3 Temmuz 2008 Perşembe

Doğu Karadeniz’de Çepniler ve Keşkek


/ Yard. Doç. Dr. Erdoğan Altınkaynak

(…)
Doğu Karadeniz’de, Giresun-Ordu-Trabzon yaylalarına Türkmenlerin gelip yerleşmesi çok eskilere dayanmaktadır. Anadolu Selçuklularının yıkılışında olmasa da zayıflayarak Moğol orduları karşısında varlık gösterememesi bu bölgenin alt taraflarında meydana gelen Kalenderî nitelikli isyanlardır. Baba İshak’ın başlattığı isyanın bastırılması esnasında, Anadolu Selçuklu ordularına karşı Türkmenlerin, Baba İshak’ı canla – başla savunduğu, çocuklu kadınların dahi bu savunmaya katıldığı bilinmektedir. İsyan bastırıldıktan sonra asilerin takibi ve yakalanarak ortadan kaldırılması hadisesi bütün korkunçluğuyla devam eder. Doğu Karadeniz yaylaları, ormanları, saklanmaya ve savunmaya uygun bir coğrafî yapıdadır. Bu isyandan kalanların çoğu buralara yerleşmişlerdir. Esasen, Timur’a gönderilen İspanyol elçisi Clavijo’nun da tanık olduğu gibi, Tirebolu – Giresun – Ordu –Görele - Vakf-ı Kebir – Torul - Kürtün bölgesi Çepnilerin yerleşim yeriydi ve çok sık olarak Trabzon’daki Hıristiyanlarla çarpışıyorlardı. Trabzon tekfuru, bölgedeki Çepnileri cezalandırmak için bin atlı ve çok sayıda yayan askerle hücuma geçmişti. Tirebolu ve Görele’yi yakıp yıkan Hıristiyan ordusunun dönüş yolunda yine Çepniler tarafından kovalandığı da kayıtlar arasındadır. Çepnilerin baskınlarından usanan tekfur üç kızını ayrı ayrı üç Türkmen beyine vermişti.

Çepni sözü Anadolu’nun bazı yerlerinde “Alevi” anlamında kullanılır. Bazı yerlerde “Türkmen = Çepni = Alevi” kelimelerinin anlamları birbiriyle aynıdır. Doğu Karadeniz Çepnileri ise Anadolu’nun diğer yerlerindeki Çepnilerden farklı olarak sünnîdirler. Hatta Giresun, Ordu, Tirebolu gibi yerleşim yerlerinde imamlık, vaizlik, cüzhanlık yaptıkları kayıtlara geçmiştir. Ancak, yine Faruk Sümer’e göre, XVI. Yüzyılda bölgedeki Çepnilerin büyük bir kısmı Şiîdir. Günümüzde ise sünnîdirler ama inanç hususunda muhafazakârlıkları da yoktur. Buraya “bölgede gizli Alevî köyleri de vardır”ı da eklemeliyiz.

Doğu Karadeniz ve Çepni kültürü üzerine Türkiye’de yapılan çalışmalar arasında Ali Çelik’in “Çepni Kültürü” ve Abdullah Gülay’ın lokal olarak hazırladığı “Ağasar Çepni Kültürü Geyikli” zikredilmelidir.
Doğu Karadeniz Bölgesi yüksek kesimlerindeki yaylalarıyla tam bir Çepni yerleşim merkezi olduğu ve bu yerleşim’in Tirebolu, Görele, Giresun, Ordu, Vakfıkebir gibi sahil yerleşim merkezlerini de içine aldığını söylemiştik. Doğu Karadeniz aynı zamanda şenlikleriyle de ünlüdür. Özellikle “otçu göçü” olarak adlandırılan yayla çıkışları ve eğlenceleri, yurdun her tarafına yayılmış bölge insanlarının, bölgeye akın etmesine vesile olur. Bu şenliklerden “Geyikli Beldesi”nde (Trabzon-Şalpazarı), belediye başkanlığının organize ortaklığı ile “Sisdağı Şenlikleri” her yıl, Temmuz ayının dördüncü haftasında, düzenli olarak yapılmaktadır. Sis Dağı yaylası Geyikli Beldesi’nin yaylasıdır ve Geyikli Beldesi halkı kendilerini Çepni olarak tanıtmaktadırlar. Her ne kadar Şalpazarı Trabzon’a bağlı ise de yayla kısmı Giresun ile Trabzon illeri arasında ihtilâflıdır. Bölge insanı için nüfus işlemleri ve resmî olaylardan öte gitmeyen bu paylaşılamama, hiç önemli değildir. Giresun, Tirebolu ve Görele’nin köylerinden de bu şenliğe katılanlar vardır. Ancak Sisdağı yaylası Geyikli Beldesi’nin yaylasıdır ve Geyikli sakinleri de örgütlü biçimde yaylalarına sahip çıkmaktadırlar.

Sis Dağı, Türkiye insanı için yabancı gelmeyen bir isimdir. Bu dağın yaylasındaki şenliğe Görele’nin yetiştirmiş olduğu kemençe üstadı Katip Şadi’yi icra alanında dinlemek, görüntülemek ve gözlemlemek gayesi ile gitmiştik. Bir de Sisdağı zirvesinde makamı bulunan Halil Evliya mezarını ve menkabesini kaydetmek istemiştik.

Mahallî kıyafetlerin sadece okul öğrencilerinin katıldıkları merasimlerde kullanıldığını veya müzelik olarak bulundurulduğunu düşünenlerdendim. Yanıldığımı anladım. Geyikli beldesinin fertleri, özellikle kadınları ve genç kızları büyük bir heyecanla, çiçekli, rengârenk mahallî giysileriyle şenlik alanını doldurmuşlardı. Belediye başkanı Ahmet Yüksel Gülay ve belde halkı, gelen misafirleri en iyi şekilde ağırlamak, beldelerini tanıtmak ve geleneklerini bir sonraki nesle aktarmak; bu arada eğlenmek için canla başla çalışıyorlardı. Sis Dağı Yaylası’nda, şölen yerinde yaklaşık otuz bin kişi vardı. Meranın korunması için motorlu taşıtlara konulan yasak bir günlüğüne kaldırılmıştı.

Sis Dağı Yaylası şölen yerine nisbeten daha yüksek bir yerden inilerek geliniyor. Törenin başlaması için davul-zurna ve kemençe eşliğinde horon tutulması gerekiyor. Resmî başlangıç saat 10 sularında yukardan aşağıya kalabalık bir grupla horon oynayarak inilmeyle başlıyor. Beş bin kişinin aynı anda kemençe, davul-zurnaya ritim tutarak horon tepmesi görülmeye gerçekten değer. Kemençe ayrı, davul zurna ayrı olarak ve nöbetleşe oyunculara eşlik ediyor. İkisi bir anda icra etmiyor.

Şenlik alanında dolaşırken tanıdık olduğumuz keşkek kokusu bizi kendine çekti. Gittiğimiz yerde bir grup insan, harıl harıl kazan karıştırıyor ve keşkek hazırlıyordu. Hemen yanı başlarında, kurulan çadır lokantada ise insanlar kuyruğa girmiş, keşkek almaya uğraşıyorlardı. Keşkek hazırlayanlar yaptıkları işin bilincindeydi. Onlar “Keşkek bizim kültürümüzün vazgeçilmez şölen yemeği” diyorlardı. Aslında çok zahmetli olan bir işi, sırf geleneklerini yaşatmak gayesiyle, Balıkesir’de, Çorum’da, Tokat’ta gördüğüm ve birlikte bulunduğum Çepniler gibi özenle yapıyorlardı.

Eski Türklerde etli ve yoğurtlu olarak kışlık erzak hazırlandığı bilinmektedir. Bu konuda Bahaeddin Ögel detaylı bilgi vermektedir. Keşkek yemeğinin de kışlık erzaklar içerisinde yer aldığı söylenebilir. Çünkü yapılışı ve kullanılan malzemeleri bakımından tarhanaya benzemektedir. Hatta bunun yoğurtlusuna Anadolu’da ve hemen hemen bütün Türk dünyasında “kurut” adı verildiği bilinmektedir. Ayrıca, tarhananın etlisi de vardır. DLT’de “keşkek” kelimesine yahut benzeri kelimeye rastlamadık. Ancak Orhun kitabelerinde rastladığımız “kergek” kelimesi ile bir ilgisi olduğu varsayımını, Dursun Yıldırım’ın, “Kağanlık Süreci” makalesiyle birlikte düşündüğümüzde, kabullenebiliriz.

Keşkek’in yapılışı: Keşkek bir nevi pilâvdır. Yarma veya kabuğu soyulmuş arpa, kuru fasulye ve-veya nohut, haşlanmış et, tuz ve su ile yapılır. Kuru fasulye ve yarma olmuş buğday ayrı ayrı haşlanır. Kemikleriyle birlikte yumruk iriliğinde et doğranarak çok büyük bir kazana yerleştirilir. Etin üstüne haşlanmış fasulye, onun üstüne de haşlanmış yarma konulur. Yeterince su konup, kısık odun ateşinde kaynamaya bırakılır. Pişme işi tamamlanırken tuzu ilave edilir. Pişme işi bittikten sonra kazan, ateşten kenara alınır ve hemen kazandakiler, döğecek veya çomaklarla karıştırılmaya ve ezilmeye başlanır. Bu işlem 1,5- 2 saat, kazanın içindekiler macun hâline gelinceye kadar devam eder. Karıştırma veya ezme işi ne kadar iyi yapılırsa lezzet de o kadar iyi olur.

Balıkesir, Çorum gibi vilayetlerde, düğünlerde, sünnet düğünlerinde ve değişik eğlencelerde “keşkek” karıştırıldığını biliyoruz. Gagavuz masallarının bitiş formelleri içinde “keşkeş manjası (keşkeş aşı)” adı geçmektedir. Masal anlatıcısı gittiği düğünden dönerken bu yemekle beraber geldiğini belirtir. Bu yemek bildiğimiz keşkekten başka bir şey değildir. Düğün veya eğlence yemeği olarak hazırlanması ise Anadolu’nun Çepni yerleşim bölgelerindeki uygulamayla paralellik göstermektedir.

Keşkek hazırlanmasının ve kazan karıştırmanın eski inançlarla bir ilgisi olduğu düşünülebilir. Düşünülebilirliğinden ziyade düşünülmelidir de... Düğün, sünnet, kutlama gibi toplu eğlencelerde veya sevinçli, kıvançlı toplantılarda genellikle bir hayvan kesilir. Kesilen hayvan, eğlencenin-şenliğin bereketli olması, katılanları memnun etmesi ve eğlencenin kazasız-belâsız atlatılması içindir. Bu hayvan aynı zamanda kurbandır. İşte keşkek de bu kurban olarak kesilen hayvanın etinden yapılır.

Anadolu’da ve diğer Türk coğrafyalarında kazan ile ilgili pek çok inanç, gelenek, deyim ve kalıp ifadelere rastlarız. Kazan kaldırmak, kazan kaynatmak, aş kazanı, kazana pislemek, kara kazan kurmak, kazan karası, kazanın doğurması, küpeli kazan, kaynar kazana atılmak bunlardan yalnızca bazılarıdır.

Keşkek hazırlamanın ortak bir eylemi (imece usulü) gerektirmesi, belki de bir törenin parçası olmasındandır. Keşkek hazırlanması genellikle mutlu bir tören esnasında yapılmaktadır. Anadolu’da “keşkek” hazırlama geleneğini genellikle “Çepni” Türkmenleri canlı olarak yaşatmaktadır. Doğu Karadeniz Bölgesi Çepnileri de bu geleneğe dahildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder