Toprak insan ilişkisi
Cumhuriyet döneminde Türk coğrafyacıların Ankara’yı merkez alarak batı sınırını Ordu Melet Suyu olarak belirlediği ve Doğu Karadeniz Bölgesi olarak adlandırdığı yöremiz ile ilgili bir terminoloji sorununu hatırlatarak başlatmak gerekir. Uydu fotoğraflarına veya dünya haritasına baktığımızda ve konumumuzu Karadeniz’e göre belirlediğimizde yöremizin Karadeniz’in doğusunda değil güneydoğusunda yeraldığını görürüz. Yinede geleneği bozmadan bildik terminolojiyi kullanacağım.
Doğu Karadeniz dağlık bir bölge olup yeryüzü şekillerinin dağılımında ağırlıklı yeri dağlar kaplamakta, akarsuların oluşturduğu küçük alüvyal düzlükler dışında bölgede ova bulunmamaktadır. Trabzon ilinin % 77,6 sı, Artvin’in % 79,8 i, Ordu’nun %83, 6 sı, Giresun’un %94 ü, Rize’nin ise %78’i dağlarla kaplı olmasına karşın bölge toprakları tarıma elverişlidir. Örneğin Rize topraklarının %92’si[1] Giresun’un %92,4’ünde[2] Ordu’nun %99’unda[3] ekim yapılabilir. Kıyıya paralel doğu-batı yönünde sıralanan Doğu Karadeniz dağları’nın kuzeye bakan yamaçları dik ve sarp olup, kaynağını dağlardan alan birbirine paralel sıralanmış çok sayıda dere ve nehir tarafından yarılmakta, nehirler kuzeye doğru akarak suyunu Karadeniz’e boşaltmaktadır. Bol yağışla beslenen ve arazinin engebelik yapısınının oluşmasında önemli rol oynayan nehirler dağ sıralarını güneyden kuzeye doğru alçalan birbirine paralel vadilere ayırmışlardır. İç kesimdeki yerleşimler arasında doğu-batı yönünde bağlantı olmaması yeni yerleşimlerin vadi boyunca oluşmasını dolayısıyla ortak soy ve kültür özelliklerine dayanan aynı derelilik olgusunu ortaya çıkarmıştır.
Karadeniz dağlarının bugünkü morfolojisi dördüncü zaman dislokasyonları ile ortaya çıkmış olup, oluşumlarında volkanik faaliyetler rol oynamamıştır.[4] Yüksek meyil ve şiddetli yağmurlar derelerin çakıl taşlarını toplayıp getirme miktarını arttırmış, dördüncü zamanda özellikle dere ağızlarında ve sahile yakın yerlerde alüvyal teşekküller meydana getirmiştir. Yerleşim, tarım ve kentleşmeyi olumlu yönde bu teşekküller özellikle Samsun’un sağ ve solunda Yeşilırmak ve Kızılırmak deltalarında büyük alanlar kaplamaktaysa da konumuzu teşkil eden Ordu ile Artvin sahili arasında sınırlı miktarda kalmıştır. Dik yamaçlı vadilerin sonlandığı dere ve nehir ağızlarında biriken alüvyal teşekküllerin oluşturduğu bu dar sahil şeridi bölgenin ilk liman ve yerleşimlerine ev sahipliği yapmıştır. Kıyı kentleri arasındaki ulaşım 1930’lara dek büyük ölçüde deniz yoluyla gerçekleştirilmekteydi.
Bölgenin iklimi her ilde aynı olmayıp özellikle yıl boyunca düşen yağmur miktarı farklılıklar göstermektedir. Samsun ve çevresinde yazları kurak geçmekteyken doğusunda yazları ilkbahara nispeten daha yağmurludur. Sözgelimi yıllık yağış miktarı Ordu’da Samsun’un iki katı Rize’de ise Ordu’nun iki, Samsun’un dört katıdır. Yaz aylarında rutubet nisbetinin yüksek olması toprak sıcaklığını dolayısıyla flora ve faunanın özellik ve çeşitliliğini de doğrudan etkiler. Çoruh vadisi’den Yeşilırmak vadisine kadar uzanan sahil boyunca arazi dar ve engebeli olmasının yanısıra aile başına düşen toprak miktarı sınırlı dolayasıyla çok kıymetlidir. 1927 yılı nüfus sayımına göre Rize’de bir çiftçi ailesi başına 4.1 dönüm, Trabzon’da 5.9 dönüm, Giresun’da 10dönüm , Ordu’da 11.6 dönüm ekilebilir arazi bulunmaktayken, bir iki kuşak sonra arazilerin çok sayıda kardeş arasında pay edilmesi neticesiyle kişi başına düşen işlenebilir toprak miktarı iyice azalmış, bu durum 1970’lerde hızlanan büyük kentlere göç olgusunun temel sebebi olmuştur.
1935 yılında Ziraat Vekili Muhlis Erkmen refakatinde Doğu Karadeniz bölgesine ormancı, veteriner, haşeratçı, tohum islahcısı, bankacılardan oluşan[5] araştırma amaçlı bir heyet gönderilir. Bu heyetin asırlardan beri geleneksel usullerle tarım yapan ve ekmeğini yaşadığı topraklarda çıkaramayan dolayısıyla geçimini yılın bir kaç ayını başka yerlere gidip çalışarak sağlayan insanlar için yapıcı çözümler üretmektir.
Bölgenin o dönemki durumunu kitabın yazarı Gökgöl şu ifadelerle anlatmıştır:
“Batum hududundan Sürmene’ye kadar olan kısmın ağaçlık, ormanlık ve kısmen de mısır tarlaları, Trabzon bölgesinin tarlalar ve fındıklık, yani ormanları tahrip edilmiş, Giresun bölgesinin mühim bir kısmının ve Ordu’nun kısmen fındıklık ve bir kısmının da başlıca tarlalar olduğunu görürüz” [6]
Rize bölgesinde portakal, mandalin, limon yetiştirildiği, çay tarımına yeni başlandığı (1935 yılında 20 dönüm), sulamaya gerektirmeyen kır pirinci yetiştirildiği, tüm bölgede mısır tarlaları arasına fasulya, soya, kenarlarına karalahana ve kendir ekildiği, Espiye ve Tirebolu taraflarında su pirinci ekildiği, Trabzon, Giresun ve Ordu’da fındık ziraatinin yaygınlığından bahsedilmektedir.
Günümüzle kıyaslandığında çay tarımının pek çok yörede henüz gerçekleştirilmediği ya da yeni olduğu, mısırın günümüze oranla çok daha yaygın ekildiği ve en önemlisi günümüzde yapılmayan kendir tarımının her aile tarafından kendisine yetecek miktarda tarlasının bir köşesinde gerçekleştirildiği görülmektedir. Hitit kaynaklarında (MÖ 1600), Hitit İmparatorluğu’nun kuzeyinde Karadeniz bölgesinde yaşıyan Kaska, Kaşku, Gasga adlı verilen bir halkın keten dokumacılığı yaptığı kayıtlıdır. Antik Çağ tarihçisi Herodot’da Kolhis’te yapılan keten dokumacılığından bahsetmekte dahası keteni aynı şekilde işlediklerini belirttikten sonra bu yüzden Kolhislilerle Mısırlıları özdeşleştirmektedir.[7] Bölgeden Roma[8], Osmanlı ve cumhuriyetin ilk yıllarında kendir tohumu ve keten bezi ihraç edildiği bilinmektedir. Hemen her aile kendi ihtiyacını karşılayacak oranda kendir ekmekte, ihtiyaç fazlası kendir lifleri ve ustupiler Trabzon, Sürmene ve Rize gibi merkez pazarlarda satışa sunulmaktaydı. Kirman ve urgan, her türlü kendir lifinden yapılmakla birlikte, dokuma yapılacaksa beyaz renkli elyaflar seçilir, daha ince iplik yapılır, boyanır ve feretiko tezgahlarında dokunurdu. Kısa elyaflarda çarık bağı, çuval ipi yapımında, kuvel adı verilen kendirden kalın ipler elde edilip halat yapımında kullanılırdı.[9]
Gerek engebeli arazi yapısı gerekse yakın zamana dek kıyı yerleşimleri arasında kara yoluyla ulaşımın güçlüğü sebebiyle köylerin birbiriyle ve kent merkeziyle ilişkisi sınırlı kalmakta bu durumda kapalı toplum niteliklerinin sürmesine yol açmaktaydı. Geleneksel tarım ve hayvancılık yöntemleriyle kendisine yetmeyi amaçlayan bir döngüde süregelen yaşam geleneksel yapı ve kültürün sürekliliğini sağlamaktaydı. Köy evleri, bir merkezde kümelenmiş Anadolu köylerinden farklı olarak, Kafkasya köylerine benzer olarak[10], vadi yamaçlarında birbirinden uzak konumlanmışlardır. Bazen yakın akraba evleri gruplaşmalar oluşturmaktaysa[11] da genellikle evin önünde konumlanan tarlalar ve serander, merek gibi yardımcı yapılar asla ortak kullanılmaz. Köyde üretilenlerin fazlası haftanın bir günü kasaba pazarında daha çok kadınlar tarafından satılmaktadır. 1970’lerde ulaşım imkanlarının artması kasaba merkezine haftanın bir günü pazar yapmak amacından giden, hasta olmadıkça kent merkezine inmeyen köylünün kentle ve kent kültürüyle ilişkisini arttırmış, dahası elektiriğin dolayısıyla radyo ve televizyonun köylere girmesiyle ulusal lehçe ve kültür, hatta dublaj film ve diziler sayesinde evrensel kültürden de etkilenilmiştir. Yerel kültürleri koruma ve yaşatmaya ilişkin bir kültür politikasının izlenmemesi de artı bir faktör olarak geleneksel yapının çözülüşünü hızlandırmıştır. Pek çok geleneksel meslek bu süreç içinde yokolmuş ya da kabuk değiştirmiştir. Sözgelimi geçmişte köyler ile kent merkezi arasında taşıma işlevini üstlenen takalar karayollarının gelişmesiyle işlevini yitirmiş, tekne yapımcılığıyla uğraşanların işlerini yitirmelerine ya da balıkçık sektörüne yönelmelerine sebep olmuştur.
Evler
Trabzon merkezinden Hopa’ya dek kıyı boyunca evler birbirine benzer özellikler göstermektedir. En az üç odalı olan evlerin alt katında duvarları yığma taştan örülen bir de ahır bulunmaktadır. Kıyı kesiminde ev duvarları göz dolma, ahşabın bol olduğu iç kesimlerde ise blok ahşap dolma yöntemiyle inşa edilmektedir. Odaların tabanı ahşap döşemeyken aşhanenin[12] ki tokmaklanmış topraktan yapılmaktadır.[13] Neden aşhane zemini topraktır? çünkü ev halkı ahiralti adıyla da bilinen ve fasülye, salatalık, patates, karalahana ekilen bahçeyle sürekli ilişki içindedir ve çamurlu ayakkabılarını çıkarmadan topladıklarını eve aşhane üzerinden ulaştırabilmektedir. Yemek yer sofrası üzerine konulan sinide yenilir, yere veya gorc da denilen arkalıksız basit oturaklara oturulur. Aşhane’de tavanda ucundaki çengele kazanların asıldığı bir zincir (kremul) bulunmakta, altında sürekli ateş yakılan bir bölüm yeralmakta burası yemek pişirme, su ısıtma, sığırlara verileek yalı hazırlama amacıyla kullanılmaktadır.
Deniz ile koyun koyuna bir yaşam
Karadeniz, böbrek formunda 424.000 km² yüzözlçümüne sahip, az tuzlu bir deniz olup batı ve kuzey kıyıları alçak ve tarıma elverişli geniş düzlüklerle çevriliyken doğusu ve güneydoğusu dağlıktır. Kuban, Don, Dinyeper, Dinyester ve Tuna nehirlerinin denize taşıdığı organik madde miktarı deniz suyundaki bakterilerin normalde ayrışabileceğinden daha fazla olduğundan, bakteriler suyunun bir bileşeni olan sülfür iyonlarından oksijeni ayırarak Hidrojen sülfürün ortaya çıkmasını sağlarlar. Son derece zehirli bir gaz olan Hidrojen sülfür 150-200 metre arasında değişen derinliğin altında canlı yaşamasına izin vermez. Suyun üstü ise yöremizin ekonomi ve kültürünü asırlar boyunca derinden etkilemiş bir canlı olan hamsinin (Engraulis encrasicolus ponticus) yaşam alanıdır. Doğu Karadeniz Bölgesinde, Ekim Ayının ikinci haftası dualar okunarak, kurbanlar kesilerek hamsi avı sezonu açılmakta ve Evliya Çelebi’nin de zamanında belirttiği gibi[14] en az kırk çeşit yemeği yapılmaktadır. Hatta bol olduğu dönemlerde hamsinin fazlası gübre olarak tarlalara dökülürdü.
Kültür
Sarp doğa koşulları içinde, tarım ve hayvancılık ekonomisine dayalı özellikler gösteren durağan yaşam içinde bölge insanı halk edebiyatı, halk müziği, el sanatları, beslenme gibi alanlarda oldukça zengin bir folklor geliştirmiş ve ülkemizde 1970’lerde Türkiye’nin tüm yörelerinde görülen önceleri kent merkezlerinden başlayıp köylere sıçrayan toplumsal değişme olgusu dönemine dek nesilden nesile yaşatmıştır.
Dayanışma gelenekleri
İki tür dayanışma organizasyonu yapılmaktadır:
Yörede meci, eğratluk adıyla bilinenen “imece”ler: Köy halkının toplu halde, ücret almadan, karşılıklı olarak birbirlerinin tarla, bağ, bahçe işlerine yardım etmesidir. Kışlık odun hazırlamak, tarlayı kazmak, ekin ekmek, ot biçmek ve taşımak, alaf getirmek, ev yaparken beton dökmek.
Yapı davetleri: Bedensel çalışmanın yanısıra para ve araç-gereç yardımını da içeren dayanışma türüdür.
Yayla şenlikleri
Karadenizliler, büyükbaş hayvanlarının kışlık ot ihtiyacını karşılamak, yaz mevsiminin bunaltıcı sıcağından kurtulmak için ilkbaharda mezere denilen köyden biraz daha yüksek yerleşim birimlerine, yaz mvsiminde ise yaylalara göçeder ve buralarda sonbahara mevsimine dek yayla evlerinde kalırlardı. Genellikle iki dönemde köye dönülürdü bunlar:
Ayitlama: Haziran ayında lazut (mısır, darı, lağus) çimlenip belli bir yüksekliğe ulaşınca, toprak çapalanır, zayıf fideler sökülerek tarla seyrekleştirilir.
Ayitlama: Ağustos ayında yapılır; toprak çapalanarak kabartılır, böylece mısırın etrafına kök salması kolaylaştırılmaktadır.
Artvin’in iç bölgelerinde[15] mısır çapasının bitimi ile çayır biçme arasındaki 5 günlük sürede düzenlenen “Pancarcı Eğlenceleri” düzenlenmesinin amacı çalışma dönemi öncesi güç toplamak ve evlenme çağına gelen gençlerin kaynaşmasıdır. Benzer zamanlarda ve benzer amaçlarla Hemşin’de Vartevor, Trabzon’da dernek adı verilen yayla şenlikleri düzenlenir.
Yöresel Müzik ve halk oyunları
Doğu Karadeniz sahilinde Samsun ile Artvin illeri arasında hatta Gürcistan’ın Acaristan bölgesinde düğün, asker uğurlama, nişan ve yayla şenlikleri gibi toplu eğlencelerde, kız, erkek veya karma olarak, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Gümüşhane’de kemençe, Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane’de davul-zurna, Rize, Artvin’de tulum, Trabzon’un Çaykara, Dernekpazarı, Köprübaşı, Sürmene, Of ilçelerinde ve Hopa - Kemalpaşa’da kaval, Borçka ve Şavşat akordiyon eşliğinde oynanılan halk oyunları “horon” olarak adlandırılmaktadır. Horonlar, yöre insanının günlük yaşamından, yörenin tabiatından ve komşu bölgelerden etkilenmiştir dahası antik çağ ve Ortaçağ yaşamına dair izler taşımaktadır. Horonlar türkü eşliğinde (sözlü horon), sallama, sıksara (Sera) horonlarında olduğu gibi sadece çalgı eşliğinde, sadece kadınlar (kız horonu), sadece erkekler (erkek horonu) veya kadın erkek karışık (karma horon) olarak, düz bir sıra halinde yada halka oluşturularak oynanılabilir. Bunun yanısıra erkek çalgıcı çağırmadıkları için kına gecelerinde kadınlar tef, fincan hatta gügümün tersinin dövülmesiyle çıkan sesler eşliğinde horon oynarlardı.
Anadolu’da olduğu gibi Karadeniz bölgesinde de oynanılan çok sayıda oyunun tasnifinde belirlenmiş ve görüş birliğine varılmış bir sınıflandırma yoktur. Kaldı ki aynı adı taşıyan horonlar bile ilden ile hatta köyden köye farklılıklar göstermektedir. Kabaca bizde bir tasnif yaparsak horonları
İllere göre (Giresun, Rize, Trabzon horonları, karşılamaları)
Ayak devinimlerine göre (iki ayak, üç ayak)
Diziliş biçimine göre (Halka horon, sıra horonlar)
Oyuncu sayısına göre (2 kişinin oynadığı bıçak oyunu ya da grupça oynanan horonlar)
Hıza göre (Ağır ve hızlı horonlar... 7/8’lik Akçaabat horon 7/16’lık sıksara horonun yavaş tempoda ve farklı ritmde oynanılan bir varyasyonudur)
Oynanılan yere (Açık havada, kapalı mekanlarda)
Oynayanların cinsiyetine göre (Kız, erkek, karışık [Alaca horon])
Eşlik çalgısına göre (çalgılı, çalgısız)
Türkü eşliğine göre (Sözlü, sözsüz)
Etnik gruba göre (Laz, Hemşin)
Konularına göre (Hayvan taklitleri – Dirvana [Güvercin]- ya da savaş/yiğitlik konulu (bıçak, kılıç horonları)
Horon terminolojisi[16]
Horon etmek: Sahil boyunca en yaygın kullanılan terimdir. Özellikle Doğu Trabzon ve Batı Rize’de eylemi ifade eden yegane terimdir. Trabzon Rumcası aynı anlama gelen ḫoron aseftame terimi kullanılır.
Horon oynamak: Sahil boyunca kullanılan ikinci yaygın terimdir. Lazca oxoronu terimi aynı anlamı karşılamaktadır.
Horon dönmek: Geçmişte horonun halka şeklinde oynanmasından dolayı yakıştırılmış bir terimdir.
Horon tepmek: Türkmenlerin yaşadığı bölgelerde kullanılan terminolojidir. Trabzon yöresinde Çepnilerin yaşadığı Ağasar vadisi ve civarında yaygındır.
Horon oyunundaki figürler de çok sayıda yazar tarafından yorumlanmıştır. Sera horonda görülen omuz silme figürünün yakalanan balığın can çekişmesini ya da dalgalar arasında takaların sallanmasını tasvir edildiği ileri sürülmüştür.
Oyunların çember ya da düz sıra halinde oynanması ilgili bölgeyi çevreleyen dağların dairesel ya da düz sıra halinde oluşuyla bağlantı kurulmaya çalışılmıştır.
Anadolu’da kartal barı, turna barı, İçel yöresindeki keklik oyunu gibi benzerlerinde olduğu gibi Trabzon yöresinde oynanılan 2/4’lük dirvana horonunda hayvan devinimlerinin taklidi yapılmaktadır.
Atlama oyunu engebeli ve dağlık arazilerinde yaşamın zorluğunu tasvir eden bir oyun olup erkekler tarafından oynanmakta, yiğitçe tavırlar ve ayakların havaya kaldırılması suretiyle atlama hareketi tasvir edilmektedir. [17]
Erzurum ve Bayburt köylerinde oynanılan hançer ve Köroğlu barları, Batı Anadolu’da oynanılan kılıç kalkan oyunları, Kafkasya’da da çeşitli halklar tarafından oynanılan farklı varyasyonları bulunan, savaş oyunlarıdır. Hem müzik eşliğinde yörenin delikanlılarına yiğitlik ve becerilerini gösterme amacı taşımaktadır aynı zamanda eski çağlarda kabilenin gençlerini savaşa hazır tutma amacıyla da kullanılmış olabilir. Savaş danslarının Anadolu’da rastlanılan yazılı ilk örneklerine MÖ 401 yılında Anabasis adlı seyahatnamede rastlıyor ve bu dansların Anadolu’nun yerli halkları tarafından oynanıldığını görüyoruz.
Bugünkü Ordu civarında kalıntıları bulunan antik Kotyora kentinde Paflagonya valisi Korylas’ın Onbinler adlı paralı Yunan askerlerinin şereflerine düzenlediği eğlencede önce Trakya’ya adını vermiş Trak halkından dansçıların flüt eşliğinde savaş oyunu yaptığı ardından bugünkü Balıkesir civarında varolmuş Mysia’lıların yine flüt eşliğinde mızrak ve kalkanlarla benzer bir dans yaptığı kayıtlıdır:
“Saçılar yapılıp zafer türküleri söylendikten sonra, önce Thrak’lar kalkıp silahlı olarak flüt sesiyle dans ettiler; hafifçe sıçrıyor, hançerle dövüşür gibi yapıyorlardı. Sonunda dans edenlerden biri eşine vurdu ve herkes onu yaraladığını sandı; çünkü adam büyük bir ustalıkla yaralanmış taklidi yaparak kendini yere atmıştı” [18]
iki Mysia’lının flüt eşliğinde, flütün sesine uyularak kalkanlarıyla yaptığı, çömelip, kalkma figürlerini de içeren bir Pers dansıyla devam edip[19], Mysia’lı bir kadının elinde bir mızrakla pirihi (πυρρίχη) adı ve-rilen bir savaş dansı yapmasıyla son bulmuştur.[20]
Yöresel giyim
Günümüzde sadece horon oyuncuları tarafından giyilen geleneksel giyime gelirsek:
Laz kıyafeti[21] olarak da bilinen baştan aşağıya siyah erkek kıyafeti Reşat Ekrem Koçu’nun bildirdiğine göre XVI. Ve XVII. Yüzyıllarda korsan ve dağ haydutlarını kılığı iken yaygınlaşmış ve yörenin milli kıyafeti olmuşur. Başta uçları özel biçimde düğümlenen kabalak/kukul, sırtta gömlek ve kara cepken, Anadolu’da Laz poturu ya da donu olarak bilinen ağ kısmı pileli bacak kısmı dar bir şalvar trü olan zipka pantul, ayaklarda çapula adlı çarık türü veya körüklü çizme. Gümüş zincir, hamayıl, yağdanlık, Çerkes kayışı, kavlık, ve Çerkes kaması da aksesuarlardır.
Kadınlar ise başta ipekli başörtüsü (çember, poşu, yazma) ya da keşan adlı pamuklu dokuma, sırtta kamis adlı gömlek, üstüne zibun adı verilen üçetek, en üstte fermene adı verilen kolsuz yelek veya kadife adı da verilen uzun kollu işlemeli yelek, belde rengi yöreden yöreye değişen peştemal (Rize’de turuncu-siyah, Sürmene’de kırmızı-siyah, Trabzon merkezden İnebolu’ya kadar kırmızı-beyaz) adlı önlük. Ayrıca Trabzon’da yelek müstüne isparel adlı göğüslük de takılmaktaydı.
/Özhan Öztürk*
KAYNAKÇA
* ODTÜ 7-8 Aralık Karadeniz Kıyı müziği konulu Panel notlarından
[1] Yurt Ansiklopedisi. Anadolu Yayıncılık. İstanbul, 1982-84. s. 6341
[2] Yurt Ansiklopedisi 3101
[3] Yurt Ansiklopedisi 6249
[4] Gökgöl, Mirza. Doğu Karadeniz Bölgesinde bir Araştırma Gezisi. İstanbul, 1937. s. 1
[5] Gökgöl, özsöz III
[6] Gökgöl, 6
[7] “Kolkhisliler besbelli, Mısırlıdırlar, bunu ben başkalarından işitmeden önce kendim anlamıştım...Sadece şu varki, Mısırlılar da, onlar da keteni aynı biçimde işlerler; yaşayışlarında ve dillerinde benzerlikler vardır. Yunanlıların Sardunya keteni dedikleri, Kolkhis ketenidir; Mısır’dan gelenine Mısır keteni derler...” Hereodot ii. 104, 105
[8] Strabon. xi. p. 498; Arrian. Mithr. c. 103
[9] Öztürk, Özhan. Karadeniz Ansiklopedik Sözlük. İstanbul, 2005 s. 660
[10]Meeker, M. E. 1971. “The Blacksea Turks: Some Aspects of Their Ethnic and Cultural Background”. International Journal of Middle East Studies. Vol 2 (4) pp. 318-345
[11] Sözen, M. Eruzun G. Anadolu’da ev ve İnsan. Creative Yayıncılık. İstanbul, 1992. s. 103
[12] Lazca ohomonduni
[13] Sözen, a.g.e. s. 112
[14] Evliya Çelebi 1672 (1986), Evliya Çelebi Seyahatnamesi. Sadeleştiren T. Temel-Kıran, N. Ateş. Cilt I-II. Üçdal Neşriyat, İstanbul s. 458-9
[15] Şavşat ve civarı
[16] Öztürk, 2005. s. 529
[17] Yunanistan’ın dağlık arazilerinde Pidiktos adıyla sadece erkekler tarafından benzer şekilde oynanılmaktadır.
[18] KSENOPHON. (1998), Anabasis. Sosyal Yayınlar. 2. Baskı. İstanbul VI. 1. 5
[19] KSENOPHON. VI. 1. 10
[20] KSENOPHON. 6. 1. 12.
[21] Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder