13 Haziran 2007 Çarşamba

Çepniler ve Anadolu -I





Araştırma Doç. Dr. Ali Çelik

Kaşgarlı'daki Oğuz Boyları
Anadolu’nun bir Türk vatanı olmasında çok önemli rol oynadıkları tarih otoriteleri tarafından kabul edilen Çepnilerin Anadolu’daki varlıkları 12. yüzyıla kadar gitmektedir.

Bunların Anadolu’ya nasıl geldikleri, nerelere yerleştikleri, nasıl yayıldıkları hakkında ise ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. 12. ve 13. yüzyıllara ait belgeler daha çok Çepni varlığından ve onun menşeinden söz etmekte, daha sonraki yüzyıllarda ve özellikle 16.yüzyıldan itibaren tutulmaya başlayan Osmanlı tahrir defterlerinden elde edilen bilgiler, Çepnilerin Anadolu’nun iskânında ve Türkleşmesinde oynadıkları büyük rolü ortaya çıkarmaktadır.

ÇEPNİLERİN MENŞEİ VE ÇEPNİ ADININ MANASI

Çepnilerden söz eden büyük kaynaklar, onları Oğuz Türklerinin bir boyu olduğunda görüş birliği içindedirler. Çepnilerden söz eden en eski yazılı kaynak Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072–1076 yılları arasında yazılan Divanü Lûgati’t Türk’tür. Türk dili, tarihi ve kültürü yönünden çok zengin bir hazine olan bu eserde Kaşgarlı Mahmud, Oğuz boyları hakkında da bilgi verirken, Oğuzların yirmi iki bölük olduğunu, her bölüğün ayrı bir belgesi ve hayvanlarına vurulan bir alameti olduğu belirttikten sonra birinci boy olan Kınık’tan başlayarak tek tek bütün bölükleri tanıtır. Çepni boyu Kaşgarlı’nın yirmi iki bölüğe ayırdığı Oğuzların yirmi birincisidir.

 Çepni adının geçtiği ikinci yazılı kaynak 14. yüzyıla aittir. Reşideddin Fazlullah’ın 1310 tarihinde yazdığı Câmi’üt Tevârih’in ikinci cildinde Tarih-i Oğuzân ve Türkan (Oğuzların ve Türklerin Tarihi) adıyla Oğuz Destanı nakledilir. Bu destanda, Oğuz’un daha yaşarken Boz Oklar ve Üç Oklar diye ikiye ayırdığı altı oğlundan yirmi dört torunu olduğunu, Oğuz’un vefatından sonra onun yerine Kül Han geçtiği, Oğuz’un çok değer verdiği bilge bir kişi olan Irkıl Hoca’nın, devletin devamlılığının sağlanması, ileride herhangi bir kargaşaya meydan verilmemesi için bu yirmi dört oğula birer lakap ve birer ongun ve hayvanlarına vurmaları için de birer damga tespit edilmesinin gerekli olduğu Kün Han’a söylediği, onun da bu fikri kabul ederek bu işi yapmak üzere Irkıl Hoca’yı görevlendirdiği, Irkıl Hoca’nın da yirmi dört evladın her birine birer lakap, birer damga ve biere ongun tespit ettiği anlatılır.

Bu kaynağa göre Çepni, Üç Oklar’ın en büyüğü olan Kök Han’ın dördüncü oğludur. İlk kez bu eserde Çepni’nin manası üzerinde durulmuş ve Çepni,”Nerede düşman görse durmayıp savaşan”(Kandaki yağı göre, derhal savaşır ve çarpar. Bahadır)şeklinde tanıtılmıştır. Ongununun ”Sunkur: Umay”, Ülüşünün(şölendeki et payı),Sol karı yağrın, sol yanbaş olduğu belirtilmiş ve damgası verilmiştir.

14.yüzyılda Çepni adı, Ebû Hayyan’ın, Kitabul-İdrak li-Lisanil Etrak adlı eserinde “Çepni-kabîletün minnet-Türk”şeklinde geçer. Eserde, Türk boylarından sadece Kınıklarla Çepnilerden söz edilmektedir. Bu bilgi 14.yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu’da değil, Mısır’da bile tanındığı göstermesi bakımından çok önemlidir.                             

15.yüzyılda Yazıcıoğlu Ali, Reşideddin’den bazı değişiklikler yaparak Türkçeye çevirdiği ve “Tarih-i Âli Selçuk”adlı eserinin baş tarafına aldığı Oğuzname’de Çepniler hakkında bilgi verir. Bu eserde Çepninin damgası diğerlerinden farklıdır.

Tarihlere ”tarihi yapan ve yazan han”olarak geçen Ebugazi Bahadır Han’ın 1660 ta tamamladığı Şecere-i Terakime de, tıpkı bundan önce sözünü ettiğimiz Reşideddin’in Farsça Oğuznamesi gibi Oğuz Kaan Destanı’nın bir başka şekli yani Türkmen rivayetidir. Ebülgazi Bahadır Han, bu eseri yazarken hem Reşideddin’den faydalanmış, hem de canlı Türkmen rivayetlerini toplamıştır. Bu yönüyle müstesna bir yere sahip olan eser Oğuzname’nin Türkmen rivayeti, bir başka değişle Çağataycasıdır.

  Eserin “Oğuz Han’ın Torunlarının Adlarının Manası ve Damgalan ve Kuşların Zikri” adlı bölümünde Oğuz’un yirmi dört torununun adları, adların anlamları, damgaları ve kuşları belirtilmiştir. Bu kaynakta Çepni Oğuz’un on altıncı torunu olarak gösterilmiş, Çepni’ nin anlamının “cesur”,kuşunun “devlet kuşu”(hümay)olduğu belirtildikten sonra damgasının şekli verilmiştir.

17.yüzyılda Kâtip Çelebi, Cihannüma adlı coğrafya kitabında Çepnilerden söz ederken dillerinin Türkçe- Farsça karışık bir şey olduğunu söyler.

Gyula Nemeth “Çepni” adının Kırgızca “çep”(kalkan) ve Türkçe “çeper”(duvar, çit, parmaklık) kelimeleriyle ilgili olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre Çepni adı kök bakımından “koruyucu(birlik)” ve özellikle “sınır koruyucu(birlik)”anlamına gelmektedir. Çepni adındaki “-ni” eki Beçenek-Beçene-beçe adlarında gördüğümüz –ne,-na,-ni,-nu,-nü ekleriyle birleştirilebilir. Aynı eke Çağatayca “tuzni(buzağı)” kelimesinde de rastlanmaktadır.

Kafesoğlu da “Eski Türk boylarının adları boyun siyasi ve sosyal hususiyetlerini meydana koymaktadır” dedikten sonra Çepni’yi askeri teşkilat ve unvanlarla ilgili olan Çor, Yula, Kapan, Külbey, Yabuka, Yeney, Taryan, İğdir, Buka, Tarduş vb.isimlerle birlikte bu gruba dâhil etmekte ve Çepni adının askeri ve siyasi özellik taşıdığını belirtmektedir.

Geybullaev de Azerbaycan’ın Şamaha bölgesinde Çepni kelimesiyle bağlantılı 17 yer adı bulunduğu bildiriyor. Bunlardan Çepli, Cabani, Çapni şeklinde olanlar Zangezur ve Kuba bölgelerindedir. Kazak şehrinin Daşsalahlı Bölgesinde Çepli adlı bir yer bulunmaktadır.

Sultanşah Ataniyazov, Şecere adlı eserinde Kaşgarlı, Reşideddin, Yazıcıoğlu ve Ebülgazi’den, bizim de yukarıya aldığımız bilgileri aktardıktan ve bunlara Salar Baba’nın görüşlerini ekledikten sonra Çepni kelimesinin etimolojisi üzerinde durur ve bilim adamlarının güzel fikirlerini inkâr etmediğini, ama Çepni adını eski Türk sözü olan ve “küçük grup”, “sürü” anlamındaki “çep”, “çöp”sözünden türediğini de bilmemiz gerektiğini söyler. Daha sonra Çepnilerin tarihi hakkında kısaca bilgi vererek, Selçukluların döneminde (11.yy.)Çepnilerin büyük bir bölümünün İran’a, Türkiye’ye, Kafkasya’ya ve Irak’a geçtiklerini Türkmenistan’da Alili, Ata Göklen, Hatap ve Hıdırilli boylarıyla Çepbe, Burgazların Çepbece diyen aşiretlerinin kadim Çepnilerle aynı kökten gelmelerinin mümkün olduğunu belirtir.

ÇEPNİLERİN ANADOLU’YA YERLEŞMESİ
Buraya kadar verilen bilgiler bize Çepni boyunun,12. yüzyıldan bu yana Anadolu, İran, Azerbaycan ve Mısır’ı alan çok geniş bir coğrafyada tanındığını göstermektedir. Daha öncede belirtildiği gibi. Çepnilerin Anadolu’ya ne zaman geldiklerini, nerelere ve nasıl yerleştikleri hakkında yeterli bilgiye henüz sahip olmamakla birlikte, Faruk Sümer’in, ulaşabildiğimiz diğer araştırmacılar tarafından da kabul gören “Türkiye tarihinin yerli kaynaklarında adı ilk önce ortaya atılan Oğuz boyu muhtemelen Çepnilerdir” şeklindeki görüşü Anadolu’ya ayak basan ilk Türk boyu veya ilk boylardan birisinin de Çepniler olduğunu ortaya koymaktadır.

Çepnilerin Anadoluda’ki varlığını incelemeye başladığımızda karşımıza çıkan ilk isim Hacı Bektaş Veli olur.13.yy da yaşayan Hacı Bektaş Veli’nin hayatını anlatan ve 15.yyın son çeğreğinde kaleme alınan Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli adlı eserden Hacı Bektaş Veli ‘nin Suluca Karahöyük’teki ilk müridlerinin Çepniler olduğu anlaşılmaktadır.

 “Hacı Bektaş, Kırşehir’e, Sulucahöyük’e(bugünkü Hacı Bektaş İlçesine)gelir. Burada, Çepni boyunda bir oymak oturmaktadır. Uluları Yunus Mukri’dir. Yunus Mukri okumuş yazmış bir insan olup, dört oğlu vardır: İbrahim, Süleyman, İdris ve Saru. İdris ile Saru da okumuşlardır. İdris’in karısı, Bektaşiler tarafından sonradan kutlu sayılacak olan, “Kadıncık Ana-Kutlu Melek’tir.”Kadıncık Ananın çocuğu olmamaktadır. Birgün rüyasında, on dört dolunay koytuna girer. İdris Hoca, bunun çocuğu olacağı manasına geldiği müjdeler. Daha sonra Bektaş Veli çıkagelir. Kadıncık aynı evlat edilir. Onun duası sayesinde ve burunkanı kerametiyle. Kutlu Meleğin çocuğu olur. Doğan çocuğun adı, Timurtaş veya Seyyid Ali Sultan’ dır. Kuvvetli bir ihtimalle Bektaşi Çelebileri de bu Kadıncık Ana ile İdris Hoca’dan gelmişlerdir.

Faruk Sümer’e göre, Anadolu’daki dini hareketlerden ekserisinin de Çepni boyu ile yakın ilgisi vardır. Muhtemelen 1240’daki Baba İshak Ayaklanmasına kayılan Türkmenler arasında onlar da vardır. Ona göre, İlhanlılar hükümdarı Olcaytu’nun On iki İman Şiiliği’ni kabul etmesinden sonra Anadolu’daki Ulu Yörük, Boz Ok, Yukarı Kelkit ve Canik’te yaşayan göçebe birçok topluluk, Halep Türkmenlerinden bazı oymaklar ile Sivas, Tokat, Amasya, Canik, Malatya, Dersim bölge ve yörelerindeki birçok köy bu mezhebi yani Şiiliği kabul etmişlerdir ve buralarda Şiiliği yayanlarda Barak Baba dervişleri ile diğer şeyh ve dervişlerdir. Aşağıda haklarında detaylı bilgi verilecek olan bu Türkmen topluluklarını içinde Çepni oymaklarıda vardır.

Çepnilerle yakından ilgili diğer bir dini olayda Şeyh Cüneyd ile haleflerinin Anadolu’daki faaliyetleridir. Çepnilerin Karadeniz bölgesine yerleşmeleri ve Safevi Devleti’nin kuruluşunda oynadıkları rol ile 16.yy.dan itibaren Osmanlı Devleti’nin Çepni politikasındaki olumsuz değişiklikleri anlayabilmek için bu olayın ana hatlarıyla bilinmesinin gerektiği kanaatindeyiz.

Safevi tarikatı 14.yy da Azerbaycan’ın Erdebil şehrinde Safiyeddin İshak adlı bir şeyh tarafından Sünnî-Şafiî ilkelerine göre kurulmuştur.1429’da tarikatın başına Şeyh İbrahim geçmiş ve onun döneminde tarikat sadece İran’da değil Irak ve Anadolu’da da tanınmaya ve yayılmaya başlamıştır. Şeyh İbrahim’in 1447’de ölmesi üzerine yerine kardeşi Şeyh Cafer geçmiş, babasının yerine tarikatın başına geçmek isteyen Şeyh Cüneyd amcasıyla yaptığı mücadeleyi kaybedince Anadolu’ya gitmiş, kendine bağlı olanlarla önce Sivas’a gelmiş ve padişah 2.Murat’tan Kurt Beli’ni kendisine mülk olarak vermesini rica etmişse de bu isteği yerine getirilmemiştir. Bunun üzerine Karaman ülkesine giden Cüneyd orada da barınamayınca İçil’deki Varsakların yanına gitmiş, oradan Çukurova’ya geçmiş, oradan da İskenderun yöresine gelip, Ersuz dağındaki harap bir kaleyi Bilal oğlu denilen bir emirden alarak tamir etmiş ve buraya yerleşmiştir. Buradan adamlarını göndederek zaman zaman da kendisi giderek başta Halep Türkmenleri olmak üzere Dulkadirli ve Üçoklu Oymaklarının hemen hemen tamamını kendisine mürid yapmıştır. Şeyh Cüneyd’in bu faaliyetlerini haber alan Memlük devletinin harekete geçmesi üzerine Şeyh Cüneyd burayı terk etmek zorunda kalmış, Canik yöresine giderek buranın hâkimi Mehmet Bey ile buluşmuştur. Bundan sonra bütün müridlerini silahlarıyla birlikte yanına çağırmış ve Mehmet Bey ile birlikte Trabzon üzerine yürümüştür. Aya Fokas manastırına kadar gelen Trabzon İmparatorluğu 4.Yuanis’i burada bozguna uğratan Şeyh Cüneyd 1454’te Trabzon’u kuşatmış ancak askerleri surları aşamamıştır. Fatih tarafından da tehdit edilince üç gün sonra kuşatmayı kaldırarak Kelkit vadisine geri dönmüştür. Sivas beylerbeyi Hızır Bey’in üzerine geldiğini duyunca Ak Koyunlu hükümdarı Uzun Hasan Bey’in yanına gitmiştir. Uzun Hasan önce Cüneyd’i tevkif etmişse de daha sonra Şeyh Cüneyd’in kendisine 20.000 askeriyle müttefik olma teklifi üzerine onu sadece serbest bırakmakla kalmamış, kız kardeşi Hatice Begüm’ü de onunla evlendirmiştir. İşte bu evlilikten Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar dünyaya gelmiştir.

Şeyh Cüneyd’in 1460’ta Şirvanşah Halilullah’la yaptığı savaşta ölümü üzerine müridleri Oğlu Haydar büyüyüp dayısı Hasan Han sayesinde Safevi şeyhliği postuna oturunca onun etrafında toplandı ve Cüneyd’in vasiyetine uyarak ona biat ettiler. Şeyh Haydar babası gibi Anadolu’yu dolaşmadı ama Türkiye’den gelen kabiliyetli müridleri Erdebil’de yetiştirdikten sonra onları “Halife”unvanı ile Anadolu’ya göndererek orada tarikatını yayda ve mürid sayısını çoğalttı.

Yeterince güç kazandığına inanan Şeyh Haydar Anadolu’dan gelen on bin müridiyle önce 1486’da Demirkapı ötesindeki Kafkas kavimlerine saldırdı ve zengin bir ganimetle geri döndü. İki yıl sonra da hem babasının intikamını almak ve hem de Şirvan’ı ele geçirip orada bir devlet kurmak için doğrudan Şirvan hükümdarının üzerine yürüdü. Onunla başa çıkamayacağını anlayan Şirvan hükümdarı Ak koyunlu hükümdarı Yakup Bey’den yardım istedi.1488’de Yakup Bey’le yaptığı savaşta Şeyh Haydar öldü.

Bu olaydan sonra da Safevi müridleri dağılıp Haydarın büyük oğlu Suktan Ali’nin etrafında toplandılar. Ak Koyunlularla yapılan ikinci savaştan Ali de öldü. Bütün aramalara rağmen küçük kardeşi İsmail bulunamadı. İsmail müritler tarafından kaçırılarak götürüldüğü Gilan ülkesinde altı yıl kaldıktan sonra 1500 ‘de Erzincan’a geldi ve Türkiye’nin her tarafına haber göndererek müridlerini yanına çağırdı. Erzincan’da başına topladığı Türkiyeli göçebe ve köylü müridlerle İran’a döndü ve Ak Koyunlular’ı yenerek Safevi Devletini kurdu.

Böylece dedesi Şeyh Cüneyd’le başlattığı babası ŞeyhHaydarın’ın sürdürdüğü ve her aşamada Anadolu Türkmenleri ile Çepnilerin önemli rol oynadığı bu hareket o sırada henüz on beş yaşında olan Şah İsmail tarafından başarıyla tamamlanmış oldu.

Bundan sonra Anadolu’dan İran’a doğru on yedinci yüzyılın ortalarına kadar devam eden bir göç başladı.Göç eden Türkmenler arasında sayıları çok olmamakla birlikte Çepnilerde de vardı.1576’da Çepnilerin İranda’da Muhammed Bey Mahmut Halife ile Dönmez Sultan adlı beyler temsil etmekte bu üç dirlik de Kuzey Azerbaycan’daki Karabağ bölgesinde bulunmaktaydı. İran’daki çepnilerle ilgili son bilgi Şah Abbas devrinde (1590–1628)aittir.

Bu dönemde nüfuslarını giderek kaybettikleri ve hiç istemedikleri İlan yöresine üstelik başlarında kendilerinden olmayan kul takımından bir emirle göçürüldükleri biliniyor.

Şah Abbas’tan sonra İran’daki Çepnilere ait bilgiye rastlanmıyor. Geybullaev’in Azerbeycan’ın Şamaha bölgesinde Çepni kelimesiyle bağlantılı söylediği on yedi adı muhtemelen bu Çepnilere aittir.

16.yüzyıl tahrir defterinden anlaşıldığına göre başta Halep olmak üzere Anadolu’nun birçok yerinde henüz yerleşik hayata geçmemiş olan Çepni toplulukları bulunmaktaydı.

Bu dönemde Anadolu’da Çepnilere ait kırk üç kadar yer adı vardır.

1520 yıllarında Halep Türkmenleri arasında üç kola ayrılmış bir Çepni oymağı görülüyor.

Bunlardan 53 vergi evi olan birinci kol Antep’in kuzey doğusundaki Rum Kale yöresinde Donrul (Tuğrul) Kethüda’nın iddia resmindeki ikinci kol Antakya’nın kuzeyindeki Gündüzlü kazasında nüfusu en az olan üçüncü kol ise doğuda bir yerde(Boz Uluslararasında)yaşamaktaydı.

1570 tarihinde yani 50 yıl sonra diğer Türkmen oymakları gibi Çepniler’in de nüfusları çok artmış 1520yıllarında53 vergi evi olan birinci kol bu tarihte 397 vergi nüfusuna yükselmiştir.

“Başına Kızdılu” yahut “Başım Kızdılu Çepni adiyle anılan ikinci ve üçüncü Çepni kollarının ise 29 ve 16 vergi nüfusları vardır.

XVII. yüzyılın ortalarında doğru Çepniler’in ana kolu yine Rum Kale yöresinde yaşıyor ve kasabalar(?)Korkmazlu Sarulu Karalar Köseler ve Şuayyıblu obalarına ayrılıyordu.

Başım Kızdılu adını taşıyan diğer iki oymak ise Batı Anadolu’ya göç ederek Saru Han(Manisa)ve Aydın sancaklarında yurt tutmuştu.

Diyarbakır bölgesinde yaşayan Boz Ulus kışın Mardin’in epeyce güneyindeki çöl bölgesinde kışlıyor yazın da Erzincan-Erzurum arasında yaylıyordu. Boz ulus uğradığı baskılar yüzünden 1613 yılında Orta Anadolu’ya göç etti ve bir daha eski yurduna dönmedi.

İşte bu Boz Ulus’un Orta Anadolu’ya göç eden ana kümesi arasında Kantemir Çepnisi denilen bir Çepni oymağı da vardı. 1691 yılında birçok Boz Ulus oymakları gibi Çepniler de Rakka bölgesine yerleştirildiler. Çepniler bu bölgeden iki defa kaçtılar.1728 tarihli bir vesikada Kantemir Çepnisi’nin Rakka’daki iskân yerlerine gitmemek için Bergama taraflarına göçtüğü bildirilmektedir. Balıkesir bölgesi ile Manisa ve Aydın vilayetlerindeki Çepniler bu bölgeye on yedinci yüz yıldan sonra gelmiş Halep Türkmenleri ile Boz Ulus’a mensup Çepnilerdir. Tahrir defterlerinden Adana’nın Sarı Çam yöresinde küçük bir Çepni oymağının yaşadığını Dulkadir eli arasında da 34 vergi nüfuslu küçük bir Çepni oymağı ile aynı bölgede Çepni adlı bir de kalenin bulunduğunu öğreniyoruz.

16.yüz yılda Boz ok(Yozgat)ta 42 vergi nüfuslu Çepni adlı küçük bir oymak yaşıyordu.

Yine orada varlığını bu güne kadar sürdüren Çepni adlı bir köy vardı.

Yine 16.yüz yılda Çorum’a bağlı Alp Oğuz köyünde Çepni Özü adı bir cemaat yani bir oymakla Hamid sancağının(Isparta vilayeti)Göl Hisar kazasında da 70 vergi nüfuslu bir oymak görülmekte idi. Eski İl Koş(Koç)Hisar Gölü’ne Dökülen İn Suyu’ndan başlayıp Güneydoğu’ya doğru Ereğli’nin batısındaki Akçaşehir’e kadar uzanan topraklardan meydana gelmişti. Koç Hisar Gölü’nün güney ucuna çok yakın olan Eski İl köyünün bu kazanın merkezi olduğu anlaşılıyor. Eski İl’de yaşayan Çepnilerin büyük bir kısmı Yavuz Selim devrinde(1512-1520)yedi köyde yerleşmiş olup ancak 27 evlik bir oba eski yaşayışını sürdürüyordu. Bu oba asrın sonlarına doğru henüz yerleşik hayata geçmemişti.

Turgut yöresindeki Çepni oymağı I.Selim devrinde 44 vergi nüfuslu küçük bir oymak idi.

Adana’nın Saru Çam nahiyesinden gelip Ankara’ya bağlı Şerefli Koç Hisar kazasına yerleşen yaşayan Orun-Guş oymağının arasında da 133 nüfuslu bir Çepni obası vardı.

Sivas yöresinden Ankara yöresine kadar yayılan ve 27 oymaktan meydana gelen Ulu Yörük veya Ulu Yörük Türkleri denilen büyük topluluğunun oymakları arasıda da birkaç Oğuz boyuna mensup teşekküller de vardı. İşte bunlardan biri de Çepnilerdi. Çepnilerin yurtlarının Ak Dağ Madeni’n kuzeyinde Zile’nin güneyinde meşhur Çamlı Bel’in batısında bulunduğu anlaşılıyor.1520 tarihinde Çepniler’in 17 kışlakları vardı. Onlar bu kışlakların da çiftçilik yapmakta idiler.1575 yılında ise 32 kışlakta oturmakta nüfusları da dört misli artmış bulunmakta idi.19.yüzyılın ikinci yarısının başlarında Çepniler’in oymak geleneğini korudukları görülüyor. O yılarda Çepni oymağı ile Kara Hisar-ı Behramşah Boz Ok sancağına bağlı idari yörelerden birini teşkil etmekte idi.1720 tarihli bir fermanda Anadolu’nun çeşitli yerlerinde içlerinde 50 hanelik bir Çepni topluluğunun da bulunduğu Türkmen boyları bölgeyi Arap eşkiyasının mazarratından korumak ve ziraatle uğraşmak üzere Harran Ovasına yerleştirilmişlerdi. Daha önce belirtildiği gibi Vilayetname’den anlaşıldığına göre Kırşehir’in Suluca KaraÜyük(Hacı Bektaş)sakinleri de Çepniler’den idiler. Tahrir defterine göre Kırşehir bölgesinde Çepni adını taşıyan bir köyde vardı. 
-Devam Ediyor-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder