DOĞU KARADENİZ’DE RUM YERLEŞMESİNİN NİTELİĞİ:
ÂYANLAR İLE RUM AHALİ ARASINDA ARAZİ ve EMLÂK ANLAŞMAZLIĞI ÖRNEĞİ
Doğu Karadeniz yöresinde, diğer bir kısım bölgelerde olduğu gibi gerek halk, gerekse bir kısım aydın kesiminde bulundukları şehir, kasaba veya köyün önceki sakinlerinin kimliği konusunda genellikle yanlış kanaatler mevcuttur. Söz konusu kasaba ve köylerin eski sakinlerinin Rumlar olduğu, bunların çoğunluğu teşkil ettiği, eski yapıların onlardan kaldığı, kendilerinin sonradan gelip buralara yerleştikleri sıklıkla belirtilir. Hatta tarihi gelişimden haberdar olmayan popüler yazarlar, kadim tarihi Yunanlı kolonicilerle başlatırlar. Yunanlılar’ın koloni kurmalarından önce bölgede yaşayan halklar yok farz edilir. Yahut ilkel, barbar, yaban olarak nitelendirilerek önemsiz gösterilir.
Yapılan araştırmalara göre bölgeye ilk olarak M.Ö. III. bin ile II. bin yılları arasında “Gas/Kas” ve “Gud/Gutiler”, Kafkasya’dan Mosklar, Tibarenler, Marlar, M.Ö. 675 yılından itibaren Anadolu ve Azerbaycan’da ilk Bozkır-Kültürü’nü yaşayan Kimmerler yerleşmişlerdir. Sinop, Samsun, Giresun, Trabzon, Ordu ve Tirebolu şehirleri bu yüzyılda, M.Ö. 656’de kurulmuştur.
Doğu Karadeniz bölgesine Kimmerler’den sonra İskitler gelmiş ve bunların hakimiyetleri 28 yıl kadar sürmüştür. İskitler’in hakimiyetine Medler M.Ö. 606’da son vermiştir. Bölge M.Ö. 547 yılında Persler’in eline geçmiş, bu hakimiyet İskender’in M.Ö. 334 yılındaki doğu seferine kadar devam etmiştir. M.Ö. 400 yılında Doğu Karadeniz’de yaşayan kavimler Kolhlar, Driller, Mossinoikler, Halibler ve Tibarenler idi. Bu kavimlerin hiçbiri Yunan asıllı değildir.
Bölge, M.Ö. 312-280 tarihleri arasında İskender’in komutanları, M.Ö. 280-63 yılları arasında Pontus Devleti idaresinde bulunuyordu. M.Ö. 63-M.S. 395 yılları arasında Doğu Karadeniz Roma İmparatorluğu’nun, M.S. 394-1204 yılları arasında Bizanslılar’ın yönetimine girmiştir. Bu dönemdeki önemli hadiselerden birisi 530 yılında Bizanslılar tarafından bozguna uğratılan Bulgar Türkleri’nin bir bölümünün Trabzon havalisine yerleştirilmeleridir. Diğer bir hadise ise XII. yüzyılda 40.000 Kuman ailesinin Gürcistan’a inerek Hıristiyan olmaları ve buradan Doğu Karadeniz’e ve Doğu Anadolu’ya gelmeleridir.
1057’de Anadolu’ya sevk edilen Türkmen grupları Trabzon ve yöresini yağmalamışlardır. Trabzon’un Malazgirt zaferi sonunda fethedildiği şüphesizdir. Trabzon Türkler’in elinde üç yıldan fazla bir süre kalmış ve Rumlar şehri 1075 yılında geri almışlardır. XIII. yüzyılın sonlarından itibaren, bilhassa Çepni Türkmen gruplarının 1297’den itibaren bölgede kesif faaliyet gösterdikleri ve Giresun bölgesini tehdit ettikleri bilinmektedir. XIV. yüzyılın başlarında Giresun, Çepni Türkleri’nin akın faaliyetleri sırasında zaptedilmiştir.
1301’de İmparator II. Alexios Giresun’a gelip Kuşdoğan adlı Türkmen beyini yenilgiye uğratmıştır. 1341’de de Giresun, bir kez daha Türkmenler’in eline geçmiş, şehirlerin art bölgesi ve etrafı kalabalık Çepni gruplarının iskânına sahne olmuştur. Nitekim Kelkit vadisinden gelip Harşit ırmağı boylarına yerleşen Çepniler 1380’de sahile inmişlerdir. 1397 yılında Hacı Emir Oğulları Beyliği’nin lideri Süleyman Bey, Giresun kalesini fethetmiştir. 1404’de Giresun’dan geçen Katalan elçisi Clavijo, bu bölgelerin Türk beyi Hacı Emir adlı şahsın elinde bulunduğunu belirtir. Trabzon şehri fethedilince (15 Ağustos 1461) Trabzon imparatorluğuna tâbi Giresun’dan Hopa’ya kadar bütün yerleşim yerleri Osmanlılar’a katılmıştır. Fatih Trabzon seferine çıktığında Görele, Tirebolu ve Giresun kaleleri büyük bir ihtimalle imparatorun idaresinde idi. Buna karşılık Kürtün-Dereli-Giresun-Tirebolu-Eynesil arasındaki kırlık kesim de Çepni beylerinin elinde bulunuyordu. Çepniler’in hakim olduğu bölgelerde hiçbir Hıristiyan yerleşim birimi görülmemekteydi.
XVII. yüzyıl sonlarında Rum nüfusunun azlığını bölgeyi 1681’de ziyaret eden Kudüs patriği Dositheos de dile getirmektedir. Dositheos: “... Amasra’da çok kiliseler var, ama hiç Hıristiyan yok... Korom ve Ordu ıssız... Giresun’da birkaç Hıristiyan var. Tirebolu’da öyle, Tirebolu kalesinde hiç Hıristiyan yok...” demektedir.
Stefanos Yerasimos, Pontus bölgesi olarak nitelendirdiği Trabzon, Gümüşhane, Lâzistan, Samsun (Canik) sancaklarını ihtiva eden Trabzon vilayetindeki Hıristiyanların büyük bir bölümünün Ortodoks olduğunu, ama o dönemde Ortodoksların Yunanlı olduklarının söylenemeyeceğini belirtir ve “... Ortodoks Hıristiyan nüfus, XIX. yüzyılın başında yeni bir canlanma sürecine giren kilise ile yeni burjuvazinin birlikte yürüttükleri çabaların etkisi altına girecek ve kökeni ne olursa olsun Anadolu’da yaşayan, Türkçe ya da Rumca konuşan bütün Ortodoks Hıristiyanlar gibi, Yunan ulusuna ait olma duygusunu benimsemeye başlayacaktır” diye yazar. Görüldüğü üzere yerli halkların ve kurulan devletlerin Yunanlılarla ilgisi yoktur.
Bölgede Rum nüfusun sayılarla tespitini ihtiva eden en son bilgiler XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılan nüfus sayımı ve yoklamalarından elde edilir.
XX. yüzyıl başına ait verilere bakıldığında bilhassa Giresun ve yöresinde, 1904 yılında merkez nahiyede 30321 kişi içinde 22001 Türk (% 72.56), 7081 Rum (% 23.35), 1239 Ermeni (% 4.09), Keşâb nahiyesinde 23930 kişi içinde 21644 Türk (% 90.45), 2286 Rum (% 9.55), Akköy (Bulancak) nahiyesinde 19640 kişi içinde 17201 Türk (% 87.59), 2358 Rum (% 12.00), 81 Ermeni (% 0.41), Piraziz nahiyesinde 11275 kişi içinde 8953 Türk (% 79.41), 2060 Rum (% 18.27), 262 Ermeni (% 2.32), Kırık nahiyesinde 4387 kişi içinde 3144 Türk (%71.67), 1243 Rum (% 28.33) olmak üzere Giresun kazasında toplam 89544 kişi içinde 72943 Türk (% 81.47), 15019 Rum (% 16.77), 1582 Ermeni (% 1.76); Tirebolu kazasında 48710 kişi içinde 40066 Türk (% 82.26), 7936 Rum (% 16.29), 708 Ermeni (% 1.45); Görele kazasında 35146 kişi içinde 34059 Türk (% 96.91), 876 Rum (% 2.49), 211 Ermeni (% 0.60) nüfus vardı.
Bu durum Yunan ve Ermeni nüfusunun başka bölgelerden gelmiş göçmenlerden ibaret olduğunu ortaya koymaktadır. Bu veriler XVI. yüzyıla ait tahrir kayıtlarıyla karşılaştırıldığında Rum nüfusun aradan geçen 300-400 yıl zarfında arttığı ve özellikle hiç ikâmet etmedikleri köylere yayıldıkları ortaya çıkar. XVI. yüzyılında sadece sahildeki şehirlerde ve kasabalarda az sayıdaki Rum/Hıristiyan nüfus, kır kesiminde hiç görülmemektedir. Ancak daha sonra sosyal ve iktisadî değişimler, bölgenin art alanındaki Rumların giderek denize bakan köy ve kasabalara yerleşmeye başlamalarına yol açmıştır. Tarihi belgelere göre XVIII. yüzyılda gayrimüslim nüfus önemi artan Gümüşhane madenleri dolayısıyla bu bölgedeki madenci köylerde toplanmışlardı. Daha sonra bunlar bozuk emniyet şartları ve baskılar sebebiyle 1736’da Akköy (Bulancak), Pazarsuyu, Piraziz, Ebulhayır (Gülyalı) kesimine dağılmışlardı. Bu madenci köyler halkının sahil kesimine inmeleri Gümüşhane madenlerinin XIX. yüzyılın ikinci yarısına doğru âtıl hale gelmesiyle olmuştur. Esasen bu madenci köyler halkı 1856 Islahat Fermanının getirdiği yeni haklar sayesinde gittikleri yerlerde derhal eski dinlerine dönmüşlerdir.
Rumların gayrimüslim nüfus olarak sahile inmeleri ve orada köy teşkil etmelerine dair çarpıcı bir örnek eski hatıraların izlerinin henüz kaybolmadığı geçen yüzyılın başlarına aittir ve bu bakımdan oldukça önemlidir. Bu konu ayrıca yörenin önde gelen eşraf ile buralara yeni yerleşenler arasında çeşitli problemler olmuştur. Bu problemin mekanı Piraziz nahiyesine bağlı Demirci köyüdür. Bu köy, 1909-1910 yıllarında Piraziz’in önde gelen ailelerinden Gedik Alizâdeler ve Tir Alizâdeler ile Rumlar arasında olan arazi ve emlâk anlaşmazlığı nedeniyle dikkat çekmiştir.
Anlaşmazlık hikâyesi şöyle gelişir: Rumlar, Gedik Alizâdeler’in ve Tir Ali-zâdeler’in sahip oldukları arazide müstecir, yani kiracı, maraba olarak bulunmakta, buna karşılık teamül gereği hasılattan mal sahiplerine pay vermektedirler. Ancak, bazı kişilerin de kışkırtmasıyla 1323 (1907) yılına kadar verdikleri payı 1324 (1908) yılında vermezler, 1325 (1909) yılında da hiçbir şekilde vermeyeceklerini söylerler, bunu “sûret-i serkeşâne ve tehdîdkârâne” bir şekilde ifade ederek hasılattan doğan payları almak için köye giden memurları silahla tehdit dahi ederler. Ayrıca kiracı olarak bulundukları arazileri sahiplenip arazi ve emlâklerinin kendilerinden alınarak Gedik Alizâde ailesine verilmek istendiğini, mekteplerinin jandarma kuvvetleri tarafından boşaltıldığını, mallarının ve paralarının zorla alındığını da iddia ederler. Bu iddialarını ve şikayetlerini içeren telgraflarını Panayot Panayi imzasıyla Trabzon’dan 28 Kanûn-ı evvel 1325’de (9 Ocak 1910) Dahiliye Nezaretine, Sadaret’e, Patrikhane’ye, 18 Nisan 1326’da (1 Mayıs 1910) Trabzon mebusu Kukuri Efendiye çekerler. Dahiliye Nezaretine, Sadaret’e ve Patrikhaneye yollanan telgraflarda “Aleyhimizde mahkeme i‘lâmı olmaksızın yüz elli hânemiz ahâlînin Gedik Ali-zâde ailesine resm ve harâc vermesi için bir onbaşı, üç jandarma ile başıbozuklar ve merkûman karyemizin mektebini zabt ve istilâ ettiler. Ahâlîyi tazyîk ve tehdîd ile cebren mal ve nakdîmizi gasb ediyorlar. Vilâyete geldim. Vilâyet şikâyetimizi dinlemiyorlar. Meşrûtiyyete, adâlete münâfî işitilmemiş mağdûriyyet-i mâ‘rûzâya dûçâr oluyoruz. Bunlardan tahlîsimizi istirhâm ediyoruz” derler. Piraziz nahiyesinin, Giresun kaymakamlığının ve Trabzon İdare Meclisinin bu iddialara karşılık verdikleri cevaplar, bu bilgilerin doğru olmadığı, Rum ahalinin bu köye sonradan gelmiş bulundukları yönündedir. Nitekim Piraziz nahiye müdürünün Demirci köyü papası, muhtarı ve ihtiyar heyetine ve ileri gelenlerine hitaben yazdığı 3 Kanûn-ı evvel 1325 (16 Aralık 1909) tarihli yazısından Rum ahalinin Gedik Ali-zâdeler’in tapulu olan arazi ve emlâklerinde kiracı olarak bulundukları anlaşılmaktadır. Nahiye müdürü yazısında Rumlara bu durumu hatırlatarak verilmeyen iki senelik kiranın mal sahiplerine bir hafta içinde verilmesini, aksi halde kanunî işlem yapılacağını da ifade etmektedir. Piraziz nahiye müdürünün yazısı şöyle idi:
“Gedik Ali-zâdeler’le karyeniz ahâlîleri beyninde münâzi‘ün-fîh olan emlâk ve arâzî mes’elesine dâir şimdiye kadar cereyân eden muhâberât neticesinde Gedik Ali-zâdeler’in tapu senedâtı dâhilinde olup arâzî-yi mezkûrede meskûn bulunduğunuz arâzîde müste’cir bulunduğunuz anlaşılmış olduğundan Gedik Ali-zâdeler’le iki seneden berü ahâlîniz tarafından henüz verilmeyen iki senelik icârların idâreten tahsîl ve mal sahiblerine teslîmi ve dâiye-i tagallüb ve tahakküm ile cebr ve şiddeti izhâr ve hükûmetin icrâatına muhâlefet edenler olur ise hemân der-destleriyle haklarında muâ’mele-i kanûniye icrâ olunmak üzere cem’iyet-i adliyeye teslîm edilmesi şeref-varid olan emirnâmede irâde buyrulmuşdur. Ve son tezkîrede iki seneden berü henüz mal sahiblerine vermediğiniz icârları nihayet bir haftaya kadar mal sahiblerine i‘tâ etmenizi beyân ve aksi halinde şeref-vurûd eden emirnâme-i âlî vechile hakkınızda mu‘amele-i kanûniye ifâ kılınmak üzre icâbı icrâ kılınacağından mağdûriyyet ve mes’uliyyetinizi mûcib olacağından bu gibi ahvâllere meydân kalmamak içün icârat-ı mezkûrelerin bir haftaya kadar sahib-i mülke i‘tâ ve te’minle keyfiyyetin seri’ân iş‘ârı ve makam-ı âli-i kaim-makamiye cevâb verilmek üzere bu bâbda yapdığınız ve icârı verdiğinize dâir cevâb vermenizi ehemmiyetle ihtâr eylerim. İşbu tezkirenin karyenize vâsıl olduğuna dâir dahi cevâb verilmesi matlub-ı kat’îdir”.
Konu, Adliye ve Mezâhib Nezâreti’nin talimatı üzerine (4 Nisan 1326/17 Nisan 1910) Giresun kaymakamlığınca da araştırıldı ve bir yazı ile Trabzon valiliğine bildirildi (22 Nisan 1326/5 Mayıs 1910). Bu tahkikata göre Rumlar tarafından çekilen telgraflarda bahsedilen hususlar gerçek değildi. Rumlar köye Gedik Alizâdeler ve Tir Alizâdeler'in eskiden beri sahip oldukları bahçe ve tarlalarda marabacılık yapmaları için getirilmiş ve iskan ettirilmişti. Köye jandarma gönderilmediği gibi Rumların mektebinden ne öğretmen, ne de öğrenciler zorla çıkarılmıştı. Bütün bu iddialar arazi ve emlâk sahipleri olan Gedik Alizâdeler’in payını vermemek, haklarını gasp etmek için Rumlar’ın söyledikleri yalanlarından ibaretti. Böylelikle olayı siyasî gayelerine alet edebileceklerdi. Yazıda bunlar ve diğer hususlar şöyle dile getirilir:
“...Tir Ali ve Gedik Ali-zâdeler’in eben an cedd Piraziz nâhiyesine merbût Temürci karyesinde bâ-tapu mutasarrıf oldukları bahçe ve tarla ve sâirelerinde marabacılık sûretiyle tavattun ve iskân etdirilmiş olan Rum ahâlîsi taraflarından meşrûtiyyet idâresinin i‘lânını müteâkıb zikr olunan bahçe ve tarla ve sâireyi zabt-ı kıyâm ve öteden berü vere gelmekde oldukları icârlarını vermekden imtinâ‘ ile bir mesele-i müşkile hudûsuna sebebiyyet verdiklerinden dolayı mûmâ-ileyhümâ taraflarından vukû‘u bulan iddia üzerine mahallince me’mûr-ı mahsûsları tarafından tahkikat-ı mükemmele bi’l-icrâ ol-bâbda tanzîm eyledikleri evrâk-ı tahkîkiyyenin leffiyle keyfiyet 7 Temmuz 1325 [20 Temmuz 1909] tarihli ve 185 numaralı mazbata ile arz edilmiş ve bu bâbdaki tahkikat ve cereyân-ı muâ’mele Meclis-i İdâre-i Vilâyetçe tasvîb ve tasdîk olunarak icârı mebhûsü’n-anhanın idâreten tahsîli fî 31 Teşrîn-i evvel 1325 [13 Kasım 1909] tarihli ve 503 numaralı tahrîrât-ı aliyye cenâb-ı vilâyet-penâhilerinde emr u iş‘âr buyurulmuşdu. Keyfiyyet aidiyeti cihetiyle müdiriyyet-i mezkûreye yazılmış ise de e‘lân icâr-ı mezkûr na-tahsîl kalmışdır. Binâen-aleyh icâr-ı mezkûrun tahsili zımnında karye-i merkûmeye ne kuvve-i zâbıta gönderilmiş ve ne de Rum mektebinden mu’allim ve şâkirdan ihrâc edilmişdir. Ahâlînin hilâf-ı meşrû‘ olan iddiâlarının hükûmetçe adem-i tervîcinden dolayı işi bir nev‘î siyâsete kalb eylemek ve müddeîlerin hukûkunu ketm etmek gibi tasnîât ve erâcifden ibaret bulunduğunun lüzûm-ı izbârı Jandarma idâresinden yazılan der-kenârda ifâde kılınmış ve hakikat-ı halde ma’rûzât-ı vâkı‘adan ibaret bulunmuş olmağın ol-bâbda”.
Demirci köyü Rumlarının durumunu ortaya koyan belgelerden bir diğeri de Trabzon İdare Meclisi’nin 4 Mayıs 1326 (17 Mayıs 1910) tarihli kararı idi. Bu karar, Giresun Redif Kumandanı Kaymakam İrfan Bey’in konuyu araştıran raporuna, Gedik Ali-zâdeler’in ellerinde bulunan tapu senetlerine ve diğer vesaike dayanıyordu. Bütün bu belgeler incelenmiş, “...münâzi‘ün-fîh olan mahaller kâmilen Gedik Ali-zâdeler’in tapu senedâtı dâhilinde olup arâzi-yi mezkûrede meskûn olan Rumlar’ın müste’cir bulundukları” kanaatine varılmıştı. Rumların elinde emlâk ve arazilerin kendilerine ait olduğunu ispat edecek bir belge yoktu. Dolayısıyla hak iddia etmeleri yasal değil “gayr-i meşrû” idi.
Anlaşılacağı üzere Rum ahalinin arazi ve emlâk üzerinde hak iddia eden bu davranışlarında meşrutiyet idaresini kendi lehlerine yorumlamaları etken olmuştur. Burada olduğu gibi Rumlar maraba olarak geldikleri köylerde Türklerin elinde bulunan arazi ve emlâkleri ele geçirmişler, bunun için dışarıda bulunan Rum ve Yunanlı işadamlarından epey yardım görmüşlerdir. Zenginleşmelerinde, nüfuslarının artmasında arazi ve emlâk sahibi olmalarında askere gitmemeleri de önemli bir rol oynamıştır. Rumların ele geçirdiği bu ekonomik üstünlüğün bazı siyasî istekleri de beraberinde getirdiği bilinmektedir.
/Ayhan YÜKSEL
Kaynaklar:
Şehabeddin Tekindağ, “Trabzon”, İA, XII/I, 456;
Gülçin Çandarlıoğlu, “Kimmerler”, Birinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri (13-17 Ekim 1986), Samsun 1988, s. 9;
Mehmet Özsait, “İlkçağ Tarihinde Trabzon ve Çevresi”, Trabzon Tarihi Sempozyumu (6-8 Kasım 1998), Trabzon 2000, s. 36-37; a.mlf.,
“Eskiçağ Tarihinde Trabzon”, Hamsi, sayı: 26 (17 Nisan 1971), s. 5;
Faruk Sümer, Tirebolu Tarihi, İstanbul 1992, s. 2, 7, 22, 36, 48-49; a.mlf.,
Oğuzlar, İstanbul 1999, s. 323;
Mahmut Goloğlu, Anadolu’nun Milli Devleti: Pontos, Ankara 1973, s. 25;
Şemsettin Günaltay, Yakın Şark, IV/II, Ankara 1987, s. 261;
Ksenophon, Anabasis (çev. Tanju Gökçöl), İstanbul 1974, s. 148-184;
Mehmet Bilgin, Doğu Karadeniz: Tarih-Kültür-İnsan, Trabzon 2002, s. 11-44;
M. Hanefi Bostan, XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağı Sosyal ve İktisadî Hayat, Ankara 2002, 2;
Salim Göhçe, “Doğu Karadeniz Bölgesinin Türkleşmesinde Kıpçakların Rolü”, Birinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, , s. 480;
Claude Cahen, Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler (çev. Yıldız Moran), İstanbul 1979, s. 85; Osman Turan, “Trabzon Tarihine Bir Bakış”, Hamsi, sayı: 26 (17 Nisan 1971), s. 6;
A. Bryer, “Greeks and Türkmens: The Pontic Exception”, Dumbarton Oaks Papers, XXIX (1975), 143; Esterâbadi, Bezm ü Rezm (çev. Mürsel Öztürk), Ankara 1990, s. 485;
Clavijo, Timur Devrinde Semerkand’a Seyahat (çev. Ömer Rıza Doğrul), İstanbul 1975, s. 60;
Feridun Emecen, “Giresun Tarihinin Bazı Meseleleri”, Giresun Tarihi Sempozyumu (24-25 Mayıs 1996), İstanbul 1997, s. 22-23; a.mlf., “Giresun”, DİA, XIV, 79;
Georgios Nakracas, Anadolu ve Rum Göçmenlerin Kökeni (çev. İbram Onsunoğlu), İstanbul 2002, s. 13, 14;
Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar (çev. Şirin Tekeli), İstanbul 2000, s. 352-353;
Salname-i Vilâyet-i Trabzon, Trabzon 1332, s. 430-431; BOA, DH. MUİ, nr. 49/2-29;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder