30 Ocak 2007 Salı

Köprüler




Eminim fark ettiniz, bu dünyanın bütün güzel kentlerinin içinden bir nehir akar. Ve üstlerinde köprüler  iki yakayı birbirine bağlar. Köprüler. . . Köprüler. . . Köprüler. . .

Mostar’dan Prag’a, Floransa’dan İstanbul’a, Budapeşte’den Paris’e,Toledo’ya, Venedik’ten  taa Kahire’ye.

Üstlerinde durduğum, akıp giden suya baktığım köprüler. Tam ortalarında durup iki tarafını da sevdiğim köprüler.

Köprüler. . . 
Bazıları sadece kendine ait. İki yanındaki kente değil, kendine tutunur sanki kolları. Kenti bağlamaktan öte görevleri.  

İşte, üstündeki heykelleriyle  sanat galerilerini andıran  bir Prag  köprüsü.   Vltava  Nehrini  bağlamak değildir de, mermer heykellerine  ev sahipliği yapmaktır, var oluş nedeni.

Ya da zengin Floransalı  kuyumcuları barındıran ışıklı dükkânlarıyla “Ponte Vecchio” , Arnaud nehrinin  kibirli ortağı. Ya da Tuna’nın üzerinde, bir kraliçeye yaraşır haşmetiyle duran  “Elizabeth Köprüsü”.

Venedik’te  suların büyülü başkentinde, köprüler, köprüden öte anlamlar taşır. Daha kentin girişinde yakalar sizi, acıklı öyküsüyle ve gizemli ismiyle.

“Gözyaşı Köprüsü”. 
Bir kolu, Dükler Sarayındadır, diğer kolu hapishanede. Suçluları ölüme taşır, üstündeki küçük pencerede belki bir an bir yüz yansır.  Dışarda  mahkûmun ailesi o pencereye bakmaktadır, ölüme gideni  son bir kez daha görebilmek umuduyla. Bu yüzden yüzyıllardır “Gözyaşı Köprüsü” der ona Venedikliler. Zaten her köprü, ayrı bir öyküdür Venedik’te.

Sadece Venedik’te değil, bütün kentlerin  bütün köprülerinde, altlarından su akar , üstlerinden öyküler akar.   Köprünün kendi öyküsüyle, insanların öyküleri birbirine karışır; birbirine benzer. Su hep akar da, eğer bir gün öyküler  durursa, işte o zaman kötüdür işler.  Çünkü o zaman, yine kötülük  işbaşında demektir.  Savaş ve düşmanlık, lânetli bombalar, dinamit lokumları, tanklar ve  tüfekler.  İlk  bomba hep köprüleredir çünkü.   Kenti başka kentlere, insanı başka insanlara bağlayan köprülere.

II. Dünya Savaşında, “Kuvai Köprüsü” yıkılır gider, ama şarkısı kalır.

“Mostar Köprüsü”nün ağır taşları, bombalarla  suya gömülür. 

Kente  adını veren Mostar Köprüsü ki, bilirsiniz, Balkan dillerinde “köprü” demektir  “Most”.

Osmanlı’nın görkemli eseri. Mimar Sinan’ın dehası ,

Balkan coğrafyasının sembolü, Mostar Köprüsü bu gün yeniden var.   O;  koca ordunun Tuna kıyılarında  noktalanacak  uzun yürüyüşünün ilk adımlarından biriydi.  Köprünün, yuvarlak ve yumuşak hatları,  iki dinin, iki dilin,  bu topraklarda, beş yüz yıl sürecek dostluğunu, hoşgörüyü ve sevgiyi hatırlatırdı. Artık yok.  Birkaç yıl önceki Bosna savaşında   sulara ve tarihe gömüldü Mostar’ın  taşları.

Ama iki kıtanın öpüştüğü o muazzam coğrafyada, bu Mayıs sabahında mor erguvanlarla  süslü yeşil şalını omzuna almış mavi yüzlü  Boğaziçi’nde, onun ak pak göğsünde hâlâ iki sıra inci kolye var.

“Boğaz Köprüleri”.
Canım Boğaz Köprüleri.  Bir nehrin değil, bir denizin kıyılarını, bir şehri değil,  kıtaları birbirine bağlayan. Boğaz Köprüleri.

Ceneviz’den,Doğu Roma’ya, Osmanlı’dan  Cumhuriyet’e uzanan bir tarihin üstünde yükselen, teknolojinin  etkileyici eseri.   Üstünden geçmek, harikulade bir serüven  Aşağıya bakmak, bitmesin istediğiniz bir rüya.  Boğazın üstünde, köprünün üstünde olmak...Gökyüzünde olmak ve sadece sizin için açılan bir pencereden  yeryüzüne bakmaktır. Dünyanın en güzel kentine, onun su içindeki evlerine, iki denizin ve farklı iki dünyanın burada buluşmasına bakmaktır.

Sadece çelikten ve  betondan  yapılmış şeyler değildir, İstanbul’un Boğaz Köprüleri. Adeta tanrısal bir şeyler de katılmıştır onların harcına, temeline, taşına, betonuna.  “Dört nala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan”  Anadolu’nun ve Anadolu insanının kıpır kıpır ruhundan bir şeyler vardır  görüntüsünde.

“Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle /Canlandı o meşhur ova, at kişnemesiyle”, diyen şairin coşkusundan bir şeyler dokunur yüzünüze. Sadece Boğaz’ın köprüleri değildir onlar.  Doğunun batıya, batının doğuya açılan köprüleridir. Anadolu’dan geçen bütün uygarlıkların tozu  uçuşur üstlerinde. O Anadolu ki ,  orada görürsünüz; eskiyle yeninin, tevekkülle isyanın, bilge bir sükûnetle, çılgın bir koşunun eşsiz  uyumunu.O Anadolu ki ,  Asya ile   Avrupa’yı bağlayan bir köprü olur da, en batıda Edirne’de, Kırklareli’nde  sisin içinde  uzayıp gider, “Meriç’in Köprüleri”yle.

Sanki hâlâ Balkanlar’ı özler  “Meriç’in Köprüleri”  çoktan yitirilmiş, bir rüyayı özler gibi. Edirne’de  “Meriç Köprüsü”dür adı, Kırklareli’nde  “Uzun Köprü”. Rüyalıdır, ince, uzun ve hülyalıdır “Meriç’in Köprüleri”.

İstanbul’un Yıldız Parkında, Belgrad Ormanında koyu yeşilin içinde bir hayalet gibi, bir  görünür bir kaybolur eskimiş tahta köprüler.  Altı yüz yıllık bir cihan imparatorluğunun  ağırbaşlı sadeliğini anımsatarak. Oysaki, Kuzey’de ,  Karadeniz ormanlarında, sanki, asırlardır hiç bir şey değişmemiş gibi durmaktadırlar. Denize koşan  irili ufaklı akarsuların üstünde, solgun bir saltanat tacı gibi zamana direnerek hâlâ durur  eski ve yaşlı  köprüler.

Hopa’da, Bolu’da, Çaykara’da,Rize’de. Hele de, Fırtına Deresinde. Anadolu’nun özetidir Anadolu’nun taş köprüleri. Hem  mütevazıdirler  hem de  alabildiğine mağrur, Aynı zamanda hem soyludurlar  hem alçakgönüllü. Çoğunun adı  sadece “Taş Köprü” dür  ve akıp  giden suya bir  “hilal” gibi yansır görüntüleri. Antalya’nın  “Köprülüçay”, Uşak’ın  “Çlandras” ve   Ihlara’nın  ve Afyon’un köprüleri. Sadece  “Taş Köprü”dür adları.

Sonra Kızılırmak.
Adı ırmaktır ya, onun  köpüren, kabaran hışmına sadece barajlar gem vurabilir. “Allı pullu Anadolu gelinleri”  ise, onun hiddetine  mütevekkil boyun eğerler ve acılı türküler yakarlar ardından.

“Köprüden geçerken köprü yıkıldı,
Beş yüz atlı birden suya döküldü
Koç yiğidin evde beli büküldü
Kızılırmak n’ittin allı pullu gelini ”

Van’da “Hoşap , Mardin’de “Hasankeyf”, Aydın’da “İnce”, Antalya’da  “Aspendos”  Köprüleri. 2.200 km. karelik koca Anadolu’da  farklı iklimlerin farklı köprüleridir onlar, ama hepsi de,  bir  “kral yolu” görkemiyle  ve bir eski zaman hükümdarının  soylu tavrıyla yol verirler gelip geçene.

“Malabadi”nin ağır taşları,  Hititler’den  Selçuklu’ya doğru uzanan  bir gizemi saklar. Adana’da Seyhan üzerindeki “Kuru Köprü”de, havaya karışan, pamuğun ve alın terinin kokusudur.

İstanbul’da,Haliç ‘te,  “Galata Köprüsü”nde de duyarsınız aynı kokuyu. Şimdilerde, eski görkemini yitirse de, bir kenarda emeklilik yalnızlığını yaşasa da, hepimizin aklının bir köşesinde durur, arabesk desenli  parmaklıkları.  Zaman zaman eski filmlerde  bir görünür bir kaybolur  “Galata Köprüsü.” Öte yanda, İstanbul’un beki de en güzel köprüsüdür “Büyük Çekmece Köprüsü”.

Demirin ve taşın eşsiz uyumudur. Taşın, akan suya ve yüzyıllara hâkimiyetidir. Ama bu satırların yazarı için köprülerin sultanı  bir başka  Taş Köprü’dür elbet. Öteki adıyla “Kamen Most”.  Balkan toprağında, Makedonya’da, Üsküp’te.   Vardar nehrinin üstünde.Kalın kemerli ayaklarıyla, nehri  mağrur kesen, harcına mimarının karısının kanının karıştığı söylenen, müthiş siluetiyle  içimi ürperten  Taş Köprü. Bunca sene sonra hâlâ ,  gözlerimin önünde duran, Vardar’ın Taş Köprüsü. . .

Kentin yoksul müslüman mahallelerini  geniş bulvarlara, ışıklı meydanlara bağlayan 15. Yüzyıl  Osmanlı eseri. Bir rüyadan arta kalmanın hüznü içinde, ovanın yeşili ile, göğün mavisi arasında sessiz akan Vardar’ın  yaşlı köprüsüdür Taş Köprü. Parke taşlarının üstünde  ufak tefek şeyler satar, işportacılar. Bir ucu eski Türk çarşısına, diğer ucu,  kentin modern meydanına açılır.

Geçerim köprüden .
Adımlarım beni sağ kaldırımdaki tatlıcıya götürür...  Tabelasında “Patiesseria” değil, gerçekten  “Tatlıcı” yazar. Eski çarşının insanları, altıncılar, saraçlar, kunduracılar, küçük zanaatkarlar.  Evet, onlar da birer köprüdür  bu çok kültürlü toplumda. Balkanların, Bulgaristan’ın, Makedonya’nın,Romanya’nın  Türk azınlıkları, Avustralya’nın Türk yurttaşları... Kültür köprüleri iki dünyanın. Kalpleri burada, kendileri orada, bir köprüdür varlıkları.

Bir yazı da  bir köprüdür.
Her yazı bir  köprüdür. Dünden bu güne, şimdiden yarınlara uzanacak  tek köprüdür  “yazı”.Kimi yazı bir  “şah eser”dir, görkemle uzanır yarınlara. Kimi yazı, bir güçlü bağdır, insandan  insana. Ama  her yazı bir köprüdür, belki de  hiç bakmadıklarımızı görmeye. Zamanın tozunu üfleyip düne bakmaya.   
/Çiğdem ÜLKER     


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder