5 Aralık 2006 Salı

ÇAKIROĞLU Ailesi ile İlgili Tarihi Kaynaklardan Bazıları...


Resim Rize’de düşmana karşı teşkilatlanmaya çalışan grup içinde bulunan Çakıroğlu Miktat Ağa (resimde 6 numarada işaretlenmiş) ve Saraloğlu Hasan Efendi (resimde 7 numarada işaretlenmiş), Hacı Kemal Zırh (resimde 1 numarada işaretlenmiş)
Fatih Sultan Kar koleksiyonundan

Akkoyunlu İmparatorluğu'nun 1471 Otlukbeli savaşı ile Osmanlılara yenilmesi sonucu Doğu Anadolu'daki hakimiyeti zayıflamış ve Şah İsmail'in kurduğu Safevi Devletinin Doğu Anadolu'ya, İran ve Kafkasya'ya hakim olmaya başlaması üzerine Akkoyunluların bu bölgelerdeki toprakları elden gitmeye başlar. Ancak Safevilerin yaydığı ve zorladığı Şiilik akımı bazı Akkoyunlu aşiretlerinde taraftar bulmaz. Bunun sonucu Akkoyunluların bu boyları yeni fethedilen Doğu Karadeniz'deki Osmanlı topraklarına yerleşmeye başlarlar. Bunlara daha önce buralarda yaşayan akrabaları da yardımcı olur. Bu doğrultuda Çakıroğulları, Dervişoğulları gibi aileler öncelikle Ordu ve Giresun'a yerleşirler. Buralardan genişleyerek Trabzon ve Of'a kadar geçerler ve buralarda etkin olmaya başlarlar.

Bir kaynakta Çakırzade-Çakıroğlu diye anılan bir ailenin 18. yy'da Rize ve Hopa'ya kadar yayıldığını, bu ailenin Osmanlılarca Rütbe ve nişan sahibi olduğunu ve Trabzon ile Gümüşhane'nin ileri gelen ailelerinden olduğunu yazar.(40. A.Günger Üçüncüoğlu, T.S. Günümüze Trabzon-Gümüşhane, Trabzon, 2002, S.371-372.)

Başka bir kaynakta Çakıroğlu Pir Kadem Kethüda'nın adı geçmekte olup, onun yönetiminde bulunan bölük veya divan 6(altı) köyden müteşekkildi. Ordu'da bulunan ve 1455 yılında tarihlenen bu köyler Meliklü(40 hane), Gedüklü(8 hane), Sayha(7 hane), Çukurköy(8 hane), Akköy(9 hane) ve Küre(11 hane) köyleriydi. Bunların baba adları da Türk olup, 1455 tarihli Ordu yöresi ile ilgili Tahrir Defterinde belirtilmektedir.(41 Bahaeddin Yediyıldız, Ünal Üstün, "Ordu Yöresi Tarihinin Kaynakları", Ankara, 1992, S.XXII)

Haşim Albayrak, Tarih Boyunca Doğu Karadeniz'de Etnik Yapılanmalar ve Pontus, Gen. II.Baskı, S.124-125.
(...)

CAFER VELİOĞLU’NUN MUHACİRLİK ANILARINDAN DERLENENLER[1]
Ruslar, Of’u dört bir yandan kuşatmıştı. Doğudan düzenli Rus birlikleri Of’a, Kono’ya, Kelali Tepelerine, Kalapotamos’a sürekli saldırıyordu. Bir türlü Of’u düşüremiyorlardı. Denizden donanmalarını getirip Of’u, Of’un denize bakan köylerinin yamaçlarını sürekli bombardımana tutmuştu. Hatta en büyük zırhlı gemileri Kraliçe Mariya’yı bile Of kıyılarına getirip Cos Dağı’nın eteklerini vurduruyordu. Of direniyordu. Oflu direniyordu. Of düşmüyordu. Ruslar bu kez Erzurum-Bayburt yönünden kuvvet sevk edip güneyden Of’a sarkmaya başlamışlardı. Yine de Of’u işgal edemeyeceklerini anlayınca Sürmene kıyılarına donanma ile çıkarma yaptılar. Böylelikle Of’u dört bir yandan kuşatmak üzereydiler. Artık yapabilecek bir şey yoktu. Rusların Of’u dört bir yandan çembere alacağı anlaşılınca askerlerimiz, çetelerimiz ve halkımız çember kapanmadan bölgeyi terk etmeye başlarlar.
(...) 
Gece gündüz yola devam etmeye başladık. Öbür günün sabahı Şarlı (Çarşıbaşı)’ya girdik. Şarlı’nın deniz kıyısında askeri divanı harp kararıyla, üç asker kaçağının idam sehpalarında asıldıklarını gördük. Şarlı’nın önünden geçen Rus donanması idam edilmiş askerleri görünce, burada askeri birlikler vardır zannıyla denizden bombardımana başladılar. Önümde köyümüzden Taboğlu Halit bir şarapnel isabetiyle şehit oldu. Ve orda kadın-erkek çok kimse yaralandı ve şehit düştü. Yollarına devam eden muhacirlere dokunmadılar. Şarlı’yı geçerek yolumuza devam ettik. Haşud Deresi’ni geçtik, peşimizden bizim ordu ve başıbozuk çetelerde dereyi geçtiler. Daha sonra Haşud Deresi’ne dayanan Moskof ordusu dereyi geçemedi ve orada çarpışmaya başladılar. Bu günlerde bazı sebeplerden dolayı Avni Paşa sahil kumandanlığından alınarak Sivas Sevkiyat-ı Umumi Reisliği’ne tayin edilerek sahil komutanlığı Vehip Paşa’nın uhdesine geçti. Vehip Paşa Giresun’un üzerinde kalan Suşehri’ne karargahını kurdu. Paşa Ordu ve Giresun’daki askeri birlikleri sık sık kontrol etmeye başladı ve direktifler vermeye başladı. Ateş hattında askerlere ve Oflu başıbozuk çetelere verdiği nutku yazmadan geçemiyeceğim.

“Asker evlatlarım, Oflu çetelerim, sizi bağrıma basarım. Bu dereyi takip eden hat üzerinde ölmek var geri dönmek yok, Cenab-ı Hak hepimizin yardımcısı olsun”

Her gittiğimiz şehirde cephelerden gelen haberleri ve ajansları alır okur ve saklardım. Çarşamba’ya gittiğimiz zaman göçlerini götüren muhacirler Jandarmalar tarafından göçlerinin başından alınarak askere sevk ediliyorlardı. Bu muhacirlerin askere alınmaması için Oflu muhacirlerden Şamlıoğlu Mevlüt Efendi Zât-ı Şahane’ye bir telgraf çekiyor. Mealini aşağıda okuyunuz:

“Muhacir kullarınız askere sevk ediliyor. Göçlerini yerleştirinceye kadar müsaadeyi devletlerinizi rica ediyorlar.” Bu telgraf Zât-ı Şahane’ye acele olarak çekilmişti. O gün Padişah Vahdettin’den alınan cevabı aşağıda okuyunuz:

“Muhacir kullarıma Selâm-ı Şahâne’mi tebliğ ediniz. Göçlerini yerleştirinceye kadar müsaade buyurduğum SamsunBafraÇarşamba, Terme askerlik şubelerine emir verilmiştir.” Bu emir üzerine sevk edilen muhacir askerler tekrar göçlerinin başlarına geri gönderildiler. Ve bütün muhacir kafileleri Çarşamba’da toplandılar. Daha sonra, Muhacirleri Çarşamba’nın köylerine iskan ettirmek üzere Kaymakam ve Jandarma Komutanı harekete geçtiler. Çakıroğlu İsmail Ağa’yı ve bütün avenesi, akrabasıyla dağ köylerinden Kapıkaya isimli Rum ve Ermeni köylerinde iskan ettirdiler. Bizi de Nuhoğlu Gençağa, Balaşoğlu Davut ve Sabit Efendi, babam Aslan Ağa ve amcam Dursun, Kapıkaya’ya yakın Ermeni köyü olan Tekfur köyüne yerleştirildik.

30, 31, 32 seneleri (Rumi) Türklerin en buhranlı yıllarıydı. Oturduğumuz köyler, Rum ve Ermeni köyleri idi. Rum eşkıyası yani Pontusçular arasında Ermenilerde bulunmakta idi. Gizli olarak Ermenilerin Türklere karşı çeteleri de bulunmakta idi. Bu Ermeni çetelerinin muhtelif isimleri; Hınçaklar, Taşnaklar, Hemazaseb çeteleri Rum çeteleriyle hemfikir idiler.

Eşkiyalar dağ köylerinde ki ormanlarda ve mağaralarda saklanıyorlardı. Fırsat buldukça köyleri basıyorlar ellerinden gelen her fenalığı yapıyorlardı. Oflu muhacirler arasında serdarlığı ile meşhur Çakıroğlu İsmail Ağa’yı önce avenesi ile birlikte Ruslara karşı büyük bir mücadele verdiğini ve çarpışarak Haşud Deresi’ne kadar dövüşerek geldiğini haber alan Çarşamba Kaymakamı ve Samsun Valisi Pontusçu Rumların tutulması ve elebaşlarının hükümete teslim edilmeleri için Samsun, Bafra, Çarşamba, Terme havalisinin ıslahatı ve Pontusçulardan temizlenmesi için Çakırzade İsmail Ağa’yı Çarşamba Kaymakamı ve Samsun Valisi tarafından çete başı olarak tayin ettiler.

Mahiyetindeki akrabasının bütün delikanlısını tertipleyerek ve Çarşamba’ya yerleşen bütün Oflu muhacirlerin takip işinden iyi anlayan ve gözü açıklarını toplayarak çetesini kuvvetli ve faal bir duruma çıkardı. Sürmeneli olup çok eskiden Çarşamba’nın dağ köylerinden Ayvacık köyüne yerleşen Keskinoğullarından Mutsan, Ali pehlivan ve Kör Mehmet isimli bu üç kardeş de İsmail Ağa’nın çetesine dahil olmuşlardı. Bunlar Çarşamba ve Terme muhitlerini çok iyi bilen cesur ve atak delikanlılardan idiler. Çeteler faaliyete başlayarak Çarşamba ve Terme’nin dağ köylerini, gruplar halinde taramaya başladılar. Yakalanan Rumlar, Çarşamba Jandarma Komutanlığı vasıtasıyla Samsun Jandarma Komutanlığı’na gönderiliyorlardı.

Çarşamba ile Samsun arasında Rumlarla İsmail Ağa çetelerinin çarpışmalarında Çakıroğullarından Müslim vuruluyor. Çetelerden ismini hatırlayamadığım bir iki kişi daha şehit düşüyor. Rum çetelerden çok sayıda vurulan ve yakalananlar oldu. Bu arada Çarşamba da tutunamayan Rum eşkıyası Samsun, Bafra ve Havza’daki eşkıya arkadaşlar ile teşriki mesai kurmaya başladılar. Daha sonra Türk ve Rum çeteleri tamamen karşı karşıya geldiler. Şiddetli çarpışmaya başladılar. Rumların saklandıkları mağara ve mahzenler tek tek bulunuyordu. Rumların durumu çok kötü olmuş, bir taraftan vuruluyor, bir taraftan da yakalanıyorlardı.

1332 senesinin sonları idi, Rumların Samsun’da bulunan en nüfuzlu adamları olan Metropolit vekilini bularak yalan bir iftira ile İsmail Ağa’yı suçlandırmak üzere Valiye ve Samsun’daki askeri kumandan Rafet Paşa’ya çıktılar. Şöyle bir şikayette bulundular: Güya İsmail Ağa çeteleri bu nam altında bir takım köyler soyuluyor. Bunun üzerine İsmail Ağa Samsun’da gözaltına alınıyor. O zamanlarda Çakırzade Rüstem Ağa’da Çarşamba’da merkezde oturuyordu. İsmail Ağa’nın alınmasından kederlenen Rüstem Ağa mahzun bir vaziyette otururken, Batumlu Gürcü Sancakbeyzade Aslan Bey de orada bulunuyordu. Rüstem Ağa’ya hitaben “neden kederli duruyorsun, sen bir Çakırzade’sin küpe düşmüş ise kulak yerindedir. Kederlenme, merak etme İsmail Ağa’nın masumiyeti mutlaka tebellüğ edecektir. Bizim memleketimiz Batum’da 93 muharebesinden bu yana Moskof çizmesi altında çiğnenmektedir. Batum’daki ecdadımız 93’den evvel her sene Ruslara karşı komiteler halinde mücadele ederdik pund (karışıklıklar)lar çıkarırdır. Bundan dolayıdır ki Batum da Sancakbeyler diye anılırdık.

Rüstem Ağa ve Sancakbeyzade Aslan Bey ve yine Gürcülerin nüfuzlu ailelerinden Hacıpaşanın oğlu Aslan Ağa, Dilber Ağa, hep birlikte Çarşamba Kaymakamı da beraberlerinde olmak üzere Samsun Valisi ile temasa geçerek İsmail Ağa’nın suçsuz olduğunu kabul ettirdiler. İsmail Ağa serbest bırakıldı. Ve İsmail Ağa oturduğu Kapıkaya Rum köyünde akrabası ile birlikte istirahata geçti. Bir iki gün sonra bir gecede İsmail Ağa’nın bulunduğu Kapıkaya köyü Rumlar tarafından ablukaya alındı ve sabaha kadar karşılıklı çatışma devam etti. Ve sabaha doğru Rumlar beş kayıp vererek dağılmak zorunda kaldılar.

Birkaç gün sonra bütün muhacirler Çarşamba’ya indik. Çakıroğulları orada kaldılar, biz Samsun’a doğru hareket ettik. Oradan da Havza’ya geçtik. Havza Kaymakamlığı vasıtasıyla bizi dağ köylerinden Kidirli’ye verdiler. Bu köyde babam, ben ve birkaç arkadaşı ile beraber kaldık. Şamlıoğlu Mehmet Efeni, Mevlüt Efendi, Seher Efendi merkezde kaldılar. Nuhoğlu Gençağa ve Balaşoğlu Sabit Efendi, Havza’nın ılıca köyüne yerleştirildi. Tiryakioğlu Tayyip Ağa’da Ereli köyüne yerleştirildi. Dursun usta Salarıç köyüne yerleştirildi.

1333 senesinden itibaren Kidirli köyünde gördüklerim ve şahit olduğum bazı acı hadiseler:

Muhacirlik zamanlarında Bafra, Çarşamba, Havza, Samsun, Kavak havalisinde birçok olaylara bizzat şahit oldum. Ve bazı birçok olayları da nakledenlerden işittim. Her gün Havza, Kavak, Samsun ve Bafra arasında Rumlar tarafından yapılan katilâne ve câniyane hareketler, yol kesmeler ve soygunlar. Muhacirlerden Sabit Efendi, Nuhoğlu Gençağa ve amcam Dursun usta, Samsun’a mal almak üzere giderken Kavak kazasının üstündeki Hacılar dağında Rum eşkıyaları tarafından yolları kesiliyor. Sabit Efendi, Gençağa ve amcam Dursun usta soyuluyorlar. Muhacirlerden isimlerini bilmediğim üç kişi orada katlediliyorlar. Tam bu sırada Jandarma takip kuvvetlerinin haber alması üzerine anında olay yerine geliyorlar. Orada bulunan muhacirler Rumlarım elinden kurtarılıyor.

Samsun’da Ermeni Anton Paşa isminde bir çetebaşı, mahiyetinde Pontus hareketinin elebaşıları ile gizli çalışmalar içinde idi. Bafra’da Nebiyen (dağ köyü) ve Kuşbokunda (kayalık, sarp ve taşlı dağ köyü) barınan Rum ve Ermeniler, Kısabacaklar, Taşçıoğlu, Savalar, Havza’nın Kidirli nahiyesine bağlı Kopçidağlılar gibi yerlerde barınmaktaydılar.

Rum Avrak hocalar, Koçoğlu köyünden Yuan Efendiler ve şehirli Simyon ağanın oğulları. Yine Kidirliye bağlı Domuzalandan Kostantin ve Sozari ağalar. Rum köyü Elmalıcadan Kırbıyık ve oğlu Anesti çavuşlar. Kavak Çüğürtlü köyünden Totos ve oğlu Kostalar. Yukarıda yazılan şahısların hepsi birer çete başı idiler ve mahiyetlerinde iki yüz ila üç yüz kişilik kuvvetleri vardı.

Bafra ve Havza’dan Tavşan Dağı’na uzanan mesafe arasında, Nebiyen, Kuşboku ve Tavşan dağlarında, Pontus hareketinin bütün elemanları barınıyorlardı. Yiyecek ve içeceklerini, Kuşbokundaki Cenevizlerden veya Etilerden kaldığı sanılan mağaralardaki mahzenlerde sakladıkları gibi buralar Pontusçu Rum ve onlarla beraber olan eşkiyalar için barınılacak çok önemli ve müsait yerlerdi. Bu mağara ve mahzenler, Vezirköprü’den Bafra’ya kadar Kızılırmak kıyılarının her iki tarafı da uçurumlu ve sarp kayalıklardan müteşekkil idi.

Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazamlığı zamanında Vezirköprü’den Bafra’ya kadar uzanan Kızılırmak’ın taşlık, sarp kayalı kıyılarından Bafra’ya kadar yaya yolu, yani patika yol yaptırdığı rivayet edilmektedir. O günlerde Rum Pontus çeteleri Engiz kıyısında Rusların gelen motorlarından silah ve cephane yardımı alırlardı.

Yine o günlerde kaymakam, Jandarma komutanlığının emri ile her köye muhacirlerden kendi silahlarıyla beraber bir veya ikişer bekçi tayin edildi. Bu bekçilerin ücretleri o civardaki köylüler tarafından ödenmekte ide. Herhangi bir baskın anında hangi köye Rumlar tarafından tecavüzde bulunulursa, civar köylerdeki bütün bekçiler tecavüze uğrayan köye gidecekler, bir taraftan da en yakın karakol ve Jandarma kumandanlığına haber vereceklerdi. Kidirli’deki Çakıralan köyü bekçisi Hopalı Mahmut’u, gece yarısı vazifede iken Rumların pususuna düşmüş ve teslim ol çağrılarına ateş ederek cevap vermişti. Fakat çemberi Rumlar tarafından esir edildi. Daha sonra bizim bulunduğumuz köyün yakınlarında köyün bekçisi Rum eşkıyalar tarafından vurulmuş olarak bulundu. Bundan anlaşılıyor ki canlı olarak yakalanarak, daha sonra bizim köyün yakınında katledildi. Beş gün sonra da aynı köyde oturan ve nahiyenin en nüfuzlu adamlarından olan, İhsan Ağa’yı da gece yarısı yakalayarak kurşuna dizdiler.

Ve yine nahiyenin ileri gelenlerinden Molla Osman’ı da kalleşlikle vurdular. Molla Osman’ı Rumlar daha önce bir düğüne davet etmişlerdi. Davete icabet eden korkusuz Molla Osman düğün anında tam bir kalleşlikle Rumlar tarafından vuruldu. Ve atını da aldılar. O zamanda Molla Osman’ın kır atının ayarında başka bir at yoktu. Molla Osman’ın kır atı Kopçidağlı çetebaşı Pivasilin altında görülmeye başlandı. Köylerde bulunan muhacir bekçiler, Çakıralanlı İhsan Ağa’nın, Hopalı Mahmut’un , Molla Osman’ın vurulduğundan dolayı kinleri arttı. Ve Koçoğlu Rum köyünün yanın başındaki Tahna denilen Rum köyünde barınan Rum eşkıyalarını Jandarma yardımıyla bir gece yarısı abluka altına aldılar. Teslim olmaları konusunda çağrıda bulundular.

Eşkıyalarda teslim olmuyoruz diye cevap verdiler. Daha sonra başlayan müsademe dört saat kadar devam etti. Jandarma ve bekçiler gittikçe Rum çemberini iyice daralttılar. Rumlarda zaman kazanmak için uğraşıyorlar ve sabahın ilk ışıklarından evvel çemberden kurtulmak istiyorlardı. Köy kendi köyleri olduğu için çıkış yollarını çok iyi bildikleri için en münasip bir yerden çemberi yararak çıktılar. Fakat bu yarma hareketini yaparken çok ağır kayıplar verdiler. Yine o günlerde Samsun ve havalisinde hüküm süren HavzaÇarşambaSamsun’daki Rum ve Ermeni çetelerinin en nüfuzlusu Anton Paşa yakalanarak ailesiyle birlikte öldürüldü. Türk çeteleri de aşağıdaki şiiri Anton Paşa için vurulduğunu duyduklarından sonra söylemeye başladılar.

Kargalar konar ceviz dalına
Kimse bakmaz Anton Paşanın haline
Bakla kadar kurşun okudu canına
Atladı meydana Samsun benimdir hey hey...

Yine bu günlerde Rumlar, Bafra’nın Çaşur köyünü gece yarısı ablukaya alarak ateşe verdiler. Rumlar bu arada köyün etrafını da çevirdiler. Durumu haber alan Jandarma kuvvetleri ancak köyün yarısın kurtarabildiler. Hınçaklar, Taşnak ve Hemazaset çeteleri ile diğer Rum çeteleri Bafra ve havalisinde tecavüzlerini arttırmaya başlıyorlar. Vezirköprü ve Havza arasında Rum çeteleri ile muhacirler arasında çıkan çatışmada muhacirlerden iki kadın ile bir erkek vuruluyor, Rumlardan ise daha fazla vurulan oluyor. Muhacirlerden vurulanlar ikamet ettikleri köye getirilerek defnedildiler. Rumlardan vurulanlar ise hangi köyden oldukları tespit edildi ve yapılan muayenelerden sonra cesetlerinin oldukları yerde bırakılmasına karar verildi.

Zamanla Rum çeteleri tecavüzlerini daha da arttırarak Havza ve Bafra ile bütün köylerinde zalimce hareketlere giriştiler. Rumların bu katilane ve gaddarca hareketlerinin neticesinde, Samsun’dan Bafra’ya gelen Nizamiye Taburu dağlık bölgelerdeki Nebiyen ve Kuşboku ve yanan Çaşur köyünün dağlarını tarayarak gelen tabur komutanı Kidirli’ye bağlı Domuzalan köyüne akşamüzeri gelen nizamiye taburuna Rum çeteleri pusu kurdular. Taburun önünden giden gözcülere gece parola soran Rumlara ateşle karşılık veriliyor. Çıkan çatışmada bölük komutanı Yüzbaşı Avni Bey alnından vuruluyor. Bir onbaşı ile iki neferde vuruluyor ve şehit sayısı dörde çıkıyor. Rumların çetebaşılarından beş kişi vuruluyor. Şehit olan yüzbaşı, onbaşı ve iki neferin naaşları nahiyeye getirildiler. Sabahtan sonra yapılan askeri bir törenle toprağa verildiler. Tabur komutanı erkanıyla birlikte Mahbuboğlu Ömer Ağa’nın evinde misafir edildiler. Askerlerde köydeki evlere dağıtılarak misafir edildiler. Nahiyede iki gün kaldıktan sonra tekrar Rum çeteleri yakalamak için havaliyi taramaya başladılar. On beş gün sonra da bütün Rum çeteleri hükümetin affıyla teslim oluyorlardı.

KAYNAKÇA:
Hayrat Alano köyünden Cafer Velioğlu’nun torunu Cafer Velioğlu’na anlattığı ve yazdırdığı bilgilerden derlenmiştir.
Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ, Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.216-225
Çakıroğlu aile lakaplı Ali oğlu 1298 H. Akçaabat doğumlu Hasan; Trabzon Askerlik Şubesi’nden er olarak katıldığı Şark (Kafkas) Cephesi Savaşlarında 13.11.1915 tarihinde Hopa’da şehit düşmüştür.[1]
Şehitlerimiz, (Albüm) T.C.Milli Savunma Bakanlığı, Ankara 1998, 5. cilt.s.34
Haşim Albayrak, 1.Dünya Savaşında Doğu Karadeniz Muharebesi ve OF DİRENİŞİ, Yasevi Yayıncılık, Haziran, 2004, İstanbul, 1.Baskı, S.260

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder