1268 h. (1851-52. m ) yılında Samsun’da
cereyan eden şu olay gösterilebilir: Bayburtlu bir Ermeni Trabzon’dan Samsun’a
gelirken gemisinin batması üzerine kendisi ölür ve malları da denizde kaybolur.
Bu olayı duyan Samsun’daki “İngiliz Konsolosu Bey Cenapları” derhal dalgıçlar
tutarak batıkları çıkarttırır. Bu karşılıksız ilgi ve yardım herhalde Ermeni
cemaatinin gözlerini yaşartmıştır. “Millet-i Sadıka” içinden Hınçak ve Taşnak
örgütlerine giden yolda Ermenilerin ayartılması herhalde hep kuru vaatlerle olmamıştır.
Bakz. : 1760 No’lu Samsun Şer’iye Sicili, v. 20 a , h. 1. ve v. 22 b, h. 2.
Osmanlı Devleti bu gün artık bilinen nedenlerden
dolayı son dönemlerinde iktisaden yabancıların kontrolü altına düşmüş ve bir
bakıma “yarı sömürge” haline gelmişti.1 Ancak buna rağmen devletin gayrimüslim
tebaasının ekonomik durumları Müslümanlarla kıyaslanınca nispeten daha iyi
durumda idi. Çünkü Avrupalılar o dönemlerde Osmanlı topraklarına sadece para
kazanma amacıyla gelmiyorlar, medeniyetler-dinler arası mücadelede kendi
saflarında görmek istedikleri Osmanlı’nın gayrimüslim tebaasını hem iktisadî,
hem de siyasî sahalarda güçlendirmeyi ve ilerideki muhtemel bağımsızlıklara
hazırlamayı da plânlıyorlardı.2 En azından böyle düşünenlerin varlığını
biliyoruz.
Tanzimat öncesinde bütün gerilemişliğine rağmen
Osmanlıların dış ticaretleri çok da fena durumda değildi. Mesela İngiltere ile
dış ticaretleri fazla veriyordu. 1825 yılındaki rakamlara bakarsak 1.079.671
sterlinlik İngiliz ihracatı karşısında Osmanlı ihracatı 1.207.172 sterlindir.
Ancak 1838 Balta Limanı Ticaret Anlaşması ve Tanzimat her şeyi değiştirmiş,
1852 de bu rakamlar yaklaşık dört misli aleyhimize dönmüştür (İng.: 8.489.000,
Osm.: 1.252.283).3
Bu tablo, 1838-1841 arasında Avrupalı güçlerin peş
peşe yaptıkları ticaret anlaşmalarıyla Osmanlı ülkesine akın akın gelmeleri
sonucunda ortaya çıkmış4 bu yabancılar yerli gayrimüslimleri Türkiye’deki
temsilcileri olarak yanlarına ortak etmişler, böylece batılı ticaret ve iktisat
anlayışını dindaşlarına da öğretmişlerdi. Bu sürecin sonunda Avrupalılarla
beraber yerli gayri Müslimler de zenginleşerek, Türkiye’de birçok sahaya hakim
olmuşlardır.5 Söz konusu mesleklerin içinde kuyumculuk en çok bilinen örnektir.
Biz madencilikten misal vermek istiyoruz. 1910 Yılında yabancı şirketlerin
Türkiye’deki payı % 69, yerli gayrimüslimlerin payı ise % 12’ dir. Netice itibarıyla %81
olan bu toplam karşısında Türklerin hissesi sadece % 19 kadardır.6 Ekonominin
aşağı yukarı her dalında bu durum aynı idi. Bugün en önemsiz bir ihtiyaç
maddesi saydığımız başlık (şapka, fes) imalatını buna örnek gösterebiliriz.
Türklerin o dönemdeki resmî başlığı olan “fes” imalatında bile Avusturyalı
şirketler tröstleşme eğilimine girmişlerdi.7
Bu sürecin zamanla Türkiye’de çok yönlü tepkilere
zemin hazırladığını biliyoruz. Batıyı toptan dışlayan zihniyetlerin yanında,
sadece Hıristiyan (Haçlı) yanına vurgu yapanlar veya emperyalistliğini ileri
süren görüşler Türk politikasının en çok tartıştığı meseleler olmuştur. Öyle ki
“en hızlı” batıcılardan olan Ağaoğlu Ahmet bile Levantenleri şöyle anlatıyordu:
“Dünyanın her tarafından üşüşen, bin bir ırka, kana, lisana, dine, mezhebe
mensup, mahiyetleri, asıl ve nesepleri meçhul, sırf para kazanmak hırsı ile
müteharrik her türlü sergüzeştçi, pespaye insanlar, güzelliği, cazibe-darlığı
ve îş-i nûş heva ve heves iştihasını tahrik hassası ile müstesna bir mevkii
olan bu diyara toplanıp her türlü maddi ve manevi rezaletlerle tatmin- i hırs
ve iştiha etmektedirler. (... ) Böyle bir halitada muayyen bir ruh, muayyen bir
renk aramak abestir. Hakikatte paradan başka mukaddes hiçbir şey tanımayan bu
halitanın ne dini var ne imanı, ne milliyeti var ne hükümeti! Cebinde birkaç
pasaport taşıdığı gibi, ruhunda da her türlü mülevvesatı taşır ve bütün dünya
lisanlarını konuşur. Gündüzleri içtima ettiği yer borsalar, bankalar, sarraf
haneler, geceleri toplandıkları yerler meyhaneler ve lokantalardır. Bunlar yer,
içer, kazanır, sarf eder, her türlü maddi ve manevi zilletlere, rezaletlere
tahammül eyler, entrikalar, dolaplar çevirir, casusluk yapar, suikastlar tertip
eder, evler yıkarak hanümanlar söndürürler.” “Bu meyanda Fatih, Süleymaniye,
Eyüp, Aksaray, Sultanahmet ve Kadıköy’le Üsküdar dairelerine sığınmış o
ağırbaşlı, temiz ruhlu, vakur ve temkinli Türkler sinmiş, çekingen bir tavırla
uzaktan bu yeni yecüc ve mecüclerin cuş ve huruşlarını, îş ü nûşlarını, rezalet
ve denaetlerini hayretlerle seyir ederler ve bu ... denaetlerin ve rezaletlerin
kurbanları olduklarına bile bigane kalırlar.”8
Örneklerini verdiğimiz sosyo-politik ve iktisadi
yapılanma Türkiye’de bu ve benzeri sebeplerden dolayı haklı haksız, yerli
yersiz tepkiler çekiyordu. Batıcı ve liberal eğilimleri bilinen Ağaoğlu Ahmet
bile böyle yazarsa, başkaları nasıl düşünür, Batı karşıtlığını nasıl
körüklerdi? Nitekim cumhuriyetin ilk yıllarında, harabe halindeki Türkiye’nin
kalkındırılması için çok muhtaç olduğumuz yabancı sermayeye ciddi olarak karşı
çıkan aydınlar vardı. Liberal eğilimleri ile tanınan ve yabancı sermayeyi
teşvik eden Celal Bayar bile zaman zaman bu doğrultuda demeçler verebilmiştir.9
Bu dönemde İngiltere’nin Türkiye Büyükelçiliğini yapan R. Lindsay dışişleri
bakanı Chamberline’a yazdığı bir raporda Batılıların son asırda Türkiye’ye
karşı uyguladıkları politikalar yüzünden artık Türklerin yabancılara
güvenemediğini ve bunun da politikaya yansımaya başladığını anlatmıştır. 10
Avrupalılara karşı duyulan güvensizlik hissini özellikle askerî makamlar daha
açık olarak dile getiriyorlardı. 12 Temmuz 1339(1923) Tarihinde Erkan-ı Harbiye
Reisi Fevzi imzalı bir yazıda bu endişeyi sezmek gayet kolaydır: “Kapudağı
civarındaki madenleri görmek üzere ... Bandırma’ya iki İtalyan mühendis daha
gelmiştir. Ordunun tahaşşüt mıntıkasının muhtelif nıkaatına bu tarzda bir çok
ecanibin dahil olmalarını hiçbir surette muvafık bulamamaktayım.”11 İttihat ve
Terakki’ nin “Milli İktisat” politikası ile başlayan12 ve Cumhuriyet döneminde
Fevzi Paşanın fikrine benzer endişelerle birlikte ekonominin
millileştirilmesine çalışılıyordu. Ancak bütün bunlara rağmen o dönemde
özellikle Türklerin vasıflı iş bulmaları ve çalışmaları neredeyse imkânsız hale
gelmiş, bu konuda bazı nahoş olayların yaşandığı şirketlerde ve kamu
kurumlarında çalışan teknik elemanların Türklerden seçilmesine, hatta
yabancıların işten çıkarılmasına dair uygulamalar yapılmıştır. Lozan
görüşmeleri sürerken basında ve TBMM gizli ve açık celselerinde yeni
Türkiye’nin iktisadî sistemi içinde gayri Müslim ve gayri Türklerin konumu da
çokça tartışılmıştı. Mersin Mebusu Selahaddin (Köseoğlu) Beyin tabiriyle
Kapitülasyonlar kaldırılmaya çalışılırken ecnebilere en az kapitülasyonlar
kadar imtiyaz kazandıracak tavizlerin verilmesi Türklere hakaret
sayılmalıydı.13
Yabancıların Türkler için gerçekten çok kırıcı
icraatları görülebiliyordu. En basit bir örnek olarak Türkiye’de çalışan
yabancı şirketlerin ahali ile yazışmalarında bile Türkçe’yi kullanmadıklarını
söyleyebiliyoruz.14 Bu arada bazı ecnebilerin Türklere hakaret ettiklerine dair
şikayetlerin de vaki olması üzerine15, iktisadî hayatta gayrî Müslimlerin
etkinliğini kırıp16 Türklerin gücünü artırmak için çözümler aranmaya
başlanmıştı. Bunlardan biri bahsetmiş olduğumuz Türkçe’nin kullanımını
yaygınlaştırmak, diğeri yabancıların işten çıkartılarak yerlerine Türkleri
istihdam etmekti. Sosyo-ekonomik hayatta Türk etkisini arttırmak için “Türk
Çalıştırma Derneği”17 adlı bir teşekkül kurulmuştur. Bu dernek Türklere hem
meslek öğreterek, hem de özel sektörü ve devleti buna türlü yollarla teşvik
ederek Türkiye’de Türklerin çalıştırılmasına önayak olmak istiyordu.
Gerçekten o dönemde bazı kurum ve kuruluşlarda
Türkleri çalıştırmak istemeyen ecnebi zevatla ilgili haberleri sık sık duymak
mümkündü. Bu konuda yöneticileri uğraştıran olaylardan biri, Yeşilköy
Beynelmilel Nakliyat-ı Havaiye Şirketi makinistlerinin yazdığı bir ihbar
mektubudur. 18 Bu yazıda Buşan Gaspar adında bir ustabaşının “direktörü” bile
nüfuzu altına aldığı ve Nafia Komiserliğinden gelmiş olan “ihraçları lazım
gelen eşhas listesine dahil”19 bulunduğu ve Türkleri sevmediği, hatta her fırsatta
düşmanlık gösterdiği iddia ediliyordu. Ayrıca orada askerî uçakların da
bulunduğu ve sivil-asker yardımlaşmasını herkes yaptığı halde bu şahsın
subaylara ve diğer askerî efrada soğuk davrandığı, şirket mallarının şirket
için olduğunu söylediği bildirilmişti. En önemli şikayet de Gaspar’ın Türk
personeli işten çıkarması için müdür üzerinde etkili olmaya çalıştığı ve bazen
de başardığına dair yazılanlardır.
Ayrıca bu kişinin cumhuriyetin kanunlarını da
eleştirdiği ve maktu vergi tahsili esnasında “vergi üstüne vergi tarh
edildiğini bu memleketten başka bir yerde görmediğini” söylediği
bildirilmektedir.
Söz konusu kişinin, şirket müdürünün bilgisi
dışında “makinistlere yarın iş yok, işe gelmeyin” gibi asılsız emirler
verdiğini ve keyfi tutumlar sergilediğini, imtiyaz sözleşmesindeki
taahhütlerini unuttuğunu, hükümetten gelen emirleri kati bir mecburiyet yoksa
uygulamadığını, hafta tatilini cumaları değil pazarları yaptırdığını vs.
söyleyerek bu kişinin işten çıkarılmasını istemişlerdir.
Bu gelişmeler karşısında bir taraftan batılıların
yaptığı bazı nahoşluklar Türkiye’de onlara karşı tepkilerin yükselmesine yol
açarken, diğer taraftan devletlerinin dağılma sürecinde Türklerin yaşadığı
acılar, Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun “Turhan Nasıl Çıldırdı?” adlı hikâyesinde
anlattığı duyguları güçlendirmiş20 ve böylece millî ekonomi ve değerlerden yana
güçlü bir hassasiyet iklimini oluşturmuştu.
Sonuç olarak iktisadî hayatımıza hâkim olan
yabancıların, bu hâkimiyetine karşı oluşan tepkilerin de etkisiyle hem devlet
dairelerinde, hem de belediye ve özel sektör şirketlerinde çalışan ecnebilerin
işten çıkarılmasına dair görüş ve politikalar gündeme geldi. Hemen Cumhuriyetin
ilânıyla beraber gayrimüslimlerin işten çıkarılıp, yerine Müslimlerin
alınmasına başlandı.21 Özellikle büyük şehirlerden gelen şikâyetler üzerine bir
taraftan şikâyetin müsebbibi olan şahısların işten çıkarılmaları istenirken,
diğer yandan da şirketlerde çalışan personelin din ve milliyetlerine göre
dökümünün yapılıp gönderilmesi de isteniyordu.22 Nafia Vekaleti’nin 24-27
Teşrinievvel 1339 (1923) tarihli yazısı ile Dersaadet Rıhtım, Tramvay, Tünel ve
Su şirketleri bünyesinde işten çıkarılacak üç kişi bildirilmiş, bunlardan iki
müstahdemin işine son verildiği, üçüncüsünün bu karara itiraz ettiği, ancak
yerine alınacak kişileri eğitmesi için bir süre çalıştırılıp ondan sonra
çıkarılacağı bildiriliyordu.23 Aynı dosyada bulunan 5 no’lu belgede söz konusu
üç kişinin çıkarılmasına şirket müdürünün itiraz ettiği de belirtilmiştir.
Nafia Vekaleti ile Şirketlerin bağlı bulunduğu “Komiserlik” arasında yapılan
yazışmaların sonuncusunda şu ifadeleri manidar buluyoruz:”...Türklere karşı
nankörlük ve sui muamele ile şaibedar oldukları ve Türklerin istihdamına karşı
mevani ika’ ettikleri halde elan vazifelerine nihayet verilmemiş olduğu
anlaşılmakla mumaileyhimin az zaman zarfında vazifelerinden uzaklaştırılması
muktezi olduğunun Tramvay şirketine ve itilafnamede tayin edilen müddetin
hitamında şirketlerce bilumum müstahdeminin Türklerden ibaret olması hususu
temin ve ifa edilmediği takdirde hükümetin serbesti-i hareketi ihraz ve
muamele-i lâzimeyi icra edeceğinin... tebliği... ”(23 Teşrinievvel 1339 (1923)
Nafia Vekili Fevzi.
Cumhuriyetin ilk aylarındaki bu kararlılığa rağmen,
yabancı ve gayrimüslimlerin çalışma hayatındaki durumu ile ilgili kalıcı
çözümler üretilememiştir. Zira bu yabancı veya gayrimüslimlerin vasıflı eleman
oldukları ve onların işlerini yapabilecek evsafta Türkün bulunmasında zorluk
çekileceği biliniyordu. Bu gerçekten hareketle, Bank-ı Osmanî, Reji,
Demiryolları ve Askerî Levazım fabrikalarına yeni eleman bulunup alınıncaya
kadar buralarda çalışan Hıristiyan personelin işten çıkarılmasının ertelenmesi
1. Haziran 1921 tarihinde hükûmet tarafından bir genelge ile duyurulmuştu24.
Başlangıçta emir veya tamimlerle yürütülen bu politikalar, 1926, 1927, 1928 ve
193225 yıllarında kanunlarla pekiştirilmeye başlandı ve şirketlerin bütün
yönleriyle Türkleştirilmesi, öyle ki çalışanlarından patronuna ve sermayesine
kadar Türk olması eğilimi güçlendi ve bu atmosfer içinde şirket isminin sonuna
T. A. Ş. (Türk Anonim Şirketi) ibaresi böylece eklenmiş oldu. Aslında 1924
Anayasası 92. maddesiyle memuriyet hakkını “Türk” olanlara daha o zaman
vermişti bile. 18 Mart 1926 tarih ve 788 sayılı Memurîn Kanunu’nun 4. maddesi
“Türk olmak”, Eczacılık Kanunu mad. 1, Teşvik-i Sanayi K. Mad. 28, Gözlükçülük
Hak. K. mad. 1 vs. vs. hep mesleklerin icra edilmesini “Türk olmak” şartına
bağlamıştı. Diş hekimliği ve tabiplik yapabilmek için bile “Türk bulunmak”
gerekiyordu.26 Buradaki “Türk”ten kasıt acaba ırkı mı, yoksa tabiiyeti mi
işaret ediyordu? O dönemde Müslüman olan vatandaşların Türk sayıldığını
biliyoruz. Ancak birçok kararda ırk ifadesi de, 27 Türk vatandaşları ifadesi de
geçmektedir. Mesela Lozan Mübadele Talimatnamesi’nde bile mad. 16 “ ...Türkiye’de tavattun
etmeleri tecviz edilmeyenler ırken ve hissen merbut bulundukları memlekete iade
edileceklerdir. ” Mad. 29 “ ...herhangi
bir Türk kasaba veya köyünde lisan ve adeti başka diğer bir ırka mensup
muhacirinin miktarı yüzde yirmiyi asla tecavüz etmeyecektir.”28
Yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz kanunlar
doğrultusunda şirketlerle yeni anlaşmalar da yapılarak mesele halledilmeye
çalışılmıştır. Birkaç örnekle bu bilgiyi pekiştirebiliriz. Dersaadet Elektrik
Şirketi ile yapılan “itilaf name” mad. 11 “Altı ay zarfında umum müstahdemin
Türk olacaktır”(14 Haziran 1339-1923).29 Benzer anlaşmalar diğer şirketlerle de
yapılmış ve Türk tarafı olarak anlaşmalara TBMM Reisi Mustafa Kemal imza
atmıştır.
Bütün bunlara rağmen, zaman zaman şirketlerde
gayrimüslimlerin çalıştığı ihbarları alınıyor, dolayısı ile söz konusu
kişilerin işten çıkarılması isteniyordu: “Havagazı ve Elektrik ve Teşebbüsat-ı
Sınaiye T. A. Ş. de birtakım gayrimüslimlerin istihdam edildiği görülmüştür.
İşaret edilmiş olanların behemehal ihracı”(15 Şubat 1926)30 emrediliyor bu
kişilerin vasıflı eleman oldukları bildirilince “gayrimüslim ve ecnebi
müstahdemini meyanında vazifeleri ihtisasa taalluk edenlerin yerlerine Türk
mütehassıs tedarik edilinceye kadar muvakkat bir zaman için istihdamına gayri
resmi bir şekilde müsaade edilmesi zaruri ise bunlardan maada müstahdeminin
hemen vazifelerine nihayet verilmesi katiyyen elzem olduğu...”31
bildirilmiştir. Bu tür kişilerden olan Sarkis Davudyan’ın iş başvurusu üzerine,
Davudyan’ın daha önce işine son verilen gayrimüslimlerden olduğu ve geçen zaman
içinde bir “sui hali” görülmediği bildirilmiş ve ihtisas sahibi bir Türk
bulunmadığı için çalışmasına izin verilmiştir.32 Buradan anladığımıza göre
kişilerin kötü hallerinin bulunup bulunmadığı da özellikle dikkate alınıyordu.
Türkiye’de çalışmak isteyen birçok mühendise izin verilmediği de görülüyordu.
Alman, Avusturyalı, İsviçreli, Polonyalı vs ülkelerden gelen birçok uzmana iş
verilirken, Paris’de mühendislik tahsil etmiş olan Jose Benezra’nın “ehliyeti
hakkında bir fikir hasıl olmadığından” çalışmasına izin verilmemişti(23 Şubat
1926).33 Kimine izin verilirken, kiminin yasaklı olmasının elbette bazı
açıklanabilir sebepleri vardı. Bursa Har, Tenvir ve Kuvve-i Muharrike
Komiserliği’nden Nafia Nezareti’ne yazılan bir yazıda şunlar bildiriliyordu:
Elektrik şirketinde çalışan bazı ecnebilerin arasında bulunan Levanten
Fransızların devletin dahili siyasetindeki gayelere engel teşkil ettikleri ve
17 Temmuz ve 25 Kanunısani 926 tarihli arizalarda bunların uzman olmadıkları ve
yerlerini dolduracak Türklerin bulunduğu, bu tatlısu Frenklerinin işten
atılarak yerlerine Türklerin alınmasına müsaade edilmesi istenmiş iken, 10 Mart
926 da bu kişilerin uzman oldukları için çalıştıkları bildirilmişti. Bu
kişilerden Mösyö Gablon daha önce Ereğli Kömür Şirketi’nde çalışırken, Türk
işçi çalıştırma politikası sonucu kerhen işten çıkarılmış, fakat bu defa Rıhtım
Şirketi’ne girmişti. Oradan da aynı mecburiyetten dolayı çıkarılmıştır. Gablon
ve emsali zevatın istihdamı şirketlerde Türk memur ve işçilerinin tecrübe
kazanmalarına engel oluyor ve işten çıkarılıyorlar. Çünkü bunların sayesinde
Türk teknik elemanlar tecrübesizlikle lekeleniyor. Nitekim İstanbul Sanayi
Mektebi’nin elektrikçilik kursunu 1. ve 2. olarak bitiren iki genci şirkette
staj ve tecrübe için görevlendirmiştim, orada sadece 2, 5 ay barınabildiler.
Gençlerin şirketten atılmalarına Gablon’un başlıca amil olduğu tesbit
edilmiştir. Bu şahsın bir Türk ile derhal değiştirilmesi ehem ve elzemdir. Şeflerden
Mösyö Besi’nin de “fevkalade Türk düşmanı” olduğu ve iki ay sonra bitecek
görevinden sonra yeni bir görevin kendisine verilmemesini... arz ederim. 5
Haziran 1927, Komiser. Belgenin diğer sayfasında Gablon’un işine son verilerek
yerine Fahri Efendi isimli bir Türk’ün getirildiğini, şirketin diğer
bölümlerinde de gereken değişikliklerin yapıldığını okuyoruz(15 Ağustos
1927).34
Cumhuriyet Türkiyesi’nde şirketlerde çalışanların
ve kamudaki personelin Türk olup olmadıklarına göre listelenerek ona göre “gayri
Türk” olanların tesbit edildiğine dair belgeler Türk İnkılap Tarihi Arşivinde
de bulunmaktadır. Bunlardan biri, “Kütahya’da gayri Türk unsurlar var mı?” diye
ilgili makamlara yöneltilen bir soruşturma ile ilgili belgedir.35 Birçok yörede
ve kurumda bulunan bu “gayri Türk”lerin varlığı, yetkililerce araştırma konusu
edilmiş ve sık sık isim ve milliyet listelerinin çıkartılıp gönderilmesi
istenmiştir.36
Türkiye bu dönemde, bir taraftan sınırları
dahilinde çalışanları milliyet ve dinlerine göre değerlendirip bazılarını
işinden çıkarırken, diğer yandan bir çok Avrupalının iş için başvurusuna şahit
oluyordu.38 Bu başvurularda milliyet (T. C uyruklu Müslüman), ırk (Türk), din
(Müslüman) ve siyaseten makbul (Millî Mücadele’ye, Atatürk’ün fikirlerine ve
Cumhuriyete karşı çıkmamış) olmak gibi hasletler dikkate alındığında müspet
görülenler kabul ediliyordu. Bütün bu gayri Türk ve gayri müslim olanların
elenmesi politikasına rağmen 1928-29 yıllarında bile hâlâ yabancılar en azından
kendi şirketlerinde çalıştırmak “zorunda” kaldıkları Türkleri önemli ve tecrübe
isteyen görevlere getirmiyorlar, daima pasif ve atıl konumda tutuyorlardı. Buna
verilecek örneklerden biri, İtalyan Aero Espresso Şirketi’nin iki Türk pilotu
iki yıl boyunca seyrüsefer listesine dahi kaydetmemiş olmasıdır. Bu olayla
ilgili yazışmaların sonunda şirkette çalışanların listesi istenerek,
gerekenlerin yapılması için ilgililerin meseleyi takip ettikleri
bildirilmiştir. (6 Aralık 928).39
Aradan yıllar geçtikten sonra bile, belki biraz da
Nazizmin etkileriyle40 1942’de bazı kurumlarda çalışanların ırkları ve
tabiiyetleri şikayet konusu olmaya devam ediyordu. Çanakkale Milletvekili Ziya
Gevher Etili yaptığı bir konuşmada Anadolu Ajansı’nda çalışanlar için şunları
söylüyordu: “...burada çalışanların yüzde hemen yarısını ırkımın haricinde
görüyorum. (... ) O insanlar ki senelerden beri memleketin iktisadiyatını
devletin aleyhinde kullanarak yıpratmak için o levanten efendilerinin
uşaklıklarını yapanlardır... . Benim Memleketim, benim Partim, benim Meclisim,
benim Devletim böyle insanları kabul etmez. (...) Başvekilim bu ajans işini
temizleyecektir, orada temiz insanlar göreceğiz.” Bundan sonra Başbakan Refik
Saydam’ ın bizzat verdiği listeye göre A. A. da Türk olmayan bütün memurlar
işten çıkartılarak kurum “temizlenmiştir”!41
Cumhuriyet’ in çağdaş ve ileri bir toplum inşa
etmek için çalıştığı ve ona göre bir rejim kurma iddiasını da sürdürdüğü bir
dönemde, bir taraftan batının iktisadi ve kültürel emperyalizmine karşı çıkmaya
çalışılırken, diğer yandan Türk ekonomi hayatını çağdaş ve gelişen bir ekonomi
istikametinde düzenlemek hükûmetlerin temel politikası olarak görülüyordu.
Ancak bunlar yapılırken, yabancıların Türkiye’de sergiledikleri Türk
düşmanlığına karşılık Türklere yabancı düşmanlığı aşılamamak, yabancı sermayeye
ekonomik mantığın dışında ideolojik gözlükle bakan bir nesil yetiştirmemek ve
ırkçılığı beslememek gerekiyordu. Bu ülkede kim çalışabilir, kim çalışamaz?
Bunu yasal bir çerçeveye kavuşturmak ve aynı zamanda Türk vatandaşlarına iş sahası
açmak gerekiyordu. İşte bu sebeplerden dolayı yabancı uyruklulara yasaklanmış
meslekler ve sanatlar bir kanunla düzenlenmiştir(4. 6. 932).42 Hemen ardından
“Türkiye’de Türk vatandaşlarına tahsis edilen sanat ve hizmetler hakkında
kanun” da yürürlüğe girerek vasıfsız işlerin tamamını Türklere tahsis
etmişlerdir(11. 6. 932)43. Vasıflı işlerde bu mesele yasal düzenlemelerle
halledilemiyordu. Yeterli sayıda vasıflı eleman yetiştirmeden bu yasaklamaların
Türkiye’nin aleyhine olacağı anlaşılmıştı. Zira “Milli iktisat” politikalarıyla
başlayan ekonomide Türklerin etkinliğini artırma faaliyetleri bir türlü gereken
semereyi tam olarak verememişti. Ziya G. Etili’nin 1942 deki çıkışı aksi halde
nasıl açıklanabilirdi? Tabii burada devletler arası ilişkilerdeki mütekabiliyet
ilkesini de hatırlatmak istiyoruz. Ancak o zamanlar hangi Türk gidip
falan-filan ülkede çalışabilirdi ki? Ne uygun eğitimli Türk, ne de Avrupa’nın
iş gücüne ihtiyacı vardı. Avrupa’da işsizlerin ve aç insanların her tarafı
doldurduğu o yıllarda Türkleri kimse kabul etmezdi.
/Yrd. Doç.
Dr. Fahri Sakal*
KAYNAK:
1 Bu süreci konu alan bir araştırmamızı Türk Tarih
Kurumunun XIV. Türk Tarih Kongresine bildiri olarak sunmuş bulunuyoruz. Fahri
Sakal “Osmanlının Son Yıllarında Yabancı Sermayeli Şirketlerde Dil
Kavgası”(Basılmak üzeredir. )
2 Bu konuya örnek olarak 1268 h. (1851-52. m ) yılında Samsun’da
cereyan eden şu olay gösterilebilir: Bayburtlu bir Ermeni Trabzon’dan Samsun’a
gelirken gemisinin batması üzerine kendisi ölür ve malları da denizde kaybolur.
Bu olayı duyan Samsun’daki “İngiliz Konsolosu Bey Cenapları” derhal dalgıçlar
tutarak batıkları çıkarttırır. Bu karşılıksız ilgi ve yardım herhalde Ermeni
cemaatinin gözlerini yaşartmıştır. “Millet-i Sadıka” içinden Hınçak ve Taşnak
örgütlerine giden yolda Ermenilerin ayartılması herhalde hep kuru vaatlerle
olmamıştır. Bakz. : 1760 No’lu Samsun Şer’iye Sicili, v. 20 a , h. 1. ve v. 22 b, h. 2.
3 Kemal Karpat, ”Türkler (Osmanlılar)” İslam
Ansiklopedisi, c. XII/2 s. 358.
4 Stefanos Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde
Türkiye, İst. , 1986, s. 465-470.
5 Tuncer Baykara, ”Tanzimat’ta Şehir ve Belediye”
150. Yılında Tanzimat, TTK Yay. , Ank. , 1992, s. 280-283.
6 Y. S. Tezel, Cumhuriyet Dönemi Türkiye İktisadi
Tarihi, İst. , 1994, s. 88. Bu güzel eserin 1. ve 2. bölümü Osmanlı’nın son
dönemi ekonomisi hakkında gerekli olan bilgi ve kaynakları veriyor. Şevket
Pamuk, Osmanlı Ekonomisinde Bağımlılık ve Büyüme 1820-1913, Tarih Vakfı Yay. ,
İst. , 1994.
7 Orhan Koloğlu, “Osmanlı Devleti’nde Tröstler ve
Basın” Tarih ve Toplum 5 Eylül 1987, c. 8, s. 45, s. 9-16 (137-144).
8 Ağaoğlu A., İhtilal mi İnkılap mı?, Ank. , 1942,
s. 26-27
9 Yabancı sermaye hakkında olumsuz görüş belirten
kişileri ve olayları gösteren kaynakların listesi için bak. Tezel, s. , 188-189
10 Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları,
İletişim Yay. , İst. , 2000, s. 115.
11 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi(BCA) Bakanlar
Kurulu Kararnameleri Katalogu (BKKK) 030. 10/ 64. 427. 36.
12 Bu süreç için öncelikle bakz.: Zafer Toprak,
Türkiye’de “Milli İktisat” (1908-1918), Yurt Yay., Ank. , 1982. Daha sonra
İstanbul’da 1995 de Tarih Vakfınca yeniden yayımlanmıştır.
13 TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. IV, İş Bankası
Yay. , Ank. , 1985, s. 11-20
14 Bu konuda bakz. “Şirketlerde Dil Kavgası” TTK
XIV. Türk Tarih Kongresi Bildiriler.
15 22 Şubat 1933 tarihli Vagon Li (Yataklı
Vagonlar) şirketinde Belçikalı bir müdür Türk mühendisi Türkçe konuştuğu için
cezalandırıyor ve üniversite öğrencilerinden Atatürk’e kadar herkesin ciddi
tepkisine yol açıyor. Bakz. ” Şirketlerde Dil Kavgası”
16 Bu konuda bakz. Tezel, s. 89 ve Parvus Efendi,
Türkiye’nin Mali Tutsaklığı, İst., 1977.
17 Bu konuda iki araştırma yayımlanmıştır. Bakz.
Murat Koraltürk, “Türk Çalıştırma Derneği” Tarih ve Toplum, C. 28, S. 164, s.
62-64; Y. Selim Karakışla, ”Türk Çalıştırma Derneği” Toplumsal Tarih, S. 105,
Eylül 2002, s. 20-23.
18 Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Bayındırlık
Bakanlığı Katalogu(BBK), 230/ 57. 5. 4
19 Bu listeler başlangıçta sözlü emirlerle
hazırlanıp gönderilmiş, de facto uygulamalardan sonra yasal düzenlemeler yapılmıştır.
21 Rıfat N. Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye
Yahudileri Bir Türkleştirme Serüveni(1923-1945), İst. 2001, s. 206 ve d.
22 BCA, BBK 230/ 88. 16. 5, belge 4 a ve 230/ 28. 4. 17.
23 BCA, BBK 230/ 88. 16. 5, belge 4 b.
24 BCA, BKK, 030. 18. 1. 1/3. 23. 17 ek:95-10,
Ayrıca Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü (TİTE) Arşivi, kutu:178, belge 67.
25 Düstur, tertip: 3, c. 13, s. 519-520.
“Türkiye’de Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkında Kanun”
, tarih: 4 Haziran 1932, sayı: 2007 ve Düstur, t. 3, c. 7, s. 667. 18 Mart 1926
tarih ve 788 sayılı “Memurin kanunu”
26 “Tababet ve şuubatı sanatlarının tarz-ı icrasına
dair kanun” mad. 1 ve mad. 30, Düstur, t. 3, c. 9, s. 129.
27 Bunun için 23. nota bakz.
28 Düstur, t. 3, c. 4, s. 110-115.
29 Düstur, t. 3, c. 4, s. 99.
30 BCA, BBK, 230/ 28. 24. 16.
31 BCA, BBK, 230/ 124. 5. 2.
32 BCA, BBK, 230/ 29. 25. 2.
33 BCA, BBK, 230/ 74. 35. 26.
34 BCA, BBK, 230/ 13. 52. 4.
35 Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü (TİTE) Arşivi,
kutu: 27, belge: 130.
36 Demiryollarında görevli gayri Müslimlerin isim
listesi için bak TİTE Arşivi, kutu: 176, belge: 59 ; kutu: 179, belge 18 ve
kutu:180, belge:13.
37 BCA, BBK, 230/ 28. 24. 17.
38 BCA, BBK, s. 150-154 arasında bu başvuruları
görebiliyoruz.
39 BCA, BBK 230/ 60. 21. 2.
40 O dönemde Türkiye üzerinde bu etkinin varlığı
hak. Bak Falih Rıfkı Atay, Yeni Rusya, Ankara 1931, s. 172. Ayrıca bakz.
Glascnek, Faşist Alman Propagandası.
41 Korkmaz Alemdar, İletişim ve Tarih, İmge
Kitabevi, Ankara, 1996, s. 78-79
42 BCA, (BKK), 30. 18. 1. 2/ 3. 30. 6, Bu konuda
bak. Düstur, tertip: 3, cilt: 13, s. 649-650. Bu konularda ayrıntılı diğer
bilgileri, özellikle Musevi kaynakları bakış açısıyla R. N. Bali açıklamıştır.
Bakz. , Age, s. 206-240.
43 Düstur, t. 3, c. 13, s. 512.
----------------------
* Ondokuzmayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü -
- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 60, Cilt:
XX, Kasım 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder