19 Aralık 2006 Salı

Anadolu Üzerindeki Yunan Hedefleri -I

Anadolu Üzerindeki Yunan Hedefleri ve Mütareke Dönemi Fener Rum Patrikhanesi'nin Faaliyetleri
Doç. Dr. Adnan Sofuoğlu*

GİRİŞ:
Yunanistan bağımsız olduktan itibaren “Megali İdea” diye adlandırdıkları Merkezi İstanbul’da olan Bizans-Yunan İmparatorluğu’nu canlandırmağa yönelik politika izlemeğe başlamıştı1.

Yunan hedefleri olarak belirlenen Megali İdea esasen 1798 yılından itibaren bu ideal peşinde koşan Yunanlıların emperyalist politikalarının amacıydı. Nitekim Yunan tarihçi ve devlet adamı olan Panayatis Pipinellis bu ideayı şöyle tanımlıyor, “Yunan varlığının anlamı Yunanistan’ı tüm Yunan ırkını bir sınır içinde toplayacak birleşik ulusal bir devletin çekirdeği haline gelmeğe zorluyordu herkes kendisini Bizans İmparatorluğu’nu yeniden canlandırma hayaline kaptırmıştı.” 2

Bir başka araştırmacı yazar ise; Yunanlıların Megali İdeası, merkezi İstanbul’da olan Bizans-Yunan İmparatorluğu’nu canlandırmağa yönelik romantik bir güçtü demektedir.3

Yine Yunanistan Başbakanı J. Kollettis Ocak 1844 tarihinde yaptığı bir konuşmasında, “Yunanistan Krallığı bütün Yunanistan değildir. Yunanistan’ın sadece bir parçası en küçük ve en yoksul bir parçasıdır. Grek sadece krallık içinde yaşayan değildir. Aynı zamanda Yanya’da ya da Selanik’de, Serez’de ya da Edirne’de, Constantinople (İstanbul)’da ya da Trabzon’da, Girit ya da Sisam Adasında Grek tarihine ya da Grek ırkına bağlı başka yerlerde oturanlar da Grek’dirler. Hellenizmin iki büyük merkezi vardır: Atina ve Constantinople. Atina yalnız Krallığın başkentidir. Constantinople büyük başkent bütün Hellenizmin kendi düşü, umududur.”4

Ayrıca Yunan Megali İdeasını gerçekleştirmek için kurulan Etnik-i Eterya Cemiyetinin programında da bunu görmek mümkündür. Nitekim bu programda hedefler; Batı Trakya ve Selanik’in Yunanistan’a ilhakı, Ege Adaları’nın ilhakı, Girit Adası’nın ilhakı, Batı Anadolu’nun ilhakı, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması, Pontus Rum Devleti’nin yeniden kurulması, İstanbul’un ele geçirilmesi ve Bizans İmparatorluğu’nun diriltilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır5.

Yunanlılar bu hedeflerine ulaşabilmek için ise propagandalarının ağırlık merkezini Türk vahşeti ve Türklerin geri bir millet olduğu bu sebeple büyük Yunanistan’ın kurulması lüzumu üzerine inşa etmişlerdi. Özellikle 1900’lü yıllardan itibaren bu fikirlerini basın-yayın yoluyla Dünya kamuoyuna yayma çabası içine girmişlerdi6.

Diğer taraftan Yunanistan gücü ve kaynakları bu denli emperyalist politikaları yürütmeğe yeterli olmadığından bu hedeflerine ulaşabilmek için de daima Avrupa’da bir büyük devlete dayanma ve özellikle Osmanlı Devleti’nin en sıkışık zamanlarından faydalanmak politikası izlemekteydi. Büyük devletler de Yunanistan’ın bu genişleme siyasetini kendi aleyhlerine olmamak ve günün şartlarına ters düşmemek şartıyla genellike kolaylaştırmışlardır7.

Ayrıca Yunanistan yine Osmanlı Devleti aleyhine geliştirdiği politikalarda daima Patrikhane ile işbirliği içine girmiş ve ondan destek sağlamıştır. Hatta bu sebepten dolayı 2. Mahmut döneminde Fener Patriki idam edilmişti. Buna rağmen bu işbirliği zaman zaman gizli zaman zaman da açık olarak devam edegelmiştir.

İşte bu şekilde faaliyette bulunan Yunanistan hedeflerine ulaşmak için ortaya çıkan her fırsatı derhal değerlendirmek yoluna gitmiştir. Nitekim 1828 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan, Osmanlı Devleti’nin yenik çıkmasından istifade ile hem bağımsızlıklarını elde etmişler hem de Ege’deki bazı adaları ele geçirmişlerdi8. Yine 1839’da Osmanlı Devleti’nde ilan edilen Tanzimat’ın getirdiği serbestlik ortamından yararlanarak Osmanlı Ülkesi’nde göz diktikleri bölgelere adalardan ve Yunanistan’dan Rum nüfusu kaydırmışlardı. 1863’de de İngilizler’in bir lütfü olarak Yedi Ada’yı elde etmeyi başarmışlar, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan durumdan istifade ile Girit’de isyan çıkarmışlar, 1881’de Tesalya ve Norda kasabalarını ele geçirmişlerdi9.
(…)

MÜTAREKE DÖNEMİ:
Venizelos’un Batı Anadolu Üzerine One Sürdüğü iddialar Ve Batı Anadolu’nun Gerçek Durumu

Nihayet 30 Ekim 1918 de Mondros Mütarekesinin akdinden sonra Venizelos, kendisine vaad edilen toprakları talep etmeğe başladı. Diğer taraftan Mütarekenin akdinden sonra İstanbul’da Beyoğlu’nda Rumların da sevincine diyecek yoktu. Birbirlerini tebrik ediyorlardı. Aynı zamanda taşkınlığa da başlamışlardır26.

Bu arada Mütarekeden bir müddet sonra Venizelos, Yunan toprak isteklerini 3 ve 4 Şubat 1919 günleri çıktığı Paris Barış Konferansı huzurunda dile getirdi. Burada Venizelos Batı Anadolu üzerindeki hak iddialarının daha önce Türkiye’ye ait olan her hangi bir ülkede kesin olarak bir Türk çoğunluğu yoksa o ülke müstakbel Osmanlı Devleti’nin bir parçası olarak kalmamalıdır.” İlkesine dayandırmaktaydı. Buradan yola çıkan Venizelos tezinde nüfus bakımından ve etnik nedenlerden ötürü Anadolu’nun batı kısmının coğrafi ve tarihi açılardan özel ayrı bir bölge teşkil ettiğini öne sürdü ve bölgenin nüfusunu gösterecek resmi istatistikler olmadığını belirterek Rum Patrikhanesi’nin hazırladığı istatistiklere dayandığını ve bunların doğru olduğunu ifade ile Batı Anadolu’daki Rum nüfusunun 1.700.000 olduğunu iddia etti. Ayrıca Venizelos Türkiye Liselerinde okutulan Coğrafya kitaplarında Anadolu’daki Rum nüfusunun 1.300.000 olarak gösterildiği iddiasında bulundu. Venizelos böylece tahrif edilmiş ve şişirilmiş rakamlarla bölgedeki Rum nüfusunun adalarla birlikte ele alındığında Müslümanlardan daha fazla olduğunu iddia ederek bu bölgenin Osmanlı Devletinin Türk bölgelerinin bir kısmını teşkil edemeyeceğini ileri sürdü27.

Bu şekilde Venizelos, Batı Anadolu’yu talep etmekteydi. Venizelos’un Batı Anadolu’dan maksadı ise, İzmir ve Bursa vilayetleri ile Çanakkale ve İzmit sancaklarıydı. Venizelos’a göre, Batı Anadolu aşağı yukarı Karadeniz’den Antalya körfezi’ne. Kuzeyde İzmit’in doğusundan güneyde Antalya Körfezinin batısından geçmek üzere çizilecek bir çizginin batısında kalan bütün bölgeydi. Nitekim bu durumu gösterir ve 1915 de çizdikleri bir harita da mevcuttu28.

Buna göre talep edilen yerler şunlardı: Bursa vilayetinin bir kısmı (Balıkesir Edremit ve Ayvalıktan geçerek İzmir’den gelen tren yolunun Marmara’ya açılan ucundaki Bandırma’yı içine almak üzere) Balıkesir ve hemen de tamamen Denizli ve Aydın vilayeti. Ayrıca Çanakkale Boğazındaki İmroz ve Bozcaadayı da Batı Anadolu ile birlikte istemekteydi. Bütün bunların yanında Venizelos Kıbrıs, Rodos, Meis, Oniki Adalar olmak üzere bütün Doğu Akdeniz adalarına da talipti29. Ancak o sıralarda İngiltere’yi ürkütmemek için Kıbrıs konusundaki isteklerinde son derece ihtiyatlı davranmaktaydı. Bu sebeple Venizelos muhtırasında Kıbrıstan bilhassa bahsetmiyor adalardan ise şu şekilde bahsediyordu. “Adalar konusuna gelince, hepsi binlerce yıldan beri Grektir, ve bu yüzden hepsinin Yunanistan’a geri verilmesi gerekir. Balkan Harpleri sırasında stratejik sebeplerle bunlardan bir kısmının Yunanistan’a verilmeyişini mazur gösteren şartlar bugün mevcut değildir.” Yine 3 Şubat 1919 da Onlar Konseyindeki konuşmasında da “Kıbrıs Adası” konusunda kesin bir talepte niçin bulunmadığımız suali akla gelebilir. Bunu yapmayışımızın çeşitli sebepleri vardır. En önemlisi elli yıl önce İyonya Adalarını vermek suretiyle Yunan Krallığı’nın büyümesine yardım eden ilk devlet niteliğini kazanan ve harb sırasında Kıbrıs’ı Kral Konstantin’e teklif etmiş olan İngiltere’nin sonunda Kıbrıs’ı da Yunanistan’a verecek kadar lütüfkar davranacağına inanmakta oluşumuzdur. Kısacası Yunanistan Kıbrıs, Rodos, Meis, Oniki Adalar, İmroz, Bozcaada dahil olmak üzere bütün Doğu Akdeniz Adalarını istemektedir.” diyecektir. Bunun yanında Venîzelos Trakya kesiminde de tüm Batı ve Doğu Trakya’yı talep etmekteydi. Ayrıca bu sırada Trabzon ve civarında Pontus Rum Devleti’nin kurulması çalışmaları yapılmaktaydı30.

Oysa Amerikalı Prof. Dr. Lybyerin de belirttiği gibi 1919 da bölgedeki yani Trakya ve Küçük Asya’nın İzmir dolaylarındaki Türk nüfusu diğer azınlıklara nazaran ezici çoğunluktaydı31. Nitekim burada bölgenin nüfusu ile ilgili istatistiklere dayanarak bilgi verecek olursak şöyle bir durum ortaya çıkar. 1908 yılı Aydın Salnamesi’ne göre Aydın Vilayetinde (ki o zaman bu bölge Aydın ve İzmir’i içine alıyordu) toplam nüfus 1.729.974 tü. Bunun 1.313-561’i İslam geri kalanı 379.332’si de Hıristiyan olarak tespit edilmişti ki Hıristiyan nüfus sadece Rumlardan oluşmuyor diğer etnik unsurları da içeriyordu32.

Yine 1914 yılına ait nüfus durumunda bir değişiklik yoktu. Ayrıca bölgede sahilden içerilere doğru gidildikçe Rum nüfusu ise iyice azalmaktaydı33.

1919 yılında da nüfuz durumu muhtelif kaynaklarda Menteşe (Muğla) Sancağı hariç Aydın vilayetinde 1301.962 Türk, 233.756 Rum olarak gösterilmektedir. Başka bir dokümana göre ise Aydın vilayetinde 1.293527 Türk Müslümün 233.914 Rum Ortadoks Menteşe Sancağında 368.406 Türk Müslüman, 85548 Rum Ortodoks, nüfus mevcuttu34.

Bu rakamlar, İngiltere’de yaşayan Türk dostu İngiliz; Hintli ve diğer Müslümanlarca hazırlanarak 15-12-1919 da M.H. İspahani tarafından İngiltere Başbakanı’na gönderilen Andırı’da ileri sürülen rakamlarla bağdaşmaktadır. Buna göre İzmir bölgesindeki nüfus 1.249.000 Müslüman 299.000 Rum 20.000 Ermeni’den oluşmaktadır35. Ayrıca Yunanlı araştırmacı D. Kitsikis’de eserinde az farkla da olsa Türkler bölgede mutlak çoğunluğu teşkil etmekteydi demekte ve nüfus oranlarını vermektedir36.

Nitekim Rumlar kıyıda bir iki bölge Ayvalık, Urla, Çeşme, Foça’da çok az nüfus olarak fazla idiler. İzmir şehrinde ise azınlıkta idiler. Bunun ötesinde istatistiklerdeki küçük uyuşmazlığa rağmen Yunanlıların hak iddiasında bulundukları bölgelerde Türk-Müslüman nüfus ezici çoğunluğu oluşturmaktaydı. Yine Trabzon bölgesinde de Rum iddialarının aksine Türkler ezici çoğunluğu teşkil etmekteydiler37.

Yunanistan’ın Batı Anadolu’ya Rum Nüfusu Kaydırma Teşebbüsleri Ve Osmanlı Devletinin Tedbirleri

Esasında bölgede Türk nüfusunun çoğunlukta olduğunu Venizelos da biliyordu. Nitekim yukarıda belirttiğimiz gibi ta Tanzimat’tan beri Anadolu’ya Rum nüfusu kaydırılmağa çalışılıyordu. Şimdi de mütareke ortamından istifade ile Anadolu’ya çeşitli yollarla tekrar Rum nüfusu kaydırılmağa başlandı. Bundan maksat bölgede Rum nüfusunu çoğaltmasının38 yanı sıra Rum çete teşkilatı meydana getirmekti. Böylece Türkleri, huzursuz ederek yerlerinden kaçırtmak ve yerlerine Rumları oturtmak, aynı zamanda huzursuzluk çıkararak bir işgale de zemin hazırlamaktı.

Diğer taraftan Mütarekeden sonra Anadolu’ya ve Trakya’ya Rumların getirilmesine itilaflar özellikle İngiliz ve Fransızlar muavenet etmekteydi. Nitekim Mondros Mütakeresi’nden sonra Doğu Trakya’ya ilkönce bir Fransız Alayı gelerek Uzunköprü-Sirkeci Demiryoluna 4 Kasım 1918 de el koydu. Bilahare Ocak 1919 ortalarında Fransızlar bu demiryolunun muhafazasını bir Yunan Taburuna devrettiler.

Bu şekilde 14 Ocak 1919 günü Hadım Köyünden Kuleli Burgaz’a kadar bütün demiryolu istasyonlarını Yunan askerlerinin işgal etmesi bütün Trakya Rumları bilhassa Çatalca Rumları arasında Yunanistan lehine gösteriler yapılmasına yol açtı39.

Bu Yunan Taburundan başka yine küçük Yunan Müfrezeleri hat boyundaki Hadımköy, Çatalca, Çorlu, Muratlı, Lüleburgaz, ve Uzunköprü gibi şehirlerine yerleştirildi. İşte bu gelişmelerden sonra Mütarekeden hemen sonra Doğu Trakya’da kurulmuş bulunan Rum çeteleri ortaya çıkarak faaliyete geçtiler. Ayrıca bu durumdan Trakya Rumları da şımarmışlar Hükümeti saymamağa ve Yunan Taburu ile bu tabura güvenen Trakya Rumları istediklerini yapmağa başlamışlardır40.

Bunun yanı sıra Trakya ve Batı Anadolu’ya özellikle Çatalca Rum Metrapolidi’nin girişimleriyle daha önce hicret ve firar etmiş olan Rumlar yine İngiliz ve Fransızlar’ın himaye ve muavenetiyle tekrar dönmeğe başlamışlardı. Nitekim 15 Şubat 1919 da Dahiliye Nezareti, Sadaret’e sunduğu raporunda bu durumu şöyle aktarmaktaydı. “Balkan Harbini müteakip Edirne, Aydın, İstanbul Vilayetiyle, Karesi ve havalisinde kendi arzu ve ihtiyarıyla alaka-i tâbiyet ve maliyelerini kat’ ederek Yunanistan’a hicret veya firar etmiş ve Hükümet-i Mezkûrece memleketlerini terk ve hicret etmiş olan Müslümanların emlakinde yerleştirilmiş olan Rumlar’dan bir kısmı evvelce münferiden ve ahiren kafile halinde hududa sevk edilmekte ve bunlara Fransız ve İngiliz kumandanlarınca vesika verilmekte olduğu, Edirne Vilayetinden evvelce giden Rumların avdeti mükerrer olduğundan bahisle muhacir yerleştirilmiş olan Rum köylerinin tahliyesi Çatalca Rum metropolid vekilinin talebi..”

Yine aynı raporda ifade edildiğine göre esasında “Yunanistan’a firar ve hicret edenlerin emvaline muhacir ikame ve iskânı Balkan Harbi esnasında ve ondan sonra maruz kılındıkları mezalime tab-ı avâr (fesat kuvvet) mukavemet olamayarak ihtiyari hicret etmiş olan muhacirin ol babda münakid-i muahede mucibince emniyet ve mahfuz olması lazım gelen hukuk-u tarifiyelerinin ihlal edilerek terk eyledikleri emval ve araziye Rum muhacirlerinin yerleştirilmesinden münbeis olup bu suretle her iki taraf halkının emlak ve arazisinin mübadeleye tabi olması esasınca telkin ve ihzar maksadı istihdaf edilmiş ve filhakika bir müddet sonra bu esas kabul olunarak Atina Sefiri, Sabıkı Muhtar Bey Efendinin riyasetleri altında muhtelif bir komisyon teşkil edilmişti.” Ancak “Harb-i Umuminin zuhuru devamı bittabi bu babdaki muamelatın intacına (sonuçlandırılma) mahal ve imkan bırakmadığı gibi Yunan Hükümet-i Hazırasının evvelce takarrür (kararlaşma) ettirilmiş olan bu mübadele muamelesi hakkındaki nokta-i nazarı zalâm-ı meçhuliyet (meçhul karanlık) içinde kalmıştır” denerek bilahare “Hükümet-i Mezkurece mübadele esasatının halen mevki-i tatbike vaz’ından nukul (cayma) ettiklerini ima ve ithamdan (anlatma) ziyade son zamanlarda şayi olduğu üzere Trakya Kafasında Rum nüfusun teksir ve teksifi gibi bir gaye takib edildiğini işrab (bir maksadı) eylemektedir. “Şeklinde Yunanistan’ın hedef ve gayesi ifade edilmektedir”41.

Bilahare raporda “Osmanlı Hükümetiyle Yunanistan arasındaki harbden sonra iki devlet arasında kararlaştırmış olan esaslar ve kararlar hükümlerinin muhafazası ve yürürlükte olması aşikâr olmakla beraber halen Osmanlı tâbiyetini kazanmış ve geçen harpde gayr-i resmi tarzda olsa bile düşmanlarla teşrik-i mesai ve bilfiil harbe dahil olarak Osmanlı askerine karşı silah kullanmış bulunan adı geçen ahalinin (Rumlar) -velevki içlerinde bir kısmı iştirak etmiş bulunsun- tekrar avdedlerinde aynı suretle hicret etmiş bulunan ve bunların avdetiyle açıkta kalacak olan muhacirlerin miktarlarının tayini meselesi artmaktadır. Hakikatten geçen beş harp senesinde cereyan eden vakalar ve hadiseler evvel ve ahir elde vesikalar ve haberleşmelere nazaran Yunanistan Hükümetince eskiden Selanik’de Yunan Hükümeti namına konan ve son durum üzerine adı geçen hükümetçe de yürürlükte kalması kabul edilmiş bir kanuna uygun olarak yeni arazideki Müslüman emlak ve arazisine tamamen el konulduktan başka 1313 (1898) senesi Yunan harbine müteakip Yunanistan uhdesinde baki olunan Tesalya Kıt’asında bile Yunan zümresi tâbiyetini taşıyan ve halen emlaki başında bulunan Müslümanlara ait araziye dahi mübadele ve hükümet gelirleri namına vergilerin tahsil edildiği tahakkuk etmiştir” şeklinde durum değerlendirilmesi yapıldıktan sonra yine “halen Devlet-i Aliye memleketleri dahilinde mevcudiyetlerini sürdürebilmiş dörtyüz küsur bin muhacirden bir çoğu memleketlerinde binlerce lira emlak ve arazi veya gelirlerinden mahrum bir halde ve pek sefil bir vaziyette yaşamaktadırlar. Binaenaleyh bu kabil Rum’ların avdeti ve (Müslüman muhacirler) iskan edildikleri terk edilmiş mülklerden ihraçları halinde ortaya çıkacak vaziyetin vahamet ve ehemmiyeti serbestçe arz ve izah bulmakla adı geçen hükümetçe eskiden kabul edilmiş olan mübadele esaslarının halen yürürlükte olması kabul olamadığı taktirde hiç olmazsa bu halkın memleketlerindeki emlak ve arazisinde istifade ve arzu edenlerin avdet eyleyebilmeleri vesilelerinin sağlanması zarureti idariye ve siyasettendir.” Dendikten sonra “ahvalin hakikati ve muamelenin cereyanı, haberi oldukları takdirde İtilaf Hükümeti Mümessillerince mümkün el husul bir çare-i telif huzura getirme kabil olabileceğinden bu hususta lazım gelen halin ifasını ve avdet etmekte olan adı geçen ahali hakkında (Rumların) şimdiden tasarlanması lazım gelen tedbirlerin tayini” istenip aynı zamanda Osmanlı Hükümetinin takip etmesi gereken politikası Sadarete teklif edilmektedir42.

Yine Dahiliye Nezaretince 2 Mart 1919 da Sadarete sunulan 4 kanunisani 1919 tarihli tezkereye zeyl olarak gönderilen bir tezkere ile, Midilli ve civarındaki Adalardan firari Rumların Osmanlı topraklarına geceleri ve gizlice sokulmakta oldukları” Balkan Harbini müteakip Yunanistan’a firar eden ve muhacirin-i islamiye ile mübadelesi tekrir eden Rumların peyderpey ve ezcümle Midilli ve etrafındaki adalardan her tarafı açık olan Karesi Sevahiline (Balıkesir sahilleri) leylen (gece) ve hafıyyen (gizli) dahil olmakta oldukları” şeklinde ortaya konarak bilahare aynı tezkerede “Mevzubahis firarilerin bu suretle memalik-i Osmaniye’ye sevk ve ithal edilmeleri muhacirin-i islamiye ile hal-i işbaide bulunan Aydın ve Karesi havalisinde gerek siyaseten gerek idareten bir çok mehazir ve müşkülat hudusuna sebebiyet verebileceği gibi Devleteyn beyninde esas itibariyle kabul ve müzakerat-ı ibtidaiyesine sunu edilen mübadele keyfiyetini dahi hükümden iskat ederek her nevi emval ve emlakten mahrumen vatan-ı asliyelerinden tard ve tebsîd edilen marularz muhacirin-i islamiyenin de izaa-ı (kaybetme) hukukunu intaç edeceğinden mehâzir-i melhuzenin (olabilecek engeller) tahakkukuna meydan kalmamak üzere mevzubahis Midilli ve emsali adalardaki firari Rumların memalik-i Osmaniye’ye gönderilmemeleri zımnında Nezaret-i Celileri tarafından alâkadar Heyet-i İtilafiye nezdinde Teşebbüsat-i siyasiyeye tevsii edilmesi” şeklinde durum değerlendirilmesi yapılıp tedbir alınması istenmekteydi43.

Bilahâre 2 Nisan 1919 da Dahiliye Nezareti, Sadarete yine 2 Mart tarihli tezkeresine ek olarak gönderdiği tezkerede, daha önceki tezkerelere atıf yapılıp Rumların Anadoluya sokulmalarındaki gaye ve tehlikelerine işaret ederek “akd-i mütarekeden beri hiçbir kayda tabi olmaksızın suret-i tedriciye ve daima da memalik-i Osmaniye’ye dahil olmakta bulunan firari Rumların miktarı elyevm mühim bir yeküne baliğ olmuş ve bunların bu vecihle vürudları siyasi ve idari bir çok müşkülat ve muhacir tevlidine mahsus olması kaviyyen muhtemel olmağla sahf-ularz tezkerelerde münderic mütalaat ve esasat nazar-ı dikkate alınarak bu mesele hakkında Meclis-i Hass-ı Vükelaca acilen bir karar ittihaz ve tebliğine” şeklinde talepte bulunmuştur44.

Diğer taraftan ilgili bölgelerde zabıta tedbirleri de alınmaya çalışılmaktaydı. Nitekim Birinci Dünya Harbinde Anadoludan firar eden Rumlardan tekrar Anadoluya gelmeğe çalışanların geldikleri yerlere iadesi 17.K.K. 1-3-35 (1-3-1919) tarihli şifre ile 57. Alaydan istemiş bunun üzerine firari ve şerir Rumların karaya ayak basmaması için sahilde muhafaza tertibatı alınmıştı45. Ancak bu tedbirler yetersiz kalmaktaydı. Çünkü elde yeteri kadar kuvvet yoktu. Nitekim bu sebeple de ilgili makamlar jandarma ve polisin askerle takviyesini istemekteydiler46.

İlgili bölgelerde alınan tedbirlerin yetersizliği, İzmir Valisi Nurettin Paşa’nın 7 ve 8 Mart 1919 da Harbiye nezaretine sunduğu raporlarından da anlaşılmaktadır. Nitekim raporlarda İpe Ruhi namındaki Yunan vapuruyla 25 Yunan askeriyle Yunan Ordusunda hizmet etmiş yerli Rumlardan 150 kişinin muhtelif kıyafetlerle İzmir’e getirildikleri, yine bir başka vapurla 250 kişinin daha getirildiği, bunların Yunanistan’da Asyay-ı Suğrağdaki Yunan emellerine hizmet etmek ve Türklere karşı icray-ı husumet eylemek üzere tahlif (yemin ettirilme) edilmiş olduklarının istihbar edilmiş olduğu, yine Filistin cephesinde esir düşen Rum askerlerinin İngilizler tarafından Yunanistan’a verildiği Yunanlıların da bunları sivil elbise giydirerek Anadolu’ya getirdiği, İpe Ruhi vapurundan başka iki Yunan vapuruyla daha İzmir Limanına Yunan Salib-i Ahmer Cemiyetinin eşyasını getirdiği ki bunlar silah ve cephane olduğu anlaşılmıştır. Bunların gümrüğe tabi tutulmadığı, İzmir’e gelen Girit sergerdelerinden Makarakis’in komite ile iştigal etmekten maada Yunan amaline (emellerine) maniad ve telakki ettikleri Girit İslamlarını dahi İzmir ve havalisinden uzaklaştırılmasına ve Girit’e iadelerine çalışmakta bulunduğu, şimdiye kadar 250 Ayvalık’lı Rum muhacirin Midilliden Ayvalık’a gelmiş olduğu ve bunlara Ayvalık’taki İngiliz zabitinin iltimas etmekte olduğu, bunların Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında tezekkir ve takrir etmiş olan ve bir protokole tabi olarak mübadele edilmiş olanlar olduğu, pasaport kanunu hükümlerine aykırı olarak memlekete gelenlerin hodbehod hududlardan girmelerine meydan verilmemesi için ilgililer nezdinde faaliyete geçilmesi ve acil tedbirlerin alınması ifade edilerek, belirtilmekteydi. Vali Nurettin Paşa ayrıca raporlarda gerekli bazı girişimlerde bulunduğunu fakat etkili olmadığını belirterek, bu durumun durdurulması için fevkalade komiserlikler nezdinde teşebbüse geçilmesini merkezi hükümetten istemekteydi47.

Bunun üzerine Harbiye Nezareti 11 Mart 1919 da Dahiliye’ye bir tezkere ile durumu, “İzmir’e Yunanistan’dan eli ayağı tutan Rumların mütemadiyen gelmekte oldukları, Balkan Muharebesinden sonra Osmanlı ve Yunan Hükümetleri arasında münekkid (akd olunan) muahede ile mübadele edilen Rum ahalinin tekrar müskit (terk edilen) avdet etmekte oldukları, Hıristiyan esirlerin memleketlerine salıverilmesi istenmekte olduğu, Yunanlı Makarakis’in teşkilat kurduğu “şeklinde aktardıktan sonra, “bu dört mesele hakkında şehirdeki itilaf mümessilleri nezdinde acilen yapılan teşebbüsat bir an evvel neticelendirilmezse Girit faciasının İzmir havalisinde tekrar vuku bulma arifesinde bulunulduğu”nu belirtti48.

Ancak bu yazışmalar ve tedbir alma girişimleri vuku bulurken diğer taraftan Yunanlıların Anadolu’ya firari Rumları sokmaları devam etmekteydi. Nitekim 17/3/335 (1919) tarihli istihbarat raporu ile 18 Mart 335 tarihli Karesi Mutasarrıflığı’nın bir tezkeresi bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Yine 14 Kanuni evvel 335 de Edirne Vilayeti’nden alınan raporda da Yunanlılar’ın Batı Trakya’ya külliyetli miktarda muhacir getirip yerleştirdikleri beyan edilmektedir49.

Dahiliye Nazırı, bu raporların yanı sıra İzmir Valiliği’nden aldığı malûmat üzerine 19 Mart 335 de Sadaret’e bir rapor sunarak “Balkan Harbini müteakip Yunanistan’a hicret ve firar eden Rumların emval ve emlakine muhacirin-i müslime yerleştirilmiş ve bilahere mübadele-i emval ve emlak esası beyneldevleteyn takarrür etmiş ise de, Harb-i Umumi’nin infilakı üzerine esasat-ı mezkûre kati bir mukaveleye rabt edilemeyerek âli-i hale bırakılmış, fakat vaziyet-i ahire üzerine Yunanistan’daki ahali-i islamiyenin hukuk-u tasrifîyesi ziyae uğramasına mukabil Memalik-i Osmaniye’deki Rum anasırını takviye etmek maksadıyla fevc fevc Rum muhacirleri avdete iptidar eylemiş olup bu ise Rum emval ve emlakine yerleştirilmiş olan salifuzzikr islamların ihracına ve ba netice envai müşkilata mâlûmâl bir vaziyet tahaddüsüne sebebiyet vereceğinden maada esasen bazı havalide ve bilhassa İzmir ve havalisinde Yunan tesvilatı ve propagandası yüzünden vukua gelen mahalli asayiş-i halatın bir şekl-i vahime iktisab etmesine mehcer olması ihtimalatını tevlid edebileceğinden” şeklinde durumu açıklayarak nasıl hareket edilmesi gerektiğini de “...Düvel-i Muteli-fe Mümessillerinin nazar-ı dikkatlerinin celbiyle kat’i bir suret-i tesviye ve zikr olunan Giritli sergerde ile diğer propagandacıların da tesvilata (aldatmalar) imkan bulamamaları esbabının (vasıtalar) istikmaline (bitirme)” şeklinde ifade etmektedir50.

Bütün bu hareketlerin esas gayelerinden biri de etrafa dehşet saçarak Türklerin öteye beriye dağılmasını sağlamak, onları sindirmek, aynı zamanda asayişsizliğin ortadan kaldırılmasının bu bölgelerin müstakil idare şeklinde Yunanistan’a rabt ve ilhakı ile mümkün olacağı imajını ortaya koymaktı51.

Diğer taraftan I. Dünya Savaşı’ndan önce İzmir Metropolitliği yapmış aynı zamanda Makedonya’da da faaliyet göstermiş olan Hrisostomas şimdi tekrar İzmir’e gönderilmişti. Hrisostomas, burada Yunan Hükümeti desteğinde İzmir, Aydın, Manisa ve Balıkesir bölgelerindeki yerleşim birimlerinde asayişi bozmak ve isyanlar hazırlamak için faaliyete geçti. Böylece İzmir işgaline zemin hazırlanmaktaydı52.

Esasında yukarıda da belirttiğimiz gibi firari Rumların bu şekilde Anadolu ve Trakya’ya sokulmalarına İngiliz ve Fransızlar muavenet etmekteydi. Nitekim Dahiliye Nezareti’nin 5 Nisan 335 de Sadaret’e sunduğu mühim ve müstacel ibareli raporunda bu durum açıkça görülmektedir. Ayrıca raporda bu halde ortaya çıkacak vahim durum “Rumların böylece avdetleri tevali edildiği surette birkaç seneden beri peyday-ı istikrar ederek refah halleri temin edilmiş bulunan muhacirin-i islamiyenin açıkta kalarak yeniden düçar-ı sefalet olacakları gibi iş bu Rumların altmışbin nüfusu mütecaviz olmalarına binaen vilayetin Rum nüfus üzerinde icray-ı tesir edeceği derkar bulunduğu ve Yunan zabıtınında şu suretle işe müdahalesi bu babda makasıd-ı mahsusa takib edildiğini işrab eylediği..” şeklinde tesbit edildikten sonra firari Rumların kabul edilmemeleri hakkında icab eden tedbirlerin alınarak bildirilmesi istenmekteydi53.

Bilahare mesele Meclis-i Vükelada görüşülerek 12 Nisan 1919 da silah, cephane ve üniforma memlekete sokulmasını men, Osmanlı Tebasından olmayan sivil yabancıların seyahat maksadıyla memlekete gelmeleri halinde haklarında bazı kayıt ve şartların tatbiki, Balkan Muharebesinden sonra Yunanistan ve Bulgaristan Hükümetleriyle akd edilen anlaşmalar gereğince mübadele olunan ahalinin memlekete avdetlerinin men’i tedbirleri alındı54. Ancak Mütareke ortamı içinde bu tedbirlerin ne derece uygulanabildiği şüphelidir.

-Devam Ediyor-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder