b) Çetecilik Faaliyetleri ve Askeri Müdahale Teşebbüsleri
Mondros Mütarekesini takiben Türk ordusunun terhis edilmesine başlanmasına paralel olarak, Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki Pontus çeteleri Türk köylerine karşı saldırıya geçerler. İlk saldırılar Kasım 1918’de Bafra civarında bulunan Nebyan bölgesinde başlamıştır95. Daha sonra Samsun, Çarşamba, Vezirköprü, Terme, Amasya, Merzifon, Kavak, Ladik, Gümüşhacıköy, Havza, Tokat, Erbaa ve Sivas (Zara bölgesi) bölgelerine yayılmıştır 96.
Özellikle 9 Mart 1919’da 200 kişilik bir İngiliz kuvvetinin Samsun’u 30 Mart’ta da Merzifon’u işgal etmesi, Pontusçu çetelerin saldırılarını artırmalarına yol açmıştır97. İngiliz askerlerini yöre Rumları sevinç gösterileri ile karşılamışlardır. Paris Barış Konferansında Pontusçulara istedikleri siyasi desteği vermeyen başta İngiltere olmak üzere itilaf devletleri, bölgede Pontusçulara yardımda bulunuyorlardı. Nitekim, köylerdeki çeteleri organize etmek amacıyla, Samsun’daki İngiliz temsilci Şalter, başlarında Metropolit Germanos bulunan bir komite kurar. Pontus Meselesi isimli kitapta İngilizlerin Samsun’a çıktıkları zaman Rum çetelerine 10 bin silah dağıttıkları belirtilmektedir98. 7 Nisan 1919da Samsunlu Rumlar Yunan bağımsızlık gününü kutlarlar99 . Nisan ayının ikinci yarısında Metropolit Germanos Samsun Piskoposluğunda çete liderlerini toplayarak, Samsun, Bafra, Çarşamba, Ünye, Fatsa, Tokat, Niksar, Merzifon, Havza, Erbaa, Ladik, Amasya ve Vezirköprü bölgelerinde örgütlenmenin güçlendirilmesi için kararlar alınır100 . Pontus çetelerinin örgütlenmesine paralel olarak, İtilaf devletleri Türk ordusunun silahlarını toplamaya hız verirler. Bu arada Yunan Kızılhaç gemileriyle Karadeniz limanlarına ilaç sandıkları içinde silah ve cephane taşınmıştır101.
İngilizler’in 21 Nisan 1919 tarihli notası102 üzerine, Osmanlı Hükümeti tarafından 9. Ordu Müfettişliğine atanan Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasından sonra, 21, 22 Mayıs tarihli Sadrazamlığa gönderdiği telgraflarda bölgedeki asayişsizliğin Samsun ve civarında bulunan 40 kadar Rum çetesinden kaynaklandığını, Müslümanların bu çetelerden korunmak için 13 çete oluşturduklarını, şayet Rumlar, müslümanları rahatsız eden siyasi gayelerinden vazgeçerlerse Müslüman çetelerinin ortadan kalkacağını bildirerek bölgedeki Pontus çetelerine dikkat çekmiştir103.
1920 yılı başlarından itibaren başta Samsun olmak üzere Pontus çetelerinin bir taraftan sayıları artarken, diğer taraftan güçlü bir organizasyona gitmeye başlamışlardır. Atina’daki Pontus birlikleri içinde yer alan Yunan Subayı Karaiskos Mart 1920’de Samsun’a gelerek çeteleri düzenli orduya benzer bir şekilde örgütlendirmeye girişmiştir. Karargâhını Samsun yakınlarında Hacıismail köyüne kuran, Karaiskos, bütün çete reisleri, muhtarlar ve metropolitlerle bir toplantı yaparak hepsini askeri disiplin altına almış, uyulması gereken kuralları tesbit etmiştir. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’ya karşı olan Çerkezler’le de bir ittifak yapmıştır. Böylece kendi başına hareket eden Pontus çeteleri üzerinde askeri bir disiplin kurmuş, düzenli orduya benzer bir şekilde organize etmiştir104. Böylece Karaiskos’un organizasyonu sayesinde Rusya’dan da gelen çetelerle toplam sayıları 25 bin civarına ulaşan Pontus çeteleri105 özellikle Samsun ve çevresinde Rum köylerinin bulunduğu bölgelere tamamen hakim olarak Türk ordusunu arkadan vurmaya hazırlanıyorlardı. Bu sırada Topal Osman’ın hakim olduğu Giresun hariç106 diğer bölgelerde saldırılarını artıran Rum çeteleri, dışarıdan yapılacak bir müdahaleyi beklemeye başlamışlardı. Bu sırada bölgede makalemizin ekler bölümünde Yunanca listesini verdiğimiz, Yunanlılar tarafından tesbit edilen meşhur 81 tane çete reisi bulunuyordu107.
1920 yılının ilk yarısında hazırlıkları tamamlanarak 10 Ağustos 1920’de imzalanacak olan Sevr’i, İngiltere’nin zorla kabul ettirme politikası çerçevesinde Yunan ordusuna ileri hareket etme izni verildi. 22 Haziran 1920’de Trakya ve Batı Anadolu’da genel bir saldırıya başlayan Yunan Ordusu, Haziran sonlarında Salihli, /Akhisar, Alaşehir ve Balıkesir’i, 8 Temmuzda Bursa’yı işgal ederken, 27 Temmuza kadar bütün Trakya’yı işgal etmişlerdir. Bu sırada henüz düzenli ordunun kurulamamış olması ve içeride cereyan eden iç isyanlar sebebiyle Yunan ordusunun ilerleyişine engel olunamamıştı . İşte Yunanistan; Anadolu’daki milli hareketin en zayıf olduğu bir dönemde başta Samsun olmak üzere Doğu Karadeniz bölgesinde en az 20 bin - 25 bin kişilik iyi teçhiz edilmiş Pontus çeteleri ile Ankara Hükümetine doğu istikametinden de taarruz ederek kesin sonucu almak istemiştir109. Bu sırada Yunan Genelkurmayı Ankara’nın birkaç hafta içinde düşeceğini hesap ederek, Türk ordusunun Sivas veya Kayseri bölgesine çekilebileceği ihtimaline karşı, Pontus birliklerini Samsun’da karaya çıkaracakları 6-7 bin kişilik Yunan askeri ile takviye ederek, Samsun-Sivas yolunu kesmeyi ve bölgede Ankara hükümetine isyan eden unsurlarla güç birliği yapılarak milli hareketin imhasını hesaplamıştır. Atina’daki Pontus komitesi tarafından Venizelos’a iletilen bu teklif, Venizelos tarafından Lloyd George’a daha önce bahsedilen 5 Ekim 1920 tarihli teklifi ile birlikte iletilmiştir. Bu teklifte Venizelos; Ankara ve Karadeniz bölgesindeki milli hareketin kesin olarak ortadan kaldırılması için, böyle bir askeri harekatın şart olduğunu bildiriyor ve Yunanistan’ın siyasi, askeri ve mali nedenlerle bu askeri harekatı tek basma yapamayacağını belirtiyor ve İngiltere’den 200 bin üniforma ve ayda 3 milyon sterlin istiyordu. Bu şartların yerine getirilmesi halinde Eskişehir ve Afyonkarahisar’ın 10 gün, Ankara’nm da 3 hafta içinde işgal edileceğini, bu arada da Pontus’un işgalinin tamamlanmış olacağı konusunda teminat veriyordu110.
Samsun civarında yoğunlaşan Pontus çetelerinin, Yunanistan’ın bu savaş stratejisi yönünde koordineli bir şekilde hareket ettikleri görülmektedir. Özellikle Samsun bölgesinden İç Anadolu istikametinde Orta Karadeniz bölgesinde geçit yolları üzerinde bulunan Ada, Örencik, Terzili, Düz, Koşaca, Çavşur, Ortaklar, Esenbey vb. köyleri topluca yakıp yıkarak katliam yaptıkları ve Tokat, Sivas hattına doğu sarktıkları dikkati çekmektedir111.
Yunanistan’ın bu savaş stratejisi müttefikler arasında incelenirken TBMM hükümetinin Eylül 1920’de Ermenilere karşı başlattığı Doğu Harekâtı başarıyla sonuçlanmış, 2 Aralık 1920’de Gümrü Anlaşmasının imzalanması ile tamamlanmıştır. Böylece Doğu cephesinde emniyetin sağlandığı bir sırada, İngiliz yetkililerin de Doğu Karadeniz bölgesine bir Yunan askerî operasyonu başlatılması lehinde hava doğmuştur. Özellikle İstanbul’daki İngiltere temsilcileri Türk ordusunun Doğu’da gelişen başarıları üzerine, halâ Yunan kuvvetlerinden yararlanılması isteniyorsa, onlara İstanbul ve Pontus Cumhuriyeti’nin vaadedilmesi ve Trabzon’a yapılacak bir Yunan operasyonunun desteklenmesi gerektiğini savunmaya başlamışlardır112 . Venizelos’un büyük bir arzu ve heyecanla beklediği böyle bir havanın ortaya çıktığı bir sırada, Yunanistan’da siyasi durum karıştı. Bir maymunun ısırdığı Kral Aleksandros 25 Ekim’de öldü. Venizelos, tam bu hanedan bunalımının ortasında 14 Kasım 1920’de yapılan seçimleri kaybetti113.
Bu gelişmeleri yakından takip eden Ankara hükümeti, başta Pontus çeteleri olmak üzere iç isyanları bastırmak amacıyla 9 Aralık 1920’de Merkez ordusunu kuracaktır. Diğer taraftan yeni Yunan hükümetinin Anadolu’daki askerlerini geri çekeceğinden endişelenen İngiltere, Venizelos aracılığı ile, Venizelosçu subaylar ve başta İstanbul olmak üzere, Anadolu’daki Rumların oluşturdukları silahlı çete birliklerinden yararlanmak istemekteydiler. Venizelos’un aracılık ettiği bu plana göre; İngiltere’nin ekonomik ve siyasi yardımı ile Anadolu’da bulunan iki Venizclosçu bölük ve Doğu Karadeniz, İstanbul ve Adalar’daki gönüllü Rum çeteleri sayesinde amaçlarına ulaşacaklardı114. Ancak Yunanistan’da yönetim değişikliğine rağmen, takip edilen politika değişmemiş, yeni Yunan hükümeti de Anadolu’daki ilerlemelerine devam etme kararı almıştır115. Nitekim Yunan orduları Ankara istikametinde ilerlerken Yunanlı Subay Saviyannis İngiliz yetkililerine 1 Mart 1921’de yapılan bir öneride, Türk ordusunun Sivas’a kadar kovalanması ve bu arada Yunan ordusunun “Pontus”a çıkarak Rum nüfusunun bulunduğu yerlerde üslenmesi, daha sonra da Ermeniler’in yardımı ile Sivas ve Erzurum’un işgal edilmesini teklif edecektir116. Bu gelişmeler sırasında 16 Mart 1921 tarihinde Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan Moskova Anlaşması sonucu, Sovyetlerin Anadolu’ya silah yardımının önlenmesi amacıyla, Saviyannis 7 Haziran 1921’de Türkiye’nin Karadeniz limanlarının ablukaya alınması için İngiltere’ye yeni bir teklifte bulunmuş, 9 Haziran’da Yunan Kruvazörü Kilkis TBMM hükümetinin Karadeniz’deki tek güvenli giriş limanı olan İnebolu’yu bombalamıştır117. 19 Temmuzda Samsun ve Giresun önünde dolaşmaya başlayan Yunan savaş gemileri 20 Temmuzda Trabzon’u da topa tutmuşlardır118. Büyük taarruz öncesinde de Yunan savaş gemileri Samsun’u bombalayacaklardır. Batı Anadolu’daki Yunan ilerlemesine paralel olarak Doğu Karadeniz limanlarına yönelen saldırılar bölgedeki Rum çetelerini daha da cesaretlendirmiştir. Bu gelişmeler üzerine endişeleri giderek artan TBMM hükümeti askeri ve idari açıdan radikal kararlar alarak Pontus çetelerini tamamen etkisiz hale getirme yoluna gitmiştir.
3) TBMM HÜKÜMETİ’NİN ALDIĞI TEDBİRLER ve PONTUSÇULUĞUN SONU
Mütareke döneminde, Doğu Karadeniz bölgesinde faaliyet gösteren Pontus çeteleri ile savaşacak yeterli kuvvet bulunmamaktaydı. Bir taraftan ordu terhis edilirken, diğer taraftan milli kuvvetler henüz teşekkül etmemişti. Bir kısım jandarma birlikleri ile 15. Tümen’in ve 5. Kafkas Tümeninin bir kısım alayları bölgeye gönderilerek mücadele edilmesine rağmen, 1919 yılında Pontus çetelerine karşı yürütülen mücadeleden olumlu bir sonuç alınamamıştır. Bu arada Batı Anadolu’da Yunan ilerlemesine paralel olarak, İtilaf devletleri ve Osmanlı hükümetinin tahrik ve teşvikleri ile Anadolu’da çıkan iç isyanların yanısıra, başta Samsun olmak üzere Doğu Karadeniz bölgesinde Pontus çetelerinin giderek ciddi bir tehdit arzetmesi üzerine, TBMM hükümeti 1920 yılı başlarından itibaren Pontusçulara karşı ciddi tedbirler almaya başlamıştır. Özellikle merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu Pontus çetelerinin etkisiz hale getirilmesi için bütün gücünü harcamaya başladı. Fakat mevcut kuvvetlerle bölgede asayişin sağlanamayacağı ortaya çıkmıştı119. Bu sebeple Mustafa Kemal Paşa da 24 Nisan 1920’de TBMM’nde yaptığı konuşmada Pontus meselesini çözmekle görevlendirilen kuvvetlerin büyük bir komuta altında birleştirilmesi gereğini vurgulamıştı120. Bu çerçevede düzenli ordunun kurulmasına paralel olarak, Pontusçuluk faaliyetlerini köklü bir şekilde halletmek amacıyla 9 Aralık 1920’de Merkez ordusu kurularak komutanlığına da Nurettin Paşa tayin edilmiştir121. Mevcudu 10 bin civarında olan merkez ordusunun kurulması ile Pontus çetelerine karşı daha etkili bir şekilde mücadele yürütülmeye başlanmıştır122. Ancak geniş bir bölgeye dağılmış bulunan Pontus çetelerine karşı, sadece askeri tedbirlerle sonuç almak mümkün gözükmüyordu. Bu sebeple TBMM hükümeti askeri tedbirlere paralel olarak, idari ve adli tedbirler de alma yoluna gitmiştir.
TBMM hükümeti ilk iş olarak bir beyanname yayınlayarak yaşıtları silah altında bulunan Rumlar’ı da askere çağırmış, kan dökülmesine sebebiyet verilmemesi için dağlardaki çetelerin silahları ile birlikte teslim olmalarını istemiştir123. Benzer beyannameler daha sonraki dönemde de yayınlanmıştır. Mesela Samsun Mutasarrıfı 1922 yılının ilk günlerinde Pontus çetelerine bir beyanname yayınlayarak, kandırılarak dağlara çekildiklerini, kendileri ile birlikte ailelerini de felakete sürüklediklerini vurgulayarak, teslim olmalarını istemiştir124. Yukarıda belirtilen ilk beyannamede teslim olmaları ve silahlarını da teslim etmeleri için Pontus çetelerine tanınan bir haftalık sürenin dolmasından sonra, bölgede aramalara başlanmış, sadece Samsun ve Amasya bölgesinde 2 binden fazla silah ile bir milyon 200 bin mermi toplanmıştır125. Gerek hükümetin çağrışma uymayan, gerekse aramalar sırasında silahını teslim etmeyen Rumların çoğu dağlara kaçarak çetelere katılmışlardır. Merkez ordusu teslim olanların affedileceklerini ilan edip, belli bir süre tanımasına rağmen, buna pek uyan olmamıştır. Nurettin Paşa bu iyi niyetli girişimlerden sonra artık askeri kuvvet kullanmaya mecbur kalındığını belirtmektedir126. Bölgede yapılan genel silah aramasının yanısıra, Pontus teşkilatının merkezleri olarak bilinen Samsun ve Trabzon metropolitlikleri ile daha önce de bahsedildiği gibi, Merzifon Amerikan Kolejinde de aramalar yapılmıştır. Bu aramalarda Pontus teşkilatı ile ilgili olarak bulunan silah, bayrak, evraklar ve ihtilal belgeleri vb. olayın boyutlarını ve ciddiyetini bütün çıplaklığı ile ortaya çıkarmıştır127.
Bölgedeki Pontus çetelerinin etkisiz hale getirilememesi ve Yunan ordusunun Samsun bölgesine çıkarılması yolunda geliştirilen savaş stratejisi karşısında, daha radikal tedbirler alma lüzumu doğmaya başlamıştır. Bu konuda alınabilecek en radikal çözüm bölgedeki eli silah tutan Rumların daha güvenli ve emin olan iç kısımlara nakledilmesi olmasına rağmen, TBMM hükümeti başlangıçta böyle bir tedbire karşı çıkmıştır. Nitekim Mayıs 1921’de Yunan ordusunun Karadeniz sahillerine asker çıkarma ihtimalinin artması üzerine, sahil kesimlerinde yoğun olarak yaşayan Rumlar’ın düşmana dayanak teşkil etmesini önlemek amacıyla 29 Mayıs 1921 tarihli Dahiliye Vekaleti’nin sahildeki eli silah tutan Rumlar’ın iç bölgelere sevkedilmesi isteğini, TBMM hükümeti 5 Haziran 1921 tarihli toplantısında uygun görmemiştir128. Bunun üzerine tekrar hükümete başvuran Dahiliye Vekaleti; Karadeniz’de faaliyete geçen Yunan donanmasının Rumların yoğun olarak bulunduğu Samsun, Ordu, Giresun, Sinop gibi şehirlerimize saldırması halinde, Rumların hem katliam yapabileceklerini, hem de düşmanın işgalini kolaylaştıracaklarının kuvvetle muhtemel olduğu belirtilmekte ve çare olarak Karadeniz sahilindeki eli silah tutan Rumlar’ın 40 kilometre iç kısımlara nakillerinin Genelkurmay Başkanlığı ve Merkez ordusu kumandanlığınca zaruri görüldüğü gibi, Giresun ve Sinop Mutasarrıflıklarınca da yapılan müracaatlarda, Yunanlıların şehre saldırmaları veya topa tutmaları halinde ahalinin bir ferdinin bile kurtulmasına imkan bulunmadığı, bu sebeple halkın iç kısımlara çekilmesine müsaade edilmesinin istenildiği belirtilmekte ve bu sebeplerle 5.6.1921 tarihli kararın tekrar gözden geçirilmesi istenmektedir129.
Bu sırada Yunan donanmasının Karadeniz’de artan faaliyeti ve 9 Haziran’da İnebolu’yu bombalaması, Sakarya Savaşı’nın yaklaşmakta olduğu bir dönemde bütün kuvvetlerini Batı cephesine kaydırmaya başlayan TBMM hükümetini iki ateş arasında kalma konusunda ciddi bir şekilde endişeye sevketmiştir. Gelişen alaylar ve Dahiliye Vekaletinin müracaatı üzerine 12 Haziran 1921 tarihinde toplanan TBMM hükümeti, Yunan donanmasının Karadeniz’de artan faaliyeti ve İnebolu’yu bombardıman etmesi sebebiyle, Samsun’a asker çıkarma ihtimalinin kuvvetlendiği kanaatına vararak, sahildeki 15 yaşından 50 yaşına kadar eli silah tutabilen Rumlar’ın iç kısımlara nakline karar vermiştir130. Bu kararın 16 Haziran 1921 tarihinde Merkez ordusu kumandanlığına bildirilmesi ile uygulamaya başlanmıştır131. Nitekim, Merkez Ordusu’nun ilgililere 19 Haziran 1921 tarihinde yaptığı tebligatta, eli silah tutan Rumların Ergani-madeni, Malatya, Maraş, Gürün ve Darende’ye sevkedilecekleri, bunların şevki ve yerleştirilmeleri sırasında kanuna aykırı istenmeyen hareketleri ve ihmalleri görülen görevlilerin sorumlu tutulacağı, geride kalan kadınlarının dost ve düşmana karşı namus, can ve mallarının hükümetçe güven altına alındığı ilan olunmuştur132. Ayrıca kadın ve çocukların nakledilmeyeceği, sevk olunan erkeklerin geride kalan taşınır veya taşınmaz mallarına tecavüz ve hatta yasaklara aykırı bir şekilde satılması ve faydalanılmasına çalışanların ağır bir şekilde cezalandırılacakları da belirtilmiştir133.
Eli silah tutan Rumların bu ilk şevki sırasında hükümet güvenliklerinin sağlanması için her türlü tedbiri almıştı. Buna rağmen, Nurettin Paşa ilk kafilelerin yol güzergâhındaki Rum köylerine saklanan bazı çetelerin saldırısına uğradığını belirterek, olaylardan Rum çetelerinin sorumlu olduğunu vurgulamaktadır134. Bu uygulama sırasında hükümetin emrine karşı çıkan birçok Rum, aileleri ile birlikte dağlara çekilerek çetelere katılmışlar, birçok Rum da köylere saklanmıştır. Diğer taraftan yol güzergâhındaki Rum köylerinden, kafilelere saldırıların da olması üzerine yol güzergâhında bulunan Rum köylerinin bazılarının da yerlerinin değiştirilmesi yoluna gidilmiştir. Nitekim Dahiliye Vekaleti TBMM hükümetine yaptığı 29 Haziran 1921 tarihli müracaatta Rum nüfusunun yoğun olarak bulunduğu Samsun’un Nebyan ve Kocadağ taraflarında bir kuvvet çıkarma hareketi halinde çetelerin kuvvetlerimizi arkadan vurmaya hazırlandıkları, eli silah tutan Rumların iç kısımlara naklini engelledikleri ve masum Müslüman ahaliyi katliama tabii tuttukları, özellikle Nebyan civarında 5 Türk köyünü tamamen imha ettikleri belirtilerek, bu havalideki Rumların Yunanistan ve Pontus teşkilatı tarafından bir program dahilinde hareket ettirildikleri vurgulanmaktadır. Sonuçta da, Samsun Sahil bölgesi, Bafra kazası ve Nebyan, Kocadağ mıntıkası dahilindeki Rum köylerinin iç kısımlara şevkini tamim eden Merkez Ordusu kumandanlığının teklifinin bir karara bağlanması istenmektedir135. Dahiliye Vekaleti, TBMM Hükümetine 2 Temmuz 1921de yaptığı müracaatta da daha önce şevkleri teklif edilen Rumlarla aynı gaye için çalışan Amasya livasının Ladik ve Tavşan dağlarından ve Tokat’ın Destek Boğazı, Yaylacık ve Haris dağlarında ve Yozgat’ın Akdağmadeni ovasındaki Pontus teşkilatının mevcudiyeti anlaşıldığından, yeni bir karar alınarak, daha önce alman kararın bütün Karadeniz sahiline teşmil edilmesi ve Şark cephesi, Kastamonu ve Kocaeli Kumandanlıklarına da bu hususta yetki verilmesi istenmektedir136.
Dahiliye Vekaleti’nin bu müracaatlarını 2 Temmuz 1921 tarihli toplantısında değerlendiren TBMM hükümeti, yukarıda sayıları bölgelerdeki Rumların askeri açıdan lüzum görüldüğü takdirde başka bölgelere nakledilmesi hususunda ordu kumandanlığının yetkili kılınmasına karar vermiştir137. TBMM Hükümeti 3 Temmuz 1921’de de Karadeniz kıyılarını 12 Haziran 1921 tarihinden geçerli olmak üzere savaş alanı ilan edilmiştir138.
Yukarıda da izah edildiği gibi, uluslararası hukuk açısından savaş halindeki bir devlette, ordunun arkadan vurulması, casusluğun önlenmesi, katliamların ve isyanın ortadan kaldırılması ve sahillerin korunması gibi sebeplerle, askeri açıdan gerekli görülen bazı köyler her türlü güvenlik ve ihtiyaçları sağlanarak iç bölgelere nakledilmişlerdir. Boşaltılan köyler tamamen Rum çetelerinin üstlendikleri, güvenliğin sağlanamadığı köylerdir. Topluca boşaltma ve iç kısımlara sevk etme yoluna gidilmemiştir. Zaten çok geçmeden TBMM Hükümetinin 2 Temmuz 1921 tarihli kararı, Samsun’un Türk eşrafının hükümet nezdinde yaptıkları girişimler sonucu hükümet tarafından kararın uygulanması durdurulmuştur139. Nitekim Bafra civarında Kızılırmak havzasında yaşayan birçok Rum köyü boşaltılmamıştır. Bu köylerde yaşayan tahminen 10 bin Rum kadın ve çocuğun da iç kısımlara nakledilmesi için, İstanbul’daki Yunanistan Komiserliği İngiltere mümessili vasıtasıyla TBMM Hükümetine müracaatta bulunmuştur. Bu müracaat üzerine 23 Kasım 1921 tarihinde toplanan TBMM Hükümeti, burada yaşayan Rumların güvenlik ve istirahatleri hükümetimizce sağlandığından başka bölgelere nakledilmesine gerek olmadığına karar vermiştir140. Yunanistan’ın bu müracaatı ile savaş ortamı içinde Türk Hükümetinin tehcir uygulamasını haklı bulduğunu göstermiştir. Diğer taraftan TBMM Hükümeti çeşitli bölgelere sevkedilen Rumlar içinde muhtaç durumda bulunanların her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere, TBMM Hükümeti kararıyla 5 bin lira ayırmıştır141 . Bu para “Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti” tarafından tahsisat talep edilen bölgelere gönderilmiştir142. Ayrıca TBMM’nin 8 Ağustos 1921 tarihli gizli oturumunda Rumların tehciri ile ilgili konu tartışılırken, Mustafa Kemal Paşa, amaçlarının Rum çetelerinin silahlarını toplamak olduğunu, ancak bu amaca ulaşmak için öldürmek vurmak gibi yöntemlere karşı olduğunu kesin bir dille vurgulayarak, bu konudaki hassasiyetini dile getirmiştir143. Diğer taraftan Rum çetelerine karşı Amasya (1000 silah) ve Tokat (500 silah) şehirlerinin silah isteklerini de İcra Vekilleri Heyeti kabul etmemiştir144.
TBMM Hükümeti, gerek çatışmalarda gerekse aramalarda yakalanan Rum çeteleri, doğrudan cezalandırma yoluna gitmeyerek, Pontus isyanını bastırmada hukuka bağlı kalmaya büyük özen göstermiştir145. Bu çeteleri dönemin olağanüstü mahkemeleri olan İstiklal Mahkemesinde yargılamıştır. Bilindiği gibi Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na dayanarak Eylül 1920’de kurulan İstiklal Mahkemelerinin 17 Şubat 1921’de faaliyeti durdurulmuştu. Fakat bütün Anadolu’da olağanüstü şartlar devam etmekte olduğu gibi, Pontusçu çete faaliyetleri de büyük boyutlara ulaşmış, soygun, firari ve ayaklanma gibi olaylar da artmıştı. İşte bu şartları dikkate alan TBMM Hükümeti, 30 Nisan 1921 tarihinde aldığı 822 sayılı karar ile, faaliyetine son verilen Sivas İstiklal Mahkemesinin münhasıran Pontus suçlularının davası ile ilgili ilgilenmek üzere Amasya ve Samsun havalisinde tekrar faaliyete geçmesine karar vermiştir146. Bu karar üzerine 17 Ağustos 1921’de çalışmalarına başlayan Amasya İstiklal Mahkemesi147 10 Ekim 1921 tarihine kadar Pontus meselesinden dolayı 3’ü Müslüman 174’ü Rum olmak üzere toplam, 177 kişiye ölüm cezası vererek idam etmiştir. Aralarında Trabzon Metropoliti Hrisantos, Giresun Metropoliti Lavrentios ve Konstantinides de bulunan 74 kişi gıyaben idama mahkûm edilmiş, 10 kişi kürek, 2 kişi de hapis cezasına çarptırılmıştır148.
Pontus çetelerine karşı alınan askeri ve idari tedbirler ile bazılarının İstiklal Mahkemesinde ölüm cezasına çarptırılması üzerine, Patrikhane Cemiyet-i Akvama idamların durdurulması için başvururken, Pontus teşkilatları ve Yunanistan İtilaf devletleri temsilcilerine devamlı olarak protesto, rapor ve şikayetnameler göndererek Pontuslulara mezalim yapıldığı propagandasının Avrupa ve Amerika’ya kadar yayılmasını sağlamışlardır. Sonuçta bu propagandaların etkisi altında kalan îtilaf devletleri temsilcileri de TBMM hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmuşlardır149.
TBMM Hükümeti itilaf devletlerine verdiği cevaplarda; İstanbul Patrikhanesinin uzun zamandan beri Karadeniz kıyılarında merkezi Samsun olmak üzere bir Rum devleti kurmak için çalışan Yunanistan ile birlikte hareket ettiği, birlikte Doğu Karadeniz bölgesinde birçok gizli dernek kurduklarının belgelerle sabit olduğu belirtilmekte ve Pontus çetelerinin bölgede yaptıkları katliamlar ile yakalanan silahlardan bahsedilmektedir. Sonuçta bütün bu komplo ve olayları önlemek için bazı askeri ve idari tedbirler alındığı, bu tedbirlerin uygulanması esnasında masum halka zarar vermemek için hassas davranıldığı vurgulanarak, sahil halkından olup da silahlandırılmış olanlar ve Rum çetelerine yataklık eden köyler, halkının iç kısımlara gönderildiği, kadınların ise, sadece gizli Pontus cemiyetleri ile ilgili sabit olanların şevke tabii tutuldukları, askeri takip sırasında kesinlikle katliamın olmadığı, sadece askere ve güvenlik güçlerine silah çekerek dağlara çıkanların takip olunduğu, belirtilmekte ve bu tür hareketlerde bulunanlar arasında Müslüman ve Hıristiyan farkı gözetilmeksizin aynı muamelenin yapıldığı vurgulanmaktadır150. Kısaca hiçbir dış baskı ve müdahaleye aldırmayan TBMM Hükümeti Pontus çetelerine karşı kararlı bir şekilde mücadeleye devam etmiş ve 1923 yılının ilk aylarında Pontus çetelerinin isyanını tamamen bastırmıştır. Bu olaylar sırasında Pontus çeteleri tarafından bin 817 Türk öldürülmüş, 3 bin 723 ev yakılmış, bin 800 civarında soygun ve gasp olayı gerçekleştirilmiştir151. Buna karşılık bu mücadele sırasında 11 bin 118 Rum çete öldürülmüştür152. Sonuçta Milli Mücadelenin başarıyla sonuçlanmasına paralel olarak imzalanan Lozan Barış Anlaşması ile bölgedeki kalan Rumlar mübadele ile Yunanistan’a göç etmişler ve böylece Yunanistan ve Patrikhane tarafından sahnelenen Pontus meselesi bazı trajik sahnelerle birlikte tarihe malolurken, bu arada Yunanistan’ın Megali İdea hayallerine kapılarak içinde yaşadıkları devlete isyan eden bölge Rumlarının bir kısmı Yunan hayallerinin kurbanı olmuşlardır.
-Devam Ediyor-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder