Ortaöğrenim çağındaki çocuklar bile ‘her fırsatta âşık ol’ dürtüsünün etkisinde. Olamazsa bir şeyler eksik kalacak sanki! Belki de beceriksiz, asosyal yaftası yiyecek. Sadece televole programları, diziler ve sosyetik mekânlar değil; artık okul koridorları da eks-aşk (eski aşk, önceki aşk) muhabbetleriyle inliyor. Bir ‘topkek’ine iddiaya girilen aşk oyunları cirit atıyor maalesef. 25 Mayıs’ta Samsun’da meydana gelen eks-aşk cinayeti, belleklerdeki tazeliğini hâlâ koruyor. 17 yaşındaki A.A.’nın, kız arkadaşını kastederek ‘Şimdi benim artığımla çıkıyor’ dediği Cihan Semizoğlu ve yanındaki arkadaşı Ahmet Genç’e kurşun yağdırarak ölümlerine sebep olmasının müsebbibi kim acaba? Bu çocukların hepsi de lise öğrencisiydi.
Modern toplumda aşk âdeta ayağa düşürülürken, ucu ölüme bile varabilen takıntılı aşk vakalarının başlangıçta tedavi edilmesi gerekiyor.
Karşı cinse yönelik aşk, zannedildiği kadar masum değil. “Ya benimsin, ya toprağın” veya “Ölürüm de seni kimselere yar etmem” gibi ifadelerle dışa vurulan ‘takıntılı’ aşklar ise hiç değil. Karşılıksız aşklar, özellikle ergenlik çağındaki gençlerde psikiyatrik rahatsızlıklara davetiye çıkarıyor. Bu rahatsızlıklar da istenmeyen olay ve travmalara sebebiyet veriyor. Anne babalar, ‘unut gitsin’ veya ‘gençlikte olur böyle şeyler’ sözleriyle geçiştirmeye çalıştıkları durumun vahametini çoğu zaman ya fark edemiyor ya da fark ettiğinde iş işten geçmiş oluyor. Depresif yetişkinler, bitmesini kabullenemedikleri aşk sonrasında, kendilerine ve ilgi duydukları kişiye de hayatı zehir edebiliyor.
ÂŞIK OL HER FIRSATTA!
Aşkın takıntısı belli bir sınırda kalmışsa zarar sadece yaşayana; ama bu sınırı aşmışsa aileler, yakın arkadaşlar ve hatta çevre de fazlasıyla nasipleniyor bu huzursuzluktan. Tıpkı 1996 Ekim’inde Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığının önünde vuku bulan cinayetteki gibi. Olay sonrasında paronoid şizofren teşhisi konulan Şefik Dağaçar, aşkına karşılık vermeyen fakültenin üçüncü sınıf öğrencisi 19 yaşındaki Seval Erdoğan’ı katletmişti. Dağaçar, bir yıllık tedavinin akabinde yeniden topluma karışmıştı.
Türk televizyonlarının âdeta ‘geçim kapısı’ haline gelen dizilerin yanı sıra kolay yoldan köşeyi dönmek isteyen ‘yıldız’ adaylarını bir buğday tanesi gibi öğüten müzik sektörünün ana teması da aşk. Lakin son yıllardaki eğilim ‘imkânsız aşk’tan yana. Sürekli bu tür aşk hikâyeleri pompalanıyor medya yoluyla. ‘Yasak aşk’ kurguları da bolca serpiştiriliyor dram sosuyla birlikte. “Kadın da aldatabilir, erkek de” zihniyetiyle sosyal zemin sürekli cilalandığı için bu gidişata dur diyecek gür bir sadâ çıkmıyor, sağduyulu sesler ise boğuluyor.
Ortaöğrenim çağındaki çocuklar bile ‘her fırsatta âşık ol’ dürtüsünün etkisinde. Olamazsa bir şeyler eksik kalacak sanki! Belki de beceriksiz, asosyal yaftası yiyecek. Sadece televole programları, diziler ve sosyetik mekânlar değil; artık okul koridorları da eks-aşk (eski aşk, önceki aşk) muhabbetleriyle inliyor. Bir ‘topkek’ine iddiaya girilen aşk oyunları cirit atıyor maalesef. 25 Mayıs’ta Samsun’da meydana gelen eks-aşk cinayeti, belleklerdeki tazeliğini hâlâ koruyor. 17 yaşındaki A.A.’nın, kız arkadaşını kastederek ‘Şimdi benim artığımla çıkıyor’ dediği Cihan Semizoğlu ve yanındaki arkadaşı Ahmet Genç’e kurşun yağdırarak ölümlerine sebep olmasının müsebbibi kim acaba? Bu çocukların hepsi de lise öğrencisiydi.
TAKINTILI AŞKIN TEDAVİSİ VAR
İzmir ve Samsun’daki vakalar yalnızca birer sembol. Diğer yandan toplumun her kesimi, her gün yasak aşk trajedileriyle sarsılıyor. Bu gayrimeşru olayların boyutu, bir annenin yasak ilişkisine şahit olan öz evladını katletme caniliğine kadar vardı. Medyanın mühim bir kesimi ise hem suçlu, hem güçlü. “Karşı cinsi tavlamanın altın metotlarını” göstere göstere lanse edenler, sorumlulukları hiç yokmuşçasına her defasında vuruyorlar abalıya. Aşkın gözü kör; ama dünyevî aşkı “her şey” olarak gösteren medyamızın da birçok kez aynı durumda olması düşündürücü. Mazhar Fuat Özkan üçlüsünün “Leyla’dan geçme faslındayız, Mevla’yı bulma yollarında / Majörler tükendi, minörlere yolculuk” diye ifade ettiği ‘ilahi aşk’ konusunda da kamuoyunda büyük bir körlük var.
Aşılamayan, bitmesine alışılamayan ve hayatı tersyüz eden aşk, terapi ve tedaviye muhtaç derecede ciddi bir hastalık aslında. Psikiyatri Uzmanı Funda Güdücü Sağır ve Uzman Psikolog Zehra Erol, yıllardır, ‘takıntılı aşk’ rahatsızlığı içindeki hastaların tedavisiyle meşgul. Tecrübelerini kısa bir süre önce ‘Takıntılı Aşklar’ adıyla kitaplaştırdılar. Sağır ve Erol ile aşkın vücut kimyamızı nasıl etkilediğini ve bunun sonuçlarını konuştuk. Basit, saf ve masum bir olay şeklinde algılanan aşkta gizlenen ‘sinsi tehlikeleri’ okuyunca bir hayli irkileceksiniz.
-Aşk, çok güçlü bir duygu. Hiç tanımadığı bir kişiye ilk görüşte vurularak bağlanmanın, onu her şeyiyle kabul edip hiçbir özelliğini dikkate almamanın alt yapısında ne var?
Funda Güdücü Sağır (FGS): Aşk sosyal bir olay. Bütün sosyal olaylardaki gibi psikolojik, kültürel ve kimyasal boyutu var. Kişinin yetiştiği ortam, çocukluktan itibaren aldığı ve öğrendiği davranış kalıpları, bunlarla beraber kendi kişililik özelliklerinin getirdiği bazı davranış biçimleri ve beyin kimyasalları hepsi yoğrularak aşk dediğimiz olgu ortaya çıkıyor. Çok yönlü bakmak gerekiyor aşka. Bu arada, beyindeki serotonin ve dopamin kimyasallarının ne derece etkin oldukları konusunda halen araştırmalar devam ediyor.
-Serotonin maddesinin azlığı ya da çokluğu neyi sağlıyor?
FGS: Serotonin halk tarafından mutluluk hormonu olarak bilinir. Ama diğer kimyasallarla birlikte aktivitesi önemlidir. Böylece davranış kalıpları ortaya çıkar. Serotonin kişinin olayları olumlu değerlendirmesini sağlar, depresyondan koruyucu bir maddedir. Âşıkken serotonin maddesinin azaldığı gözlenir. Kişi mutluluk algılarken bu madde azalır. Dopamin ise artar. Dopamin kişiye heyecan verir, aşka yönelik motivasyonunu artırır.
-Bu maddelerdeki dengeye göre daha fazla âşık olma veya böyle konulara fazla zaman ayırmama gibi durumlar gözlenebilir mi?
FGS: Gözlenebilir. Dopamin çok arttığında motivasyon sağlar, davranışa yönelik hareketi canlandırır. Mesela bir alkolik, sürekli alkol arama peşindedir. Bu dopamin artışıyla paraleldir. Bağımlılığa sebep olur.
-Bu kimyasal durum ile kişinin cinsel dürtüleri arasında da bir ilişki var mı? Aşk bazılarına göre cinsel temelli, bazılarına göre ise duygusal….
FGS: Erkekler ve kadınların aşkı algılayışı farklı. Kadınların duygusal değerlendirmesi daha yoğun. Kadınların daha fazla kelime üretmesi, bu duygusal alanda ortaya çıkmaktadır.
BAĞIMLI ÂŞIKLAR, KOPAMIYOR
-Erkeklerin aşkında cinsellik, kadınlarınkinde ise duygusallık daha çok önde öyle mi?
FGS: Tabii tabii.
Zehra Erol (ZE): Bir şey ekleyebiliriz. Kadınlarda sevmekten çok sevilme ihtiyacı ön planda. Bu nedenle daha fazla bağımlı ilişki yaşıyorlar. Sevgi, ilgi ve destek görme ihtiyaçları daha fazla. Bunu aldıkları kişilerle ilişki kurmak ve devam ettirmek kendinden mutlu olmayı da getiriyor bayanlarda.
FGS: Testosteron, cinsel aktiviteyi en çok tetikleyen hormondur. Erkeklerin cinsel aktiviteye yönelik duygusal davranışları daha fazla.
-Kişi aynı anda birden fazla kişiye âşık olabilir mi normal şartlarda?
FGS: Bu davranış kalıbının altında başka şeyler vardır bence. Davranış bozuklukları da olabilir, kişilik özellikleri de. Bağımlı kişiliklerde mesela bir ilişkiyi bitirir bitirmez arkasından başka bir ilişkiyi arar kişi. Arada boşluk bırakmak istemez. Birinde elde edemediği ilgiyi başkasında elde edebilir.
TAKINTILI AŞK BAŞKA BİR SÜREÇ
ZE: Çocuk küçükken anne ile güvenli bir ilişki kurmak ister. Yedirilirken, altı bezlenirken vs. güvenli bir dünyada olduğu ve sevildiğine dair inançlar gelişir. Fakat anne ile kurulan bağ çok iyi olmadığında güvenli bağlanma olmaz. Anne uzaklaştığında kaygı yaşar. Yurtdışında yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunda çocuğun davranışlarıyla, romantik davranışlar arasında paralellik bulunmuş. Bağımlılığa eğilimli kişiler, annelik bağı ilişkilerini yetişkinlikte de kurmaya çalışıyor. Kişi güvenli bağlanamamışsa çocuğunkine benzer davranışlar gösteriyor. Ayrılma döneminde karşıdaki kişiyi kaybettiğinde aşırı ağlama, öfke nöbetleri görülüyor. Çünkü güven ve bağlanma ihtiyacı tatmin edilmemiştir. Başka kişiye yöneldiği zaman rahatlıyor, yönelemediği zaman o kişiden kopuş da çok zor oluyor.
-Aşkın bir süreç sonucunda oluşanı; bir de ilk görüşte olanı var. İkisi arasındaki fark nedir? Takıntı hangisinde daha yoğun?
ZE: İkincisinde, kendi zihninizdeki şekle göre karşınızda ideal erkek ya da bayan vardır. Erkek ideal özelliklerden birini gördüğünde diğerleri varmış gibi algılıyor. Ama ilkinde bir özelliğini beğeniyor, o özellik üzerine gidiyor. Takıntılı aşk ise farklı bir süreç. İlk görüşte aşkta da olabilir, sürekli görerek bağlandığı aşkta da. Takıntı, o aşkın bittiğini kabullenemeyip, tek taraflı devam ettirmek. Baştan beri kabul edilmeyen bir aşk ise platonik aşk kategorisine girer. Başlayıp bitmiş bir aşkta, her reddedilme sonrasında karşı tarafa daha çok sarılmak ise bambaşka bir vaka.
-‘Ölürüm de seni kimseye yar etmem’ noktasına mı geliyor.
FGS: Ha evet. Güzel ifadeler.
AŞKIN TEHLİKE SINIRI
-Platonik aşk ile seni kimselere yar etmem noktası arasındaki çizgi nerededir?
FGS: Kendi içinde yaşıyor olması, karşı tarafın bundan çoğu kez haberi bile olmaması platonik. Peşinde koşuyordur, takip ediyordur, çoğu kez karşı taraf bundan habersizdir. Karşılık da vermiyordur.
-Aşkın takıntıya dönüşmesinde kişideki başka psikiyatrik ya da psikolojik bozuklukların etkisi var mı? FGS: Büyük bir kısmında var. Depresyonda, özellikle takıntılı aşklarla karşılaşırız. Çünkü ya acılardan, hüzünlerden uzak tutar, veyahut da onu bir yaşam amacı şeklinde devam ettirip depresyonun diğer yönlerini görmeyebilir. Veya zaten başlı başına takıntılı kişilik (obsesif) özellikleri vardır. Ve tuttuğu dalı sürekli sallayan bir kişidir. Yine psikotik bozukluk yaşayan, realist değerlendirme yapamayan hastalar vardır. Karşısındakini pes ettirecek, hayatından bezdirecek seviyede rahatsız etmeye başlar. Artık o, takıntılı aşk olmaktan çıkıp normal sınırdan uzaklaşan obsesif aşklara girer.
-Peki normalden uzaklaşmanın sınırı nedir?
FGS: Normal sınıra yakın takıntılı aşklar ve bir de normal sınırı aşan takıntılı aşklar var. Normal sınırdaki kişi bu aşkı içinde yaşıyordur; ama hayatını da devam ettiriyordur. Bir başkasını sevemiyordur, başkasına ilgi duyamıyordur. Sürekli kafasında o vardır. Ara ara hayatına başkaları giriyor; ama öncekinin yerini tutamıyordur. Bu, normal sınırda. Ama bu durum işlevselliğini bozmaya başladıysa artık işini gücünü bırakıp bu aşkla uğraşır hale geldiyse, diyelim ki sizin istememenize rağmen sürekli kapınızda yatıp kalkan birisi var, işine gücüne gitmiyor, başkalarını da rahatsız ediyor, tehditler başlıyor, mahkemelere düşülüyor, peşine dedektif takılıyor vs.
AŞK EĞİTİMİNDE İKNA VE İLETİŞİM
-Bu kişinin yaptıklarının artık karşısındakine duyduğu aşktan kaynaklandığını söyleyemeyiz değil mi?
FGS: Bu patolojik bir durum.
ZE: Buradaki esas problem şu. Depresyon ve takıntılı aşk beraber olabiliyor. Bu durumda geçmiş hayatındaki birtakım faktörlerin hepsi etkili. Sürekli arayıp rahatsız etme, kopmak istememe, ‘hayır’ı dinlememe, bunun sorumluluğunu sadece karşısındakine yükleme en sık gördüğümüz davranış bozukluğu.
- Peki aşkın takıntıya dönüşmesi kişide bazı psikiyatrik rahatsızlıkları tetikleyebilir mi? Mesela zaten şizofreni potansiyeli bulunan bir kişide böyle bir aşk, hastalığın tetikleyicisi olabilir mi?
FGS: Tabi, bize de sıklıkla geliyor böyle vakalar. Bu vakalarda gerçeği görememenin sebebini bulmak için başa döndüğümüzde aşkı görebiliyoruz sıklıkla.
-Psikotik kişiler aşkın bitişinde başka şeyler arıyor herhalde. Ege İletişim’de yıllar önce bir şizofren sevdiği kızı okulda vurmuştu.
Z.E: Biliyorum bu olayı.
FGS: Onun değişmez bir hezeyanı haline gelmiş. Onunla yaşıyor.
ZE: Aslında o tür durumlarda aile, bu tür rahatsızlıkları değersiz kılabiliyor, onu aşkın yıktığını düşünüyor. Âşık oldu da böyle oldu. Unutur gider, düzelir vs.
-Toplumda bu konuda oluşan kültürel yanılgıları açabilir miyiz biraz daha? Aileler çocuklarına bu konuda nasıl yaklaşmalı? Ya da neler yanlış aktarılıyor?
ZE: Mesela en çok ‘unut gitsin’, ‘nasıl olsa unutursun’, ‘hepimiz bunu yaşadık’ gibi söylemleri görüyoruz. Çocuk konuşmaya başladığı zaman hemen bu tarz yaklaşımlara giriliyor. Tam olarak dinlemediğinizde çocuğunuzdaki davranış bozukluklarını, değişikliklerini göremezsiniz. Sadece âşık olmak üzerinden değerlendirirseniz, birçok noktayı kaçırırsınız. Onun için önce dinleyip anlamaya çalışmak, hemen yargılamamak gerekiyor.
Toplumda genel olarak şöyle bir inanış var: Âşık olan kişiler bu duygularını kontrol edemez. Örneğin çocuk uygunsuz bir kişiye âşık da olabilir. Problem karşınızdakinde değil sadece sizdedir. O durumda da yardım almanız gerekir. Bu durumda ebeveynler, yanlış yapan evlatlarını iyi dinlemeli. Niçin kopamadığını, uzaklaşamadığını anlamaya gayret göstermeli. Ona yardım etmeli. O kişi kötü biri demek kâfi değil. Sağlıklı bir iletişim kurulmalı.
-Takıntılı âşıklar kendilerini daha çok nasıl avutmaya çalışıyorlar? Ne gibi yanlış alışkanlıklara sapıyorlar?
FGS: En sık hanımlarda görüyoruz. Aşk biterken başka bir aşka geçmeye çalışıyorlar. Acıyı ve yası yaşamadan. Yas süreci önemlidir. Bir yakınınızı kaybettiğinizde bir süre acısını yaşamanız gerekiyor. Bir başka ilişkiye daha sağlıklı geçebilmek için de buna ihtiyaç var. Anında yerine bir başkasını koymak problemi çözmez.
-Kişi unutmak için neler yapmalı?
FGS: Mutlaka bir sosyal yaşantısı olmalı kişinin. Hayatındaki tek sosyallik o aşkı ise zaten problem var demektir. Bittiği zaman boşlukta kalır. Aynen ölümlerde olduğu gibi...
ZE: Acıyı yaşamak istedikleri için takıntılı aşk devam ediyor. Sürekli aramak, görüşmeye devam etmek istiyor. Kişi telefonda küfür edebiliyor. Buna rağmen hâlâ aramaya devam ediyor. Sıkıntıyı, acı veren durumu yaşamak istiyor.
MEDYA AŞKI BOZUYOR; FUZÛLÎ DE MELANKOLİKTİ
-Çok kritik bir soru: Müzik sektörü bu duyguyu sömürmüyor mu? Aslında terapi etmesi gerekirken. Bazı parçalar takıntıyı perçinlemiyor mu?
FGS: Müziğin terapi yönü var. İnkâr edemeyiz. Ama o müziği hangi amaçla dinlediği, niye tercih ettiği önemli kişinin.
-Umutsuz aşk parçaları var ya…
FGS: Bu ta Fuzûlî’den gelen bir olay. Fuzûlî acı çekmekten hoşlanan bir şair. Melankolik âşıklar var. Acı çekmekten hoşlananlar.
-Kişinin normal acısını anormale çeviren müzikler yok mu?
ZE: Sizin dediğiniz gibi bunu artırabiliyor özellikle hüzünlü şarkılar. Kişi kendi yaşadıklarını bulabiliyor orada. Onunla pekiştirmiş oluyor. Takıntılı kişilerde adeta uğraş olabiliyor. Bazı kişilerde rahatlatıcı etkisi de görülebiliyor. Sadece müziklerde değil, televizyonlarda aşkı sürekli kurguluyorlar; gazetelerde de yazılıyor. Kişilerin özellikle hassas oldukları, görmek istedikleri, mutsuz oldukları noktadan hareket ederek bu şekilde kurgulamalarla aslında kişilerin aşka bakış açılarıyla ilgili yanlış inanışlar da gelişiyor. İnsanlarda yanlış inanç ve inanışlar oluşturuyorlar. Son zamanlarda ergenlik çağındaki kızların küçük kadınlara dönmüş olmalarındaki sebeplerden biri de bu.
FGS: Az önce onu söylüyordum, melankolik özellikteki kişiler acı çekmeyi prensip haline getirmiştir. Mutlu giden aşkı vardır. Ama onun içinde bile kendine hüzün verecek bir şeyler arayarak mutlu olmaya çalışır. Fuzûlî misali yani. Bir de yüceltme duygusuyla kişinin kendini müziğe vermesi var. Tamir edici bir özelliktir. Kişi aşkı yaşamış bitirmiş; ama hâlâ acı çekiyor. Beste, güfte yapıyordur, kendi duygularını olumlu biçimde başka yöne çevirerek.
-Takıntılı aşklar ile sosyoekonomik statü, eğitim seviyesi, çevre, dinî duygular, ahlakî kaygıların ne oranda ilgisi söz konusu?
FGS: Türk toplumuna baktığımızda kızlarımıza çocuk yaştan itibaren aşk yaşantısından çekinmesi, kendisine zarar gelebileceği yönünde bilgiler aktarılır. Dolayısıyla aileye bağımlı, ayakları üzerine basamayan çok sayıda kadınımız var. Bu kişilerde bağımlı aşkları görüyoruz. Kendisine eziyet eden, alkol içen her gün döven bir kocadan kopamayan bir kadının temelinde de bu var.
BAĞIMLI AŞIKLAR
Sadece sosyoekonomik yetersizlikle alakası yok. Aileden bunu alıyor. Döven, söven, eziyet eden koca ya da sevgili onun için güçlü niteliktedir. Genellikle anti sosyal kişilere bağlanırlar bağımlı kişiler. Buradan da bağımlı aşk ortaya çıkar. Kültürel özellikler dediğimizde, filmlerde; ‘ben senin için ölürüm’ pekiştirilir, ‘amma seviyormuş ha’ dedirtilir. Yoluna hayat feda edilecek aşklar işlenir. Bunlar da olağan şeyler değil.
ZE: Takıntılı aşk her yerde yaşanabilir. Ama sosyoekonomik seviyesi düşük yerlerde sosyal faaliyetler kısıtlıdır. Sosyo ekonomik seviye yüksek olduğunda imkânlarını kullanarak o ortamdan uzaklaşılabilir. Tanışılan insan sayısı fazladır. Ancak kişilik özellikleri, yetiştiriliş tarzı her zaman önemlidir.
-Takıntılı hastalarınızda ne gibi sonuçlar elde ettiniz?
FGS: Takıntılı aşklarda çoğunlukla Zehra Hanım’la beraber çalışıyoruz. Bağımlı aşk vakıalarında da. İşin biyolojik ve psikolojik tarafı var. Takıntılı aşklarda genellikle depresyonla karşılaşıyoruz. Önce onun biyolojisini düzeltmeye çalışıyoruz. Maddeleri düzenliyoruz. İlaçla takıntılar kısmen azalıyor. Terapiyle kişinin bakış açısını değiştirmeye çalışıyoruz. Tedavilerin büyük bir bölümünde olumlu yanıtlar alıyoruz. Ama bazen daha uzun sürebiliyor.
ZE: İlişkiyi devam ettirmekle bundan kurtulmak istemek çok ince bir sınır. Bazen o probleminden kurtulmak istemeyenler var. Zire bu ona motivasyon veriyor.
AŞK, AŞIRI YÜCELTİLİYOR
-Aşk olayı ortaöğretime kadar indi. Çocuk, kendini âşık olmak zorunda hissediyor, böyle hissettiriliyor. Mayıs ayında Samsun’da bir liseli kız yüzünden iki arkadaşını öldürmüştü.
ZE: Sabah programlarından geceye kadar aşkla ilgili programlar yapılıyor. En çok reytingi aşk dizileri alıyor. Günlük hayat içinde en çok konuşulan konular aşkla ilgili. Gerek toplum olarak gerek fert olarak bu konuyu fazla yüceltmemizden kaynaklanan bir problem var. Onun da biraz toplumsal değer yargılarıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçmişte de aşklar vardı; ama birtakım sosyal değer ve ahlak kuralları daha baskındı.
Bireyselleşmeyle birlikte kişiler biraz daha istek ve ihtiyaçlarına yöneldi. İçten gelen sevgi ve aşk gibi birtakım duyguların tatminine yönelmeler oldu. Bunun sonucunda da değişik ilişki tarzları paylaşılmaya başlandı. Cazip bir şey gibi gösterildi. Tabii çok riskli. Bunun yanında aile yapıları. Anne baba ilişkileri. Özellikle bu nedenlerle kuramadığı ilişki tarzını dışarıda arıyor. Onun için konuya sadece aşk diye bakılmamalı.
-Televole aşkları bizi ilgilendirmiyor; ama orta öğretimdeki durum endişe verici boyutta…
FGS: Ne modelize edilirse onu alır ergenler. Toplum da olur, ailesi de olur. Çevresi de. Televizyonlar çok büyük etken. Medyayı bu konuda olumlu bulmuyorum.
EVLİLİK, AŞKI ÖLDÜRÜR MÜ?
-Aşk - sevgi ilişkisi çok tartışılan bir konu. Önce aşk olur, sonra sevgiye mi dönüşür? Aşk ile sevgi arasındaki fark ne?
FGS: Aşkın içinde tutku var. Tek ya da çift taraflı da olabilir. Tutkunun içinde de cinsellik vardır. Karşı tarafı özlemek, sürekli onunla meşgul olmak, kendi hayatınızı onunkiyle birleştirmek aşkı gösterir. Sevginin içindeyse şefkat ve hoşgörü var. Daha çok bu yönleriyle pekişen bir şey. Aşkın belli bir süresi var. Araştırmalar da gösteriliyor. Üç yılın sonunda aşk sona eriyor. Bu sevgiye de dönüşebiliyor; tükenebiliyor da, kişiler birbirini tanıdıkça başka yönlerini gördükçe… Uzaklaşma olabilir. Ya da bunu sevgiyle ve hoşgörüyle pekiştirerek devam da edebilir.
- Demek ki aşk zamanla sevgiye dönüşebiliyor…
FGS: Dönüşebilir de bitebilir de.
- ‘Evlilik aşkı öldürür’ sözü ne derece doğru?
Evlilik aşkı öldürüyor diye kestirip atmak yanlış olur. Onun közünü alevlendirmek, kişilerin elindedir. Köz durur. Zaman zaman birbirlerinin hoşuna gidecek şeyler yapmak. Bırakmamak ilişkiyi. Sadece olumsuz yönleri görerek devam ettirmek tabiî ki aşkı öldürür. Ama kişilerin evliliğe nasıl baktığıyla alakası var.
BU DEVİRDE LEYLA İLE MECNUN OLMAZ
- Meşhur âşıklarımız var tarihte. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı gibi. Mecnun’un âşık olduğu Leyla bazılarına göre kara kuru bir kızmış. Bir diğeri aşkı için dağları yarmış. Bunlar da mı takıntılı aşka giriyor?
FDS: Efsanevi yönleri ağır basan hikâyeler. Şu zamana bakacak olursak, Leyla ile Mecnun şimdi olmaz. Yani bu dönemde yaşasaydı biz onu tedavi ederdik. Devam edip gitmezdi.
ZE: Nasıl algılandığıyla ilgili bir şey.
FGS: Leyla ile Mecnun olmak özlenen bir şeydir; ama olma ihtimali düşük bugün.
- Toplumda kavuşulamayan aşklar daha revaçta. İmkânsız aşk parçası dillerde dolaşıyor. En iyi aşk sanki ulaşılamayan aşk. Kavuşulduğu zaman aşk bitiyor mu?
FDS: Kavuşulunca o aşkın bittiğine inanılıyor. Türk toplumunda böyle bir inanç var aslında.
- Niye böyle?
FGS: Elde etme hırsı, elde etmeye çalışmanın hazzı ile, elde ettiğinizde düşen haz duygusuyla alakalı. Yeni bir çıta koyarsınız önünüze.
ZE: Eğer siz kendi mutluluğunuzu dışarıdaki şeye bağlarsanız, âşık olduğunuz bir kişi olabilir. Ne kadar zor olursa duyacağınız tatmin duygusu o kadar fazla. Çünkü onun temelinde evet ben bu işi başardım. İmkânsız aşklar bitebiliyor da. Bunun sebebi şu ki, tatmini aldıktan sonra o düzeyde bir şey bulmak zorunda.
FGS: Biricik olma duygusu. Ona cinsel anlamda sahip olmak değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder