Cumhuriyet’in ilk yıllarında, ‘Batılılaşmış kadın’ tipinin oluşumu için çok ciddi çabalar gösterilmişti. Cumhuriyet Bayramı balolarına, Ankara’da ve diğer illerde, devlet memurlarının eşleriyle birlikte katılmaları şarttı. Samsun’daki baloya eşini getirmeyen belediye başkanı, daha sofradan kalkmadan görevinden alındı. Lord Kinross dahil dönemi yazan tarihçiler, ‘yeni kadın’ tipini oluşturmakta, o baloların büyük rol oynadığına dikkat çekerler...
Yaz başlangıcında, Almanya’nın Berlin kentinde düzenlenen, Türkiye eksenli, bir dizi etkinliğe katıldım. Murat Belge vardı, Ali Bulaç ve Mehmet Altan da... Onların çeşitli panellerdeki katkıları ilgiyle izlendi. Çağrılılar arasında, üniversite mensubu iki bayan konuşmacı da bulunuyordu ve onlara ayrılan konu başlığından, doçent unvanlı bayanların ‘feminist’ kimlikleri sebebiyle dâvet edildikleri anlaşılıyordu. Orada öğrendim: Meğer ülkemizde de o bayanların öncülük ettiği bir ‘feminist akım’ varmış...
Tamamen habersiz olduğumu söyleyemem, ‘feministlerimizin’ adlarına çeşitli kadın ve sanat dergilerinde rastlayıp duruyorum. Son zamanlarda bayağı faaller. ‘Kadın eserleri kütüphanesi’ genel başlığı altında kitaplar da yayınlıyorlar. Yayınladıkları eserleri yakından izliyorum; tarihe merakları, onları, dışarıdan ithal önyargılardan uzaklaştırabilir diye de umuyorum. Çünkü, bizim tarihimizde, bugünlerde belli çevrelerin tezviratıyla kafalarda canlanan türden olaylar yok; zihni açık olanlar için, ibret alınacak gerçekler ise pek çok...
HAREM MEKTEPTI
Kanuni Sultan Süleyman’ın onuruna Macaristan’ın Zigetvar kentinde inşa edilen anıt, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in katıldığı bir törenle açıldı. Olayın özelliği sebebiyle, Cumhurbaşkanı Demirel, geziye tarihçi ve fikir adamlarını da çağırmıştı. Yıllarca ABD’de Osmanlı Tarihi okutmuş Prof. Halil Inalcık ve tarihi geniş yığınlara sevdirme başarısının sahibi Yılmaz Öztuna ile sohbet imkânımız oldu gezi boyunca. Prof. Inalcık, Osmanlı’daki ‘harem’ kurumunun yanlış bilindiğini anlattı; sıradan hanımlarımızın bile ticaret yaptıklarına işaret etti. ‘Harem’in sarayın mektebi olduğunu, sonradan, Aktüel dergisinde yazdı da; ama dergi, o yazıyı da, Şarkiyatçı gözüyle Harem kanaatini destekleyen resimler ekleyerek yayınladı...
Gabriel Baer, ölünceye kadar, Israil’deki Ibrani Üniversitesi’nde tarih profesörüydü. Osmanlı Devleti ile yakından ilgiliydi ve bir çok Musevi ilimadamına bizim tarihimizle ilgili lisansüstü çalışmalar yaptırdı. Israil için, Osmanlı, önemli bir konu; çünkü üzerinde kurulduğu topraklarda etkisi hâlâ hissedilen bir ‘hukuk devleti’ idi Osmanlı... Filistin’deki tapu kayıtları, vakıf sicilleri hep Osmanlı’dan kalma... Dahası, Filistinli Araplar için geçerli olan ‘medeni hukuk’ da Osmanlı’nın ‘Mecelle’si bugün...
Doktorasını Prof. Baer’in yanında yapmış iki ayrı Israilli bilimadamının araştırmaları epey gözaçıcı. Kayseri ve Bursa’nın şeriyye sicilleri, bu iki kentteki iş hayatının neredeyse yarısının hanımların elinde olduğunu gösteriyor... Ne zaman? Daha 16. yüzyılda... Avrupa’da kadına meta muamelesi yapılır, saraylarda tavus kuşu muamelesi görür, köy ve kasabalarda ağır işçi olarak çalıştırılırken, Osmanlı kadını, erkeğiyle eşit olarak, ticari hayatın içindeydi. Bursa’daki ipek atölyelerinin çoğunu kadınlar yönetiyormuş o zamanlar... Bizde kadının statü kaybı, garip ama doğru, Batılılaşmayla birlikte başladı.
KAN ÇEKER
Bu yüzyılın başında Lübnan’dayız. Lübnan henüz Osmanlı toprağıdır ve kısa bir süre sonra düşman işgali altına düşecektir... Oradaki Osmanlı görevlilerinin çocukları yerel okullara gönderilirler. Babası sebebiyle Beyrut’ta bulunan küçük Münevver (çok sonra Sadullah Paşa’nın oğlu Nusret Bey ile evlenip Ayaşlı soyadını alacaktır) Alman Mektebi’ne gitmektedir... Bir süre sonra Istanbul’dan yeni bir hocahanım gelir ve Fransız Mektebi’nin idareciliğine getirilir. Osmanlı memurların çocukları —biraz da baskıyla— oraya kaydırılır...
Münevver Ayaşlı’nın o döneme ait anılarını okurken, kadınların hayatın içinde bulunmalarını hiç yadırgamadığını görürsünüz. Onun esas kınadığı, Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk döneminde bolca bulunan ‘asalak’ kadın tipidir. Istanbul’dan Osmanlı çocuklarını eğitsin diye gönderilen idareci hocahanım, ‘dönme’ bilinen Edip Bey’in kızıdır: Sonradan matematikçi Salih Zeki Bey ve ondan ayrılıp Prof. Adnan Adıvar ile evlenecek ve romanlarıyla ünlenecek olan Halide Edib...
Küçük Münevver’in “Bir biblik güzeli” veya “Ahd—i Atik’te geçen Musevi güzellerine benzeyen” diye övdüğü Halide Hanım’a kızmasının sebebi de, sıkı disiplinli Alman Mektebi’nden zorla çıkarttığı öğrencilerin vaktini boşa geçirtmesidir... Nasıl kızmasın, temel bilgiler aktarımında tembel olan Halide Edib Hanım, ‘ırki’ bağının fevkalâde bilinciyle, yılsonu müsameresi için Ahd—i Atik’te geçen bir konuda operet yazmayı ve Vedia Sabra’ya besteletmeyi becermiştir... Sonra, ‘tiyatro’ formunda yayınlanan ‘Kenan Çobanları’...
SEDAT SIMAVI’NIN ‘KATKILARI’
O dönem, tarihimizin en ilginç günlerine sahne olmuştur. Kadınlar için hazırlanan mecmualar birbiri ardına çıkartılır. Sedat Simavi’nin ‘Inci’ (1919—1922) ve ‘Yeni Inci’ (1922—23) dergileri ‘Batılılaşmış kadın’ tipini ‘özenilecek bir tip’ olarak gündemde tutar. Hürriyet’in kurucusu, o gençlik günlerinde kadınlarla yakından ilgilidir ve Inci ile Yeni Inci arasındaki boşlukta bile yine bir kadın dergisi olan ‘Hanım’ı yayınlar...
Günümüzün ‘ünlü feministi’ Duygu Asena 1970’li yılların eseri değildir; ‘Kadının Adı Yok’ yazarı, gazeteciliğe, Sedat Simavi’nin kurduğu Hürriyet gazetesinde ‘Şirin Diyor ki’ başlığı altında yazdığı yazılarla girmiştir...
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, ‘Batılılaşmış kadın’ tipinin oluşumu için çok ciddi çabalar gösterilmişti. Cumhuriyet Bayramı balolarına, Ankara’da ve diğer illerde, devlet memurlarının eşleriyle birlikte katılmaları şarttı. Samsun’daki baloya eşini getirmeyen belediye başkanı, daha sofradan kalkmadan görevinden alındı. Lord Kinross dahil dönemi yazan tarihçiler, ‘yeni kadın’ tipini oluşturmakta, o baloların büyük rol oynadığına dikkat çekerler...
Bugün her basın grubunun dergileri de var. Hürriyet’in Tempo’su ile Sabah’ın Aktüel’i bu iki grubun bayrak dergileri. Her ikisinin de özelliği, çıktıkları ilk günden itibaren, vesileli—vesilesiz, kapaklarında hep bir ‘kadın’ fotoğrafı yayınlamalarıdır... Siyasi ağırlıklı dergide kadın fotoğrafının işi ne? Tempo, geçenlerde, neredeyse “Bu, bir devrim” çığlığıyla duyurduğu tek sayılık bir istisna yaptı ve kapağına ilk kez bir erkek fotoğrafı bastı...
Sedat Simavi’nin Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkardığı bir dergi daha var: Resimli Ay... Yayımı yıllarca süren ‘sanat’ ağırlıklı derginin özelliğine, eleştirmen Ahmet Oktay şöyle değiniyor: “Resimli Ay’ın hemen her sayısının kapağını bir kadın fotoğrafı süslüyor ve sinema oyuncularının (örneğin ‘sesli sinemanın en büyük yıldızı’ diye sunulan Dolores Del Rio’nun) yaşamları anlatılıyor, o günlerin de önde gelen konusu olan yıldızların aşklarına yer veriliyor...” Simavi’nin Resimli Ay’ının nisan 1929 tarihli sayısının kapağını da, yine Ahmet Oktay, şöyle yansıtıyor: “Fraklı bir erkeğin arkadan sarıldığı gözlerini ufuklara dikmiş bir kadın fotoğrafı...” (Türkiye’de Popüler Kültür, Yapı Kredi Yayınları, 1993, s. 62—63).
Bugünkü kadın dergilerine bakıldığında, “Nereden Nereye?” denilecek hiç bir şey yok... Bugünler, yaklaşık bu yüzyılın başlarında atılan tohumların sonucudur...
BUGÜNÜN ÇAĞDAŞ KADININA SUNULANLAR
Herbiri ne kadar basılıyor, kaç alıcısı var kimse bilmiyor; ama ülkemizde çok sayıda kadın dergisi çıkıyor bugün... Bir çoğu, başka ülkelerde hazırlanıp Türkiye’ye uydurulmuş, adı da içeriği de yerli olmayan yayınlar bunlar... Marie Claire, adına bakılırsa Fransız kökenli bir dergi, Türkiye’de Hürriyet tarafından yayımlanıyor... Harper’s Bazaar ve Cosmopolitan Amerikan kökenli iki dergi, ama ikisinin de yayıncısı yerli: Sabah Grubu’na ait Bir Numara Yayıncılık... Face de Sabah Dergi Grubu’na ait... Bu arada, Elele (Hürriyet), Kim (Milliyet), Vizyon (Sabah), Kadınca (Nokta) gibi Türkçe adlar taşıyan dergileri de unutmamak gerek...
Bu dergileri bayilerde sergilenmiş görenler, içlerinde neler olduğunu merak ediyorlardır, eminim... Araştırıcılar, bu dergiler, bilgi kırıntılarıyla dolu. Herbirinde, birden fazla ünlüyle yapılmış mülâkatlar yer alıyor. Tabii bu arada, kadınlar için ‘çok önemli’ olduğu düşünülerek, değişik ‘ilginç’ konular da sayfaları dolduruyor.
Bir fikir versin diye, hiçbir sansür uygulamadan, sadece yöneticilerinin adını verdiğim kadın dergilerinin aralık 1994 sayılarının kapak konularını sunuyorum:
Yöneticisi Duygu Asena olan: Babasına bak, oğlunu alma... Kadınların erkek savaşları... Ünlü erkekle aşk... Tanrıçalar kadınların içinde... Yöneticisi Esra Kazancıbaşı: Zayıflara kilo aldıran reçete... Bir erkeği baştan çıkarmanın yolları... Kadın maço olursa... Daha ateşli daha tutkulu, Yöneticisi Nuray Yavuzer: Erkekler ülkesine yolculuk... Patronunuza kendinizi göstermenin yolları... Burak Kut: ilâhlık ona yakışıyor... Kadınları ne uyarır... Yöneticisi Betül Bülay: Erkeklerde ortayaş krizi... Işyerinizde düşmanınızla başa çıkmanın en etkili yöntemleri... Olgunluk aşkta başarıyı garantiliyor... Yatak odası sırları... Yöneticisi Elif Dağdeviren: Aids, o sizi tanımadan siz onu tanıyın... Ve özel eki: Sevişmenin sırları...
Bu dergilerin yöneticileri, sık sık, dünya ve Türkiye sorunlarıyla ilgili de yazılar yazarlar. En çok korktukları konuyu da yazayım: Irtica... Biri, epey müddet önce, “Bu nasıl iş, anayasasında, ‘Devletin dini Islâmdır’ yazan ülkeye çağdaş denir mi?” diye yazmıştı, Türkiye’yi kastederek...
Berlin’deki Türkiye eksenli toplantıların ‘kadın’ konusuna ayrılanında, ülkemizde kadınların eğitim tarihine, bugünkü durumuna dair bilgileri dinleyen bir Alman profesörün tepkisi hâlâ kulaklarımda: “Peki ama, böyle bir ülkede feminizm niçin var?”
Cevabını ben vereyim: O dergileri çıkartabilmek ve hüneri paraya çevirebilmek için...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder