30 Ocak 2007 Salı

Kızılırmak Boyunda İnsan Öyküleri



Çetinkaya Köprüsü Bafra / Samsun


/Celal Karaca

-Sevgili Mustafa, seni Bafra Cumhuriyet Ortaokulu'ndan bu yana tanırım. Okulda tiyatro çalışmalarında yeralırdın. Tiyatrodan televizyon gazeteciliğine, oradan romancılığa bir sıçrama yaptın. Bu aşamalarla birlikte yazarlığından söz edebilir misin?

Tiyatro benim ortaokulda tesadüf sonucu kendimi içinde bulduğum ve ömrümde asla unutamayacağım günler yaşadığım bir düştü. Düştü diyorum, çünkü ortaokulun ardından lise döneminde oynayacağım oyunlar bir bayan edebiyat öğretmeninin: “Senin diksiyonun bozuk, söylediklerin anlaşılmıyor” uyarısıyla son bulmuştu. Lise son sınıfta düzenlenen veda gecesinde okul yönetimi benden sahneye bir oyun koymamı istediklerinde, o oyunda rol almamış, yalnızca yönetmiştim.  Fakat okulun ardından bir daha tiyatro etkinliği içinde yer alacak ortamı kendime yaratamadım.

Bugün tiyatro ile ilgili bir öneri alırsam tavrım ne olur bilemiyorum. İçimde bir yerlerde halen tiyatro sevgisi yaşadığını zaman zaman hissediyorum. Tv gazeteciliği ise doksanlı yıllarda özel radyo ve televizyonların kuruluşuyla bir tesadüf sonucu başlamıştı. Şimdi geriye dönüp bakıyorum da, aradan on üç koca yıl geçmiş. Umarım yaşadıklarımı önümüzdeki yıllarda ‘Bir Taşralı Gazetecinin Anıları’nda kaleme alıp yayımlama fırsatı bulabilirim.

Yaptığım tv programları izleyiciden beğeni görmesine karşın, yaptığım iş beni asla tatmin etmedi, televizyonculuk oynadım. Tıpkı çelik çomak oynar gibi. Artık kafamda o sayfanın kapandığını düşünüyorum.

Romancılık aşamasına geldiğimizde ise, başlangıcı 1976 yılında Türkçe dersinde  ilk kompozisyonu yazmamla başlar galiba. Kulakları çınlasın Türkçe öğretmenim Lütfi DİNÇER benim kompozisyonumu okuduktan sonra sınıfta bana: “Mustafa Dayı (nedendir bilmem bana öyle seslenirdi) sen ileride çok ünlü ve başarılı bir yazar olacaksın. Bunun için çok okumalısın” demesiyle başlar. Ben yazarlık olgusuyla ilk orada karşılaştım. Ardından 1979 yılı UNICEF tarafından ‘Dünya Çocuk Yılı’ olarak ilan edilmiş ve konusu ‘ÇOCUK’ olan bir kompozisyon yarışması düzenlemişlerdi. Ben o yarışmaya okul idaresinin yönlendirmesiyle katılmıştım. Önce okulda, ardından Bafra’da birincilik almış, daha sonra Samsun bölgesinde ikincilik, daha sonra da Ankara’da Türkiye genelinde değerlendirilecekti. Fakat oranın sonucunun ne olduğunu öğrenme olanağım olmamıştı. Bunun nedeni araya giren ‘on iki eylül darbesi’ ydi galiba. (Eğer UNICEF kabul ederse 'Öteki Çocuklar' ın yayın hakkını onlara bağışlamak isterim.)

Lise döneminde de yazdığım kompozisyonlar bir çok yarışmada ödül almıştı. Ben askerden döndüğüm doksan yılının ardından bir daha yazı yazma olanağı bulamamıştım. Birkaç denemem başarısız olmuş, galiba yazma yetim okul yaşamımla birlikte sona ermiş olmalı diye düşünmüştüm. Askerlik sonrası evli olmam ve koşturmacası bir hayli zaman alan gazetecilik mesleği iki binli yıllara kadar bir daha elime kağıt kalem almama olanak tanımamıştı. 

-Sence roman nedir? Kendi romancılığın üstüne neler söyleyebilirsin?

Romanın klasik tanımı: “Yaşanmış ya da yaşanması olası olayların uzun yazıya dökülmesi” ise ben bu tanıma katılırım. Detaylandırırsak eğer; “Roman, insanın yaşamını renklendiren, ona dersler veren, değişik bakış açılarıyla olayları değerlendirme seçeneği sunan, okuyana haz veren, ilk amacı olmasa da bilgilendiren uzun yazı” diye ekleyebilirim. Bu benim romandan anladığım ve beklentimdir.                                                                  

Romancılığıma gelince. Henüz benim romancılığımdan söz etmek için erken diyorum. Hani bir söz vardır: “Üç günlük seyis, kırk yıllık at fişkısı eşeliyor” diye. Ben de henüz kendimi üç günlük romancı adayı olarak yorumluyorum. Her ne kadar ‘Öteki Çocuklar’ beklentimin üstünde olumlu eleştiriler alsa da. Yıllarca ekranlardan insanlara bir şeyler anlattım durdum. Kafam da yoruldu, dilim de (bana göre boş konuşmalardı.) Artık diyeceklerimi kalemimle anlatmak istediğimin farkına vardım. İnsanlara anlatacağım öyküler var. Bunları yazarak insanlarla paylaşmalıyım. Kitabın kapağında belki dikkatini çekmiştir. ‘Kızılırmak Öykücüleri Serisi l’ yazıyor. Ben insanlara Kızılırmak öyküleri anlatacağım, anlayacağınız.

-Romanda belirgin bir özellik var; Ziraat Bankası müdürünün oğlu Hakan. Hakan, bir memur çocuğu değil, ilçe eşrafından zengin bir ailenin çocuğu gibi çıkıyor karşımıza. Bol para harcayabiliyor. Neden böyle bir kimlik verdin Hakan'a?

Gözünden kaçmış olmalı Celal'ciğim. Hakan’ın babası banka müdürü, annesi ise bir diplomat kızı. Varlıklı ve aristokrat bir aileden geliyor. Annesi kocasının bankacılığı bırakıp, babasından kalan mirasla başka işler yapmasını arzuluyor. Anadolu’da kasaba kasaba dolaşıp bankacılık yapmalarına gerek olmadığı iddiasında. Baba ise eşinin parasal gücüne kendi memurluğunu yeğliyor. Daha doğrusu bir ilke sorunu olarak görüyor memuriyeti. Aralarında var olan sorunların nüvesini bu oluşturuyor. Hakan bu çekişmenin içinde sevgiden yoksun kaldığı kadar da, bol paranın içinde yüzüyor.

Bir şey daha söyleyeyim. Hakan yaşamda gerçek bir kişilik. Fakat ona ulaşıp ismini kullanma konusunda izin alamadığım için, babasının çalıştığı bankanın adını da kendi adını da değiştirmek zorunda kaldım. Bunu söyleyince ardından hemen şunu da söylemeliyim. Romanın tek kurgu olan yanı finalidir. Olaylar ve kişilikler gerçektir. Bazılarının ad ve unvanlarını değiştirmek zorunda kaldım.

-‘Öteki Çocukları’ yazmaya niyetlendiğinde iki yıl hiç roman okumamışsın. Bunu da başka bir yazardan etkilenmemek için yapmışsın. İlginç bir yöntem gibi geldi bana. Bunları da irdeleyerek ‘Öteki Çocuklar’ın yazılma serüvenini anlatabilir misin?

Sorunuz doğru fakat eksik. Ben yaklaşık on yıldır hiç roman okumadım. Roman türünün dışında bir çok kitap okudum kuşkusuz. Ama bunlar edebi kaygılardan çok bilgiye dayalı kitaplardı. Senin de dediğin gibi etkilenmekten korktuğum içindi. Ama temelinde Yaşar Kemal etkisinden kurtulmak yatıyordu. Ben öncelikle İnce Memet’den ve Yaşar Kemal romancılığından olağanüstü etkilenmiştim, önceki yazım denemelerimde buram buram Yaşar Kemal kokusunu kendim algılayabiliyordum. ‘Öteki Çocuklar’a hep olumlu eleştiriler aldım. Hiç kimsenin “şu yazardan ya da şu romandan etkilenmişsin” demediği göz önüne alınırsa Yaşar Kemal etkisinden kurtulup kendi yazı üslubumun oluştuğu söylenebilir. Kendime has tarzımı, devrik cümleler oluşturmakta olduğunu söyleyebilirim. ‘Öteki Çocukları’ın yazım serüveni ancak bir roman yazılarak anlatılabilir. Önümüzdeki yıllar için tasarladığım konu başlıklarından birini de bu serüven oluşturacak.

-Sırada bir öykü kitabı var: ‘Maraşantiya’nın Bin Tanrısı’, Maraşantiya neresi?

Maraşantiya Kızılırmak’ın mitolojik adıdır. Mitolojide, Hititlerden ‘Bin Tanrılı Ülke’ diye söz edilir. Biliyorsunuz Hititler, Kızılırmak’ın Anadolu'da çizdiği yayın içinde yaşarlar. Ekonomik kriz öncesi ben bir proje ortaya koymuştum. Kızılırmak’ın battığı noktadan başlayan, doğduğu yer olan Sivas Kızıldağ’a dek sürecek bir gezi planlamıştım. Amacım Kızılırmak boyunca yaşayan insanları sosyolojik ve kültürel açıdan tanımak ve onların öykülerini bir kitap dizisinde yayımlamaktı. Amacım, Kızılırmak’la ilişkili bin insan öyküsü yazmaktı. Ekonomik kriz çıkana kadar kendi olanaklarımla 170 kilometrelik bölümünü gezme olanağı bulmuştum. Tamamı 1350 kilometre olan yolun yalnız 170 kilometresini gezebildim. Okuduğun ‘Öteki Çocuklar’da yer bulan ‘Ünzile Gelinin Seçimi’ ve ‘Satılmış Dönek’ öyküsü bu gezide derlenmiştir. Şu an bitirme noktasına geldiğim ‘Kızılırmak Kızılca Kıyamet’ romanımda da yine bu öyküler yer alacak. ‘Kızılırmak Kızılca Kıyamet’ bir belgesel roman olacak. 1880 ile 1920 yılları arasında Bafra’da yaşanan insan dramlarını anlatmayı amaçlıyor. Nüvesini Türk-Rum çatışması oluşturmaktadır.

-Bafra'da yerel bir Tv'de ‘Yeni Çizgi’ adıyla bir program yapıyorsun. Ulusal televizyonlarda yapılan benzerlerine taş çıkartacak sorular soruyorsun. Seçim dönemlerinde Bafra’ya gelen ünlü politikacılarla çok başarılı programlar yaptın. Biraz da tv gazetecisi Mustafa Usta’dan söz eder misin?

Beğenine teşekkür ederim. Fakat ben yaptığım programları aslında çok fazla beğenmiyorum. Doktorum, mükemmeliyetçi kişiliğinden kaynaklanıyor dese de, ben o işten keyif almadığımı düşünüyorum. Bafra gibi tutucu ve kozmopolit bir yapıya sahip yerde üç yüzü aşkın canlı program çekmek aslında bir başarı. Ama artık beni heyecanlandırmıyor. Yıllarca H.Cevizoğlu, F. Altaylı, M. A. Birand ve ne ilgisi varsa U. Dündar ile kıyaslandım durdum. Ve yüzüme karşı benim daha başarılı olduğumu söylediler. Ben haddini bilen biri olarak, bu değerlendirmeleri hep tepkisiz karşıladım.

Bundan böyle söylediklerimle ilgili değil, yazdıklarımla ilgili eleştiri beklemekteyim. Ben iyi bir yazar olma yolunda olduğumu biliyorum. Biricik amacım da ‘Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan ilk Türk romancı olmak istiyorum. Önümüzdeki on yıl içinde bunu başaracağımı düşünüyorum. Eğer on yıl içinde bunu başaramazsam, romancılığı terk eder, tekrar iyi bir okuyucu olmaktan da gocunmam.

-Tv için yaptığın program ve röportajları kitaplaştırmayı düşünüyor musun?
Program ya da röportajları kitaplaştırmayı düşünmüyorum. Ama o dönemi anlatan bir roman yazacağım ve içinde söyleşilerden bölümler de olacak. Örneğin Refah Partisi’nin kapatılma sürecinde Yekta Güngör Özden röportajını insanlarla paylaşmak isterim.
İlgine teşekkür ederim...
BAFRA 2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder