, koruk suyu ve kuru papatya; bağırsak parazitlerine karşı kabak çekirdeği, sarımsak, pelinotu, defne yaprağı ve tere tohumu; hemoroid tedavisinde bamya çiçeği, afyon, kenger tohumları; böbrek ve boşaltım organları için bakla çiçeği, şevketi bostan kökü ve siyah turp; cilt hastalıklarının tedavisinde patates, mor sümbülün soğanı, yeşil mercimek, ardıç katranı ve sarımsak; dolaşım sistemi rahatsızlıklarında dağ menekşesi çiçeği, zeytin yaprağı; göz hastalıkları için asma dalı, boru çiçeği, jinekolojide  böğürtlen kökü, havuç tohumu, çiğ kahve, pelinotu, limon; kanserde ısırganotu ve üzerlik tohumu; kırık çıkık ve burkulmalarda incir, karabaldıran yaprağı ve zeytin; sindirim sistemi rahatsızlıklarında taze kantaron, patates kabuğu, kudretnarı tohumları, sedefotu yaprağı, incir, taze susam kökü ve yaprağı, nar çiçeği, kına ve lâhana yaprağı; solunum sistemi hastalıklarında boru çiçeği, siyah turp, ökaliptüs, meyan kökü, incir, elma, günlük, kekik, keten tohumu; sinüzit için sarımsak ve acı düğlek ve sakinleştirici olarak da ıhlamur kullanılır (Kültür Bakanlığı, 1988: 211).

4. GELENEKLERİMİZDE BİTKİLER
Dua etmek sosyal hayatımızda bir adettir. Dede Korkut, Han için dua ederken "Kölgelüce kaba ağacun kesilmesün" der (Ergin, 1989: 94).

Sosyal hayatta düzen sağlayan önemli bir adet de başaklamadır.  Başaklama, ekin biçildikten sonra tarlada kalan başakların fakirler tarafından toplanması olmakla birlikte bu tâbir, bütün tarım ürünleri için geçerlidir ve dayanışmanın en güzel örneklerinden biri olarak devam etmektedir.

Gelin yeni evine girerken dut yaprağı içine konan bal ve yağı kapıya yapıştırır. Tahtanın yağı emmesi, gelinin o aile tarafından benimsenmesini, dut yaprağı ise sabrı temsil eder.

Eski Türklerde darı ve arpadan buğday ve pirince geçiş önemli bir ilerleme olarak görülür (Ögel, 1991: II.C.179). Batı Türklerinde ise darı ekmeği yoksulluğun sembolü olmuştur (Ögel, 1991: II.C.181). "Oğuzların ekine aşlık, yani yemek demeleri, Türklerin hayatın temelini nereye bağladığını gösteren bir delil olabilir (Ögel, 1991, II.C. s.6). Bu anlayışın devamı olarak bugün buğday ve buğday ürünlerine ayrı bir kıymet verilir, onlar nimet sayılır.

Eski Türklerde kağan, ziyafetlerinde bütün ağaçlarını altın kaplardı (Ögel, 1991: II.C.40). Kün Han da merasimlerde otağın sağ ve sol tarafına kırk kulaç ağaç diktirirdi (Ögel, 1991: II.C.43).

5.  SEMBOL OLARAK BİTKİLER

a)    a)      İnançlarda Bitkiler
"Eski Türlerde her sabah kadınlar bir ardıç dalı ile ateşlerini tazeler ve bu dal ile odalara tütsü vererek kötü ruhların kaçmalarını sağlarlardı. Bugün bu inanç Altaylılarla Kırgızlarda hâlâ yaşamaktadır (Ülkütaşır, 1963: 7).

"Eski Türklerde koyun toteminin unsuru ağaçtır" (Ülkütaşır, 1963: 7). Dört cihetin timsalî unsurlarından ağaç, doğunun unsurudur (Ülkütaşır, 1963: 7).

Dede Korkut'ta, düşmanlar Uruz'u bir ağaca asmak isterler. Uruz, ağaca, böyle kötü bir işe vasıta olmayı yakıştıramaz ve ona şöyle seslenir:
 "Ağaç ağaç dir isem sana erinme ağaç
Mekke ile Medine'nin kapısı ağaç
Musa Kelimün asası ağaç
(…)
" (Ergin, 1989:108-109).

Fergana Türkleri tek olarak yetişen ağaçları kutsal sayarlar. Bu telâkki Anadolu Türklerinde de vardır (Ülkütaşır, 1963:16).     Anadolu'da kutsal sayılan ve gövdelerine çivi ve nal çakılan, dallarına bez bağlanan birtakım ağaçlar vardır (Ülkütaşır, 1963:16). "Sibirya Türkleri arasında, arzın tam ortasından göğe doğru uzanan ulu bir ağaç olduğuna inanılır. Bu ulu çam ağacı, Tanri Ülgen'in bulunduğu yere kadar uzanır. Türk inancında, dünyanın merkezi Ötüken Yış olduğuna göre, atalarımızın tasavvurunda da bu ağaç orada idi. Ulu ağaçların (çam, ardıç, kayın gibi) bu ağaca nisbetle ıduk sayılıp hürmet görmesi, aynı zamanda Tanrı'ya gösterilen hürmetin bir işareti olmalı" (Ülkütaşır, 1963: 18).

Yazıtlarda Kültigin, halka "Mukaddes Ötüken Ormanı'nın halkı" (Kalafat, 1990:47) diye seslenir. Gök Türklerde Ötüken Ormanı mukaddesti. Onlar buradan ayrıldıklarında yok olacaklarına, soylarının devam etmeyeceğine inanırlardı. Çünkü "Eski Türk hayatında ağaç ve orman insan hayatı üzerinde tesiri olan mukaddes varlıklardır. Türkler onları, yani onların iyelerini memnun ettikçe saadetin artacağına, bolluk ve bereket olacağına ve huzurlu yaşayacaklarına inanırlardı. Türklerin bu inancı Köktürk çağı kitabelerine kazınmıştır. Bu kitabelerde Türklerin Ötüken Yış'tan uzaklaşmaları hâlinde başlarına türlü belâların geldiğine ve geleceğine, burada yaşarlarsa huzur içinde ömür süreceklerine, sıkıntıya düşmeyeceklerine işaret edilir (Orkun, 1987: 40).

Anadolu'da, nazardan korunmak için evin bir köşesine üzerlik tohumu asılır. Yine nazardan korunmak için küçük küçük kesilen iğde dalı ipe dizilir ve insanlar bunu üzerlerinde taşırlar. İstanbul ve Karadeniz'de balıkçılar, nazardan korunmak için teknelere çitlenbik veya çatal karaağaç  dalı, karaçalı dikeni, sarımsak vs. asarlar. Anadolu'da kekik, üzerine kor konarak tüttürülür. Üzerine bu tütünden gelen kimsenin nazara uğramayacağına inanılır.

Geceleyin, evden sarımsak çıkarılmasının felâket getireceğine inanılır. Aralarında kavga çıkacağı inancıyla, karı kocanın birbirlerine şaka için bile sarımsak gibi acı şeyler atması hoş karşılanmaz.

b)    b)      Rüyalarda Bitkiler
Rüyada ağacının gürleşmesi, dal budak salması devletin güçlenip milletin refaha ulaşacağı anlamına gelir. Şecere-i Terakime'ye göre Kayı halkından olan Keranca Hoca'nın Togurmış adlı fakir bir oğlu vardır. Togurmış bir gece rüyasında, göğsünden üç ağacın yeşerip yükseldiğini, dallanıp budaklandığını görür. Sabahleyin rüyasını Miran Kâhin'e anlatır. Miran Kahin, Togurmış'a bu rüyanın iyi olduğunu ve bunu kimseye anlatmaması gerektiğini söyler (Han....77).

Buna benzer bir rüyanın Osman Bey tarafından da görüldüğü bilinmektedir. "Tarihi kayıtlara göre: "Osman rüyasında kendisini Şeyh'in yanında yatıyor gördü. Bu esnada Edebali'nin koynundan bir ay doğdu ve bedri tam hâline gelince inip kendisinin koynuna girdi. Bunun üzerine belinden bir ağaç çıkarak yükseldi ve büyüdükçe yeşillendi, güzelleşti. Dallarının gölgesi ile bütün dünyayı örtüyordu. Ağacın yanından dört sıra dağ gördü ki, bunlar: Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardı. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna çıkıyordu ve deniz gibi, üzerlerinde gemiler vardı. Tarlalar mahsulat dolu idi. Dağların tepeleri sık ormanlarla örtülü idi. Vadilerin her tarafında şehirler vardı. Bunların hepsinin altın kubbelerinde bir hilâl yükseliyor, sayısız minarelerden müezzinler ezan okuyor ve bu sesler, ağacın dallarındaki kuşların cıvıltıları ile karışıyordu. Ağacın yaprakları kılıç gibi uzamağa başladı. Derken bir rüzgar çıkıp ağacın yapraklarını İstanbul şehrine doğru çevirdi. Şehir iki denizin ve iki karanın mültekasında iki firuze arasına oturtulmuş bir elmas gibi idi ve böylece bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülkenin teşkil ettiği yüzüğün kıymetli taşı idi. Osman yüzüğü takarken uyandı." (Ülkütaşır, 1963:11-12). Osman Bey' in bu rüyası devletin bir imparatorluk haline geleceğinin, üç kıtaya hükmedeceğinin ve İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethinin müjdesi olarak yorumlanmıştır.

c)     c)      Türemede Bitkiler
Dokuz Oğuz menkıbesine göre Dokuz Oğuzlar önce Tugla ve Selenge ırmaklarının bulunduğu Kumlançu adlı bir ülkede yaşıyorlardı. Bir gece bu ülkede iki ağacın üzerine gökten kutsal bir ışık sütunu indi. Ağaçlardan fıstıkçamı hamile kaldı. Aylar sonra ağacın karnından bir kapı açıldı ve içeride beş çocuk görüldü (Ülkütaşır, 1963: 6).

Yaratılış Destanı'nda ise ağaçla ilgili şu inanışa rastlanır: "Karahan bu büyük adayı boş bırakmamak için, adanın ortasında bir çam ağacı yükseltti. Bunun dokuz dalı vardı. Her dalın altında bir adam yarattı. Dokuz adamdan insanların dokuz ırkı üredi (Ülkütaşır, 1963:14).

Türeyiş efsanesinde, Türkler bir savaşta tamamen ölür. Bir genç kız kalır. Kız mağaraya saklanır. O esnada çok yağmur yağar. Yağmur yağarken bir buz parçası düşer ve bunun içinden iki buğday tanesi çıkar. Kız bunları yiyince hamile kalır ve iki oğlan doğurur (Ögel, 1989).

Dede Korkut'ta Segrek, kardeşini kurtarmak için annesinden izin istediğinde, annesi: "Kaba ağaçta tal budağun kurımış idi, yeşerip göğerdi ahır" der. Basat da Tepegöz'e:"Atam adım sorar olsan Kaba ağaç" diye hitabeder. Bamsı Beyrek kaybolduğunda ise kızkardeşi: "Kölgelüce kaba ağacun kesilüpdür" diye feryat eder.

Ağacın soy anlamına geldiğini Oğuz Kağan Destanı’nda da görüyoruz: "Uruz'un oğlu, Oğuz Kağan'a hitaben: "Bizim uruğumuz senin ağacının yemişindendir" der.

Halk arasında, hamileyken ayva yiyen kadının çocuğunun iyi ahlâklı ve güzel olacağına inanılır. Arpa ve buğday ise kızlı oğlanlı çocukları temsil eder. Gelin, gelin arabasından inerken hem kızı hem oğlu olsun diye başından aşağı buğday ve arpa serpilir.

SONUÇ
Türkler, bitkilere ad verirken, bu adlarla onların herhangi bir hususiyetinin belirtilmesine önem vermişlerdir. Yerleşim alanlarının adlandırılmasında bitkilerden yararlanılmıştır. Şahıs isimlerinde ise daha çok güzel zarif çiçek adları kullanılmıştır.

Ahlâk anlayışımızın, sosyal hayatımızı düzenlememize yardımcı olacak tecrübelere dayalı yargıların, yerilen veya takdir edilen hal, hareket ve davranışların, kısaca milletimizin düşünce dünyasının özlü bir biçimde dile getirilmesinde de bitkilerin önemli bir yeri vardır.

Yaptığımız çalışma bize, insanımızın, hemen her hastalığın devasının bitkilerde olduğuna inandığını gösterdi. Bunların ne kadar doğru olduğu elbette tıp iliminin konusudur.

Bunlar dışında bitkiler, bazen dileklerin Tanrı'ya iletilmesinde vasıta olmuş, bazen de rüyalarda devletin güçleneceğini, milletin mutluluğunu müjdelemiştir.

/Dr. Asiye Duman
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi

KAYNAKLAR
Aksoy, Ö. Asım ; Ata Sözleri ve Deyimler Sözlüğü, TDK, Ankara 1984.
Arat, R. Rahmeti;  Kutadgu Bilig, (Çeviri), Ankara, 1988.
Atalay, Besim; Divanü Lugat'it-Türk, Tercüme, Ankara, 1985, 86.
Ergin, Muharrem; Dede Korkut Kitabı I, Ankara, 1989.
Han, Ebulgazi Bahadır; Şecere-i Terakime, (Hazırlayan: Muharrem Ergin)   Tercüman 1001 Temel Eser, No: 33, İstanbul.
Kalafat,Yaşar; Doğu Anadolu'da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara, 1990
Kültür Bakanlığı, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu Bildirileri, Ankara,    1988.
Orkun, H. Namık; Eski Türk Yazıtları, Ankara, 1987.
Ögel, Bahattin; Türk Mitolojisi, Ankara, 1989.
Ögel, Bahattin; Türk Kültür Tarihine Giriş II, Ankara, 1991.
Ülkütaşır, Şakir; Türk ve İslam Geleneğinde Ağaç, Ankara, 1963.




EK: Samsun İl Sınırları İçindeki Yerleşim Yerlerinde Kullanılan Bitki adları
Samsun Merkez: Çatalcam, Kurupelit, Taflan,
Samsun İlçeler; Alaçam, Ayvacık, Kavak.
Samsun Merkez Köyler;
Alaçam Köyleri: Isırganlı, Gökçeağaç, Gülkaya, Pelitbükü, Soğukçam, Yoğunpelit, Yukarıelma, zeytin, sarımsak.
Asarcık Köyleri: Armutlu, Gülveren,
Ayvacık Köyleri: Ardıç, Çamalan, Çamlıkale, Döngel, Gültepe, Gürçam,Kabaklık, Söğütpınarı, Yeşilçam
Bafra Köyleri; Alaçam, Asmaçam, Çamaltı, Dikencik, Gökçeağaç, Gümüşyaprak, Karakütük, Karpuzlu, Kavakpınar, Meşelitürkmenler, Tütüncüler, Uluağaç.
Çarşamba Köyleri; Çınarlık, A.Dikencik, Güldere, Gülören, Gülyazı, Karaağaç, Kestanepınar, Kızılot, Kirazbucağı, Kocakavak,
Havza Köyleri: Armutlu, Başpelit, Cevizlik, Çamyatağı, Ekinpınarı, Elmacık, Erikbelen, Karameşe, Kirenlik, Mısmılağaç.
Kavak Köyleri: Alaçam, Alaçamderesi, Ayvalı, Çiçekyazı, Çiğdem,
Ladik Köyleri: Ayvalı,Çamlıköy, Kirazpınar, Meşepınarı, Soğanlı, Söğütlü,
Ondokuzmayıs Köyleri: Çetirlipınar, Cerekli, Ormancık.
Salıpazarı Köyleri: Cevizli, Dikencik, Çiçekli, Fındıklı, Fidancık,  Karayonca, Kızılot, Kestanepınarı
Tekkeköy Köyleri: Çınaralan, çimenli, Kabaceviz,
Terme Köyleri: Çamlıca, Elmaköy, Meşeyazı,
Vezirköprü Köyleri:  Narlısaray, Darıçay, Ayvalı, Çamlıca, Çamlıkonak, Çeltek, Darıçay, elmalı, Güldere, Karanar, Kavakpınarı, Meşeli, Oymaağaç, Yukarınarlı.
Yakakent Köyleri: Asmapınar, Çamalan,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder