10 Ekim 2016 Pazartesi

Frunze'nin Türkiye Anıları'nda SAMSUN -III

III
SAMSUN'DAN KESKİN’E
2/XI1/1921 - 11/XII/1921

Samsun'dan 2/X!l günü, sabah saat 10’da çıktık. Ama hav't yönünden şansımız olmadı, bizi pek de iyi uğurlamadı doğrusu. Sabahın erken saatlerinden beri sık, ince bir yağmur başladı. Yolda daha da kötü olacağı anlaşılıyordu. Biz ise erkenden çıkmaya hazırlanmıştık. Ama bütün arabacılar tam zamanında hazır olmadığı için beklemek zorundaydık. Nihayet bize ayrılmış olan üstü örtülü, türkçede «yaylı» adı verilen özel arabalara bindirildik. Bu yaylı, ufak bir furgon(Furgon: Üstü kapalı at arabası) türünde arabaydı. Oturacak yeri yoktu. Yatar gibi, ya da yarı yatar gibi durulabiliyordu ancak.

Her arabada ikişer kişi bulunuyordu. Arabalara çift at koşuluydu. Atlar ve arabalar bizi Ankara'ya kadar değişmeden götüreceklerdi. Bir araba için ödenecek ücret 100 liraydı.

Ayrılmamızdan bir saat önce Faik Bey geldi yanımıza. Hazırlıklar bitene değin otelde sohbet ettik. Sonunda bize refakat edecek olan Türk Subayı Haşan Bey geldi. Ve her şeyin hazır olduğunu bildirdi. Mutasarrıfla ve öteki uğurlamaya gelenlerle vedalaştık ve onların hayırlı yolculuklar dilekleriyle yola koyulduk.

Yol şehirden başlayarak hep dağlar arasında uzanıyordu. Çamurlu, berbat bir yoldu. Aslında şoseydi, ama bu şose öylesine çukur ve tümseklerle doluydu ki, İnsanı her dakika top gibi bir o yana, bir bu yana fırlatıyordu. Yağmur durmadan, git gide güçlenerek yağıyordu. Arabanın yan perdesini açmak olanaksızdı. Ancak arabacıların başlarının üzerinden ileri bakılabiliyordu. Bu da insanın görme açısını kısıtlıyor elbette. Zaten öylesine kesif bir sağnak var ki bu her şeyi tümüyle gizliyor. 40 - 50 adımdan ötesini görmek olanaksız.

Şose Samsun'dan çıkınca dağ plâtosunda yükseliyor ve İlerilerde kısmen ormansız, kısmen hafif çalılıklarla, özellikle bodur meşelerle örtülü tepeler arasında İlerliyor. Solda aşağılarda sisler arasında Merd Irmak vadisi görülüyor.

Samsun'dan yaklaşık olarak 20 verst ilerde Kandider Boğazı geçidine doğru yükselme başlıyor. Buranın yüksekliği 2700 fut. Bazı yerlerinde, alçak meşeler arasında çam ormanları gözüküyor.

Bizim geçide varmamız 4 saat sürdü. Yağmurun artık dinmiş olmasına rağmen hava karanlıktı. Açıkça anlaşılıyordu ki, bizim bugün gideceğimiz, geceleyeceğimiz yere, Kavak köyüne varamayacaktık. Samsun Kavak arası 45 kilometreydi. Oysa biz 25 kilometreden fazla yapamamıştık. Hem de ne büyük güçlükler çektiğimiz halde.

Gerçi bizi koruması için 12 kişilik atlı jandarma grubu görevli olarak yanımızda bulunuyordu, ama yine de karanlıkta gidemezdik. Çünkü geceleri yollarda kel gezen Rum çetelerinin hedefi olabilirdik kolayca. Yol, geçitten sonra aşağıya, Merd Irmak'a (Karateş su) doğru yokuş aşağı iniyor. Irmağı taş bir köprü ile geçiyoruz. Irmağın kıyısında ufak ev grupları serpiştirilmiş. Burası Çakallı köyü. Hanları bulunan bu köyde gecelemek için mola verdik. Karşı karşıya iki handa konaklıyoruz. Bu hanlar, tıpkı bizim, Türkistan’da bulunan hanlara benziyor. Üstü kapalı sundurmasıyla, atlar için ahırıyla geniş bir yer. Ön yüzündeki iki kat yolcular için yapılmış. Odalara «numara» deniyor. Alt kat taştan, üst kat ise tahtadan yapılmış. Çatı, bu kervansaraydaki gibi, öteki evlerde de ahşap ve üzeri kırmızı kiremitlerle örtülü.

Bana ayrılan «numara»ya çıktım. Dış duvarın dibinde üstü pis bir keçeyle örtülü tahta ranza, yerde sazdan yapılmış bir hasır, camları kırık iki pencere görüyorum... Soğuk ve rutubet sokaktakinden de fazla.

10-15 dakika sonra bir mangal getirdiler ve hava yavaş yavaş ısınmaya başladı. Mangal, içine yanan kömür konmuş basit, yuvarlak bir kap. Bu köyde, evlerde sıcaklığı biraz olsun artırmak için kullanılan bir gereç. Şehirlerde bunun yanında saç sobalar da var. Ama köylerde sobaya pek az rastlanıyor. Hatta köy evlerinde çoğunlukla mangal da kullanılmıyor. Yalnız ocakla yetinmişler.

Rus, ya da Avrupa türünde soba ve şöminelere hiç rastlanmıyor Türkiye’de. Ne şehirlerde, ne de köylerde... Köyü gezmeye çıktım Topu topu 37 ev, birkaç da dükkân var. Karanlık basmasına rağmen alışveriş yine de çok canlı sürüyor. Çok güzel şeyler satılıyor bu dükkânlarda: Ekmek, koyun eti, kuru yemişler, kavrulmuş nohut, pirinç ve bir sürü ufak tefek. Ekmeğin okkası (bir okka yaklaşık 3 funt) 15 kuruşa, et ise 50 kuruşa satılıyor. Köyde evler hep iki katlı. Çevrelerinde avlu yok. Alt katta, yani taştan yapılan katta sığırlar için ağıl yapılmış. Hanlardan birinin avlusunda çok sayıda eşek gördüm. Bu, gecelemeye gelmiş bir yük kervanıymış. Eşeklerin hemen hepsi çok ufak boyda, ama sağlam ve çevik. Yaklaşık 4 -5 pud(Pud: 16,3 kg. a eşit ağırlık ölçüsü birimi.) arasında yük taşıyorlar ve şosenin bittiği yerden sonra çok faydalı oluyorlar. Aynı günde karşılaştığımız birkaç eşek kervanının yanı sıra bir, ya da iki deve kervanıyla karşılaştık. Develer 18 ile 20 pud arasında yük taşıyorlar. Develerden sonra taşıma alanında atlar ve öküzler kullanılıyor. Atlar 8, öküzler ise 6 - 7 pud'a kadar taşıyabiliyorlar.

İnsanın dikkatini çeken bir şey de eşeklerin sürücüleri arasında kadın ve çocukların çoğunlukta oluşu. Bu, köydeki yetişkin erkek nüfusun hemen hemen tümünün savaş için askere alınışıyla açıklanıyor. Kadınların giysileri çok kötü. Hepsi şalvar ve bulüz giyiyor. Başlarında örtü var. Yabancı bir erkekle karşılaştıkları zaman yüzlerinin alt tarafını da örtüyorlar hemen. Şalvarları ve başörtüleri genellikle çizgili, açık gri renkli, bluzları ise çoğunlukla kırmızı ve kahverengi oluyor. Ayaklarına türlü pılı pırtı dolamışlar. Ayakkabı yerine deriden, bazen da bezden terlikler giyiyorlar. Sibirya'da giyilen «oporki»lere (Oporki: Bir tür çarık.) benziyor bunlar.

Kaldığım otele döndüm. Kızarmış koyun eti yedim ve çok koyu bir çay içerek yattım. Öteki uluslara oranla Türkler çay yapmayı pek bilmiyorlar. Özel çaydanlık kullanılmıyor. Çayı olduğu gibi alıyorlar, bir kaba dolduruyorlar ve sonra bir çorba gibi kaynatıyorlar. Bunun sonucunda da kapkara, acı ve bizim yaptığımız gerçek çaya benzemeyen bir şey elde ediyorlar.

Gece hiç de ılık değildi. Benim kaldığım «numara» da öyle tabii. Benden ve benim Kızıl ordu mensubu yol arkadaşlarımdan başka, hemen her yerde rastlanan pek çok sayıda mutsuz insan vardı burada. Ama biz bunu anlayışla karşılamıştık. Çünkü bunun kaçınılmaz olduğunu biliyorduk önceden.

Sabah saat 8 sıralarında çıktık yola. Bu arada bize refakat eden askerlerle de dostluğu ilerletmiştim. Bir kurnazlıkla askerlerden birinin atma ben geçtim ve onu da kendi yerime oturttum arabada. Atla gitmek hem son derece hoş, hem de, en önemlisi kendi oturduğumuz arabadaki yere oranla çevreyi görebilme bakımından son derece rahattı.

Çakallı'dan ayrılan şose dik, zikzaklar çizerek 270 fut yüksekliğindeki Hacılar sıradağının tepelerine doğru yükseliyordu. (Sayfa: 40 - 44)

(-Devam Ediyor)

1 yorum:

  1. iwinmore soccer predictions - vntopbet 카지노 카지노 카지노 카지노 다파벳 다파벳 991Pragmatic Play Bonanza - ChilliCasino.com

    YanıtlaSil