17 Mart 2007 Cumartesi

Samsun İçin El Ele, Gönül Gönüle




(Sevgili Ahmet Seven'in  "Samsun için el ele gönül gönüle…"  çağrısına şimdilik bu yazımla el veriyorum)

Her şeyin devletten beklendiği ve her şeyin devlet için devlet tarafından yapıldığı 70'li yıllarda Samsun, sebze ve meyve ambarı, tütünü, fındığı, tahılı ile tam bir tarım cenneti, kara, deniz ve demiryolu bağlantılarıyla ülkemizde bir kesişim noktası olma özellikleriyle Karadeniz'in birincisi, Türkiye'nin bir incisiydi.

Evet, devlet o yıllarda Samsunun bu özelliklerini fark etti ve Türkiye’nin diğer bölgelerinden topladığı vergilerle buraya yatırımlar yaptı; Tütün fabrikaları, bakır işletmeleri, azot üretim tesisleri kurdu. O nedenle 1970 ve '80'li yıllarda ilimiz bir işçi cenneti haline geldi. Bu, aynı zamanda dahilî ticaretin canlanması esnafın müşterilerini daha bir güler yüzle karşılaması demekti. Yeni yeni dükkanlar, mağazalar açılması, küçük sanayi sitesinde işlerin bir o kadar canlanması anlamını taşıyordu. Kültürel bir canlanmayı da getirdi bu hareketlilik. Yeni okullar ve kocaman bir üniveritemiz oldu bu yılların bereketi sayesinde. Fakat bu yatırımlar ve akabindeki gelişmeler planlı mıydı? İşte devlet işin burasını unutmuştu. Kısa zamanda demografik bir değişim yaşandı Samsunda. Göç, aldı başını gitti. Samsun'un kasabalarından köylerinden, civar şehir ve kazalardan ilimize oluk oluk nüfus aktı. 100. Yıl Bulvarının alt kısmında birer ikişer katlı, bahçesi olan evlerden oluşan birkaç mahallelik Samsun, şehirleşmenin en çirkin örneklerini vererek, yirmi-yirmibeş yıl içerisinde "büyükşehir" hüviyetini kazandı. Plansız yapılar, gece kondular, alt yapısı olmayan mahalleler aldı başını gitti.

Oysa tam anlamıyla bir anfitiyatro görünümüyle Allah o kadar güzel bir coğrafya bahşetmişti ki beldemize. Samsun sırtlarında bahsettiğimiz yıllarda oluşan Selahiye, Gökçeoğlu, Zeytinlik, Kadıköy, Reşadiye, Fatih, İlyasköy, Cezaevi ve Belediye evleri, şimdiki gecekondu görünümü yerine, yeşil alanı bol, geniş sokaklarda herkesin rahat yürüyeceği geniş kaldırımlar, trafiğin altüst olmayacağı kocaman caddeler, park ve bahçeleri olan, bir birinin önünü kapatmayacak ve denizi görebilecek surette tasarlanmış yapılar, alışveriş merkezleri olan mahalleler olarak planlanabilirdi.

Aslında bunlar sıfıra yakın bir maliyetle olabilecek işlerdi. Yani o yıllarda Samsunun geleceğine yapılabilecek en önemli yatırım sadece iyi bir imar planıydı. Bu şekilde "önünü görebilen" bir kentte tabi ki insanlar gözlerini daha ileriki ufuklarda dikebilecek, modernitenin her şeyin devletten beklemek olmadığını anlayacaktı. Güzel bir şehirde yaşamak, insanlara "şehirlilik" bilincini kazandıracaktı. Herkes Samsun’da oturduğunu ve Samsun’lu olduğunu gururla söyleyecekti. Yani eski köy ve kasabası artık onun için özlem duyulacak bir yer değil, nostaljik bir anlam ifade edecekti. Ama bu olmadı... Önce "üç kuruşu bir araya getirebilenler" uzaklaştı bu kentten. Halinden şikayetçi diğer illerimizde olduğu gibi, bizim hemşehrilerimiz de yatırım için en uygun yerin İstanbul ya da İzmit olduğunu düşündü.

Ya şimdi?

Şimdi malum; devletin, devlet olmanın gerçek anlamını eksik kavradığı 80'li yılların ikinci yarısından sonra, ilimizden elini eteğini çekmeğe başlaması, Tekel, Bakır, Azot fabrikalarını bilinen duruma getirmesi, Fındık ve Tütün sektörünü sınırlandırması, ve bunları da hep bir anda yapması, üstüne üstlük "eski namına bakarak" teşvik kapsamı haricinde tutması, Samsun’umuzu bu hallara düşürdü. Bu sayede kahvehaneler, birahaneler çay ocakları, ganyan ve loto bayilikleri, en çok iş yeri açmak üzere ruhsat talebinde bulunulan alanlar, köşe başları, elektrik direklerinin dipleri gençlerin "iki laklak" yapacakları buluşma noktaları haline geldi. Azot'tan emekli babasının, Tekel'den emekli annesinin vereceği harçlıkla kahvehanede akşamlayan ve hiçbir iş tutmadan 30-35 yaşına geldiği halde evlenememiş, ya da evini geçindiremediğinden boşanmış yüzlerce, binlerce genç görebilirsiniz Samsun'da. Yani işsizlik kol geziyor bu kentte.

Peki ne olmalı?

Olması gerekene aslında yön verecek pozisyonda değilim. Ancak şunu öneriyorum; Acilen konu ile ilgili sempozyumlar, istişare toplantıları yapılmalı; Bilim adamlarına, işin uzmanlarına konunun tartışacağı ortamlar ve imkanlar sunulmalı. Sivil toplum kuruluşları mı yapar, üniversite mi ya da yine devletten mi beklenir de vilâyet ya da belediye böyle organizasyonlara girişir, ama bu mutlaka yapılmalı. Belki de bu saydığım tüm müesseseler hep bir anda işin üzerine eğilmeli ve gündemde tutmalı konuyu. Bu yapılırken Samsun'da yaşayan ya da Samsun dışındaki hemşehrimiz veya Türkiyeli hatta dünyalı buraya yatırım yapabilecek, bu kentte taş taş üstüne koyabilecek kim varsa davet edilmeli, davetliler tartışmalara veya neticenin bir yerine mutlaka dahil edilmeli. Ayrıca bir takip birimi oluşturup sempozyum ya da istişarelerden çıkan sonuçlar takip edilmeli.

Evet, Samsun sebze ve meyve ambarı, tütünü, fındığı, tahılı ile tam bir tarım cenneti, kara, deniz ve demiryolu bağlantılarıyla Türkiye'nin kesişim noktası....

Selam ve sevgilerimle,

/Mümin YILDIZTAŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder