9 Temmuz 2007 Pazartesi

Beşer Tarihinin En Büyük Devleti OSMANLI




Maziden Ati'ye
A. Zeki SARUHAN

...Allah yakında öyle bir toplum getirir ki,
Allah onları, onlar da Allah'ı severler;
mü’minlere karşı yumuşak,
kafirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler;
Allah yolunda mücadele eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar...
Kur’an-ı Kerim, Maide 54

Osmanlılar'ın ilk nüfusu olan Kayı Han Aşireti'nin Anadoluya yerleşmesi ve kökleşmesi Ertuğrul Gâzi'yle başlar. Malazgirt Meydan Savaşı'nın kazanılmasından sonra, yerleşmek için akın akın Anadolu’ya gelen Türk Boyları arasında Kayı Han Aşîreti de vardı. Osmanlı Devleti’ nin kuruluş ve Kayı Boyu hakkında çok detaylı bilgi mevcut değildir. Bunun sebebi de ilk zamanlarda gerek Kayı Boyu, gerekse Osmanlı Beyliği’ne hiç bir tarihçi ehemmiyet vermemiş, sıradan bir beylik olarak görülmüş, istikbâlde ulaşacağı durumu tahmin edememişlerdi. Bu sebeptendir ki, Osmanlı, tarih sahnesindeki yerini almaya başladıktan sonra tarihçilerin ilgisini çekmiş ve Osmanlılar hakkında tarihe notlar düşülmüştür. Kayı Boyu ve ilk kuruluş aşamasındaki belgeler çok fazla değildir.

Kayı boyu hakında kaynaklarımızdaki rivayetlerden biri şöyledir:
Osmanoğuları'nın başında bulunduğu kayı oymağı, diğer Oğuz boylarıyla beraber, Selçukluoğulları'nın mahiyetinde bulunmak üzere 1000 yılı civarında Amu Derya nehrini geçtiler. Herhalde diğer Oğuz boylarının yoğun oldukları Aral havzasından geldiler. Horasan'ın kuzey sınırına, karakurum Çölünün güneyine, Merv civarında Mahan'a yerleştiler. İşte Kayı oymağı, Merv civarından Ahlat'a hangi tarihte geldi? Bir rivayette 1220'de Cengiz'in Orduları yaklaşırken ellerine düşmemek için Merv'den hareket ettiler. Ahlat'a geldiler. Ahlat'ta çok az bir süre kalan kayı aşireti, oradan Erzincan yakınlarına gelirler. Oradan da Söğüt'e vardılar. Aral havzasından Marmara'daki Söğüt yaylasına olan yol kuş uçuşu 3,500 kilometreye yakın ve gerçekte yürünen yol bunun iki mislidir.(1) Demek ki, Osman Gâzi'nin ataları, 7,000 kilometre yürüyerek Söğüt'e gelmişlerdir. Bu uzun yolculukda Kayı'ların başında Gündüz Alp bulunmaktaydı.

Başka bir rivayette ise:
Kayı'lar Ahlat'ta dokuz yıl kadar kaldılar. Moğolların her tarafı yakıp yıkmaları ve o bölgelere kadar ulaşmaları üzerine tekrar göçe başladılar. Erzurum üzerinden Erzincan'a, nihayet Amasya'ya geldiler. Bu arada Gündüz Alp vefat etti. Aşiret Beyliği'ne getirilen Ertuğrul Gâzi, büyük oğlu Saruyatı Savcı Bey'i Alaaddîn Keykubad'a gönderdi. Yerleşebilecekleri bir yurt istedi. Sultan Keykubad, Ankara yakınındaki Karacadağ'ı yurt olarak verdi. Bu arada Ertuğrul Gâzi'nin ağabeyleri Sungur Tekin ile Gündoğdu eski yurtlarına döneceklerini bildirip aşiretin büyük bir kısmıyla Ertuğrul Gâzi'den ayrıldılar. Ertuğrul Gâzi, kardeşi Dündar Bey'le birlikte kendisine inanıp arkasına gelen 400 çadır halkıyla Anadolu'nun batısına doğru yol aldı.

Yolda kıyasıya çarpışan iki orduyla karşılaştılar. Bir tarafta Alaaddîn Keykubad komutasındaki Selçuklu Ordusu, diğer tarafta ise Moğol Ordusu vardı. Selçuklu Ordusu yenilmek üzereydi. Ertuğrul Gâzi hemen aşiretin ileri gelenlerini toplayıp, ne yapmaları gerektiğini sordu. Yaşlılar aynı fikirde birleştiler:

"Biz müslümanız, Moğol putperesttir. Elbette ki hem müslüman olan, hem de bize yurt gösteren Selçuklu Sultanına yardım etmeliyiz". Kayı Aşireti'nin, savaşlarda pişmiş tecrübeli yiğitleri, savaş alanına fırtına gibi girdiler. Her iki ordu da yorgundu. Bu taze kuvvet savaşın gidişini bir anda değiştirdi. Selçuklulara büyük bir zafer kazandırdı.  Bu sonuca çok sevinen Alaaddîn Keykubad, Ertuğrul Gâzi ve aşiretine "Söğüt Kışlağı ve Domaniç Yaylağı'nı" verdi. Ertuğrul Gâzi'yi de uçbeyi tayin etti.

MUHTEŞEM İMPARATORLUĞU  HABER VEREN  OLAYLAR
İslam devletleri içerisinde, Hulefâi Raşidin'den sonra gelenlerin en faziletlisi Osmanlı Devletidir. Osmanoğulları, İslam'a sadâkatta, Rasûlullah(s.a.v) Efendimiz’e ve O’nun güzîde ashabına hürmette hiç kusur etmemiş bir nesildir.
Fransız alimi Grenard der ki: "Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşu beşer tarihinin en hayrete değer ve en büyük vakıalarından biridir”. Bil ki, bu devleti kuranlar, cihan tarihinin en haşmetli ve en büyük hükümdarlarıdır. Çok hayır yaparlar, çok ihsanda bulunurlar. Daima adaletle hükmetmişler, kılıçlarının hakkı, mızraklarının meyvesi olarak bu devleti kurmuşlar ve büyütmüşlerdir, bu sözleri de müneccimbaşı Ahmed Dede söylemektedir. Bu büyük ve muhteşem devletin ortaya çıkışı basit hadiselerle olmadığı kesindir. Kuruluştan önce bunu teyit eden bir dizi hadise meydana gelmiştir.

Şöyle ki: "Osman Gâzi'nin babası Ertuğrul Gâzi, oğlu Osman doğmadan önce, bir gece rüyasında ocağından bir suyun kaynayıp gittikçe çoğaldığını, büyük bir deniz haline gelerek bütün yeryüzünü doldurduğunu görür. Rüyasını Selçuklu Sultanı üçüncü Alaeddin'in kâtibi Abdülaziz Müstevfi isminde âlim bir zâta anlatır. O da Ertuğrul Gâzi'nin rüyasını şöyle tabir eder: "Bir çocuğun olacak ve onun soyundan gelenler yeryüzüne hükmedecekler" der. Bundan bir kaç gün sonra da Osman Gâzi dünyaya geldi" diye rivayet edilir.(2)

Başka bir hadise de Şeyh Muhyiddîni Arabî'nin, Osmanlı Devleti'ni, kurulmadan 70 sene önce müjdelemiş olmasıdır. İlmi Cifir ile, Kur'anı Kerim'deki âyetlerden istinbat ettiği hususları "Eddâiretu'nNu'maniye fi'd devleti'lOsmaniyeye" isimli eserinde zikretmiştir. Bu husus cifir ilmini bilenlerce malumdur. Burada verilen bilgilerden ziyâde, eserin isminin, daha Osmanlı Beyliği bile ortada yok iken konulmuş olmasıdır. Manevi müjdelerin en garibi budur. Bu eserde, Osmanoğullarından birinci halifenin Yavuz Sultan Selim Han olacağını ve bundan başka daha bir çok hadiseleri kaydetmiştir.(3)

Allah'ın sevgili kullarından biri rüyasında, Kayı Aşireti'nin işareti sayılan kartalın havalandığını, kanatlarının bütün dünyayı örttüğünü, kartalın kanatlarının gölgesi altında kaldığını görmüş ve bunu şöyle yorumlamış:

EDEBALİ'NİN MÜJDESİ
Ertuğrul Gâzi'nin ölümü üzerine aşiretin ileri gelenleri toplanıp "Beyimiz Osman Gâzi olsun" kararını verdiler. Osman Gâzi, Osmanlı Devleti’nin birinci sultanıdır. Altı asırdan fazla yaşamış bir devlete adını veren hükümdardır. Osman Gâzi, idareyi bir aşiret reisi olarak ele almış, fakat onun eseri gerçekten çok büyük olmuştur. Kurduğu bu beylik, neslinden gelen padişahlar tarafından bir cihan devleti haline getirmişlerdir.

Osman Gâzi, Anadolu'nun İslamlaştırılması faaliyetine katılan gönül sultanlarından ve Âhi’lerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebali'nin sohbetlerine devam ederdi. Ziyaretlerinden birisinde, Şeyh Edebali Hazretleri’nin dergâhında misafir oldu. Burada bir rüya gördü. Bu rüyayı meşhur tarihçi Mehmed Neşrî'nin eserinden nakledelim:

"Bir gece Şeyh Edebali'nin evinde misafir olup otururdu. Oturduğu yerin arkasında bir Mushafı Şerif asılı idi. Osman Gâzi hiç bir şey söylemedi ve herkes uyuyup, hâne sessiz kalana kadar bekledi. Sonra abdest alıp, yüzü ve vücudu Mushaf'tan yana durup huşû ve huzurla, tâ sabaha kadar el kavuşturup bekledi. Uyanacak vakit olunca, ev sahipleri benim bu halimi görmesinler diyerek uyur gibi gözlerini kapadı ve bekledi. Bir ara uykusu uyanıklığına galip gelerek, uyku ile uyanıklık arasında rüya aleminde gördü ki, Şeyh Edebali'nin koynundan bir ayın doğup kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden büyük bir ağacın çıkıp, âlemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, birçok insanların kaynaştığını gördü". Osman Gâzi rüyasını Şeyh Edebali'ye anlatıp ondan rüyayı tabir etmesini istedi. Şeyh Edebali ise kısa bir tefekkürden sonra ona; "Müjdeler olsun ey Osman! Hak Teâla sana ve senin evladına saltanat verdi. Bütün dünya, evladının himayesinde olacak, kızım da sana eş olacak" deyip rüyasını tabir etti. Bu rüya hakkında Aşıkpaşazâde güzel bir şiir söylemiştir:

Hidâyet menzili nimet senindir.
Ezeli tâ ebed devlet senindir.
Dualar, nesline erden senindir
Döşene sofralar davet senindir.
Neseb ve nesil ile bürhan senindir.
Cihanda olan devran senindir.
Ki ins'ü cinne hem ferman senindir.(4)

Osmanlı devletinin kuruluşu ile ilgili hadiseler ve kuruluş sebebi hakkında çok şey yazılmış ve söylenmiştir. Osmanlı Devleti’ nin âyet ve hadislere mahzar olduğu ve övüldüğü iddia edilmiştir. Bu cihan tarihinin; her yönüyle en muhteşem devletinin; Kur' anı Kerim'de zikredildiği konusunda bazı islam alimlerinin görüşleri vardır.

"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı yumuşak, kafirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allah yolunda mücadele eder, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar.Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah, geniş ihsan sahibidr, her şeyi çok iyi bilendir.(5) Âyet-i Kerîmesinin Osmanlı Devletine işaret ettiği konusunda Elmalı Hamdi Yazır Rahmetullahi Aleyh şöyle yazmaktadır:

"...Vaktiyle yahudilerin hıristiyanlara, hıristiyanların müslümanlara mevkiyi terkettikleri gibi, İslam nîmetinin kadrini bilmeyen nankörler de onun kıymetini bilecek, şükrünü edâ edecek yeni bir müslüman kavme mevkiyi terketmeye mecbur olacaktır.

Önce Araplar, kavimden kavime bu hizmeti yapmışlar, bundan sonra Emevîler’in son zamanlarında olduğu gibi bu hizmet, Araptan aceme doğru geçmiş, Hadis-i Şerif’in de gösterdiği üzre, fars kavmi maddi ve manevi olarak İslam'a çok büyük hizmetler etmiş, sonra bunlar da aynı hale gelmiş, bu defa da Allah Türkleri göndermiş, Arapların, Farsların kıymetini bilmeyip kaybettikleri islam devletini ele alarak İstanbul'a ve oradan yeryüzünün her kıtasına yaymışlardır. Şu halde "Ebna-i Faris" hadisinin delâleti ve İstanbul'un fethi ile ilgili hadisin açıkladığı ve "Umulur ki Allah, bir fâtih ihsan eder ve katından bir emir getirir." (Maide,52) İlahi vaadinin mutlak oluşu ve işareti ile Türkler de yukarıdaki âyetin müjdesine girmişlerdir. Demek ki, onlar da bu nîmetin kadrini, kıymetini bilmez, küfür ve küfrana doğru giderlerse, yerlerini Allah'ın göndereceği diğer bir topluma terketmeye mecbur olacaklardır.(6) Bu konuda Bediuzzaman Said'i Nursi Rahmetullahi Aleyh de şu şekilde görüş beyan etmektedir:

"Ey ehl-i iman olan şu vatanın evladları! altıyüz sene değil, belki Abbâsiler zamanından beri bir senedir Kur'an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur'an'ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur' an'a ve İslamiyete kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı defettiniz, ta, "Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı da izzet sahibidirler" âyetine güzel bir masadak oldunuz."(7)

Evet, Osmanlı Kur'an-ı Kerim’de isim olarak değil sıfat olarak methediliyor. Ger-çekten de Osmanlı bir devirde bu âyetin övgüsüne masadak olmuştur. Fakat âyetin bir de baş tarafı vardır. Bediüzzaman Hazretleri, yukarıdaki ifadelerin devamında Osmanlıyı âyetin baş tarafına masadak olmamaları için ikaz ediyor ve şöyle diyor:

"Şimdi Avrupa'nın ve frenk meşreb münafıkların desiselerine uyup, şu âyetin evvelindeki hitaba masadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız". Anlaşılan o dur ki, Osmanlı mânevî bir güçle mevki sahibi olmuş, Allah ve Rasûlunün rızasına, sevgisine mahzar olmuş, bu sayede dünyaya hükmetmiştır. Biz Osmanlı’nın varisleri olarak Allah'a ve Rasûlüne itaatte kusur işlediğimiz ve doğru yoldan saptığımız için mevki ve hizmet makamı bizlerden alınmıştır.

Şimdi biz, asırları şereflendiren bir tarihle, büyük cihan imparatorluğu kurmuş, dünyaya yüzyıllarca hükmetmiş bir milletin devamıyız. Üstelik bu hükmediş, adalet, merhamet ve insan hakları esasları üzerine kurulmuş. Osmanlı gittiği her yere inancın, adâletin, insan haklarının, medeniyetin ışıklarını götürmüştür. Kur' an ve Sünnet'ten ilham alarak dünyayı aydınlatmıştır.

Evet, her türlü ön yargıdan uzak bir şekilde tarihimize baktığımız zaman, göz kamaştıran ve baş döndüren bir manzara ile karşı karşıya kalırız. Her sayfası şeref levhalarıyla dolu muhteşem bir tarihe sahip olmanın sevinciyle dolarız.

Daha bir asır öncesinde; hasta adam olarak adlandırılsa da kûrei arz'a hükmeden muhteşem bir devletimiz vardı: Üstelik, sınırları bu günkü topraklarımızdan çok daha geniş, bugün o topraklar üzerinde onlarca bağımsız devlet bulunmaktadır. Orta Avrupa'dan bütün Akdeniz kıyılarına ve Asya içlerine kadar uzanan bir imparatorluktu Osmanlı... Ve Osmanlı mükaddes bir idealin, yüce bir mevkînin, ihtişamlı bir kültür ve medeniyetin sahibi olarak, tarihin derinliklerine kök salmış bir çınar gibi, bir daha aynısının yaşanması mümkün olmayan altı asırlık muhteşem bir ömür yaşamıştır.

Ne gariptir ki, bugünün nesilleri, bu muhteşem mâziyi kabul etmediklerı gibi, yok saymaktadırlar. Osmanlı’nın düşmanı olmuş milletlerle birlik olup bu muazzam ve muhteşem imparatorluğu aşağıların aşağısında gösterme gayreti içerisindeyiz.

Ne kadar, yok sayarsanız sayın, basite alırsanız alın, size İbni Haldun ile cevap vereceğim; "Su nasıl suya benzerse, bir milletin geçmişi de geleceğine öyle benzer". Her şey aslına rücu eder. Hayatın kanunu budur...

1. Büyük Türkiye Tarihi; Yılmaz Öztüna, Ötüken Yayınevi 1983, C.2 s.244
2. Belgelerle Osmanlı Tarihi; Ömer Faruk YILMAZ, Osmanlı Yayınevi 1998 C.1 s.12 (Ali, Künhü'l-Ahbar,cilt 4, sh.24-25, İst. 1277; şem'danizade Fındıklılı Süleyman Efendi, Mürii't-tevarih, cild 1, sh.373)
3. Belgelerle Osmanlı Tarihi; Ömer Faruk YILMAZ, Osmanlı Yayınevi 1998 C.1 s.12 (Ahmed Cevdet paşa, Kısas-ı Enbiya,sh.498;Müneccimbaşı,a.g.e. sh.56)
4. Belgelerle Osmanlı Tarihi; Ömer Faruk YILMAZ, Os manlı yayınevi 1998 C.1 s.19
5. Mâide Süresi;54
6. Hak Dini Kur'an Dili; Elmalılı M.Hamdi Yazır, sadeleştiren Doç.Dr.İsmail Karaçam Yrd.Doç.Dr. Emin Işık Dr.Nusrettin Bolelli, Abdullah Yücel; Feza Gazetecilik Cild.3 sh.271
7. Mektûbat, Sahf.299,300  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder