3 Aralık 2006 Pazar

Karadeniz'de Yeni Yunan Atağı

/Yüksel ÖZGÜR 
Son zamanlarda birilerinin Karadeniz kıyılarımıza yönelik ilgileri bir hayli artmış görünüyor. Maksadımız; yörede zihnini çeldikleri bazı gençleri Yunanistan'a götürüp orada kurdukları bir takım merkezlerde bağımsız Pontus'un(!) öncüleri olarak yetiştirmeye çalışan güçlerin oyunlarına dikkat çekmektir.

Yarattıkları çeşitli bahanelerle dini ve sosyo-kültürel konuları, çevre ve turizmle ilgili hususları öne sürüp bunların ardına saklanarak sinsice esas emellerini gerçekleştirme yolunda bir takım ön adımlar atmaktalar. Bunlar, politik ve ideolojik amaçla bir yöreye sızmanın bilinen metodlarıdır. Derneğimiz bu faaliyetlerin yakın tanıklarındandır.(*) Elbette devletin bu işleri takip eden organları vardır. Bunlar çok hassas konular ama mikrop bir kere bünyeye girdi mi, mutlaka bir yerleri tahrip ediyor. Asala ve PKK terörlerinden az çekmedik, az kayıp vermedik. Başımıza yeni yeni belaların açılmasına, cennet vatanın temiz köşelerinin bir takım emperyalist ajanlarca kirletilmesine, çocuklarımızın kandırılarak bizden koparılmasına ve yabana hizmet eder hale getirilmelerine artık tahammülümüz kalmadı.
Yaşanan gelişmelerin ardında Yunanistan'ın milli ülküsü Megali İdea'dan kaynaklanan bir talep yatıyor. Bu talep, Megali İdea programında yer alan bir maddeyle ilgili: Pontus meselesi...
Biraz hafızalarımızı tazeleyelim. Zaman ve ortam milli Mücadelenin cereyan ettiği yıllardır... Çok değil 80 yıl önce bu güzel sahiller TBMM hükümetinin emriyle harp sahası ilan edilmiştir. Gerekçe şuydu: Yunan donanmasına bağlı savaş gemileri başta İnebolu, Samsun, Trabzon olmak üzere bazı sahil, şehir ve kasabalarımızı bombardıman etmekteydi ve her an bölgeye bir Yunan çıkarmasının yapılması ihtimal dahilinde görülmekteydi.

Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya geçtiği günlerde Karadeniz bölgesinde 40'dan fazla Rum çetesi faaliyet halindeydi. Özellikle Samsun ve Yöresinde güç ve çabalarını artıran Rum çeteleri Yunan subaylarının da yardımıyla köylerin hakim noktalarına yerleşmiş ve özellikle Sakarya Savaşı öncesinde ordunun gerisi için büyük bir tehdit meydana getirmişlerdi.
Dışarıda Venizelos Yunanistan'ı ve içeride Fener Rum Patrikhanesince organize edilip silahlandırılan ve yönlendirilen bu çete savaşının amacı, başarıya ulaşması halinde bölgede bir Rum-Pontus devleti kurmaktı.
O günleri düşünün bir... Doğuda Ermeniler, güneyde İngiliz ve Fransızlar, batıda Yunanlılar...Ve dahilde bir takım hainlerin çıkardığı isyanlar. Heryer kan ve ateş içinde... Şimdi bunlara ilave olarak Kuvayı Milliye'nin personel, silah ve cephane ikmalinin sağlandığı Karadeniz sahillerimizde yaratılan yeni bir tehdit.

Bu tehdide tedbir Ankara'daki milli meclis tarafından düşünüldü. 1920 yılı sonlarında bölgede 2 piyade ve 1 süvari tümeni ile 1 süvari tugayından oluşan merkez ordusu teşkil edildi. Takriben 10 bin kişiden oluşan merkez ordusu birlikleri 1921'de Pontusçulara karşı mücadeleye başladılar. Bu sıralarda bölgede faaliyet gösteren Pontuscu çetelerin gücü 25 bin civarında silahlı adama ulaşmıştı. (Pontus meselesi, DR. Mesut Çapa)

Merkez ordusunun yanı sıra harekata katılan başta Topal Osman Ağa ve emrindekiler olmak üzere milli kuvvetlerinin fedakarlıklarını burada bir kere daha minnet ve şükranla anmak bir vicdan borcudur.

Bu arada çetecilerin katlettiği masum Türk halkının miktarı 2 bine ulaşmaktaydı. Sadece 1921 yılı içersinde 439 Türk köyü asiler tarafından yakılıp yıkılmıştı.

Amasya'da faaliyet gösteren Samsun İstiklal Mahkemesi'nce ayaklanmanın ele geçen elebaşlarından 174 kişi idamla cezalandırıldı. Şubat 1923'de Pontusçu Rumların kalkışması tamamen bastırılmış, ele geçirilemeyen bir kısmı selameti Yunanistan'a kaçmakta bulmuşlardı.

Lozan'da imzalanan nüfus mübadelesi sözleşmesiyle kalan Rumlar da 1924 yılı sonuna kadar bölgeyi tahliye ettiler. Böylece Cennet Karadeniz bölgemizde bir Rum devleti kurma hayalleri son bulmuş oluyordu.

Pontus meselesinin bu derece alevlendirilmesinde başta kilise ve din adamlarının rolü ön planda gelmekteydi. İstanbul Fener Rum Patrikhanesinin direktifleri doğrultusunda çalışan Samsun metropoliti Lavretlos ve arkadaşları bu hareketin önderleri durumundaydılar.

Bunlardan Hrisantos Mayıs 1919'da Paris barış konferansına Pontus'la ilgili bir muhtıra sunarak itilaf devletlerinin yardımlarını sağlamaya çalışmıştı.

Pontus kalkışması öyle birdenbire patlak veren fevri bir hareket değildir.

40-50 yıl öncesine dayanan hesaplı, kitaplı ve hazırlıklı bir olaydır. Beklenen, uygun bir fırsatın çıkmasıydı. Mütareke ortamında, bekledikleri kutsal günün geldiğine hükmettiler ve ayaklandılar.
Yıllarca süren hazırlık dönemi esnasında bölgedeki Türk asıllı ahalinin ekonomik açıdan çökertilmesi için büyük gayretler sarfettiler. Bu çerçevede Türk ahalinin elindeki emlak ve arazinin Rum üretici ve tüccarlarının eline geçmesi maksadıyla dışarıdaki zengin ve Rum Yunanlı iş adamlarının büyük çabalar harcadıkları (Küçük bir azınlık hariç bizim hatırı sayılır işadamlarının kulakları çınlasın) bir gerçektir.

Misal olarak, Giresun'da Rumlar başlangıçta arazinin %15-20 kadarına sahipken bu oran 1921'de %75'lere kadar tırmanmıştı. Türk ahalinin elinde kalan % 25'lik arazinin de büyük bölümünü borç para karşılığı olarak rehin almışlardı. Rumların ele geçirdiği bu ekonomik üstünlük, ileride politik isteklerini gündeme getirmelerinde bir dayanak teşkil etmiştir.

Şimdi, bu kötü hatıralarla dolu günlerin üzerinden 80 yıl geçti. Aslında sadece bir insan ömrü kadar bir süre... Ama görüyoruz ki Megali İdea'nın hayali bu güzel topraklarda yine canlandırılmak isteniyor.

Bu da bize gösteriyor ki, 1999 yılı Ağustosundan sonra başta medya olmak üzere çeşitli kanallardan, Türk ulusunun beynine enjekte edilmek istenen, Yunanistan'la aramızda kalıcı bir dostluk ve işbirliği ortamının kurulmaya başlandığı yolundaki iddialar tamamen sahtedir, aldatmacadır. Bunları söyleyenler Yunan oyununa gelen zavallı gafillerdir. Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bu güne kadar geçen 170 yıl içerisinde Yunanlı devamlı olarak oyun oynamış, aldatmış ve kazanmıştır. (1897 savaşı, milli mücadele ve 1974 Kıbrıs harekatı hariç) Yunan milli emeli "megali idea" ortada durdukça Türk yurdunun ve Türk ulusunun bütünlüğüne yönelik Yunan saldırıları da durmayacak, devam edecektir.

Bu gerçeğin bilincinde olalım ve ARTIK ALDANMAYALIM



(*)Sürmene ve Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı Adnan Keleş'in Açıklaması:

Türkiye'deki misyonerlik faaliyetleriyle ilgili gelişmeleri derin bir alakayla takip etmekteyim. Konu ile ilgili başımdan geçen bazı olaylar, misyonerlik faaliyetlerinin Yunanistan tarafından yönlendirilen bölümüyle ilgilidir.

Bölge halkının aslen Rum ve Hristiyan olduğunu iddia eden Yunan propagandası, eski Pontus devletini yeniden canlandırma hayali içersindedir. Bu maksatla Doğu Karadeniz bölgesine yönelik geziler tertiplemekte, bölgeden bazı kişi ve grupları Yunanistan'a davet ederek orada ağırlamakta ve netice itibariyle bölgede kendisine yakın ve müzahir olabilecek bir taban oluşturmaya çalışmaktadır.

Yunanistan'ın bu kabil faalieytlerine ilk defa 1998 yılı Nisan ayında yakinen tanık oldum. O tarihlerde, İstanbul'da faaliyet gösteren Sürmene Kültür veYardımlaşma Derneği'nin ( SÜRKÜYAD) genel başkanı idim. Yunanistan'dan Prof.Yorgo Andreadis adlı bir şahıs (ki kendisinin KİP mensubu olması kuvvetle muhtemeldir.), Trabzon'un ilçesi Sürmene'den ben dahil takriben 30 civarında vatandaşımızı, Atina'nın çok yakınlarında kurulmuş Sürmene isimli yerleşim yerini görmek ve burada yapılan şenliklere katılmak üzere davet ettiler. Çok ilgimizi çekti.

Bir otobüs tutup gittik. Y.Andrealis bizi sınırında karşıladı ve misafir olduğumuz 1 hafta zarfında ayrılmadı. Tanık olduğum önemli hususlar aşağıda madde başları halinde özetle sıralanmıştır.

1- Selanik'te PKK'nın kolu ERNK. ya aitbir yurtta bizi konaklamak istediler. Reddetim.
2- Atina'da papazlarının tamamının Türkçe bildiği birçdk kiliseyi gezdirdiler. Burada papazlar Topal Osman aleyhinde konuşmalar yaptılar. Karşı çıktım.
3- Selanik civarında kurdukları Yeni Trabzon köyünü ve Sümela manastırını gezdirdiler.
4- Atina yakınlarında kurdukları Sürmene banliyösünde düzenledikleri şenliğe katıldık. Tahminen 3000 kişilik bir topluluğa hitabetmemi istediler. Hitabettim. ancak hitap tarzım pek istedikleri gibi olmadı.
5- Atina'da Trabzon bölgesinden kandırarak getirdikleri 30-35 kişilik bir genç ile tanıştırdılar. Bu gençler Yorgo'ya "baba" diye hitap ediyorlardı.
6- Selanik'te kurulu Karadeniz FM adlı radyo istasyonunu gezdirdiler. Sonradan öğrendik ki bu istasyon günlerce önceden bizleri kastedederek "Pontuslu hemşehrilerimiz geliyor" şeklinde anonslar yapılmış. Radyo binasında Türkiye aleytar afiş, resim ve panolar gördüm.
7- Sonradan Abdullah Öcalan'ın Kenya'ya götürülmesi olayında yer alacak olan Savaş Kalandradis adındaki kişiyle tanıştırdılar.
8- Atina'dan 3 katlı bir kanada kurulu müzede Sürmene'den mübadele sırasında geldiklerini ifade etttikleri gruplara ait resimler gösterdiler.
9- Yorgo bana Trabzon'da kendisi için mezar yeri aldığını ifade etti. Tabii bu işlem için bölgeden kendisine yardım eden isimleri bende mevcut kişiler aracılık etmişler.
10- Yorgo benden, Sürmene'ye komşu il ve ilçelerde mevcut yöresel derneklerle kendisini arasında irtibat kurulmasında aracılık etmemi rica etti.

Bizim Sürmene derneği olarak (SÜRKUYAD) her yıl geleneksel olarak yapmakta olduğumuz şenliklere kendisini bir grup ile birlikte katılmak üzere davet etmemiz ricasında bulundu. Hatta şenliklerimiz için maddi katkı sağlamayı da teklif etti.

11- Yine aşnı şahıs; doğu Karadeniz'de özellikle Tonya-Maçka- Sürmene yörelerinde çok sayıda Rum asıllı Hristiyan bulunduğunu, bizim bu kişi ve gruplar hakkında bilgimiz olmadığını, bunlar arasında aslen gizli Hristiyan olup camide hocalık yapanların bile bulunduğunu ifade etti.

Maksatlı olarak davet edildiğimizi ancak Yunanistan'da yaşadıklarımızdan sonra anladık. Bu faaliyetelri organize edenm Yorgo Andreadis'in Türkiye'ye girmesi halen yasaklanmış bulunmaktadır. Bu konuda kendisi tarafından tehdit de edildim. Yukarıda çok özet olarak sunduğum olaylar göstermektedir ki, Türkiye'de başka devlet ve organizasyonların yanı sıra Yunanistan da kendi seçtiği bir bölgede (Doğu Karadeniz) Hristiyanlık propagandasını, her yıl bölgeye kısa fasılalarla gönderdiği 10-15 kişilik gruplar vasıtasıya yaparken aynı zamanda bölgenin etnik yapısıyla da oynamaktadır.

Yukarıda çok kısa bahsettiğim ve yaşayarak tanık olduğum gerçekler hakkında vatandaşlık vazifem: Kamuoyuna yukarıda ifade ettiğim hususları anlatarak uyarıda bulunmaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder